17 Mart 2024 Pazar

KÖŞE YAZISI

ÇOCUKLAR, YAŞLILAR VE SİYASET

TV’de bir siyasetçi propaganda konuşması yapıyor. Partisini merak bile etmedim. Hepsi aynı çünkü...

Diyor ki ‘Çocukları sokaktan kurtaracağız.’ Sonrasında da uzun uzun çocuklar için yapacakları tesisleri anlatıyor. Yahu sokakları önce arabalardan kurtarın da görelim sizin siyasetinizi. Sokak, çocukların en iyi oyun alanıdır. Orada birbirlerini kolayca görürler. Üstelik evinin kapısından çıkar çıkmaz… Onlarca sokak oyunu vardır.

Sokaktaki çocuk kendisidir. Evinin hemen önündedir. Güvenlidir. Evinde büyükleri vardır. Diğer evlerde ise komşuları... Onlar da ağbisi, ablası, amcası, teyzesidir Onun. Orada arkadaşlığı öğrenir. Büyükleri Onu korur. Küçüklerini ise O korur. Tabii ki arada itiş kakış olur. İzole değildir ki sokaklar. Siz sokakları yok edin. Sonra da yeni oyun alanları yapmaya çalışın. Yapmacık.

Tesislerde büyüyen çocuk, çocuk olmuyor. Robot oluyor. Duygusuz… Bu mudur? Eskiden okuldaki sınavda arkadaşına kopya veren çocuk bazen kopya verdiği arkadaşından düşük not alırdı. Gülünürdü bol bol… Şimdi torunumun okulunda çocuklar birbirlerine değil kopya vermek, karnelerini bile göstermiyorlar. Üstelik daha çok itiş kakış oluyor.

                                                         Sokak Herkesindir

Yaşlılar için ise 3-5 saatliğine emanet edilecekleri kurumları anlatıyor siyasetçi. Kapalı mekânlar. Oraya bırakıp işinize, çarşıya-pazara gideceksiniz. Dönüşte alacaksınız. Güvenli olduğundan içiniz rahat edecek. Yaşlılar bir kuruma emanet edilecek evcil hayvanlar değildir. Eşya ise hiç değildir.

Yaşlılar için onları oraya buraya bırakacak olan yakınlarına muhtaç olmadıkları tesisler yapmak hiçbir siyasetçinin aklına gelemiyor. Onlara artık yeni aile düzeninde yer yoksa yaşlı bakım evleri yapılmalıdır. Sağlığı uygun olanların dışarı çıkıp tekrar geriye döndüğü tesisler…  Siyasetçi bugün yaşamını sürdürüyorsa yaşlıların bugüne kadar yaptıkları sayesindedir.

Yaşlılar, akıl danışılan saygın kişiler olmalıdır. Huzurevinde yaşayan bir eski hâkime rastlamıştım. Anlatmayayım. Çok üzülmüştüm.

İnsanlar yaşlısıyla, genciyle, çocuğuyla, bebeğiyle ve hatta hayvanlarıyla birlikte yaşayabilmelidir. Şehir budur. Huzurevi kadar kreş… Kreş kadar huzurevi önemli olmalıdır.

Sevgili siyasetçiler… Siz bu basit denklemi çözen vaatler bulun lütfen.

ARİF ATILGAN 2024 MART 
 
https://atilganblog.blogspot.com/2024/03/kose-yazisi-cocuklar-yaslilar-ve.html
 
https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/%C3%A7ocuklar-ya%C5%9Flilar-ve-si-yaset
 

31 Ocak 2024 Çarşamba

 Kent Hafızası

MARİO LEVİ

Şişli, Feriköy, Kurtuluş (Tatavla) mahallelerinde büyümüş... 2000 yılının biraz öncesi veya sonrasıdır Yeldeğirmeni’ne gelişi. Kehribarcı Apartmanına taşınmıştı. Tanışmamız da o yıllardadır. Görüşürdük.

Mimarlar Odası’nda yöneticiydim. CKM’deki bir etkinliğimize davet etmiştim konuşmacı olarak. Erken gitmiştim ama O benden önce gelmişti. Lobide Belediye Başkanı Selami (Öztürk) Beyle sohbet ediyorlardı. Selamlaştık. Ben de girdim bir yerinden konuya.

Mario, oturduğu apartmanın karşısındaki cumbalı evi satın aldığını söyledi. Tesadüfe bakın ki o ev için birkaç gün öncesinde emlakçıyla ben de konuşmuştum. O sıralar semtte eski bir ev alıp restore ederek yaşamayı planlıyordum. Mario’dan  satın aldığı fiyatı öğrendiğimde bana söylenenden yüksek olduğunu öğrenmiş ve demiştim ki ‘Bana söylenenden daha ucuza alacağına pahalı almışsın.’ Üçümüz de gülmüştük.

Toplantı zamanı gelmiş ve salondaki yerlerimizi almıştık. Açılış konuşmalarını ben ve Selami Bey yaptık. Oturuma geçip sırasıyla konuşmacılara söz hakkı vermeye başladım. Sıra Ona gelmişti…  

Tarife gerek yok. Mario Levi güzel anlatır... O günkü konuşmasının bir bölümünde demişti ki ‘Bir insanın kimliğini anlamak çok kolay. Örneğin Ben… Dünyanın neresine gitsem Türkçe rüya görüyorum, Türkçe düşünüyorum hatta Türkçe küfür ediyorum. Araştırmaya gerek var mı?’ Alkış kopmuştu. O kadar güzel açıklamıştı ki…

Bir gün Duatepe Sokak’taki kahvehanenin önünde oturmuş çevremdekilerle laflıyorum. Kaldırımdan geçen biri önümde durdu. Bana bakıyor. Baktım ki Mario… Kalktım, sarıldık, öpüştük her vatandaş gibi. ‘Otursana. Çay içelim’ dedim. Oturmadı. Annesi rahatsızdı sanırım. Ona gidiyordu. Ayaküstü bayağı sohbet yaptık yine de. Fotoğraf çekilelim dedik. Mutluydu…


Daha sonra cumbalı evi restorasyon işini yaptırdığı arkadaşımıza sattı. Kendisi de Moda’ya taşındı.

Pandemideki sokağa çıkma yasaklarından sonra görüşemedik. Rahatsızlığı olduğunu duymuştum.

Sabah Facebook’taki Eski Yeldeğirmenliler sayfamızda onay bekleyen paylaşımları inceliyordum. Bir tanesi Onu kaybettiğimizi yazıyordu. İnanmamıştım ama onaylamıştım. Sonra ev sattığı arkadaşımızı arayıp haberin doğruluğunu araştırmak istedim. O arkadaş ta bilmiyordu. Birisi mi uydurdu derken başka paylaşımlar da olmaya başladı. Anladım ki haber doğru.

Mario Levi’yi Yeldeğirmeni de, Kadıköy de, İstanbul da, Türkiye de unutmayacaktır.

ARİF ATILGAN 31.01.2024 OCAK

 

https://atilganblog.blogspot.com/2024/01/hafzas-mario-levi-sisli-ferikoy.html


29 Ocak 2024 Pazartesi

KÖŞE YAZISI

YAŞLILIK ve VASİLİK

Malı mülkü olan ama nakit parası olmayan yaşlılarımızın durumunu incelemek istiyorum.

Yakınınız olan yaşlı kişinin bakıma ihtiyacı vardır. Bekârdır. Onu bir huzurevine yatırırsınız.

Kişinin evi vardır. Orayı derler, toparlar, kiraya verirsiniz. Bankadaki 3-5 kuruşunu da değer kaybetmesin diye döviz hesabına çevirirsiniz. Bu arada mahkemeye başvurup vasilik davası açarsınız. Parası bitmeden bu işlerin halledilmesi gerekir. Zira vasilikten sonra kardeşleriyle ortak arsayı satarak kendisinin maddi rahatlamasını sağlayacaksınızdır. Çevrenizden ‘vekâletle işlerinizi halledin’ diyenlere aldırmayın. Zira vekâletle yapılan işe itiraz olabilir.


Bu arada her ay huzurevinin parası için maaşının ve onu tamamlayacak kısmın bankadan çekilmesi gerekir. Bunun için kendisinin eski tip küçük ve yazıları silinmiş telefonuna gelecek şifreyi öğrenmeniz gerekir. Kendisi onu okuyamaz. Bu sebepten her defasında yanına gelip o işlemleri yapmanız gerekecektir.

Mahkemeden sağlık raporu isterler. Oraya sunduğunuz, hastaneden yeni alınan detaylı epikriz raporunu kabul etmezler. Hâlbuki yakınınız 1 ay yoğun bakımda yatmıştır. Çıkışta kendisine verilen rapordur o.

Yakınınızı bir ambülansla hastaneye götürüp getirerek o işi halletmeyi planlarsınız. Önce gidip keşif yaparsınız. Ancak Sağlık Raporu alınacak hastanede o bölüm çok kalabalıktır. Randevulu çalışma da yoktur. Yani gelen sıraya girip muayene olacaktır. Yakınınızı orada akşama kadar tutmanız olanak dışıdır. Ayrıca bir günde bitmezse haftaya gelmek durumunuz da olabilir. Çünkü her gün sağlık raporu muayenesi yapılmamaktadır. Üstelik özel hastaneden de rapor kabul edilmemektedir. Soruşturduğunuzda ücreti karşılığında evde bu muayenenin yapıldığını öğrenirsiniz. Ama ‘o işlem için hastaneye değil mahkemeye başvurmanız gerekir’ derler.

Mahkemeye gidersiniz. Yazılı başvurun denir. Denileni yaparsınız. Beklemeye başlarsınız. Size yazı gelecek, ona göre vezneye ücretini yatıracaksınız. 1 hafta, 2 hafta, 3 hafta… Gidip sorarsınız. Bu arada tüm işlemlerinizi adliyedeki tevzi bürolarından yapabilmektesinizdir. Görevliler camekânın arkasındadır. Yani ilgili hâkimlikten biriyle muhatap olamıyorsunuz. Tevzi bürosundaki görevli telefonla hâkimliğe sorar. Konuşmayı siz duyamazsınız. Duysanız, açıklayıcı bir şey söyleyebilirsiniz belki. Konuşması bittiğinde içeriden hoparlörü açıp size ‘beklemeye devam edin, telefonunuza mesaj gelecek’ denir.

Yakınınız mahkeme gününe kadar muayene olmazsa bir sonraki celseye atılacaktır. O da birkaç ay sonrasıdır. 

Bu arada vasi olacak kişi siz değil oğlunuzdur. O da işinden sık sık ayrılıp gelemez. Ama sizi de adliyede tanımazlar. ‘Kişi kendi gelsin’ derler. Rica minnet işinizi yürütmeye çalışırsınız.

Bunlar yazıya dökülebilen şeylerdir. Dökülemeyenler de vardır. Üstelik varlığı olan ama nakit parası olmayan bir yaşlının sıkıntıları… Varlığı da nakit parası da olmayanları düşünmek bile istemiyorum.

Yakında ülkemizde yerel seçimler yapılacak. Siyasetçilerin vaatlerini inceliyorsunuz. Evleneceklere maddi destekten başlayıp her mahalleye kreş ile devam ediyorlar.

Tek başına yaşamını sürdüremeyen emekli-yaşlı insanlarımıza vaatlerini duymadım. Belli ki varlıklarından haberleri yok. 17 milyondan fazla emekli var. Önemli kısmı zor durumdadır.

Sayın siyasetçilerimiz… Bir an önce her mahalleye bir de huzurevi yapılacağını söyleyin. Buralarda sadece emekli maaşı ile yaşlılarımıza bakılacağını ifade edin. Bunları acilen yapın. Aksi takdirde yaşlılarımız sokaklarda perişan olacaklar.

Bu yazı tüm siyasiler için bilgilendirme yazısıdır.

ARİF ATILGAN 2024 OCAK

https://atilganblog.blogspot.com/2024/01/yazisi-yaslilik-ve-vasilik-mal-mulku.html

 

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ya%C5%9Flilik-ve-vasi-li-k



22 Ocak 2024 Pazartesi

 2024 YAZILARI

1- YAŞLILIK VE HUZUREVLERİ

https://atilganblog.blogspot.com/2024/01/yazisi-yaslilik-ve-huzurevleri-1970li.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ya%C5%9Flilik-ve-huzurevleri

 2- YAŞLILIK VE VASİLİK
https://atilganblog.blogspot.com/2024/01/yazisi-yaslilik-ve-vasilik-mal-mulku.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ya%C5%9Flilik-ve-vasi-li-k

3- MARİO LEVİ
 
https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/mari%CC%87o-levi%CC%87
 
https://atilganblog.blogspot.com/2024/01/hafzas-mario-levi-sisli-ferikoy.html

KÖŞE YAZISI

YAŞLILIK VE HUZUREVLERİ

1970’li yıllarda apartmanlaşmanın başlaması ile yıllardan beri alıştığımız 3 kuşağın yaşadığı Büyük Aile yaşantısı yok olmaya başlamıştır. Büyük Ailede Çocuk(lar), Anne-Baba, Anneanne (Babaanne)-Dede bulunmaktadır. Evin büyükleri fiziki olarak en zayıftırlar ama her zaman başköşede oturan ve sözü dinlenen kişilerdir.

Günümüzde Anne-Baba ve Çocuktan oluşan Çekirdek Aile vardır. Pekiyi Anneanne (Babaanne)-Dede nerededir? Onlar kendi evlerindedir. Üstelik evlerinde veya çocuklarının evinde torunlarına bakarlar.  Sonra… 

Sağlık durumu uygun olanlar kendi kendilerine yaşarlar. Uygun olmayanlara ise bakım veya yardım gerekmektedir.

Bu anlamda Huzurevleri açılmıştır. Bildiğim kadarıyla bunları Kamu İdaresine ait olanlar, Yarı Kamu İdaresine ait olanlar ve Özel kuruluşlara ait olanlar şeklinde sınıflandırabiliriz.

Kamu İdaresine ait olanlar: En bilineni Darülaceze adıyla bildiğimiz kurumdur. Kelimenin sözlük anlamı Düşkünler Evi... 1877 yılındaki Osmanlı-Rus savaşı sonrası sokaklarda yatıp kalkan çok sayıda kimsesiz insan oluşunca böyle bir ihtiyaç hissedilmiş. 1896 yılında Padişah Abdülhamit tarafından açılmış.

Bildiğim kadarıyla Okmeydanı’nda eski Darülaceze ile 1998 yılında Kayışdağı’nda ve 2023 yılında Arnavutköy’de yeni açılan tesisler...

Günümüzde değişik bir çalışma içerisindedirler. Buralarda kalmak isteyenin E-Devletine girilerek mal varlığı görülüyor, tamamı bağışlandığı takdirde kabul ediliyor. Niye tamamı?... Varlıklı birinin bunu kabul etmesi çok zor değil mi? Ne olursa olsun insanın kafasında ya bu kuruluşa bir şey olursa endişesi olacaktır.  Diğer yandan varlıksız biri nasıl kabul ediliyor soramadım. Ancak internetten anlayabildiğim kadarıyla ‘bir yakını varsa kabul edilmemektedir’. Yani kuruluş yıllarında kalınmış.

Yarı Kamu İdaresine ait olanlar: Böyle bir yere telefonla sordum. Yaşınıza ve sağlık durumunuza göre sizin kaç yıl yaşayabileceğinizi hesaplıyorlar ve ona göre ücret söylüyorlar. Ücret, ya para ya da hesapladıkları değerde gayrimenkul bağışı olarak ödeniyor. Lüks ve rahat. Ancak… Onların hesapladığı süreden fazla yaşanırsa ne olacak? Başka varlığınız da yoksa…

Özel Kuruluşlar: Apartman ölçeğindeki binalarda hizmet veriyorlar. Binalar büyüklüğüne göre 25-50 kişi kapasiteli oluyor. Bana göre gerçek huzurevi anlamında hizmet verenler bu kuruluşlar. Açıkçası iyi ki varlar. Ücretlerini bildiğim kadarıyla Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı belirliyor.

Görüldüğü gibi Özel Kuruluşlar pratik ve amaca uygun olanlarıdır. Normal vatandaşımızın kalabileceği yerlerdir. Yeme, içme, yatma, banyo, tıraş, tırnak kesilmesi, temizlik, çamaşır yıkanması, sosyalleşme vs her çeşit insani hizmet buralarda yapılmaktadır.

Ancak bu tesislerde kalabilmek için her ay emekli maaşının 2-3 misli nakit para gerekmektedir. Mal mülk sahibi olmak yetmiyor yani.  Ya diğerleri… Araştırılırsa çok fazla dramatik konulara rastlanabilir.

                                                    (İnternetten)

Anayasamızda “Herkes temel insani gereksinimlerini karşılayabilecek, insan haysiyetine yakışır biçimde konut ve barınma hakkına sahiptir.’ Denmektedir. Bu maddeye göre zamanında gecekondular yapılmıştır. Ancak yalnız yaşayamayan insanlar için de geçerli olacağı kimsenin aklına gelmemiştir. Gelmemektedir. Devlet bu insanlar için de önlemler almalıdır. İlk önlem Huzurevleri açmak olmalıdır. Ama bu tesisler yeterli sayıya ulaşıncaya kadar yapılması gereken işler vardır.

Önerim, özel huzurevlerinde kalan kişilerin maaşları ile huzurevi ücreti arasındaki farkın devlet tarafından ödenmesidir. O zaman bu konu halledilmiş olur. Daha sonra acil olarak çok kişinin barınabileceği binalarla bu ihtiyaç giderilmelidir.

Bugün 1877 Rus Harbi sonrasındaki gibi kimsesiz kişiler yoktur. Yalnız yaşamak zorunda olan insanlar vardır. Konuya böyle bakılmalıdır. Gerçekçi olunmalıdır. Kamuya ait bazı huzurevlerine telefon ettiğinizde size örneğin 160. Sırayı vermektedirler. Yani o kadar huzurevi sakini ölecek sonra size sıra gelecek.

Ben 1968 kuşağından bir insan olarak devletçiyim. Günümüzde uygulanamıyor olabilir. Ama en azından sağlık, eğitim ile çocuk ve yaşlı bakım evlerinin kesinlikle devletin elinde olmasını savunurum.

Gençlere de bir iki sözüm olacak.

Bizler ana-babamıza, çocuklarımıza ve torunlarımıza baktık. Hatta komşularımıza da… Hiç şikâyetçi olmadık. Günümüzde de kendimizi koruyup kollayabiliyoruz. Sizlere gelince… 65 üstü olmayacakmışsınız gibi davranıyorsunuz. Davranın… Ama o yıllar geldiğinde zorlanacaksınız. Dünyayı yönetenler 65 üstü istemiyor. Covid salgınını anımsayın. Denemeler devam edecektir. Gördüğünüz gibi sizi de biz düşünüyoruz.

Son sözüm yöneticilere… Yaşı büyük olanlar, bilgi ve tecrübelerinden yararlanmak için bile var edilmeye değerdir.

ARİF ATILGAN 2024 OCAK

NOT: Bugünkü gazetelerde kiralardan alınacak vergiler yazıyor. Yani huzurevindeki yakınınızın evini kiralayıp Onun huzurevi ücretine katkı sağlamak istediğinizde beyanname-vergi  işleriyle de uğraşacaksınız. Umarım muaflık vardır.

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/01/yazisi-yaslilik-ve-huzurevleri-1970li.html

 

 https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ya%C5%9Flilik-ve-huzurevleri


30 Aralık 2023 Cumartesi

KÖŞE YAZISI

2024 İÇİN KADIKÖY’E ÖNERİLER

Gelecek için öneride bulunmak için önce geçmişi bilmek gerekir...

M.Ö. 685 yılında Kalkedon kurulur. Bizans’tan (M.Ö. 667) 17 yıl önce… Kadıköy’ün ilk yerleşimi olarak bildiğimiz Kalkedon İskele-Altıyol-Ayvalıtaş Meydanı-Mühürdar arasındadır…   

                           Kalkedon                                        

Osmanlı döneminde Fatih Sultan Mehmet burayı İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’e makam ödeneği olarak veriyor. O dönemden sonra Kadıköyü olarak anılıyor.

Cumhuriyet döneminde uzun yıllar İstanbul’un sayfiyesi oluyor. Bu anlamda tarihi semtleri olan Yeldeğirmeni, Çarşı ve Moda bölgesinde ikamet ediliyor. Bunların dışında kalan diğer bölgeler yazlık olarak kullanılıyor.

İnsanların sosyalleştiği alanlar Kuşdili ve Haydarpaşa çayırları olmuştur. Cumhuriyet sonrasında Bahariye Caddesi ve Bağdat Caddesi kullanılmaya başlanmıştır. Yaz mevsiminde plajlara gidiliyor. Deniz kıyılarında çay bahçeleri oluşuyor. Tarihi Çarşının sokaklarında saat 20’de dükkânlar kapandıktan sonra kediler, köpekler geziyor.

Kadıköy’de uzun yıllar mahalle yaşamı devam etmiştir. Her mahallenin esnafları vardır. Caddelerde ise giyimcilerin, pastanelerin vs bulunduğu dükkânlar bulunmaktadır. 

1970’li yıllarda inşaatçılığın fazlalaşması sonucu ilçenin tamamı ikamet bölgesi olmaya başlar. Tüm ilçede eğlence yeri olarak sadece 2 diskotek vardır.

2000’li yıllara kadar kabaca Kadıköy’ün özeti budur.

2005 ve 2007 yıllarında Yeldeğirmeni ve Tarihi Çarşıda yapılan Canlandırma Projeleri buraları ticarileştirmiştir. Bu değişim giderek tüm Kadıköy’e yayılmıştır. Bugün Kadıköy’de mahalle yapısı neredeyse yok olmuştur. İlçenin tamamında başka ilçelerden gelenler zaman geçirmektedir artık. Tarihi Çarşı’da gece yarılarına kadar yaşam devam etmektedir.

Kalabalıklaşan Kadıköy’de burada yaşayanların bilgisi dışında projeler gerçekleşmiştir. Haydarpaşa, Fikirtepe, Kalamış Marina, Söğütlüçeşme AVM bunların en bilinenleridir.

2008 yılında Kadıköy’ün E5 üzerindeki bölümü yeni kurulan Ataşehir belediyesine verilir. Artık Kadıköy ilçesi E5’in altında Haydarpaşa-Bostancı arasındaki alandır.

Noktasal planların bir işe yaramadığı Kadıköy Meydanı Proje Yarışmasında belli olmuştur. Zira o planı çevreye uygun hale getirirken en önemli özelliği olan yayalaştırmadan vaz geçilmiştir.

Kadıköy’de neredeyse kendi nüfusu kadar dışarıdan gelenler zaman geçirmektedir artık. Bu durum ikamet edenler için çeşitli sıkıntılar oluşturmaktadır.

Bundan sonra yapılması gerekenlere gelirsek…

Önce ilçenin bütünü için bir plan yapılmalıdır ve o plana uyulmalıdır.

Kadıköy’ün tarihine sahip çıkılmalıdır. Bu anlamda tüm tarihi eser ve kalıntılar ön plana çıkarılmalıdır.

Kalkedon sınırları hissettirilmelidir. Sur yapmak olanak dışıdır ama köşeleri belirleyen açıklamalı işaretler konabilir.

Kadıköy-Bostancı arasındaki minibüs yoluna tramvay konulmalıdır.

Eski iskeleler değerlendirilerek denizden ulaşım sağlanabilir. Yetersiz miktarda yolcu varsa turistik amaçlı seyrek seferler konulabilir.

Kıyıların tamamında, kayalıkların üzerine ahşap düzlükler yapılıp denize inen merdivenlerle plajlar tesis edilebilir. Kıyı dolgu alanında yapılaşma düşünülmemeli buraları kesinlikle yeşil alan olarak bırakılmalıdır.

Söğütlüçeşme ile Kadıköy İskelesi arası yayalaştırılmalıdır. Bu bölgeye gerekiyorsa tramvay seferi konabilir. Ancak Söğütlüçeşme ve ötesinde oluşacak otopark ihtiyacı giderilmelidir.

Her mahallede orada yaşayanlar için yerin altında ve üstünde asansörlü kat otoparkları inşa edilmelidir. Zira rampa yer kaybına sebep olmaktadır. Bunların parası 1977 yılından beri insanlardan alınmıştır. Alınmaktadır. Buna karşın apartman altlarında, kullanılmayan otoparklara son verilmelidir.  

Kadıköy Meydanı yeniden ele alınmalıdır. Tarihi kayık iskelesi aynı yerde tekrar yapılmalıdır.

Kadıköy’deki aşırı ticarileşmeye son verilmelidir. Bu durum çeşitli yöntemlerle sağlanabilir.

En önemlisi… Kadıköy’de kaybolan mahalle yapısı tekrar oluşturulmalıdır. Esnafıyla, komşuluğuyla.

Caferağa Spor Salonu’nu ve Barış Manço Kültür Merkezi’ni yıkarak o arsaya Kadıköy’ün AKM’si inşa edilmelidir. Eski Hal Binası kütüphane yapılmalı alttaki dükkânlar kitapçılar çarşısına dönüştürülmelidir.

Pazaryerlerindeki pazarcılar mobil hale sokulmalıdır. Eski Migros arabaları gibi gezici dükkân haline getirilmiş minibüs, kamyonet, kamyonlar kullanabilirler. Belediye ise denetim ve seyyar WC anlamında katkıda bulunur.

Yeldeğirmeni gibi yeşil alanı olmayan mahallelerde bazı sokaklar trafiğe kapatılarak sokak-parklar oluşturulmalıdır.

Kuşdili Çayırı kesinlikle eski haline getirilmelidir. Zemin toprak olduğunda buradaki ısı adası sorunu da ortadan kalkmış olacaktır. Isı adasına Kadıköy’ün tamamında da dikkat edilmelidir.

TAK olarak kullanılan tescilli eser Özen Sineması binası restore edilmelidir. Aynı adla tiyatrocuların, sinemacıların hizmetine sunulmalıdır.

Her yılbaşında Kadıköy Meydanında yeni yıla giriş etkinliği düzenlenmelidir. Kadıköy’e yakışan budur.

Depreme hazırlık anlamında çalışmalar ciddiyetle yapılmalıdır. Marmara Bölgesinin 1. Derece deprem bölgesi ilan edildiği 1998 yılından önce yapılan tüm binalar güçlendirilerek veya yıkılıp yeniden yapılarak güvenli hale getirilmelidir.

Yönetimsel anlamda ise…

Kent Konseyi gerçekten özgür ve özerk olmalıdır. Mahalle Gönüllüleri ise Mahalle Dayanışmaları haline getirilmelidir. Her ikisi de belediyesine sadece iltifat değil eleştiri ve öneri de yapabilmelidir.

Apartman ve siteler seçilerek yönetici olanların yönettiği en küçük birimlerdir. Onların yöneticileri ile muhtarlar periyodik toplantılar yapmalıdır. Bu şekilde sorunlar fark edilecektir. Muhtarlar ve STK temsilcileriyle de Belediye yöneticileri ayda bir toplanmalı, bilgilenme aşağıdan yukarı sağlanacak şekilde sistem kurulmalıdır. Yani gerçek anlamda katılımcı demokrasi oluşturulmalıdır.

Bunların dışında ben başkan olsaydım şunları da yapardım.

Belediye binasındaki yerleşimi tersine çevirirdim. Başta başkan ve yardımcıları olmak üzere zor ulaşılan üst düzey yöneticileri alt katlara, kolay ulaşılan diğer çalışanları üst katlara yerleştirirdim. İnsanlar seçtiği kişilerle kolayca görüşebilmelidir.

Uygulama olarak ta Bağdat Caddesinin düz bölümü olan Suadiye-Konak duraklarının arasında iki taraftaki kaldırımın önüne yürüyen yol yapardım. Bir taraf gidiş, diğer taraf dönüş olarak… Bu şekilde yaşlı ve hastaların caddede rahat dolaşmaları sağlanacak ayrıca ulaşım araçlarının da yükü azalacaktır.   

31 Mart 2024 tarihinde yapılacak olan yerel yönetim seçimlerinde tüm adaylara başarılar dilerim.

ARİF ATILGAN 2023 ARALIK

 

 https://atilganblog.blogspot.com/2023/12/kose-yazisi-2024-icin-kadikoye-oneriler.html


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

   

 

 

19 Aralık 2023 Salı

ÖYKÜ

PAVYON 

1965… Üniversitedeki ilk yılım. Proje teslim zamanlarında mimarlık öğrencilerine gece çalışabilecekleri sınıflar açılıyor. Biz bu çalışmaya ‘sabahlamak’ diyoruz.

Sabahlayacağımız bir akşam… Arkadaşlar ‘Beyoğlu’na gidelim mi?’ diyor... Biraz sonra Taksim’den İstiklal Caddesi’ne girerken buluyoruz kendimizi. Sağda Fitaş ve Dünya Sinemalarını, solda Lale Sinemasını geçiyoruz. Sol köşedeki Karaköy Muhallebicisinin önünde duruyoruz. ‘Pavyona gidelim’ deniyor. Bulunduğumuz nokta Küçük Parmakkapı durağı. Cadde trafiğe açık o zamanlar. Bir sonraki sokağa dalıyoruz. Büyük Parmakkapı Sokağı’na. Sonlarına doğru sağda bir pavyon tabelası… Yarı bodrum... Birkaç basamakla inilip giriliyor içeri. Hepimizde tecrübe sıfır.

Uzunlamasına bir mekân... Ortası dans pisti. Solda orkestra. 3-4 kişilik bir grup. Dans pistinden sonraki bölümün sonunda birkaç kadın oturuyor.  2 masada müşteri var. 3. masa biz olacağız.

Kapıdan içeri doğru süzülüyoruz. Hani koyunlar üşümemek için ağılda devamlı dıştan içe içten dışa yer değiştirirler ya. Biz ısınmak için değil ama çekingenlikten onlar gibiyiz. Öndeki geriye gerideki öne geçip ilerliyoruz bir şekilde.

Bir masaya oturduk. ‘Ne içersiniz?’ diye soruluyor. ‘Neler var?’ diyoruz. Sanki içeceğimiz belli değilmiş gibi… Menüdeki içkileri sayıyor garson. Birimiz ‘Bira’ diyor. Diğeri ‘Bana da’ diyor. Diğer arkadaş ‘Ben de bira alayım’ diyor. Dördüncü de ‘Tamam. Bana da aynısı’ diyor. Biralarımız geliyor. En ucuz olanı yani.

Biraz ilerimizde soba var. Başında 2 kadın. Isınıyorlar. Bize bakıyorlar ve gülüyorlar. Sonra da yanımıza geliyorlar. ‘Gençler hoş geldiniz’ diyor biri. ‘Buyurun’ diyoruz. 

Pavyon nedir?...

Kelimenin sözlük anlamı ‘çeşitli amaçlarla kullanılan tek katlı tek hacimli küçük yapılar’. Sanırım daha sonra tek amacı eğlence olan mekânlara da pavyon denmiş.

1950’li yıllarda ortaya çıkmışlar. Kadınlı erkekli gidilen gazinoların dışında sadece erkeklerin gittiği eğlence yerleri olarak... Bildiğim kadarıyla önce Ankara’da sonra diğer şehirlerde… Ankara’da Demirtepe, İzmir’de Basmane, İstanbul’da Beyoğlu en bilinen semtler… Bu anlamda en bilinen kentler ise Gaziantep ile Adana...

Burada çalışan kadınlara ‘Konsomatris’ deniyor. Görevleri, gelen erkeklere para harcatmak... Konsomasyon yani. Bunun için de mümkün mertebe masaya içecek, yiyecek getirtirler. Kendileri ise ‘Vol’ içerler. Bu içki içine su katılmış kola, meyve suyu veya biradır. Yani alkol oranı sıfırdır veya çok azdır. Çünkü onların ayık olmaları gerekir.

Görevlerini yapabilmek için masada güzel sohbet ederler, şakalaşırlar. Pavyon kadını ile dışarı çıkılamaz. İçeride belli sınırlar içinde arkadaşlık yapılır. Yani hoşça vakit geçirilir.

Bu kadınlara âşık olup dışarı çıkarabilmek için servet harcayanlar vardır. Ben bu anlamda bir veznedar tanımıştım. Hayatını karartmıştı.

Değinmeden geçmeyeyim. En iyi müzisyenler buralardan çıkar.

                         Beyoğlu’nda Mulen Ruj. Oriinali Paris’te.

Gecemize dönelim…

Bir bardak bira üst tarafı... Kafayı buldurmuştu. Fazlasını içecek paramız da yoktu ya. Keyiflenmiş ve mekâna da alışmıştık. Ortam bizdik artık. Şarkılara eşlik ediyor, garsonlarla şakalaşıyorduk rahat rahat. Hatta bir aralık biz de soba başında ısınmaya başladık. Yanımıza gelen hanımlar bizimle çok güzel eğleniyorlardı. İş tersine dönmüştü. Onlar bizi eğlendireceğine biz onları eğlendirir olmuştuk. Bizden büyüklerdi. Düşünsenize… Henüz 18-20 yaşlarında çocuklardık.

Hesap geldi. Her birimiz cepte cüzdanda ne varsa çıkardık ortaya. Bahşiş bile verdik. ‘Yine gelin çocuklar’ diyorlardı arkamızdan.

Sabaha karşı okula geldik. Eskiz kâğıdına bir şeyler çizip o günü kurtardık. Sonra da bir köşede uyuyakaldık.

1968… Üç yıl sonra… Bu çocukların kuşağı olgunlaştı. Sadece okula değil ülkeye, dünyaya kafa yorar oldular. O kadınları da eylemlerine kattılar. 68 kuşağı olarak tarihe geçtiler.

ARİF ATILGAN 2023 ARALIK