Mimar Mektupları
MİMARLAR ODASI
İSTANBUL ŞUBESİ BİNASI
Arif Atılgan
1970 li yılların ortaları idi. İlk mimarlık büromu
açacaktım. Dekorasyon çalışmaları sırasında duvarları boyayan boyacı laf
arasında mimarların renginin gri olduğunu söylemişti. ‘Hadi canım sende’
demiştim ama o anda yeni aldığım ilk arabamın ve o yıl yaptığım ilk inşaatımdaki
marleylerin rengini gri seçtiğimi anımsadım ve irkildim. Genel olarak başka
mimar tanıdıklarımın da hep griyi tercih ettiklerini saptadım. O olaydan sonra
griden özel olarak kaçınmaya başladım. Bunda evlendiğim eşimin ressam olmasının
bana çok yardımı olduğunu itiraf etmeliyim.
Bu duygular içersinde baktığım Mimarlar Odası İstanbul
Şubesi Binasının her tarafının gri olması bana çok ilginç gelmiştir. Zihnimde
yer eden bu Gri Binayı anlatmak istiyorum.
Öncelikle binanın satın alınmasında konuya olumlu
bakanlardan biri olduğumu söylemeliyim. Eski yapıların bulunduğu tarihi çevredeki
birkaç yeni binadan biri olduğunu tespit etmiştim. Buna rağmen o yıllarda yeni
bina almak isteyen Oda için elverişli olduğunu, en azından paranın çarçur
edilmemesi ve iyi bir yatırım olması bakımından konuya olumlu bakmıştım.
Bina alındıktan sonra Odaya uygun hale getirilmesi
için tadilat yapılması gerekmekte idi. Bu iş için kurulan Bina Komisyonunda ben
de vardım. Komisyonun ilk toplantısında ekonomik olarak sıkışıldığında binanın kiraya
da verilebileceği fikrine sert bir şekilde karşı çıkmıştım. İstanbul dışında
işlerim olduğu için daha sonraki toplantılarına devamlı katılamadım. Katılabildiğim
son toplantısında ise cephenin, yanlış anımsamıyorsam, Hindistan’dan
getirilecek kırmızı taş ile kaplanması talep edilmişti. Bu taşa da karşı çıkmış
bizim geleneksel malzemelerimizin kullanılmasını savunmuştum. Ancak kırmızı taş
kabul edilmişti. Bundan sonraki toplantılara katılamadım, açılışa gelebildim. Açılışta
yenilenen binanın içinin de dışının da gri yapıldığını görmüştüm. Belli ki
kırmızı taştan vazgeçilmişti. Hâlbuki binanın satın alındığı hali daha renkli
ve sıcaktı.
Gri Binanın, mimarların ve STK ların kullanımında
aktif bir bina olacağını düşünmüştüm. Örneğin: Yıllardır mimarların ihtiyacı
olan bir Lokal burada gerçekleştirilebilirdi. Bana göre giriş katında yapılacak
Lokal bütün mimarların kullanabileceği çok yararlı bir mekân olabilirdi. Hatta
yıllardır Mimarlar Odasında bu düşüncenin yerine getirilmemesinin en önemli
sebebi olan, orayı kullanan meslektaşların muhalefet yapacakları endişesi bu
sefer giderilmeli, mağlup edilmeliydi.
Binanın en üstü çatısız teras kat şeklinde idi.
Burada ancak yaz mevsimlerinde küçük bir büfenin hizmet ettiği açık kafe
olabilir diye düşünülüyordu. Zaten manzarasını karşıdaki Yolcu Salonu tamamen
kesiyordu.
Ancak geçtiğimiz günlerde, gazeteci Onur
Baştürk’ün alttaki köşe yazısından burada bir restoranın işletmeye açıldığını
öğrenmiş bulundum.
‘FerahFeza nasıl olmuş
Şu yazlık nemli ortamda İstanbul’da yeni açılan
mekan bulmak zordur. Herkes açılışını eylül sonuna filan erteler.
Karaköy’ün en yenisi FerahFeza ise sonbaharı beklememiş, kapılarını açmış.
Önceki gece “Nasılmış?” diye gidip baktık, yemek yedik.
İşte geriye kalanlar:
Mimarlar Odası’nın terasına konuşlanmış mekanın girişi hayli sevimsiz. Bürolara has beyaz aydınlatmanın hakim olduğu girişi apar topar geçip asansöre yönelseniz de nafile. Mekana direkt çıkan asansöre değil de ötekine binince salak gibi, sonradan kat kat merdiven tırmanmanız cabası...
Evet, mekan adı gibi ferah feza. Eski yarımada manzaralı terası geniş, arkadaki balkona konuşlanmış barı da öyle.
Yemek esnasında tuhaf talihsizlikler yaşamadık değil. Tam domatesli börülceyi yerken bir sinek gelip tabağın içine yapıştı. Ya da intihar etti diyelim (“Sineklerin Börülcesi” adlı eserimin esin kaynağı olacaktır bu sinek).
Arkadaşın yediği organik pilicin bir kısmı ise mosmordu. Servis elemanları “Şarap sosundan olabilir” dedi.
Ama heyhat, arkadaş yiyemedi o morarmış görüntü sonrası pilicini.
İstanbul’da yaşayan yabancılar hangi ara duymuş burayı, şaşırtıcı.
Eğer böyle 12 kişilik masalar halinde gelmeyi sürdürürlerse, yabancı yoğunluğu bakımından Karaköy’ün 360’ı olabilir pekala FerahFeza.’
Karaköy’ün en yenisi FerahFeza ise sonbaharı beklememiş, kapılarını açmış.
Önceki gece “Nasılmış?” diye gidip baktık, yemek yedik.
İşte geriye kalanlar:
Mimarlar Odası’nın terasına konuşlanmış mekanın girişi hayli sevimsiz. Bürolara has beyaz aydınlatmanın hakim olduğu girişi apar topar geçip asansöre yönelseniz de nafile. Mekana direkt çıkan asansöre değil de ötekine binince salak gibi, sonradan kat kat merdiven tırmanmanız cabası...
Evet, mekan adı gibi ferah feza. Eski yarımada manzaralı terası geniş, arkadaki balkona konuşlanmış barı da öyle.
Yemek esnasında tuhaf talihsizlikler yaşamadık değil. Tam domatesli börülceyi yerken bir sinek gelip tabağın içine yapıştı. Ya da intihar etti diyelim (“Sineklerin Börülcesi” adlı eserimin esin kaynağı olacaktır bu sinek).
Arkadaşın yediği organik pilicin bir kısmı ise mosmordu. Servis elemanları “Şarap sosundan olabilir” dedi.
Ama heyhat, arkadaş yiyemedi o morarmış görüntü sonrası pilicini.
İstanbul’da yaşayan yabancılar hangi ara duymuş burayı, şaşırtıcı.
Eğer böyle 12 kişilik masalar halinde gelmeyi sürdürürlerse, yabancı yoğunluğu bakımından Karaköy’ün 360’ı olabilir pekala FerahFeza.’
Çatı Katının Denizden
Görünüşü
Anlaşılan binamızın terası kiraya verilmiş ve buraya bir restoran
açılmış. Kurum içersindeki mekânların kiraya verilmesinin doğru olmadığını hep iddia
ederim. Ancak mimarlara Lokal beklerken yabancılara restoran açılması
herhalde Mimarlar Odasının “kamu yararı” anlayışından olsa gerektir.
Çatının manzara görmesi için tabanının yükseltilmesi
gerekmekte idi. Sanırım öyle yapmışlar. Bir de çatının üzerinin örtülmesi olayı
var. Üzerinin örtülmüş halinin mimarisi acaba eski Bina Komisyonu tarafından
görülerek mi tercih edildi? Mimarlar Odası Binasının yeni çatısının Galata
Kulesi, Doğan Apartmanı, Yolcu Salonu Binaları gibi tarihi yapıların arasındaki
görüntüsünün siluete etkisi uzun süre tartışılacaktır herhalde. Bana göre bu “mimari
tarz” Mimarlar Odasına yakışmıyor. Hatta detay hataları var. Sanırım kışın su
vs alma anlamında arızalar çıkacaktır. Deniz tarafındaki gemilerden görülebilen
çatıdaki bu inşaat, binanın ön ve arka sokaklarından hiç görülememektedir? Bu
görüntü maharet sonucumu, yoksa tesadüfen mi oluşmuştur? Ruhsata bağlanması
gereken bu tadilatın projelerine ÇED Raporu düzenlenmiştir herhalde.
Şimdi sormak istiyorum. Bu semtte başka bir bina böyle
bir şey yapsa idi Mimarlar Odası’nın tavrı nasıl olurdu?
Yıllarca yöneticilik yaptığım için bu binada çok fazla
anım vardır. Bir akşam çeşitli sanatçıların da katıldığı önemli bir etkinlik
yaşanıyordu. Ben eşimle bir iş için üst kata çıkmıştım. Aşağı inmek için
bindiğimiz asansörde Yaşar Kemal ile rastlaşmıştık. Aşağı ininceye kadar Onunla
çok hoş sohbet etmiştik. Kendisine bu sürenin hayatımızın en önemli ve mutlu zaman
dilimi olduğunu söylemiştik. Daha sonra birlikte çektirdiğimiz fotoğrafları
hala elde edemedim. Binadaki en önemli anım budur.
Mimarlar Odası binasında yapılan bu restoranı kesinlikle doğru
karşılamadığımın bilinmesini isterim. Maalesef hayırlı olsun demeyeceğim.
ARİF ATILGAN EYLÜL 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder