15 Ocak 2025 Çarşamba

 Köşe Yazısı

TÜKENEN ŞEHİR İSTANBUL

1900’lü yıllardan 1950’li yıllara kadar İstanbul’un nüfusu bir milyon civarındadır. Yani Osmanlı’nın son, Cumhuriyetin başlangıç ve gelişme yılları…

1950’li yıllarda ilk kıpırdanmalar başlar. Özel sektörün sanayi tesisi kurması desteklenmiştir. Onlar da İstanbul’u tercih etmişler, çalıştıracakları işçileri Anadolu köylerinden yapılan göçle sağlamışlardı. Gelenlerin oluşturdukları gecekondu mahalleleri İstanbul nüfusunun ilk yukarı doğru kıpırdanışları olmuştur.

Köyden kente göç devam ederken 1970’li yıllardan itibaren de İstanbul’a gelen üniversite gençlerinin, okulu bitirdikten sonra neredeyse tamamının geriye dönmediğini görüyoruz.

İstanbul’a taşradan gelenlerin dernekleri kuruluyor, hem o derneklerde hem kahvehanelerde siyaset yapılıyor. Sonuçta siyasete giriyorlar ve İstanbul için karar mekanizmalarında yer alıyorlar.

Kabaca bakılırsa… 1970’lerden sonra İstanbul’daki belediye başkanlarının, meclis üyelerinin, milletvekillerinin çoğunluğu İstanbullu değildir. Hatta bazılarının taşradaki kendi memleketlerine de yarar sağladıkları görülür. Bu da doğaldır. Eşyanın tabiatı gereği…   

Bana göre bir insanın ‘Oralı’ olması için hiç değilse iki kuşak orada olması gerekir. Yani ana-baba gelip yerleşmişse orada doğan çocukları oralı sayılmalıdır. Bu kişiler yönetici olabilmelidir. Hiç değilse yarıdan fazlası...

Oranın insanı herhangi bir konuda karar verirken geçmişini, anılarını vs düşünür. Duyguyla karar verir. Daha korumacı olur.

İstanbul’da eğer böyle olsaydı…

Öncelikle nüfus bu derece arttırılmazdı. 1950’lerde Türkiye'nin nüfusu 24 milyonken İstanbul 1 milyonmuş. Bugün Türkiye’nin nüfusu 85 milyon, İstanbul 16 Milyon. Kabaca Türkiye 3 misli artarken İstanbul 16 misli artmış. Aslında İstanbul’da gelip geçici yaşayan bir 5 milyon daha vardır İstanbullu olmayan. Onları hesap edersek 20 misli artış var diyebiliriz. Normal mi?

Buradaki nüfus 6-7 milyonlarda tutulmalıydı. Böyle olunca da asla sahillerdeki yalı önleri doldurulmaz, Sulukule, Galataport, Fikirtepe, Haydarpaşa gibi projeler yapılmazdı. Bir örnek vereyim… Kadıköy’de Natiliüs AVM’nin bulunduğu geniş çayırlığın büyük kısmı korunur, 85 dönümün sahibi olan Şehzade Ziyaeddin Köşkü eskisi gibi görünürdü.

 1960-Şehzade Ziyaeddin Köşkü Çayır Ortasında. 2022- Binaların Arasında Kaybolmuş

İstanbul’un planı 6-7 milyon nüfusa göre yapılsa fabrikalar olması gereken kentlere taşınacaktı. Dolayısıyla oralarda çalışmak için İstanbul’a gelenler gelmeyecekti. Üniversiteler ise diğer kentlere yayılırdı. Hatta bazı kentler üniversite kenti olurdu.

Ulaşım?... Peşin söyleyeyim. Ben metroya karşıyım. Yok medeni ülkelerde varmış ta…

Yer altına iniliyor, metroya biniliyor, inilen durakta yeryüzüne çıkılıyor. İnsana insan olduğu unutturuluyor. Üstelik bu âdet genelleşti. Yer üstündeki araçlarda da siyah cam kullanılıyor artık. İnsanlar çevreyi görmeden seyahat ediyor. Köstebekler gibi... Şehrin içinde veya dışında seyahat ederken etraf seyredilmeli. İnsan yeryüzünde olmalı.

İstanbul’da bir de deniz var. Müthiş bir şans. 1851 yılında kurulan Şirket-i Hayriye ile ulaşımda yararlanılmış. Bu uygulama yıllarca devam etmiş. 2000’lerde deniz ulaşımı terk edilmeye başlanmış. Çözüm metro. Denizden de yararlanılıyor ama laf ola beri gele misali. 2000 kişilik vapurlar yerine 300 kişilik motorlar… Onlar da, onları sürenler de, onlara binenler de deniz üzerinde olduklarını hissetmiyorlar. İstanbulluya deniz unutturuldu.

Şirket-i Hayriye ile başlayıp Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. ile devam eden denizde yolcu taşımacılığı niye bırakılır ki? İstanbul’un her tarafı deniz kıyısındadır. Boğazın iki yakasında, Anadolu ve Avrupa yakasında onlarca iskele vardır. İyi bir karlılık hesabıyla seferler düzenlenebilir, insanların keyifli yolculuk yapması sağlanabilir.

Özet olarak İstanbul’un en önemli planlama yanlışı hedefsizlik olmuştur. Dikkat edin. Binalar yapılıyor, insanlar geliyor, nüfus artıyor, yol, alt yapı vs yetmiyor, yenileri yapılıyor, sonra yeniden binalar yapılıyor... Biter mi?.. Halbuki nüfusun sınırı konsa bir süre sonra yapılan binalar da alt yapı da yeterli olacaktır. İstanbul’un şantiye görünümünde olmasının sebebi de budur. Artan nüfusa inşaatlar yetişememektedir… 

Örnek alınan İstanbul Türkçesi vardı. Şimdi yok. Sinema, tiyatroda bile kullanılmıyor. İstanbul’da İstanbullu eser miktarda artık.  

Küçükyalı’dan Kadıköy’e arabamla en kısa sürede gidişim bir saat. Altı üstü 5-6 km. Yürüyerek gitsem yarım saat sürer. Vitrinlere bile bakarım arada bir.

Taşradan gelip yüksek tahsil yapmış bir arkadaşımla sohbet ediyorum. Diyor ki ‘İstanbul’a gelmeseydim çoban olurdum.’ Çok haklı… Benim de demek istediğim bu… Oralarda da gençler eğitim yapabilmeli ve eğitimine göre iş bulabilmelidir. İstanbul’a gelmek veya gitmek istekle olmalı. Zorda kalarak değil. Yakın zamanda İstanbul’a araba veya insan sokulmayacak belki de. Daha mı iyi?..

Ben, sevgili hocam Aydın Boysan’dan Samatya kıyısındaki surların üzerine çıkıp dibi gözüken denize atladığını dinliyordum hayran hayran. Yani kıyıdaki yol yapılmamış henüz. Ben de genç arkadaşlarımıza Kalamış sahilindeki kumsaldan nasıl denize girdiğimizi anlatıyorum. Yani kıyı doldurulmamış henüz. Pekiyi de beni dinleyenler kendilerinden sonrakilere ne anlatacaklar?

ARİF ATILGAN 2025 OCAK

Not:

-Yazıdaki düşüncelerim 1970’li yılların sonlarında oluşmuştu. Bugün haklı olduğumu gördüğüm için bu yazıyı yazdım.   

-Sadece İstanbul’da değil her bölgede ‘Oralı’ olanlara öncelik tanınmalıdır.  

https://atilganblog.blogspot.com/2025/01/yazs-tukenen-sehir-istanbul-1900lu.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/t%C3%BCkenen-%C5%9Fehi%CC%87r-i%CC%87stanbul

 

9 Ocak 2025 Perşembe

 2025 YAZILARI

1-BEYLERBEYİ İSKELESİ
https://atilganblog.blogspot.com/2025/01/iskeleleri-beylerbeyi-iskelesi.html
 
Yedek LİNK:
https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/beylerbeyi%CC%87-i%CC%87skelesi%CC%87
 

2-TÜKENEN ŞEHİR İSTANBUL
https://atilganblog.blogspot.com/2025/01/yazs-tukenen-sehir-istanbul-1900lu.html
 
Yedek LİNK:
https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/t%C3%BCkenen-%C5%9Fehi%CC%87r-i%CC%87stanbul
 

 İstanbul İskeleleri

BEYLERBEYİ İSKELESİ

Üsküdar’dan sonra Anadolu yakasındaki ikinci iskeledir. Eski bir boğaz köyü olan Beylerbeyi bugün Üsküdar ilçesinin mahallesidir. 1. Boğaz Köprüsü yapılmadan önce Kuzguncuk’u geçince Astsubay Okulunun ortasından devam ediliyor, Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesinin altındaki tünelden geçilerek Beylerbeyi’ne ulaşılıyordu. Köprü yapıldıktan sonra yol yukarıdan verildi. Tünele kadarki bölümde eskiden üzerinde ıstavroz resmi olan bir duvar varmış. Bu sebepten o bölgeye Istavroz denirmiş. Sonraki kısmın hikayesi ise daha başka. 2. Selim (1566-1574) Amasya’da şehzade iken tanıştığı Mehmed isimli kişiyi padişah olunca İstanbul’a getirir. Yeniçeri ağası yapar. Mehmed 1584 yılında 3. Murad (1574-1595) zamanında Beylerbeyi olur. Daha sonra vezir olan Mehmed bu havaliden araziler alır ve bölge onun sıfatıyla anılır.

Sultan 2. Mahmud (1808-1839) burada 1829 yılında iki katlı ve sarı boyalı ahşap bir yazlık saray yaptırır. Bina 1851 yılında yanar. 1865 yılında Sultan Abdülaziz aynı yere beyaz mermerden bir saray yaptırır. Beylerbeyi Sarayı’nın Mimarı Sarkis Balyandır.

1778 yılında iskelenin biraz ilerisindeki Hamid-i Evvel Camii’ni 1. Abdülhamid (1774-1789) annesi Rabia Sermi Sultan adına yaptırmış. Mimarı Mehmed Tahir Ağadır. Selatin camii olan yapı bugün Beylerbeyi Camii olarak anılır.

1832 yılında Beylerbeyi Tüneli açılmış. 230m uzunluğundaki tünel Üsküdar’ı Beylerbeyi’ne bağlayan tek yoldur. 1970 yılında kapandı. 2016 yılında tekrar açıldı.  

Beylerbeyi İskelesi’ne gelirsek…

1851 yılında ilk iskele, Meydan Önü mevkiinde ahşap olarak inşa edilmiş.

1894 yılındaki depremde zarar görüyor.

1898 yılında Kemal Ağa tarafından yenileniyor.

2000’li yılların başlarında kapatılır. Betonarme olarak inşa edilir. Vapur yanaşma yeri betonarme kazık sistemiyle yenilenir.

2006 yılında tekrar hizmete açılır.

İskelenin açık alanı 156.61m2, kapalı alanı 51.81m2, tüm alanı 231.28m2, sudan ortalama yüksekliği 1.25m, yanaşma yeri uzunluğu 15.20m, su derinliği 5.70m olup Galata Köprüsü’ne mesafesi 3.7 Mil (5.95Km)’dir.

Beylerbeyi İskelesi

İskelenin bulunduğu küçük kıyı kesimi çok hoştur. Hemen yanında küçük bir balıkçı barınağı vardır. Kıyıdaki yolun bir yanı deniz bir yanı altlarında kafelerin bulunduğu binalardan oluşur. Beş altı binadan oluşan bu küçük kıyı koridoru çok hoşuma gider. Eskiden (70’ler, 80’ler) o binaların birinin altında midye tavacı bulunurdu. Çok beğenirdim. Son midye yediğim yerdir. Deniz tarafında ise barınağın ucuna denk gelen noktada balık restoranı vardır. Yıllarca her hafta sonu eşim ve oğlumla gitmişimdir. Barınağı geçince Beylerbeyi Camii bahçesinin kıyı bandı bulunur. Burada da oltayla balık tutanları izlemek keyiflidir.

İskele. Önünde Meydan Önü. Yanında Tekne Barınağı ve Cami.

Caminin cadde tarafında, kaldırımın üzerinde Binek Taşı bulunur. Binek Taşı padişahın ata binmesi ve inmesi için yapılırmış. Lütfen gidin ve bu taşı görün. 1778 yılından itibaren hangi padişahlar bu taşın üzerinden ata binip-inmiştir. Araştırın. Heyecanlanın.

Binek Taşı. Kullananlar Bugünü Düşünmüş müdür?

1960’ların ikinci yarısı idi. İ.T.Ü.’de futbol oynuyordum. Beylerbeyi Stadında da maç olurdu. Otobüsle gelirken Beylerbeyi Tüneli’den geçtiğimizde ineceğim durağa geldiğimi anlardım. Bir gün Üsküdar’dan yürüyerek gitmiştim. Sol tarafta bazen deniz, bazen yalı, bazense yalı duvarı oluyordu. Duvar olunca kızıyordum. Ama yürüyerek gitmeyi sevmiştim. Boğaz yoluyla ilk tanışmalarımdı diyebilirim.

Beylerbeyi Tüneli. Dar Olduğu İçin Geçişleri İki Taraftaki İnzibat Erleri Düzenlerdi.

1973 yılında 1. Boğaz Köprüsü yapıldıktan sonra Anadolu Yakası'ndan köprüye girerken tepeden Beylerbeyi Sarayı’nı ama özellikle havuzunu izlemeye bayılırdım.

Bu yazıyı hazırlarken Çengelköy’e gelmeden denize düz uzanan Deniz Hamamı Sokağı’nın adını merak ettim. Meğer ucunda yani denizde deniz hamamı varmış. Deniz hamamı denizin içinde, içe dönük kabinlerden meydana gelen ortası deniz olan tesislere denirdi. Onları gören son kuşağız sanırım.

ARİF ATILGAN 2025 OCAK

https://atilganblog.blogspot.com/2025/01/iskeleleri-beylerbeyi-iskelesi.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/beylerbeyi%CC%87-i%CC%87skelesi%CC%87

 

31 Aralık 2024 Salı

 Kent Hafızası

KADIKÖY ANIMSAMALARI

1980’li yıllardı. Bir Zamanlar Kadıköy isimli kitabı satın almıştım. Eski yaşanmışlıkları okumayı da dinlemeyi de severim. Adnan Giz yazmış. Okuduğumda anladım ki Yeldeğirmenliymiş. Kırkahvesi Sokakta caminin yanındaki ahşap 3 katlı evde oturuyorlarmış. Ali Paşa Köşkü… 1918 yılında ölen Ali Paşa savaş için gittiği yerlerden ailesiz kalan yetim kız çocuklarını evlat edinip İstanbul’a getirirmiş. Sonra da okutup evlendirirmiş kendi öz kızları gibi. Adnan Giz Ali Paşa’nın torunu... Ben onun oğlu Ali Giz’i tanıdım.                        

2000’li yıllar. Kadıköy isimli kitabı okudum. Yazarı Müfid Ekdal. Feneryolu’nda oturan Kadıköylü bir doktor. Mesleği itibarıyla Kadıköy’ün her insanıyla muhatap oluyormuş belli ki. Kendisi kenti araştırmaya da meraklı. Önce Kadıköy’ün evlerini daha sonra konaklarını yazmış. Oturanlarıyla ve hikâyeleriyle tabii… Sonra tanıştık. Görüşmeye başladık. Söyleşilere davet ettim. Hepsine geldi. Birkaç defa evine de gitmiştim. Bir defasında evi gezdirdi. Alt katta bir odayı muayenehane olarak kullanıyordu. Orada oturduk. Bazı müteahhitler hasta gibi muayeneye gelip sonra da evini inşaata verip vermeyeceğini soruyormuş. Kovalıyormuş onları. Dedi ki ‘Yukarıdaki odada doğdum, şimdi orada yatıyorum ve orada öleceğim.’ Sanırım hastaneye o odadan gitmiş.

2010’lu yıllar. Yeldeğirmeni’nde kahvehanenin önünde oturuyorum. Önümde biri durdu. Bana bakıyor. Mario Levi. Kalktım. Sarıldık. Konuştuk. Oturmadı. Annesi rahatsızmış. Geç kalmak istemiyordu. Yeldeğimeni’ne sonradan gelmişti ama eski bir Yeldeğirmenli gibiydi. Sonradan öğrendim ki kendisinin de rahatsızlığı varmış. Öyküleriyle aramızda yaşıyor bence.

2013 yılı. Bir panelde konuşmacıyım. Diğer konuşmacıları biliyordum ama kürsüye oturduğumda yanımda Semavi Eyice’nin bulunduğunu görünce heyecanlandım. Çok ünlü ve de çok değerli bir sanat tarihi profesörü. İlk ikili sohbetimizde demişti ki ‘Doğumum Haydarpaşa yangınından birkaç ay sonradır. Tam olarak 1922 yılının temmuz ayında’. Eskiler tarih belirlerken yaşanmışlıklardan yararlanırlar. Annem de çocukluğundan bir anı anlatırken evlerindeki beyaz keçinin yavruladığı yılı ve ayı ölçü alırdı. Semavi bey Eski Yeldeğirmenli idi. İskele Sokakta oturmuş ve benim de okuduğum Osmangazi İlkokulunda okumuş. Onunla da çeşitli zamanlarda birlikte olduk. Hatta evine gidip uzun bir röportaj da yaptım.

2017 yılı. Kadıköy’ün ilk seçilmiş belediye başkanı Osman Hızlan ile tanışıyoruz. Başkanlık dönemi 1984-1989. Tanıştıran Kadıköy Life dergisinin sahibi Kadir Toprakkaya. Osman Beyle Divan Pastanesinde buluşuyoruz. Kahve içeceğimizi sanıyordum. O sofra kurdurmuş. Sohbeti bilenle sohbetin tadını tahmin edemezsiniz. Nasıl belediye başkanlığı seçim çalışması yaptığını anlatmıştı. Seçildiği belli olduktan sonra o zamanki belediye binası olan iskelenin karşısındaki şehremaneti binasına yürüyerek gitmiş. Kimse tanımamış. Kapıdaki görevli de tanımamış ve ne için geldiğini sormuş. Osman Bey ‘Başkan ile görüşeceğim’ demiş. İçeri girmiş ve başkanın odasına gitmiş. Belediye Şube Müdürü Sadettin Beygo Paşa onu beklemektedir. ‘Hayırlı olsun’ der. Onu yolcu eden Osman Hızlan masaya oturur. Telefon çalar. Haydarpaşa’ya Kenan Evren gelecektir. Hemen çıkar ve onu karşılamaya gider.

2017 yılı. Demir Alp Serezli ile tanışıyoruz. Eski Modalı. Müthiş bir sivil toplumcu. Temposuna uymak çok zor. 2021 yılında bir gün Yoğurtçupark’ta oturuyoruz. Demiştik ki ‘Önümüzdeki yaz mevsiminde temiz olacak olan Kurbağalıdere’de yüzelim.’ En az yüz yıl sonra ilk yüzenler olacaktık orada. Birkaç ay sonra Coronavirüs kapmış. O hayat dolu insan birkaç günde gidiverdi. Onun anısına her yıl yaz mevsimine girerken Kurbağalıdere’de yüzme etkinliği yapılmalı bence.

2019 yılı. Kadıköy’ün en eski eczacısı ile tanışıyorum. Melih Ziya Sezer. Eczane babasından kalma. Daha önceki sahibini de sayarsak geçmişi 100 yılı bulur. Melih Bey tam bir İstanbul beyefendisi. Bütün özel günlerde sabah erkenden telefon eder ve kutlamasını yapardı. Hep mahcup olurdum. Önce benim onu aramama fırsat vermezdi. Kadıköy’e indiğimde mutlaka uğrardım. Konuşurduk eskilerden. Kitabımı hediye etmiştim. O da kendi kitabını hediye etmişti. Bir gün eczaneyi kapalı gördüm. Hastalandı dediler. Sonra kaybettik onu da. Birkaç yıl sonrası idi. Doktora çalışması yapan bir genç ile Kadıköy konuşmak üzere Yeldeğirmeni’nde buluştuk. Bir kafeye oturup çaylarımızı söyledik. Delikanlı Yeldeğirmeni kitabımı çıkardı ve imzalamamı rica etti. Kapağını açtım ve kötü oldum. Melih Ziya Sezer’e imzalayıp verdiğim kitaptı. Belli ki ölümünden sonra eczane boşaltılırken eskicilerin eline geçmiş. Önceki yazımın altına tekrar bir şeyler yazıp imzaladım. 

Mimar Melih Koray. Ben onu mimarlık öğrenciliğimden beri tanırım. Binalarına bayılırdım. Mimarlar Odasındaki etkinliklerde tanıştık. Dost olduk. Sık görüşüyorduk. Evinde röportaj yaptım. Binalarını gezdik. Keşke korunabilseler. Bana göre tam bir sanatçı mimardı o. Hatta tek…

                              

Sevgili dostlar… Onlar Kadıköy’ün hafızasına katkıda bulunmuş kişilerdir. Kendilerini tanıdığım için çok şanslıyım.

Bana dendi ki Kadıköy ile ilgili bir yazı yazar mısın? ‘Yazarım’ dedim. Sonra da düşündüm, ‘Ne yazayım?’ diye. O kadar çok yazdım ki. Değişik olmalıydı. Sonunda bu yazıyı yazdım. Yukarıda adı geçenler artık aramızda değiller. Hepsini sevgiyle, saygıyla analım. Anımsayalım…

ARİF ATILGAN 2024 ARALIK

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/12/hafzas-kadikoy-animsamalari-1980li.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kadik%C3%B6y-animsamalari

 

 

 

 


 

 

 

 


30 Aralık 2024 Pazartesi

 Köşe Yazısı

KONUT SİTELERİ

1970’li yıllar… İnsanımızda yazlık kültürü oluşmaya başlar. İlk önce İstanbul’un çevresindeki deniz kıyısı bölgelerde yazlık evler yapılmaya başlanır.

1-2 katlı evler bir süre sonra kooperatifler kurularak yapılır. Her kooperatif, arsasının etrafını duvarla çevirip kapısına ‘…. SİTESİ’ tabelasını asıyordu. İşte ilk site anlayışı bu şekilde oluşmuştu. Daha sonra müteahhit eliyle de yazlık siteler inşa edildi. Bu tip yazlıklar giderek tüm ülkeye yayıldı.

Apartmanlar için 1965 yılında Kat Mülkiyeti Yasası çıkarılmıştı. Aynı yasa müstakil evlerden meydana gelen siteler için de uygulandı.  Villa siteleri yatay apartmanlar gibi kabul edildiler. 

Ancak bir süre sonra kentlerin içerisinde birden fazla bina yapılabilen parsellerde apartman siteleri yapılmaya başlandı. Geniş parsel veya birleştirilmiş birkaç parsel olduğunda içeriye sığabildiği kadar bina yapılıyor, çevresi duvarla çevriliyor, içeriye kendi keyif ve isteklerine göre yüzme havuzu, toplantı mekanı vs anlamında sosyal tesisler yapılıyordu.

Sonuçta herkes tarafından normal karşılanan bir site yapılaşması oluşmuştur. Kapıda güvenlik görevlisi bulunmakta, insanlar kendilerini ayrıcalıklı ve güvenlikli hissetmektedir.

Kamu kurumları da bu durumu kendi lehlerine kullanmaktadır. Zira site içinde kamu hizmetleri olmamaktadır. Elektrik, su, kanal-fosseptik, (varsa) doğalgaz, yol, bahçe, yeşil alan, çevre aydınlatması gibi her hizmetin tesisi, bakımı, onarımı site yönetimine bırakılmaktadır. Eğer elektrik, su, (varsa) doğalgaz saatleri ayrılmışsa apartmanda nasıl her daireninki okunuyorsa burada da her evin saati okunuyor ve faturası bırakılıyor. Ama saatler ayrılmamışsa, tek saat okunup fatura bırakılıyor. Tek tek her evin ödemesinin hesabı site yönetimine bırakılıyor... Güvenlik konusu da aynı şekilde. Özel güvenlik şirketleri ile bu sorun hallediliyor veya halledilemiyor.

Birden fazla apartmanın bulunduğu apartman sitelerinde de benzer sorunlar vardır. Genelde müteahhitler yaptığı için mukavelesi gereği alt yapı vs bitirilir. Ancak yönetimlerinde zorluklar çıkmaktadır.

13/04/1983 tarihinde çıkarılan 2814 sayılı yasa ile 634 sayılı yasanın bazı maddelerinde değişiklikler yapılmış ve yasaya bazı maddeler eklenmiş. Ancak bunlar yeterli olamamış.

14/11/2007 tarihinde 5711 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun çıkarılmış. Basit olarak anlatmak gerekirse bir blok için Kat Malikleri Kurulu, tüm bloklar için Ada Temsilciler Kurulu veya Toplu Yapı Temsilciler Kurulu oluşturuluyor. Bloklara ait sorunlar Kat Malikleri Kurulları tarafından, diğer bloklarla ortak olan sorunlar Ada Temsilciler Kurulu veya Toplu Yapı Temsilciler Kurulu tarafından ele alınıyor. Örneğin bloktaki asansör gideri o bloktakiler tarafından, bütün bloklara ısı dağıtan ortak kalorifer kazanının giderleri tüm bloklarda oturanlar tarafından ödenmek durumundadır. 

Ben 2008 yılında 80 binalı bir villa sitesinde önce evler yaptım, sonra da birinde oturdum. Kısa süre sonra da yönetici seçildim. Seçildikten sonra gördüm ki çok fazla sorun var. Tek tek yazmak yer kaplar. Hepsiyle uğraştım ve hallettim. Ancak site denilen yapı devamlı sorun üretiyordu. Bu sebepten siteyi iptal edip sokakların olduğu bir yerleşime çevirmeyi planlamıştım. Sonunda bıktım ve evimi sattım.

                                                               Sitedeki Evim

Apartmanlardan oluşan sitede oturmadım. Araştırdığım kadarıyla oralarda daha kapsamlı sorunlar varmış.

Bazı ünlüler siteleri kendileri için koruma kalkanı gibi görüyorlar. Asla katılmıyorum. Bu ülkede cumhurbaşkanlığı yapmış olan Sayın Fahri Korutürk emekli olduktan sonra Moda’daki apartman dairesinde yaşadı. Sadece bahçe kapısının iç tarafında koruma görevlisinin kulübesi vardı. Hepsi o…

Yazımın ana fikrine gelirsek..

Tüm sitelerin sınır duvarları yıkılmalı, site yerleşimi mahalle içindeki sokaklar haline getirilmelidir..

ARİF ATILGAN 2024 ARALIK    

 

NOT: Yanılıyor olabilirim.  Avrupa’nın çeşitli yerlerine gittim. Bizdeki gibi site görmedim. ABD’ye gitmedim. Ama filmlerde gördüğüm ve gidenlerden öğrendiğim kadarıyla orada da site yok.

 

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/12/yazs-siteler-1970li-yllar-insanmzda.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/konut-si%CC%87teleri%CC%87

 

 

 

 

 


21 Aralık 2024 Cumartesi

 İstanbul İskeleleri

BEYKOZ İSKELESİ

Es­ki ta­rih­ler­de Bey­koz, bey­le­rin ve pa­di­şah­la­rın av köşk­le­ri­nin bu­lun­du­ğu bir çev­re imiş. MÖ 700’lü yıl­lar­da bu­ra­da ya­şa­yan Trakların kra­lı­ Ami­kos’un adıyla anı­lmış. 1402 yı­lın­da Yıl­dı­rım Ba­ye­zit ta­ra­fın­dan Os­man­lı top­rak­la­rı­na ka­tıl­mış­. Bu ta­rih­ten son­ra Ko­ca­eli bey­le­ri­nin ika­met et­me­si do­la­yı­sıy­la, “bey­le­rin kö­yü” an­la­mın­da, “bey” ve Fars­ça “köy” de­mek olan “kos” ke­li­me­le­ri­nin bir­leş­me­siy­le “Bey­kos” adı­nı al­mış­tır. “Bey­kos” da­ha son­ra “Bey­koz” ola­rak dil­le­re yer­leş­miş­tir. Günümüzde İstanbul’un ilçesidir.

Cumhuriyet dönemindeki yerleşim üç fab­ri­ka ile oluş­muş­tur. Bey­koz De­ri ve Kun­du­ra Fab­ri­ka­sı, Pa­şa­bah­çe Te­kel Fab­ri­ka­sı ve Pa­şa­bah­çe Cam Fab­ri­ka­sı.

1812 yılında Beykoz’da deri imalathaneleri kurulmuş. Basit atölyeler zamanla gelişmiş, çeşitlenmiş ve 1933 yılında Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası haline gelmişler.

1900’lü yılların başında Paşabahçe’de mum üretimi yapan bir tesis 1922 yılında alkollü içki üretimine başlamış. 1933 yılında bu tesisi devlet satın almış ve Paşabahçe Tekel Fabrikasını kurmuş.

Osmanlı döneminde kent içerisindeki cam atölyeleri yangın tehlikesine karşı Paşabahçe’ye aktarılmış. 1934 tarihinde de Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası kurulmuş.

Üç fabrikanın işçileri boğaz vapurlarıyla işe gelip-gidiyorlarmış. Daha sonra Beykoz civarına taşınmayı tercih etmişler.

Bu iş­çi­le­re ka­mu ida­re­sin­de ça­lı­şan­lar­la es­naf da ka­tıl­dı­ğın­da Bey­koz’da 15-20 bin ki­şi­nin ça­lış­tı­ğı tes­pit edi­le­bi­lir. Onların bak­tı­ğı ai­le fert­le­ri ile 80-100 bin ci­va­rı insanla1980 yı­lı­na ka­dar ge­linmiş. Nüfus 2000’li yıl­lar­da 216 bin­le­re ulaş­mış­tır.

2000’lerden sonra burada bir dönüşüm gözlenmektedir. Önce üç fabrika kapatılmış. Sonra da yeni yapılan lüks konutlara zengin kesimden insanlar taşınmış. Eskiler ise semtlerini terk etmek zorunda kalmışlar.

Beykoz’un en bilinen yeri padişahların av alanı olduğu için Hünkar Çayırı denilen 38 Bin Metrekarelik Beykoz Çayırı’dır. Aslında çayır  ortadan geçen bir yolla bölünmüş. O yolun adı Yarbay Yukichi Tsumura Caddesidir. O, 1. Dünya Savaşı sırasında Sibirya’da esir tutulan 1012 Türk askerini, komutanı olduğu Heimei-maru isimli gemisi ile kurtaran Japon komutandır.  Caddenin üst kısmına sonraki yıllarda tesisler yapılmış.

Çayır, Hünkar İskelesinin arkasında olduğu için bu adı almış. Burada 1833 yılında Osmanlı-Rus İmparatorlukları arasında yapılan anlaşmaya Hünkar İskelesi Anlaşması denir. Hünkar İskelesi, Hünkar Kasrının denize açılan kapısına denir.

Ayrıca Ahmet Mithat Efendi Yalısına da küçük kayıklar yanaşırmış.

1851 yılında Şirket-i Hayriye tarafından ilk iskele bugünkü yerine ahşap olarak inşa edilmiş.

1890 yılında bu iskele yetersiz kalınca Kirkor Kalfa tarafından yeni iskele yapılmış.

1903 yılında aynı iskele yine Kirkor Kalfa tarafından tamir edilmiş.

1989 yılında iskelenin ahşap ayakları ve binası betonarme yapılmış. Bina ahşap kaplanmış.

2002 yılında yıpranan ahşap kaplamalar yenilenmiş.

Beykoz İskelesinin köprüden uzaklığı 9.45 mil (15.208 kilometre) olup posta vapurları buraya 55 dakikada ulaşırlar.  

İskelenin tüm alanı 513.45 m2, yolculara ait açık alan 321.45 m2, yanaşma yerinin uzunluğu 16.30 metre olup su derinliği 6.50 metreyi bulmaktadır. Denizden ortalama yüksekliği ise 1.30 metre civarındadır.

Beykoz İskelesi

1970’li yıllarda araba sahibi olmuş, Boğaz Köylerini gezmeye başlamıştım. Beykoz’un çayırını, paça çorbasını ve cevizini merak ediyordum. Çayır gerçekten büyük bir yeşillikti, içtiğim çorbayı beğenmiştim, ceviz ise ilçe dışında daha çoktu sanki.

                                                 1-Çayırın Tesis Yapılan Kısmı, 2-Yarbay Yukichi Tsumura Caddesi, 3-Beykoz Çayırı, 4-Ahmet Mithat Efendi Yalısı, 5- Bugünkü Beykoz İskelesi, 6-Hünkar Kasrı        

Pek kimse bilmez. Beykoz’un dalyanlarında tutulan kalkan balığı ünlüdür. Dalyanlar denizdeki geniş bir alana direkler arasına ağ gererek kurulur. Ağın etrafına dikilen direklerin en az birinde gözetlemeci nöbet tutar. Dalyana balık sürüsü girdiğinde diğerlerine işaretle haber verir. Sonra ağ kapatılır ve balıklar sandala alınır.

Bu konuyu araştırırken medyada bir haber okudum. Boğaz kenarlarında denizde tapulu alanlar olduğu fark edilmiş. Bu alanlar dalyan kurulan alanlardır. İstanbul’dakilerin bir kısmını bilirim. Çoğunluğu boğazdadır ama başka kıyılarda da vardı. Örneğin Fenerbahçedeki Dalyan semti adını oradaki dalyanlardan almıştır.

Nereden nereye… Beykoz İskelesi derken dalyanlara kadar geldik. Bir başka iskele hikayesinde buluşmak dileğiyle…

ARİF ATILGAN 2024 ARALIK

https://atilganblog.blogspot.com/2024/12/iskeleleri-beykoz-iskelesi-eski.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/beykoz-i%CC%87skelesi%CC%87


 Not: Alttaki yazıdan buradaki dönüşüm öğrenilir.
 DÖNÜŞEN BEYKOZ
https://atilganblog.blogspot.com/2014/01/donusen-beykoz.html

 


10 Aralık 2024 Salı

 Köşe Yazısı

KENTTEN KÖYE GÖÇ

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/i-stanbul-a-ta%C5%9Fra-etki-si

https://atilganblog.blogspot.com/2015/06/kentmektuplar-varoslar-arif-atlgan.html

https://atilganblog.blogspot.com/2014/08/fikirtepe-arif-atlgan-1950-ylndan.html

Üstteki LİNK’lerde İstanbul’daki gecekondulaşmanın yani Köyden Kente göçün öyküsünü anlatmıştım. Bu yazıda ise Kentten Köye göçü anlatmak istiyorum.

2020’lerden sonra…

Dünyayı saran covid salgını dolayısıyla 2020 Mart ayı ile 2021 Nisan ayı arasında sokağa çıkma yasağı getirilmişti. O dönemde bazı kişiler yazlıklarına gittiler. Oralarda zaman geçirmeyi tercih ettiler. Bazıları devamlı kaldılar. Kentin kalabalığından uzak olmanın tadını almışlardı.

Öteden beri kentten köye göç olacağını düşünüyordum. Nitekim bu yıl bazı medya yayınlarında düşündüğüm şeyin gerçekleşmeye başladığını okudum. Kentlerde yaşayanlar kalabalıktan ve pahalılıktan kaçıyorlardı. Kentte yaşamak zordu artık. Sadece mali bakımdan değil sosyal bakımdan da zordu. Eski komşu, arkadaş, esnaf yoktu artık. Herkes her yerde zaman geçiriyordu. Zira kentin bir ucundan kolaylıkla diğer ucuna gidilebiliyordu.

Bundan 50 yıl önce Kırdan Kente göç yaşanmıştı. Bu bilerek ve yöneterek gerçekleştirilmişti. Yazının başındaki LİNK’lerde bunu anlattım. Şimdi ise tersine göç oluyor. Herkes bilmelidir ki bu da bilerek ve yöneterek gerçekleşiyor. Günümüzdeki köylerde su, kanal ve elektrik var. Hatta doğalgaz bile var çoğunda. Üstelik oralarda inşaat yapmak için belediyeden ruhsat alınmıyor. Muhtarlıkla hallediliyor işler. Dolayısıyla imar durumu vs olmadan yapılan binalar eski gecekonduların moderni gibi oluyor. Bakın bakalım köylere… Gelişmiş gecekondu mahallesi gibiler. Bu durum yetkililerin ilgisi veya ilgisizliğiyle ilgilidir. Benim ilgim başka…

Günümüzde Bir Köy

İstanbul’u örnek alalım.

1950’lerde başlayıp 1980’lere kadar süren köyden kente göç İstanbul’da varoş dediğimiz yerleşimler oluşturmuştu. Daha sonra Tapu Tahsis Belgesi ve imar durumu verilmesi ile tüm gecekondu alanları imarlı yerleşimler haline sokuldu. İstanbullu veya kentli denilen sınıf yok oldu. Kentli-Köylü denebilecek bir topluluk oluştu. Bu yeni insan kitlesi bugünlere geldi. Amaç onları eğitmek ve gerçek Kentli sınıfı yaratabilmek olmalıydı bence. Yani kendi hakları kadar başkalarının haklarını da bilen ve koruyan insanlar olabilmek.

Ama ne yapılıyor?..

Kentte yaşamayı zorlaştırarak o insanlar köylere gönderilmek isteniyor. Çünkü İstanbul değerleniyor. Buraları yeniden planlanacak. ‘Koruma’ amacı yerine ‘yenileme’ hatta ‘yeniden inşa etmek’ tercih edilecek. Bunun bahanesi de hazır zaten. Deprem beklentisi dolayısıyla Kentsel Dönüşüm yapmak. Yani insanın kanının değiştirilmesi gibi bir şey... Kentin kanı ise orada yaşayanlardır.

Köylerde neler olacak pekiyi?

Öncelikle şunu bilmeliyiz. Köydeki yaşam kentteki gibi değildir. Örneğin mesai saati yoktur. Siz inekleri veya koyunları çayıra otlatmak için götürdüğünüzde mesai saatim doldu diyerek dönemezsiniz. Sığırlar gün batımına kadar otlarlar. Dönüldüğünde önce sütleri sağılır sonra sabaha kadar istirahat etmeleri sağlanır. Koyunlar ise akşam sağılır, gece tekrar otlamaya çıkarılır dönüşte sabaha kadar istirahate bırakılır. Sabah önce sağılır sonra otlamaya çıkarılır. Tarım vs de kendine özeldir. Bunlar köylere özel şartlardır. Siz kentliyi köye soktuğunuzda oradaki düzen bozulur. Nitekim kentten gelenlerin yoga, spor, etkinlik vs anlamında başka faaliyetlerle ilgilendikleri yazılıp çizilmektedir. Köylü giderek onlara uyacaktır. Dolayısıyla köy hayatı bitecektir. Ve… Köylü-Kentli bir sınıf oluşacaktır.

Ayrıca kırlık alanlarda fabrikalar, OSB’ler yapılması da bu dönüşümü hızlandırmaktadır.  

Nitekim… Köylerin kaçak yapılarla dolmaya başlaması buraların artık köy değil mahalle konumuna girdiklerinin göstergesidir. Yöneticiler de bir süre sonra bu durumu kabul edecek ve resmiyete dökeceklerdir. Sonuçta köyler tükenecektir.   

Son yıllarda herkes D vitamini satın almaktadır. Bedava D vitamini güneşte bulunur. Çayıra çıkmayan yani güneş altında gezip güneş altındaki otları yemeyen hayvanlarda D vitamini olamamaktadır. Ne ette ne sütte ne de yumurta da… Seralardaki sebze meyvede de farklı bir durum yoktur. Neyse… Bu konuyu uzmanlarına bırakalım. Ama bilelim ki zararını hep birlikte göreceğiz.

Elli yıl önce kentlerde oluşturulan Kentli-Köylü insanları kentli yapamadan köylere gönderiyoruz. Bu sefer de köylerde Köylü-Kentli bir sınıf yaratacağız.   

Sonra da İstanbul’a yeni gelenlere İstanbul daha pahalıya satılacak. Ben bunları 25 yıldır söylüyor ve yazıyorum.

Köylere fabrikaların işçi servis araçları yakışmamaktadır. Aksine sığırlar, koyunlar, kümes hayvanları, çobanlar ve traktörler yakışmaktadır. 

İstanbullu köylere gönderilecek… İstanbul’a yeni sahipler gelecek... Başka kentlerde de sırası geldikçe benzer şeyler olacak... Diğer yandan tarım ve hayvancılık fabrikasyon hale sokulacak.

Kent Mücadelesinin dışında Köy Mücadelesi de gerekecek sanırım. Ben başlatmış olayım…

ARİF ATILGAN 2024 ARALIK

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/12/yazs-kentten-koye-goc-httpsarifatilgan.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kentten-k%C3%B6ye-g%C3%B6%C3%A7