22 Eylül 2023 Cuma

 BOZCAADA’NIN KAPTANI HALİL YAKAR

1924 yılında ailenin ilk çocuğu olarak doğar Halil Yakar. 9 kardeştirler. Ailenin babası kaptandır. Bozcaada ile anakaradaki Odunluk iskelesi arasında insan, mal taşır.

1947 yılında Halil askerden döner. 3 erkek kardeşiyle birlikte kaptanlığa başlar. Üstelik o zamanın basit tekneleriyle…

                                                     Halil Kaptan’ın Teknesi

Aile sahilde 2 katlı bir evde yaşamaktadır.

Babasının Ona nasihati, ailenin geçimini sağlaması ve her şart altında insanlara teknesiyle hizmet etmesidir. Zaman değişmiş ortam gelişmiştir. Halil Yakar insan, mal taşıdığı gibi 1 veya 2 araba da teknesine yükleyip taşımaktadır artık. Yani ada halkının ihtiyacı neyse O da onu O taşır. Nitekim bir süre sonra inşaat malzemesi taşımaya başlar.

Tekneye Araba Yüklerken

Hastaları taşır. Birçok hamile hanımı doğum için hastaneye yetiştirmiştir. Bazıları teknede doğum yapmıştır.

Hava bazen kötü olur. O yine hizmet etmeye devam eder. Hatta çoğu zaman ailesi Onun dönmesini endişeyle bekler.

1986 yılında Adaya şehir hatları seferleri başlar. O da kendini emekli eder. Deniz kıyısında gelen giden tekneleri izlemeye başlar. Hobiden öte bir şey. Tutku olabilir.

Halil Yakar Kaptan Bozcaada’da.

2007 yılında vefat eder.

2017 yılında, ölümünün 10. yıldönümünde Bozcaada Belediyesi kıyıdaki Zübeyde Hanım çay bahçesine heykelini koyar. Kaymakam Mustafa Akın, Belediye başkanı Hakan Can Yılmaz’dır. Heykeltıraş ise Zeki Dinlenmiş...

Halil Yakar’ın Heykeli

2023… Yaşadıkları 2 katlı ev Gümüş Motel, Zübeyde Hanım Çay Bahçesi ise Zübeyde Hanım Cafe Bistro olmuştur.

Gümüş Motel ve  Zübeyde Hanım Cafe Bistro

Halil Yakar’ın heykelinin yanında 1 kişilik oturma yeri yapılmış. Herhalde her gelen yanında oturup Ona yakınlık duysun ve Onu tanısın diye…

Ancak keşke heykelin önüne adı da yazılsaydı. Hatta kısaca öyküsü de…

Ülkemizde öne çıkan yerel kimliklerin sayısının çok olduğuna inanırım. Her birinin bu anlamda tanıtılmasını arzu ederim…

Selam Olsun sana Halil Kaptan.

ARİF ATILGAN 2023 TEMMUZ

14 Eylül 2023 Perşembe

ZİHNİ PAŞA KÖŞKÜ (ZİVERBEY KÖŞKÜ)

Mustafa Zihni Paşa 1838-1911 yılları arasında yaşamış. 2. Abdülhamid’in Maliye, Ticaret ve Ziraat, Evkaf Bakanlıklarını yapmış. 1909 yılında bir günlüğüne de olsa Şurayı Devlet Reisi olmuş.

1901 yılında Kozyatağı’ndaki 24 dönüm araziye harem ve selamlık olarak 2 köşk yaptırır. Bir süre sonra selamlık binası Silan ailesine satılır. Burada uzun yıllar keyifli bir yaşam süren aile Ankara’ya taşınır. Binayı satarlar... Sultan Sokak’la Tüccarbaşı Sokak arasında kalan Harem binası ise oldukça büyük olup 40 odası vardır. !0 dönümlük bahçe içindedir. Zihni Paşa vefat ettikten sonra köşk varislere kalır.  

1 No Harem. 2 No Selamlık.

Cumhuriyetin ilanından sonra köşkte yaşayan paşazadeler parasal sıkıntı çekerler. Osmanlı zamanındaki gibi uşaklar yoktur. Kendi işlerini kendileri yapmak durumundadırlar. Bu sebepten acemilikler yaparlar. Nitekim 1941 yılının mart ayında yaktıkları bir ateş sebebiyle köşk yanar. Yangından kurtarılan lavabo, küvet gibi malzemeler de kullanılarak bodrum hariç 2 katlı, 21 odalı yeni bir villa yapılır. Her ne kadar köşk deniyorsa da artık değildir.

                                            Yangın Sonrası İnşa Edilen Zihni Paşa Köşkü

O tarihten sonra binayla Zihni Paşa’nın torunu Behin Hanım ilgilenmiş. Behin Hanım karikatürist Ratip Tahir Burak ile evlidir.

1951 yılında Nazım Hikmet’in yurt dışına kaçışına yardım eden Refik Erduran, 1953 yılında köşkü kiralamış ve burada birkaç yıl sakin yaşadıktan sonra ayrılmıştır.

Bir söyleşide ‘Onların kim olduğunu bilmiyordum’ şeklinde konuşan Behin Hanım evi askeriyeye kiraya vermiş. Burada önceleri istihbari değeri olan mülteci ve göçmenler barındırılmış. Onlar bahçe içinde güvenli bir şekilde dolaşabiliyorlarmış.

12 Mart 1971 muhtırasından sonra bina, örgüt mensubu olduğu söylenen kişilerin sorgulandığı bir mekân oluyor. Asker, sivil birçok insan buraya getirilmiş. Tabii sorgu kelimesini çok ta basite almayalım. İşkenceli yöntemler uygulanıyormuş. İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Talat Turan, Ertuğrul Kürkçü, Murat Belge, Yüksel Çengel, Uğur Mumcu, Atilla Özsever, Erol Bilbilik, Olcay Özsever gibi birçok kişi burada sorgulanmış.

İlhan Selçuk yazılı ifadesine akrostiş ile ‘İşkence Altındayım’ mesajını koymuş ve durumunu hem dışarıya sızdırmış hem de belgelemiştir. Bulunduğu mekândan Ziverbey Köşkü diye bahsettiği için de köşkün adı öyle kalmıştır.

1988 yılında köşk durmaktadır. 27 Mart 1988 tarihli Cumhuriyet gazetesi buranın imarsız olduğunu, yeni sahiplerinin inşaat yapmak için çaba gösterdiğini yazmaktadır. Sanki köşk korunmak istenmektedir.

1992 yılında ise inşaat başlamış. Yani imar çıkmış.  Korunmamış. Sitede oturan biri ‘Biz1993 yılında inşaat halindeyken aldık dairemizi’ dedi. Önce Tüccarbaşı Sokak tarafındaki 2 yüksek blok yapılmış. Daha sonra Sultan Sokak tarafında 4 blok. Yani işkence köşkü yıkılmış.

Diğer yandan hemen yakında Ziya Paşa köşkü olarak bilinen bir köşk daha var. Erol Bilbilik işkencenin orada yapıldığını söylemektedir. Yukarıda yazdım. Müfid Ekdal’ın kitabında oranın Zihni Paşa köşkünün selamlığı olduğu yazılı. Günümüzde Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi’nin idare binası olarak kullanılmaktadır. Müfid Ekdal’a göre Ziya Paşa Köşkü Göztepe tarafındadır.

Selamlık Binası. Eski-Yeni Hali (Ziya Paşa Köşkü Olarak Biliniyor).

Talat Turhan ise alt sokakta bir köşkü işaret etmektedir. Ama orası yıkılmış ve yerine apartman yapılmış.

Murat Belge: ‘…Maltepe taraflarında bir inzibat karakolu ihtimali de var. Tabii görmeye imkân yok, gözün bağlı gidiyorsun. İşittiğin yalnızca sesler. Tren yolunda bir yerdi. Bir okul ve camii vardı yakında…’ diyor.

Sitede esas korunması gereken köşk korunmamıştır. Ama kapısı, kuşlukları ve kuyudan su çeken yel değirmeni günümüze kalmıştır. Bir de 3-5 çam ağacı…

Giriş Kapısı, Kuşluk, Yel değirmeni.

12 Eylül 2013 tarihinde Ateşpare Sitesi’nin duvarının önünde ‘İşkence Mağdurlarına Saygı Anıtı’ isimli heykelin açılışı yapılır. Heykeltıraş Rahmi Özsungur’un gerçekleştirdiği eserde elleri ve gözleri bağlı mağdurlar canlandırılmıştır. 6 ay bekleyip 12 Mart 2014 te açılsa daha doğru olmaz mıydı? Muhtıranın yıldönümünde…

İşkence Mağdurlarına Saygı Anıtı

Benden önceki yazılanlardan böyle bir hikâye çıktı. Ben tatmin olmadım. Siz de olmayın. Kanıtlanmış bir şekilde köşkü öğrenmek isteyin.

Yok mu orada o günleri gözleri açık olarak yaşamış biri?

ARİF ATILGAN EYLÜL 2023

 https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/zi%CC%87hni%CC%87-pa%C5%9Fa-k%C3%B6%C5%9Fk%C3%BC-zi%CC%87verbey-k%C3%B6%C5%9Fk%C3%BC

 

 https://atilganblog.blogspot.com/2023/09/zihni-pasa-kosku-ziverbey-kosku-mustafa.html

 

 

 

 

25 Ağustos 2023 Cuma

 DDY FENERBAHÇE KAMPI ANILARI

1960’lar… Fenerbahçe’deki DDY Kampı... Kapıdaki görevli Şefik Ağbi ve içerideki görevli Kamp Komiseri Altan Ağbi. İkisi de belalım gibiydi. Şefik Ağbi kapıda hemen her girişimde, Altan Ağbi de içerde hemen her gördüğünde kart sorar... Bir türlü beni tanır hale gelmezlerdi nedense. Gerçi işlerine gelince tanıdıklarını belli ederlerdi ya… Örneğin sezonun son günlerinde iskele ayaklarını sökmeye çalışan Altan Ağbi mutlaka benden yardım isterdi.

Bir anı…

Kampta yüzme yarışı yapılacak. Denize uzanan tahta iskelenin Askeri Kamp tarafında. Kardeşim Nihat küçüklerde ben büyüklerde katılacağım. Yarışmacılar sandalla Askeri Kamp tarafına götürülüyor, sandal iskeleye karşı yan duruyor ve oradan denize atlayıp tahta iskeleye kadar yüzülüyor. Artık kaç metreyse. Önce küçükler yarışıyor. Nihat birinci oluyor.  İkinci yarış büyükler. 8-10 kişiyiz. Biz de atlıyoruz. Önde gidiyorum ama iki yarışan bir anda bacaklarıma çarpıyor, duruyoruz tekrar yüzüyoruz. Sağ tarafta boş kalan arkadaş birinci, ben ikinci oluyorum. Esas hikâye akşam yapılacak ödül töreninde.

Evde yemeğimizi yiyip Kampa gidiyoruz. Tören üst kattaki misafirhanelerin bulunduğu tesiste yapılacak. Kupa mı, madalya mı verilecek? Merakla bekliyoruz. Tören başlıyor. İsimlerimiz anons ediliyor. Sahneye çıkıyoruz. İki yarışın ilk üçleri diziliyoruz. Ortalıkta kupa göremiyorum. ‘Herhalde madalya takacaklar’ diyorum içimden... Yetkili kişi geliyor ve hepimize birer çikolata veriyor... 

 Yarış Sol Tarafta Oluyordu

Şefik Ağbi anısı…

Her yıl bu tesis için kart çıkarma derdimize babam bir çare bulup sorunu kökünden çözmek istemişti. Altıntepe’de oturan akrabamız Ömer Ağbiye durumu anlatmış. O da ‘fotoğraf vs gönderin ben çıkarayım’ demiş. Babamın amcakızı Ayşe Teyzenin kocasıydı Ömer Ağbi. Devlet Demir Yollarında çalışıyordu. Nitekim kısa süre sonra kardeşim Nihat’ın ve benim kartlarımız geldi.

Ertesi gün kasıla kasıla Kampa gittim. Şefik Ağbiye kartımı gösterdim ve içeri giriyordum ki ‘Dur’ dedi. İçimden ‘Eyvah. Gene ne olacak bakalım’ diye geçirdim. ‘Bir şey mi var?’ dedim. Şefik Ağbi ‘Kartına bakayım’ dedi. Gösterdim. Aldı inceledi ve gülmeye başladı. ‘Yahu sen bizim İnekçi Ömer’in oğlu muydun?’ Şaşırdım. Ne demek istediğini anlamamıştım. Sonra hemen uyandım. Ömer Ağbi haklı olarak kartları çocuklarına çıkarmış gibi yapmış. Dolayısıyla benim babam olarak gözüküyor da… ‘İnekçi’ kelimesini çözemiyorum.

Onu Şefik Ağbi anlatıverdi gülerken. O zaman uyandım ben de.

Ömer Ağbiler Altıntepe Nokta’dan yukarı çıkan Cihadiye Caddesinde otururlardı. Ankara Yoluna kadar o caddede birkaç bina vardı o yıllar. Çevre boş ve yeşillik.. Arazideki eğimden dolayı evin altında oluşan boşluğa ahır yapılmış. Ömer Ağbi de orada inek besliyormuş.

Bu yüzden DDY’de Ömer Ağbiye İnekçi Ömer diyorlarmış. O günden sonra Şefik Ağbiyle pek sorunum olmadı diyebilirim.

Büfe

Altan Ağbiyle ayrı anı…

O da içerde kart sorardı. Hem de denizden çıkarıp sorardı. Tüm semt orada olurdu. Bizler hiçbir yerden tat almazdık. Orası başkaydı. Bu sebepten her saçmalığı yapardık içeri girmek için.

Bir keresinde elbiseleri arkadaşıma vermiştim. Ben de Fenerbahçe Burnundan yüzerek geçecektim. Açıktan yüzüyorum. Ama Altan Ağbinin beni gözleriyle takip ettiğini görmüştüm. Nitekim tam merdivenlere geldim, O da karşımda. ‘Dışarı’ dedi. Bekliyordum zaten. Tekrar geriye dönmek için denize atladım.       

Ve son anı…

Günlerden Pazar. Yaz mevsiminin göbeği. Kamp çok kalabalık. Her kabini 5-10 kişi kullanıyor. Bizim kabin de öyle. Çevreden tanıdık birkaç kız da var hatta. Ben bir ara girdim ve çantamdan annemin koyduğu ekmek arasında beyaz peynir, domates, biber olan kocaman sandviçimi çıkardım. Resimli roman kahramanı Hoş Memo’nun sandviçi... Tam o sıra O kız da girmez mi? Herkes tanır... Sandviçimi sakladım. Sigarasını çıkardı ve yaktı. Başladı sohbete. Yer ve zaman berbat. Lafını bölemiyorum. Dışarı çıkamıyorum. Yanlış anlaşılacağımız muhakkak. Kabin tam büfenin karşısında. En kalabalık yer. Hele Altan Ağbi... Ki artık büyümüşüm de… Çocukça karşılayamam davranışını…  Nasıl kurtulacağımı düşünürken bir mucize oluyor. Arkadaşım Japon (At) Mehmet kabinin üzerinden kafasını uzatıp gırgır yapıyor. Kız da gidiyor. Derin bir Oh çekiyor ve keyifle sandviçimi çıkarıp yiyorum.

Bir sürü anı… Anılar… Yazmakla bitmez. Kahramanlarımızın çoğu bugün dünyamızı terk etmiş. Hepsine rahmet diliyorum.

Ama onları çok özlüyorum.

Günümüzde…

Altıntepe apartman doldu. Akrabalarımın evinin yerindeki binanın projesi bana ait… DDY Kampı bir aralık mültecilerin tesisi olmuştu.  Şimdi nasıl kullanılıyor bilmiyorum.

2023 yılındayız… 60 yıl geçmiş. O yıllarda bu yılları düşünmek…

İnanın… Aklımıza bile gelmiyordu…

ARİF ATILGAN 2023 AĞUSTOS

 https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ddy-fenerbah%C3%A7e-kampi-anilari

 

https://atilganblog.blogspot.com/2023/08/ddy-fenerbahce-kampi-anilari-1960lar.html

 

14 Ağustos 2023 Pazartesi

 

AYDIN İHTİLALİ

1970’li yılların ortaları. Okullar ve askerlik bitmiş. Elimiz para da görmeye başlamış. Ve de henüz bekârız. Yani sorumluluk yok.

Yaz mevsiminde Bostancı’dayız. Zira iskeleye bağlı bir kayığımız var. Denize açılıyor, çay bahçesinde oturuyor, sonra da oralarda takılıyoruz. Arkadaşlarım bizim okuldan mezun kimya mühendisleri. Kadıköylü oldukları için onlarla vapurda başlayan dostluklar devam etmiş.

Özellikle içki masalarında derin sohbetler yapıyoruz. Bir gün Tedori’de otururken yan masadakiler kalkmıştı. Gidiyorlardı. İçlerinden biri bizim masaya gelmiş ve ‘Gençler sohbetinize kulak misafiri oldum. Bayıldım. Ne kadar dolu şeyler konuşuyorsunuz.’ Demişti. Kısacası derin ve dolu sohbetler yapıyorduk.

Bir süredir aramızda hukukçu da vardı. Arkadaşımızın arkadaşı... O gün Onunla dört kişiydik. Bostancı’da Salih Baba’da oturuyorduk.

68 kuşağıyız. Tabii ki derin konular konuşuyoruz. O yıllar gerek kamuda gerekse özelde işçi eylemleri, grevler oluyordu. Biz daima işçiden yanaydık. Ama kafa karıştıran tuhaf şeyler de olmuyor değildi. Örneğin bir fabrikada ortalığı süpüren kadının maaşı müdürden fazla olabiliyordu. Hatta kamuda da buna benzer şeyler duyuyorduk. Bir belediyede temizlik işçilerinin bazısı maaşlarının bir kısmıyla kendi yerine adam çalıştırıyor, kendisi başka işler yapıyordu. Hatta anne-babalar kızlarını isteyen damat adaylarının sendikalı işçi olmalarına dikkat ediyorlardı. Bunlar söylenti değil, gazete haberleriydi.

25 yaş civarındayız. Hep emekten yanayız. Ama eğitimliler ne olacaktı… Sıkılıyorduk açıkçası. İçinden çıkamıyorduk.

                                    Okumuş ta Emekçiler de Hep Birlikte Olmalı.

Avukat arkadaşımız bizi kendimize getirdi. ‘Aydın İhtilali’ dedi. O akşamın sohbet konusu belli olmuştu. Hatta o akşam da kesmemiş birkaç akşam bu konu devam etmişti.

Bu iş okumuşlarla yapılacaktı. Mimar, mühendis, avukat, iktisatçı, eğitimci vs. Örgütlenecekler ve bir anda işi bırakacaklardı. İşçinin iş bırakması gibi olmayacaktı bu. Birçok işyerinde grev yapan işçi yerine memurlar çalışıyor, bir şekilde siparişleri yetiştiriyorlardı. Ama boykotu eğitimliler yapınca işçi onların yerine çalışamazdı. Çalışsa bir işe yarar mıydı? Asla.

Örneğin bir binanın projesini, hesabını yapabilir miydi eğitimsiz biri? Sonra da kontrolünü… Hukuk bilip mahkemede savunma yapabilirler miydi? Hâkimler savcılar çalışmazsa mahkeme olabilir miydi? Adaleti mafya mı sağlayacaktı? Mühendisliğin birçok dalı var. Hangisini becerirlerdi. Makine, elektrik, maden, kimya, orman, ziraat… Öğretmen olmadan öğrenci yetiştirilebilir mi? Kaptanlar gemiyi götürmezse, gemi makine mühendisi çalışmazsa o gemi açık denizlere çıkabilir miydi? Hele doktorlar, eczacılar. Teşhis-tedavi yapılmasa, ameliyatlar tatil edilse, ilaçlar verilmese… İnsanların hali nice olurdu?  Pilotlar ‘uçmuyoruz, grevdeyiz’ deseler uçağı temizleyenler mi uçuracaktı? Kimyasal maddeleri karıştırıp hayatımızı kolaylaştıran yepyeni maddeler yaratan kimyacılar olmasa halimiz nice olurdu? Ekonomi, sanat, eğitim… Ve daha birçok… 

Kendimize gelmiştik. Omuzlarımız kalkmış, başımız dikilmişti. Değerimizin farkına varmıştık.  

Sonuçta demiştik ki ‘Okumuşlar olmadan olmaz’. Ama emek te kutsaldır. Her şey yerli yerinde ve değerinde olmalıdır.

Denge… Denge… Denge…

ARİF ATILGAN 15.08.2023 AĞUSTOS

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/aydin-i%CC%87hti%CC%87lali%CC%87

http://atilganblog.blogspot.com/2023/08/aydin-ihtilali-1970li-yllarn-ortalar.html

 


10 Ağustos 2023 Perşembe

 

YÜZME HAVUZLARI

Yıllar önce bir meslektaşımla yüzme havuzu yapmıştık. Uzun uzun havuz projesi anlatmayacağım. Bu tip anlatılar beni de sıkar. Esas konuya gireceğim. Havuz suyunun filtrelenmesi yani temizlenmesi nasıl olmalıdır? Olmaktadır.

Genel anlamda havuzun üst kısmından taşan sular arıtma tesisine veya odasına gönderilir. Başka noktalardan da gönderilen su orada arıtılır ve tekrar havuza pompalanır. Bu da havuzun kenarlarındaki ve dibindeki süzgeçlerden yapılır. Yani yukarı çıkan pis su alınıp temizlenerek dipten tekrar havuza gönderilir.

Arıtma odasında kalından inceye birkaç tabaka kum vardır. Pis su buraya yukarıdan gelir kum tabakalarında yabancı maddelerinden süzülür ve tekrar temiz olarak havuza verilir. Ama bu fiziksel arıtmadır. Katı maddelerin ayrıştırılmasına yarar.

Bir de suyun içerisine karışan zararlı ve pis sıvıların temizlenmesi vardır. İşte bu operasyona da kimyasal arıtma deniyor. Bir sürü detay, malzeme vs anlatılır. Tarif edilir. Özeti ve geneli iki adet malzemeyle iki adet iş yapılır kimyasal arıtma adına.

İlki klorlamadır. Biliyorsunuz içme sularına da klorlama yapılır. Klor ile su içindeki göremediğimiz zararlı kimyasallar yok edilir.

Diğeri ise halk arasında göztaşı olarak bilinen bakır sülfattır. Göztaşı “sihirli” bir maddedir neredeyse. Öncelikle yosunları yok eder. Sonra da havuzlarda hayranlıkla izlediğimiz o güzel camgöbeği rengi verir.

Kimyasal arıtmalara biraz daha dikkatli bakalım. Klor aslında su ile birleşerek asit olur. Dolayısıyla idrar, tükürük vs gibi zararlı maddeleri yok eder. Göztaşı suyun içindeki göze hoş gelmeyen canlıları temizler.

Bu maddelerin insana zararı olmaz mı?... Bu sebepten oran çok önemlidir.


Genel prensip durgun suların yosun tutacağı ve pis olacağı şeklindedir. Havuzda devri daim pompası bunun için vardır. Ancak yine de oraya özel sebeplerle yetersiz kalacağı düşünülerek yukarıda yazdığım fiziksel ve kimyasal arıtmalar yapılmaktadır. 

Özetlersek… Havuzların arıtma odaları görünmez. Neredeyse havuz kadardır. O kadar mıdır?... Suyun devamlı sirkülasyonunun olması gerekmektedir. Bunlar fiziksel şartlardır. Yine de genel ortam dolayısıyla yetmez. Bunun için de kimyasal sistemle temizlik gerekir. Yani klor ve göztaşı… Bunların hepsi gerektiği kadar olmalıdır. Ne az ne fazla.

Meraklı bir insanımdır. Gittiğim tatil tesislerinde havuza nasıl bakım yapıldığını da sorarım. Genellikle aldığım cevap, akşam havuzcunun gelip gerekeni yapacağı şeklindedir. Bazen havuzcularla da konuşurum. O yörede bu işle geçinen insanlardır. Birkaç tesisin havuz bakımını üstlenmişlerdir. Bildikleri en belirgin şeyin klor ve göztaşı atmak olduğunu anlarsınız. Hâlbuki bu malzemelerin oranı vs önemlidir.

Bir hafta kaldığım tesisin havuzuna girip çıktığımda mayom solar. Hatta aşınır. Yani eskir. Sebep, sudaki kimyasalların hesapsız kullanılmasındandır.

Bu işi ciddiyetle yapan tesisleri tenzih ederim.

Bir örnek vereyim. 1 ay kadar önce ünlü bir kaplıca tesisinin yüzme havuzuna gittim. Dip görünmüyordu. Ama yüzdük. Herkes gibi…

Bir havuzun dört dörtlük temizlenmesi için dört dörtlük tesis ve dört dörtlük eleman gerekir. Sahip, yetkili ve bakımcıyı kast ediyorum.

Son söz… Ben her zaman denizi tercih ederim.

ARİF ATILGAN 09.08.2023 AĞUSTOS

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/y%C3%BCzme-havuzlari

http://atilganblog.blogspot.com/2023/08/yuzme-havuzlari-yllar-once-bir.html

 

 

 

 


2 Ağustos 2023 Çarşamba

 BİR KİTABIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Yeni okuduğum kitabın kapağını kapadım ve düşünmeye başladım. Modalı yazar kendi çapkınlık hikâyelerini yazmış. Olabilir. Hoştu. Ama Moda dışındaki semtleri alt grup sayması ve oraların kızlarıyla yaşadığı çapkınlıkları anlatması bana sempatik gelmedi. Sanki o kızlar hafif, Modalılar ağırmış gibi. Hani ben de lise sondan itibaren bir artiste benzetilirdim ve de o konularda fena değildim. Ancak arkadaşlık ettiğim bütün kızlar benim için değerlidir asla muhabbetlere hele kitaplara konu olmazlar. Yine de Yeldeğirmenliliğim bir cevap vermeye zorluyor beni. Futbol takımları Moda Burnundaki otellerde kamp yapmayı pek severlerdi nedense...

Şaka bir yana… Değinmek istediğim konu-konular başka.

Öncelikle kendimi tanıtayım. 68 kuşağının tam göbeğindenim. Ülkeye sol düşünceyi en masum şekilde yerleştiren kuşaktır bizim kuşak. Bizden sonra ‘halk’, ‘emekçi’, ‘emek’ gibi kelimeler dillerde dolanmaya başlamıştır. Okuduğum kitabın yazarı da sol düşüncede bir gazetede yazmış. Yani halk tabiriyle solcu. Kendisini yakın geçmişte kaybettik. Saygıyla anıyorum.

Öğrencilik yıllarımdan beri dikkatimi çekmiştir. Özellikle ünlü solcular ekonomik durumu üst düzeydeki ailelerin içinden çıkmışlar. Psikolojileri de değişiktir. Halkı aydınlatmak onlara özel bir görevdir sanki. Dolayısıyla onlar aydındırlar. Evet, sadece sol düşünceye sahip oldukları için yaşamları alt üst olanlar vardır. Ballı bir şekilde yaşayacaklarına kaçak veya hapislerde ömür tüketenler olmuştur. Ama gerçek sol ekonomik durumu kötü olanların içinde yerleşmelidir diye düşünmüşümdür hep.

Osmanlı zamanına bakarsak… 1800’lü yıllarda henüz eğitim mahalle mektebi (sıbyan mektebi) durumundayken Anadolu’nun birçok köşesinde misyoner okulları bulunmaktadır. Buralardan mezun olanlar esnaflık yapmayacağına göre belli ki devlette görev almışlardır. Yabancı dil öğreten bu okullara ‘kolej’ denir. Siz bakmayın günümüzde bütün özel okullara ‘kolej’ denmesine..  

Cumhuriyet döneminde de kolejliler idarede yer almış. Almaları normaldir de. Çünkü onlar lisan biliyorlar. Ama sadece o okullarda lisan öğretilmiş. Devlet okulunda 6 yıl orta öğretim ve 2 yıl yüksekokul toplam 8 yıl lisan dersi gördük. Hiçbir işe yaramadı. Yaramaz da. Sanki bilerek öğretilmemeye çalışılıyor. Yabancı dilin grameri öğretilmeye çalışılıyor. Hâlbuki çat pat konuşmak öğretilse… Kapalı Çarşıdaki çıraklar birkaç ayda öğreniyorlar. Onlar örnek alınsa.  

Günümüzde ilkokullarda lisan dersi var. ‘Tamam işte. Artık öğrenecek çocuklar…’ dedim. Ne gezer. Aynı oyuna devam.

İki arkadaşım var. Biri kolej mezunu diğeri lise… Daha sonra ikisi de İktisat Fakültesinde okumuş. Kolej mezunu arkadaşım bir A.Ş.’de yönetim kurulu üyesi. Lise mezunu arkadaşım muhasebeci olmuş. Pratik bu.

Duyuyorum. Kolejlerin alışılagelmiş düzeni biraz bozuluyormuş. Yani iktidar oralara el atıyormuş. Gerek yok ki… İddia ediyorum. Düz okullarda kolejlerdeki gibi lisan öğretilsin. Kolejler kendiliğinden kapanır. Hatta daha da iddia ediyorum. Anadolu Liseleri merakı da son bulur.

Gelelim konumuza. Solculuk iyi eğitimlilere, hatta ekonomik durumu iyi olanlara özelmiş gibi… Bir gazetecinin konuşmasını duymuştum. ‘Biz doğunun solcularıydık. İstanbul’a gelince buradaki solcuların zenginliğine şaşırmıştık. Zaten bizi taşralı görüp yanlarına sokmamışlardı.’

1970’li yıllar sol hareketlerin güçlü olduğu yıllardı. Çalıştığım firmanın arabasındayım. Yalnızım. Bağdat Caddesinden geçiyoruz. Şoförüm dedi ki ‘Arif bey, devrim olursa ben şuradaki daireyi alırım.’ Yani iyi yerde oturanlar kötü yere, kötü yerde oturanlar iyi yere taşınacak ya… O sıralar bu tip konuşmalar oluyordu. Fabrikamız gecekondu bölgesi olan Alibeyköy’de idi. Dolayısıyla şoförler de oradandı. Bir an irkildim. Sonra düşündüm ki davranışı doğru... Onlar solcu olmalıydı ve onlar varlıklıları sinirlendirecek hatta uykularını kaçıracak laflar etmeliydi.

Doğrudur, yanlıştır. Sol düşünce öncelikle kendi sınıfında olmalıdır. Ama bizde bir eli yağda bir eli balda olanlar solcu oluyorlar. Tepeden baktıkları halka bilgi lütfediyorlar. Üstelik halka iniyorlar o arada. Sonra yine lüks hayata çıkıyorlar ve devam… Bu yüzden de sol olamıyor. Kimseyi kırmak istemediğim için örnek vermek istemiyorum.

Günümüzde solcular çocuklarını özel okula veriyor. Sağlık hizmetini özel hastanelerde alıyorlar. Ülkeyi ve dünyayı tartıştıkları içki masalarının bir gecelik hesabı işçi maaşına eşdeğer…

Belki de gerçek sol düşünce halkın kafasına girmesin diye böyle yapılıyordur. Olamaz mı?

ARİF ATILGAN AĞUSTOS 2023

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/bi%CC%87r-ki%CC%87tabin-d%C3%BC%C5%9F%C3%BCnd%C3%BCrd%C3%BCkleri%CC%87

http://atilganblog.blogspot.com/2023/08/bir-kitabin-dusundurdukleri-yeni.html


30 Temmuz 2023 Pazar

 DİYARBAKIR SICAKLARI

Bugünlerin gündemi, havaların sıcaklığı. 27/07/2023 günü İstanbul’da rekor sıcaklık oldu. +40 derece. Hani bir laf vardır. ‘İstanbul’da olursa haber olur…’ Başka şehirlerde alası olur ama haber olmaz. Yıllar önce yaşadığım günleri anlatayım.

1971 sonbaharı ile 1972 sonbaharı arasında Diyarbakır’da yedek subaylık yapmıştım. 2. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı’nda. Önce kışı yaşadım. -30 civarı. Uçaklar da otobüsler de kalkamazdı. Şehrin bazı bölgelerindeki dar sokakları 2m’ye kadar kar kaplamıştı. Bu sokaklar güneş alamadığı için mayıs ayında kardan kurtulmuştu.

Gelelim konumuza… Yaz mevsimine… Hazirandan itibaren sıcaklar başlar. Eylüle kadar devam eder. Bu dönemde benim görev yaptığım askeriyede mesai saatleri sabah 8 ile öğlen 13 arasında olurdu. Bildiğim kadarıyla diğer kamu kurumlarında da aynıydı. Dolayısıyla esnaf vs de buna uyardı. Zaten öğleden sonra sokağa çıkmak mümkün değildi. Biz de yazlık kıyafetlerimize geçiş yapardık.

1972 Yılında Yazlık Kıyafetimle Nöbetçi Subayı Nöbetimde.

Ben öğleden sonra lojmanların olduğu bölgedeki yüzme havuzuna giderdim. Zaman orada daha rahat geçiyordu.  Akşam subay gazinosundaki açık alanda otururduk. Uzun bir süs havuzu çevresinde pergoleli bir alandı. Projesini ve kontrolünü ben yapmıştım. Çimenlerle birlikte masaların bulunduğu alan da sulanır, akşam serinlik sağlanmış olurdu. Yemek. Muhabbet. Sonunda misafirhanedeki yatak odalarımıza giderdik. Onu ayrı anlatayım.

İki adet subay misafirhanesi vardı. Biri bekârlar için. Diğeri evliler için. Doğal olarak ben bekârlar misafirhanesindeydim. 2 katlı uzun binada arkalı önlü odalar sıralanmıştı.  Her odada iki yatak olup, iki odanın ortasında ortak kullanılan banyo-wc vardı. Pencere yerine Fransız balkonu konmuş. Yani çıkıntısı olmayan, sadece kapısı açılıp havalandırmaya yarayan balkon. Serinlik olsun diye balkon kapısını açardık. Mecburen. Sivrisinekler de içeri girerdi. Pantolonun üzerinden bacağınızı sokabilecek irilikteydiler. Yatak çarşafını banyoda sırılsıklam ıslatır, öylece yatağın üzerine sererdik. Tabii kendimiz de duş alır ve kurulanmazdık. Dökme mozaikle kaplanmış zemini de iyice ıslatırdık. Şortla yatardık. Sivrisinek için yanlış anımsamıyorsam HOV isimli bir sıvı vardı. Su gibiydi. Kokusuzdu. Eczanede küçük şişelerde satılırdı. Onu bütün vücudumuza sürer ve öyle yatardık. O sıvıdan sivrisinekler hoşlanmıyordu. Üstümüzde uçarlar ama asla konmazlardı. En fazla yarım saat içinde uyumak zorundaydık. Aksi takdirde aynı operasyonun, bütün detaylarıyla yeniden yapılması gerekecektir. Zira ıslak olan her şey kupkuru olurdu.

Uykumuz, uykudan çok baygınlık gibiydi. Kalkar kalkmaz duş alır, giyinir, mesaiye giderdik. Büro daha rahattı. Klima yoktu ama vantilatör vardı.

Hava sıcaklığını yazmayı sona bıraktım. +50… Asfalt yumuşacık olurdu. Üzerine kırılan yumurta anında pişerdi.  Sıcak hava o kadar durgun olurdu ki jetler gündüz kalkış zorluğu çeker, pilotlar sabah veya akşamüstü serinliğinde talim uçuşu yapmayı tercih ederdi.

Bu durum neredeyse 3 ay sürerdi. İstanbul’da 1 gün sıcak olunca herkes feryat eder. Medyada haber olur. Orada tüm yaz mevsimi öyle geçer. Haber olmayı bırakın farkına bile varılmaz.

Sıcağıyla, soğuğuyla, doğasıyla, insanıyla bir yıl geçirdiğim Diyarbakır’da anılarım da vardır, eserlerim de. Ayrılırken üzülmüştüm.

ARİF ATILGAN TEMMUZ 2023

NOT: 1972 yılında 30 Ağustos Zafer Bayramının 50. Yılı dolayısıyla yaptığımız anıtın önünde bugün milli bayramlarımız kutlanıyor. İç tarafında sadece ‘1972 yılında yapılmıştır’ yazıyor… Adım yazılmamış.  

http://atilganblog.blogspot.com/2013/09/diyarbakirda-anit-parktaki-anit-arif.html

 

 http://atilganblog.blogspot.com/2023/07/diyarbakir-sicaklari-bugunlerin-gundemi.html

 https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/di%CC%87yarbakir-sicaklari