25 Haziran 2016 Cumartesi

Kent Öyküleri

YELDEĞİRMENİ’NDE GÖNÜL KIPIRTILARI
ArifAtılgan

O yıllarda sevgili, flört gibi kelimeler yoktu. ’Konuştuğum çocuk’, ’Konuştuğum kız’ denirdi.
Yeldeğirmeni has insanların yaşadığı bir semttir. Güzel duyguların yaşanmaması olamaz böyle bir yerleşimde. Altta, her paragrafta ayrı bir yaşanmışlığı yazdım. Yazılanları yaşayanlar anlayabilir. Yazının bütünündeki amacım, ilişkilerin bugüne göre ne kadar nahif olduğunu gösterebilmektir.

  
Köşedeki binanın altındaki gençlere evdeki hanım kızıyordu gürültü yapıyorlar diye. Kızı, köşedekilerden birinin ‘konuştuğu kız’ olabilir mi diye şüpheleniyordu aslında herkesin sevdiği hoca.
…..
Çelimsiz kız bir anda gelişmiş, güzelleşmişti. Onunla çıkan voleybolcu çocuk ta yanına yakışmıştı.  
……
Üniformalı delikanlı konuştuğu kızla yürürken, ‘Ben böyle güzel kızla yan yana yürürüm’ der gibiydi.
……
İlkokulda, çocuk kıza çikolata-gofret yaldızı hediye ederdi. Ortaokulda, Arkadaşım ile başlayıp Arkadaşın ile biten mektuplar gönderirlerdi arkadaşlarıyla birbirlerine.


Arkadaşımı sokağın köşesinde bulut gibi görmüştüm. 50mt ileriden sarhoş olduğu belli oluyordu.  Belli ki esmer kız canını sıkmıştı.
…….
DDY Kampında bakışlarla başlamıştı her şey. Delikanlı kızın yanına Ayrılık Çeşmesinin yukarılarında yaklaşmıştı. Talihsizlikleri, o yaz delikanlının üniversite sınavlarının olması idi.
…….
Herkesin sevdiği Berber sevdiği kızın sokağında şarap içmişti.
…….
Delikanlı sokak arkadaşı ile çıkıyordu. Semte en yakın buluştukları nokta Kadıköy İskelesiydi.
…….
Sarışın kız güzelliğinin farkındaydı. Temiz yüzlü ve kösele ayakkabılıları beğenirdi. Konuştuğu çocuk ta öyleydi.
…….
Mezarlık (Ayrılık Çeşmesi) Sokağında oturan delikanlı, sarışın kızın sokağının köşesine takılıyordu. Derdi, Onun ablasıydı. Dediler ki, ‘O yüz vermez, uğraşma’. Ama kız da pencereye çıkıyordu. Bir gün evlendiklerini öğrendik.
…….
İzettin Sokakta, Havranın oralarda oturuyordu gözlüklü sempatik kız. Arka sokaktaki çocukla buluştuklarında evlendikten sonraki günlerin hayalini kuruyorlardı.
…….
Delikanlı, köşede dururdu. Kız, karşı köşedeki evin ikinci katındaki pencerede. Buradan bakıştıkları zaman dilimi, beraber olduklarından fazlaydı.
…….
Başını sıvazlayıp ‘Kaça gidiyorsun bakayım?’ dediğiniz kızların fark edilmeyen bir sürede kendilerine ‘Siz’ dedirtmelerini, annemin saksı bitkilerindeki tohumların bir günde çiçek olmalarına benzetirdim. Havranın oradaki kız da öyleydi. Yeni delikanlı olan çıktığı çocuk ta.
…….
Yurttan bir kızla evlenmek istediğini söylemişti bana delikanlı. ‘Seviyorsan  hiç düşünme, hemen evlen.’ Demiştim.
…….
Delikanlı ile İtalyan Apartmanındaki kız evlenmek istiyorlardı. Aileler istemiyordu. Kız bir akşamüstü apartmanın köşe balkonundan aşağı atmıştı kendini. Yaşıyordu ama daha sonra tam sağlıklı oldu mu, evlendiler mi bilmiyorum. Aşk efsanesi olarak anlatıldığını duydum bu olayın.
…….
Delikanlı uzun boylu idi. Kız da öyle. Delikanlının yakışıklılığını erkekler, kızın güzelliğini kızlar kabul ederdi. Evlendiklerinde herkes yakıştırmıştı Onları birbirine. Geçip giden yıllar delikanlıyı almıştı o kızdan.. Üç kardeşini de.. Bugün yaşadıklarıyla bilgeleşmiş bir hanımefendidir kendisi.
…….
Yahudi kız çok güzeldir. Türk delikanlıyla çıkmaktadır. Sonunda Türk Türk’le, Yahudi Yahudiyle evlenir. Bir süre sonra, önce kızın ailesi sonra kız ve ailesi ülkeyi terk ederler. 50 yıl sonra Kız, yaşadığı İsrail’de Eski Yeldeğirmenliler Face sayfasını öğrenir. Üye olur. İlk yorumunda O delikanlıyı sorar. Yaşamadığını öğrenir.. Sessizlik.. Anılarına gömülür. 
…….
2016 yılı. Çocukluğumun geçtiği Uzunhafız Sokağındaki tren köprüsünden sokağa doğru yürüyordum. Tam ortada bisikletlerinin üzerinde yan yana bir çift duruyordu. Başlarını birbirlerine çevirdiler ve öpüşmeye başladılar. Yanlarından geçtim. 10mt ilerideki esnaflar kendi aralarında mırıldanarak ayıplıyorlardı Onları. Hâlbuki eski yılların esnafları bir güzel diskur çekerlerdi. Zaten olmazdı böyle bir şey.

Yeldeğirmeni eskiden mahalleydi, şimdi “nezihleştirilen” proje alanı.   
ARİF ATILGAN HAZİRAN 2016

19 Haziran 2016 Pazar

“NEZİHLEŞEN” YELDEĞİRMENİ
Arif Atılgan

1. Dünya Savaşı sonrasında İstanbul işgal edilmişti. İşgalciler ilk iş olarak Avrupa ve Anadolu yakasında birer genelev açmışlardı. Anadolu yakasındaki genelev Yeldeğirmeni’nde bir tarafı mezarlık olan Ayrılık Çeşmesi Sokağındaydı. İşgal kuvvetleri, Osmanlının başkentine işgali sadece fiziksel değil psikolojik olarak ta hissettirmek istiyorlardı.

Yeldeğirmeni ilk işgalini bu yıllarda yaşamıştı.

Atatürk ile başlayan Milli Mücadele sonunda, 1923 yılında işgalciler İstanbul’u ve Yeldeğirmeni’ni terk etmişlerdi.

Ancak, İstanbul’la birlikte Yeldeğirmeni’nin işgalden gerçek kurtuluşu 1935 yılında olmuştur. 13.12.1934 tarihinde çıkarılan Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun 1935 yılında uygulanmaya başlanmıştır. Bu kanuna göre yabancılar askeri üniforma ve kendilerine özel kıyafetlerle dolaşamayacaklar, din insanları dini kıyafetleri ibadethaneler dışında giyemeyeceklerdi. Bu tarihten sonra yabancılar kendilerini toplumda hissettirememişler, gayrimüslim din insanları dini kıyafetle yabancı okullarda hocalık yapamamışlardır.

1980 li yıllarda Yeldeğirmeni’nde eski alçak binalar yıkılıp 5-6 katlı apartmanlar yapılmıştır. Daha önce, alçak binalar dolayısıyla güneş alan sokaklardaki müstakil evlerde yaşayan semtlilerin bir kısmı yeni duruma uyamamışlar, semti terk etmişlerdi. Yeni gelenler İstanbul dışındandı. Ancak onlar, semttekilere uyum göstererek birlikte yaşamayı uygun görmüşlerdi.  

Uyum içinde gerçekleşen bu değişimden sonra 30 yıl Yeldeğirmeni’ne kamu kurumları tarafından hiç bir yatırım yapılmamış, halk diliyle çivi çakılmamıştır. Semt bakımsız, kötü görünümlü hale sokulmuş, emlak değerlerinin artması adeta engellenmiştir.

Yeldeğirmeni ikinci işgalini 2010 yılında yapılan Rasimpaşa Canlandırma Projesi ile yaşamış, yaşamaktadır.
  

İlginçtir, proje başladığında semtte görülen ilk değişikliğin randevu evi açılması olduğu söylenmektedir. Daha sonra yollara taş döşenmiş, kaldırımlar genişletilmiştir. Tescilli tarihi Özen Sineması kaçak hangar haline sokulup tartışmalı bir çalışma olan TAK a verilmiş, semtte diziler-filmler çevrilmiş, her taraf kafelerle doldurulmuştur.

Bugün bunların hiçbirinin Yeldeğirmeni’nde o zamana kadar yaşayanlar için yapılmadığı belli olmaktadır. Kaldırımlar kafelerin masaları için kullanılmaktadır. Kendisi kaçak binada olan TAK ise Kadıköy’ü tasarladığını söylemektedir.

Hızla mülkiyetlerde el değiştirme gerçekleşmeye başlamıştır.

Semtteki insan yapısı da hızla değişmektedir. Yeni gelenler 1980 lerdekiler gibi değildir bu sefer. Onlar, eskilerin kendilerine benzemesini istemektedirler. Bu anlamda yeni gelenler eskileri eğitmekte imişler.

Yabancı uyruklular dâhil yeniler, eskilerin alışmadıkları tipte insanlardır. Semtte, yeni gelenlere özel yaşam gelişmektedir. Yakında kilise ve sinagogun camiden daha dolu olacağı söylenebilir. Yeldeğirmeni’nde Yeldeğirmenliler yaşayamamaya başlamaktadır.

Bugüne kadar kullanılan Soylulaştırma kelimesi deşifre olduğu için olsa gerek, yapılana yeni bir tanım bulmuşlar: NEZİHLEŞTİRME.

Kimin kimi nezihleştireceği kimin kimden daha nezih olacağına kim karar verir bilemem. Ancak öteden beri semtte yaşayan insanların nezih olmadığını söyleyenler önce bu kabalığı yaptıkları için kendilerinin nezih olmadığını bilmelidirler.

Semtte mafyatik davranışlar, polisiye olaylar olduğu anlatılıyor. “Nezihler” gelmeden önce bu tip şeyler yoktu Yeldeğirmeni’nde.

Doğrusu semtin tekrar semt olması konusunda ümidimi yitirmiştim. Ancak İstanbul’da bu anlamdaki başka ilçelerde oluşan bazı tepkiler beni ümitlendirdi. Örneğin: Beşiktaşın şampiyonluğu sonrası keşfedilen Beşiktaş Çarşısını, semtin dışındakilerin kullanmaya devam etmesi oradakileri rahatsız etmiştir. ‘Bizi artık kendi halimize bırakın’ demektedirler. Topağacında açılan kafelere de önceleri sempatik bakan orada yaşayanlar, giderek ‘Eh’ demeye başlamışlardır.

Yeldeğirmeni’nde yaşayan ve bu değişimden hoşlanan birçok tanıdığım da artık bu hoşluğun kendileri için olmadığını anlamışlardır. ‘Eh’ demektedirler.

Tepkilere kulak verilmelidir. Bu durumlar tekrar eskiye dönülebileceği konusunda güçlü işaretlerdir. Aksi durumda insanlar siyasi tavırlarını koyacaklardır.
ARİF ATILGAN Haziran 2016


18 Haziran 2016 Cumartesi

BABALAR GÜNÜ

Halı sahada top oynadığımız yıllardı. Sahada iki arkadaş itişmiş, biri alttan almıştı. Alttan alanın küçük oğlu seyircilerin içindeydi. Yüzü burulmuştu. Kabalık yapan arkadaş hatasını anlamış, maçtan sonra diğerinden özür dilemişti. Oğlunun da gönlünü almak istemişti ama becerememişti. Araya girip, ‘Her oyunda olduğu gibi top oynarken de zayıf ve başarısız olanlar olay çıkarır.’ demiştim çocuğa.

Babalar çocuklar için güç anıtıdırlar. Onları belli etmeden korur kollarlar. Çocuklar, zor durumda kaldıklarında arkalarında imdatlarına yetişecek babaları olduğunu hissederler. Güven veren babalar son başvuru noktasıdır onlar için.  


Aile fotoğrafında parlak olmaya çalışmazlar. Ölümleri, bir yapının orta direğinin yıkılması gibi bir şeydir aile için.

Bu anlamda şehit çocuklarının psikolojisini anlayabilmek mümkün değildir.

Babalar asla duygusuz değildirler. Sorumluluklarını yerine getirirken duygularını belli edecek zaman bulamazlar. Dede olduklarında duyguları olabildiğince ortaya saçılır.

Ağlamazlar. Çocuklar istemez çünkü. Ağlayanı gizli ağlar.

İstatistikler Babalar Gününde diğer özel günlerden daha çok alış veriş yapıldığını gösteriyormuş.
Hâlbuki Babalar Günü babaların çok umurunda değildir. İltifat almak Onların aklında yoktur. Babalıklarını yaparlar sadece.

Tüm babaların Babalar Günü Kutlu Olsun.
ARİF ATILGAN HAZİRAN 2016

14 Haziran 2016 Salı

Kent Öyküleri

YELDEĞİRMENLİ ESKİ ARKADAŞIM

Bizim sokağın takımı Beyaz Şimşeklerde oynatıyordum Onu ve birkaç akrabasını. O da üniversitede okuduğu için kafa dengiydi. Akranımdı, iyi arkadaştık. İkimiz de sol görüşte idik. Dünyaya bakışımız aynıydı. Ben sağiç oynardım, o soliç. Beni sever, sayardı.

1970 yılında askere birlikte gitmiştik. Akşam Haydarpaşa Garından trene binmiş, sabaha kadar şarap içerek yaptığımız sohbetle kendimizce dünyayı kurtarmıştık. Ertesi gün öğleye doğru Polatlı Yedek Subay Topçu Okuluna teslim olmuştuk.

                                                        Askerlik Hatırası

1972 yılında 3 yıl Karaköy’de bir şirkette mimar olarak çalışmıştım. O da oralarda bir şirkette muhasebeci olarak çalışıyordu. Vapurda, sokakta rastlıyor, sohbet ediyorduk.

O yıllarda henüz halı sahalar yoktu. Bir gurup arkadaş Fenerbahçe Burnunda Pazar günleri top oynuyorduk. Maç sonrası Fenerbahçe’nin tesislerinde çay içerken Ona rastlıyordum. Sanırım aynı gün O da kendi arkadaşlarıyla top oynuyordu o çevrede.

Akrabası Ufuk’a rastlamıştım Kadıköy çarşısında. Onun, Ülkenin gıda sektöründeki en büyük şirketlerinden biri olan Ülker'in sahibinin kızıyla evlendiğini söylemişti. Tutucu olan Aile, Onu çalıştığı yerde tanımış.

İyi insandı, iyiliğini isterdim. ‘Tutucu çevreye uyum sağlayacak mı?’ Diye sormuştum Ufuk’a. ‘Sorun yok.’ demişti.

Yıllar geçti. Görüşmüyorum ama uzaktan yeni haliyle mutlu olduğunu görüyorum. Onun adına seviniyorum.

2007 yılında YELDEĞİRMENİ kitabımın ilk baskısı siyah beyaz çıkmıştı. Yeldeğirmeni’yle ilgili belli kişilere, imzalayarak birer tane hediye etmeye karar vermiştim.

Diğerlerine olduğu gibi Ona da postayla göndermiştim.

Bir tek Ona gönderdiğim kitap geri geldi. Adreste öyle biri yokmuş.

O kitabı saklıyorum.

Arif Atılgan Haziran 2016

10 Haziran 2016 Cuma

Kent Öyküleri

YALOVA’DA KAMBER BABA

Kamber Baba Yalova’da bir durak ismidir bugün. 1960 lı yıllarda burada metruk bir Su Değirmeni bulunurdu. Denir ki, Kamber Baba 1920 li yılların ikinci yarısında mübadillerden sonra Yalova’ya gelmiştir. Amacı burada Müslümanlığı yaymaktır. Geldiğinde yukarıda bahsedilen değirmeni yapıp işletmiş ve o şekilde halka yakın olmuş. Değirmenin 1940 larda terk edildiği sanılıyor. Zira 1950 lerde metruk halde idi. Bugün değirmenin yerinde Cem Evi bulunmaktadır. Bu anlamda Kamber Babanın alevi olduğu sonucu çıkarılabilir.

Değirmenin yukarısındaki arazi bizim sülalenindi. 1950 lerin sonlarında Değirmenden 50 MT yukarıya bir ev yapmışlardı. Eve küçük amcam köyden taşınıp yerleşmişti. O yıllar Fatih Caddesinin yukarısı tamamen boştu. Evden iskele dâhil bütün Yalova görünürdü.

                                        Bugün Binaların Arasında Kalan Ev

Metruk Değirmenle ilgili birçok efsane, söylenti anlatılırdı. Doğrusu gece Değirmene gitmeye korkardık. O yıllarda burada elektrik olmadığını da belirtelim.

Geçtiğimiz günlerde etrafı apartmanlarla çevrilmesine rağmen hala bu tek katlı evde yaşayan 90 nını geçmiş amcam ve Ona yakın yaşta olan yengemle sohbet ediyorduk. Yengemin yürüme sorununu saymazsak ikisinin de sağlığı iyi. Yengem 1960 larda yaşadıkları bir olayı anlatmaya başladı.
                                                    
Kendisi verandada oturuyormuş. Amcam ve henüz çocuk olan kuzenlerim evin üst tarafındaki köy yolunun yanındaki söğüt ağaçlarının altına koyunları yatırmışlar. Amcam iş yapıyor, kuzenlerim gölgede yatıyorlarmış. Değirmen tarafından yırtık elbiseli, üstü başı perişan, 60 yaşlarında görünen, elinde değnekle beyaz saçlı bir adam gelmiş yanlarına. Amcama demiş ki ‘Bu koyunlar senin mi?’, Amcam ‘Benim.’ demiş. Adam devam etmiş soru sormaya ‘Bunların zekâtını veriyor musun?’, Amcam ‘Veriyorum.’ demiş. Adam ‘ Bana da ver öyleyse bir koç.’ demiş. Amcam bir koçu boynuzlarından çekeleyerek getirmiş ve Adama ‘Al.’ demiş. Adam koçun boynuzlarından tutup biraz sürüklemiş sonra salmış ve ‘Ben seni sınadım. Hayrını gör.’ demiş. Elindeki şişeden koyunların üzerine su serpiştirip evin arkasında kalan Hacı Mehmet Ovasına doğru yürümüş ve kaybolmuş.

O güne kadar hiç tanımadıkları bu Adama köpekler havlamamış. Zaten Onu bir daha da hiç görmemişler.

Yengem ’Ben içimden amcana kızıyordum koçu verdiği için.’ dedi. Yanındaki amcama sordum.’Sen ne düşündün?’ diye. O da’ Adam istedi, verdim.’ dedi. 

Bu öykülere anlam verenler de olabilir vermeyenler de.. Gerçek olan, bugün artık anlamlı veya anlamsız bu tip öykülerin gerçekleşemeyeceğidir. Zira kentleşme ile çoğalan yapılaşma, çevremizde hiç boş alan bırakmamaktadır.
Kent Öyküleri bitmemeli.
Arif Atılgan Haziran 2016

9 Haziran 2016 Perşembe

Kent Öyküleri

YELDEĞİRMENİ’NDE ÜÇ KUŞAK KARAHAN AİLESİ

Semiha Karahan Osmangazi ilkokulunda sınıf arkadaşımdı. Yıllarca görüşmemiştik birçok arkadaşımla olduğu gibi. Eski Yeldeğirmenliler Gurubunu kurduktan sonra eski arkadaşlar birbirimizi bulduk. Doğrusu teknolojiye teşekkür etmemiz gerekir bizlere bu iyiliği yaptığı için.

                           Üç Kuşak Karahan, Osmangazi İlkokulu Mezuniyet Gününde

Semiha Karahan, ilkokuldan sonra Yeldeğirmeni'nde yaşamaya devam etmiş. Yaptığım hesaba göre 1954 yılında Osmangazi İlkokuluna kaydolmuş. 1960 yılında mezun olmuş.

Evlenmiş, kızı Yeşim Karahan da Osmangazi İlkokuluna gitmiş ve 1980 yılında mezun olmuş.

Yeşim Karahan da Yeldeğirmeni'nde yaşamaya devam etmiş. Evlenmiş, Onun kızı Işık da Osmangazi İlkokuluna gitmiş. O da 2016 yılında yani bu yıl mezun oldu.

Okul 113 yıllık bir geçmişe sahip. 113 yılın son 62 yılına Karahan ailesi tanıklık etmiş. Torun olan Işık kızımız, annesinin ve anneannesinin anlattıklarını dinleyerek okulunun ve semtinin son 62 yılını bilebilmektedir. Eğer kendisi anneannesinin izinden giderse 60 yıl sonra torununa kendi yaşadıklarının yanında anne ve anneannesinin yaşadıklarını da anlatacaktır. Yani Onun torunu Osmangazi İlkokulunun ve Yeldeğirmeni'nin son 120 yılını bilebilecektir.

Çocuklar için en iyi okul evlerinden yürüyerek gittikleri okuldur. Karahan ailesi 62 yıl Osmangazi İlkokuluna böyle gittiler. Umarım gelecek kuşakları da aynı şekilde gitmeye devam ederler.

Kent hafızasını insanlar, yaşanmışlıklar oluşturur. Önemli olan mekânların ve yaşam şekillerinin değiştirilmemesidir.

Semtimize ve okulumuza bu müthiş olayı yaşatan üç kuşak Karahan ailesine mutlu bir yaşam diliyor, bu tip örneklerin çoğalmasını hayal ediyorum.
Arif Atılgan Haziran 2016

1 Haziran 2016 Çarşamba

Kent Öyküleri

MİMAR FARUK YAZICI
Arif Atılgan

Onu üniversitede tanımıştım. Mimarlık bölümünde aynı sınıftaydık. Hâlbuki aynı semtte hatta aynı okullarda okumuştuk. Kibar bir çocuktu. Muhit ağzıyla hanım evladı bile denebilirdi. Mimarlık eğitiminde ilk proje ödevi genellikle otobüs durağıdır. Herkes 4 ayaklı bir durak çizmişken O plastik heykel gibi bir şey çizip getirmişti. Çok yetenekliydi.

Yeldeğirmeni’nde Nemlizade Sokağının en altındaki 3 katlı evde oturuyorlardı. Alt kattaki dükkân babası Saffet Beyin Konyalı isimli oto tamirhanesi idi. Konyalılardı. Bina Onlara aitti. Tüm aile üst katlarda oturuyordu. O, dükkânın üzerindeki sokağa bakan odada yaşıyordu. Ağbileri Erol ve Mehmet ile akrabaları olan semtimizin çocuğu Aydın bu dükkânda çalışıyorlardı.

                                                     Farukların Evi 

68 kuşağının özelliklerinden olan hippiliğe merak sarmıştı. Otostopla dünyanın her tarafını gezmişti.. Bir akşam vapurdan birlikte çıkmış, evine gitmiştik. Odasını kendine özel düzenlemişti. Nepal Havaalanında yaşadığı bir anısını anlatmıştı. Uçak rötar yaptıkça huzursuz olduklarını, bunu görenlerin kendilerine ‘cigara’ ikram ettiklerini, ‘cigaraları’ içince rötar süresinin kendilerine vız geldiğini anlatmıştı.

Benden sonra mezun olmuş, Kadıköy’de büro açmıştı. Piyasada çaylak sayılması gerekirken Bağdat Caddesi dâhil en vitrin yerlerde tabelasını görüyordum. Gri mimar değildi.

Arada bir rastlaştığımızda sohbetimiz olurdu. Bir akşam Suadiye’de karşılaşmıştık. O, yürüyüş yapıp kendini dinlediğini söylemişti. Ben de ‘Kadıköy’den beri yürüyorum, dalmışım hayal kurarken’ demiştim. Şaşırmış, ‘Sen benden deliymişsin’ demişti.

Sonradan öğreniyorum.. Bir aralık ABD ye eğitim için gitmiş. Ancak orada ruhsal sıkıntılar geçirince ülkeye geri gönderilmiş. Buraya geldiğinde anne-babasının öldüğünü öğrenmiş, daha da kötü olmuş. Sokaklarda dolanmaya başlamış.

Uzun süredir görmediğimin farkında değildim.

Eski Yeldeğirmenli bir arkadaşım 1 kapı nolu evde Farukların kapı komşusu idi.. Bir gün Bostancı Sanayi Sitesine arabasını götürmüş. Tesadüf, dükkân Faruk’un Ağbisinin Konyalılar isimli tamirhanesi imiş. İşyerini Yeldeğirmeni’nden oraya taşımışlar. Onu sormuş. Ağbisi 2-3 MT ilerisini gösterip, ‘Orada oturuyor’ demiş. Bakmış ki Faruk. Kaldırımda oturmuş. Saç sakal karışmış. Yanına gitmiş. Konuşmak istemiş. ‘Ben dünyayı gezdim’ diye başlayarak çeşitli şeyler anlatıyormuş. 

Hemen o sanayi sitesine gitmiştim. Dükkân kapanmış. Memleketlerine gitmişler.

Aynı arkadaşım aradı geçtiğimiz günlerde. Faruk’un bir akrabasına rastlamış. Öğrendikleri üzücüydü. Faruk Yazıcı, 10 yıldan fazla bir süre önce Afyon civarında bir trende ölü bulunmuş.

Büyük ağbisi Erol yıllar önce ölmüş. Diğer ağbisi Mehmet işleri tasfiye etmiş, yardımcıları Aydın ise bundan 6-7 ay önce ölmüş.

Akıl sağlığı rahatsızlığı olan insanları hayatım boyunca ciddiye almışımdır. Onlar için ‘Eskiden şöyleydi’ diye anlatılanlara hep inanmışımdır. ‘Onlar’ daha az oldukları için ‘Onlar’ olmuşlardır diye düşünürüm. Aslında çok sayıdaki diğerleri sıradan olmalarını gizlemek için onlara ‘Onlar’ demektedirler bana göre. 

‘Onlar’ o kadar ileridedirler ki diğerlerinden,  sıradanların oluşturduğu düzeni protesto ederler aslında.

Mimar Faruk Yazıcı, Melih Koray’dan sonra Kadıköy’ün ikinci renkli mimarı olabilirdi.
ARİF ATILGAN MAYIS 2016-06-01