25 Mayıs 2023 Perşembe

 

YALOVA’DA HACI MEHMET KÖYLÜLERİNE BAKIŞ

10 yıl önce (2013) baba ocağımız Yalova’da ev yapmaya karar verdim. Ev yaparken çevreyle de sohbetlerim oluyordu. Bir gün bir meslektaşım dedi ki ‘Sen üstüne alınma ama Yalova’da Hacı Mehmetliler için Selanik Dönmeleri denir.’ O doğmadan önce ben buralarda yaşamış olmama rağmen ne demek istediğini tam anlamamıştım. Ama çok şaşırmıştım. Benim duymadığım şeyi o Anadolu’nun bilmem neresinden gelip nasıl duymuştu?

Ev bitti. Yerleştik. Yarı İstanbul’da yarı Yalova’da oturuyoruz. Bu sebepten bir yandan da yeni Yalova’yı tanımaya çalışıyorum. Aslında çok değişmemişti. Sadece eskiye nazaran nüfus çoğalmıştı.

Et aldığımız kasap iki ortaktı. Ortaklardan birinin eşi Hacı Mehmet Köylüymüş. Bir gün diğeri şakayla karışık dedi ki ‘Hacı Mehmetli’yle yılanı aynı çuvala koymuşlar. Biraz sonra yılan ‘Beni kurtarın’ diye bağırmaya başlamış’.

Şaşırmaya devam ediyordum.

Başka bir gün komşumla konuşuyorum. Ardında bizim köyün bulunduğu tepeyi gösterdi ve dedi ki ‘Yalovalılar şeytan taşlamak için boşuna Kâbe’ye gitmesinler. Şu tepeden Hacı Mehmet Köyü’nü taşlasınlar’.

Hiç birine bu konularda cevap vermedim. Tepki de göstermedim. İstedim ki başka bir şeyler daha varsa dağarcıklarında dökülsünler. O kadarla bitti.

Hacı Mehmet Köyü’nden Bir Bölüm

Hâlbuki Atatürk’ün bir öyküsü de vardır bizim köyle ilgili... Yalova’da meclis kurmak ister. Der ki yanındakilere ‘Gidin bütün köyleri dolaşın. Köyün en akıllısını seçip göndersinler. Sadece Hacı Mehmet Köyü’nden yolda gördüğünüz herhangi birini getirebilirsiniz.’ Bence en gerçekçi öykü bu.

Amcamın çocuklarından birine sordum bu söylentileri. Dedi ki ‘Hiçbirinin Hacı Mehmetli’de bir lirası kalmamıştır. Ama bizlerin öyle değil...’ 1975 yılında ilk müteahhitlik anımı anımsadım. Arsa sahibim beni ticari olarak araştıranlara ‘5 kuruşunu yemez, 5 kuruşunu yedirmez’ demişti... ‘Biz böyleyiz işte’ dedim. 

Şaka bir yana. Hacı Mehmetliler Selanik’in Drama kasabasının Demirciören Köyünden gelmişlerdir. O köyün ahalisi ise Kütahya’nın Demirciören köyünden gidenlerden oluşmuş.

Şimdi gelelim yazdıklarımın yorumlanmasına veya yazma sebebime.

Hacı Mehmet Köyü sakinleri Yalova’ya 1924 mübadelesinde gelmişler. Yalova’da onlardan daha eski Güneyköylüler vardır. Onlar da 1896 yılında Dağıstan'dan gelmişler. Yani Yalova’nın en eskileri bizleriz. Bizden önce burada bulunan Rumlar artık yok.

Ama esas konu Selanik’ten gelenlerle ilgili söylentiler. Son 20-30 yıldır ülkede değerlerimize dokunan, sinir uçlarımızı zorlayan tuhaf gruplar oluştu. Çıkardıkları en sivri ve ters söylentileri bir süre sonra sıradanlaştırıyorlar. İnsanlar söylediklerinin nereye gideceğini fark etmiyorlar bile. Ama söylüyorlar. Bu bakımdan söyleyenlere kabahat bulmuyorum.

Hacı Mehmetliler üzerinden başka bir yerlere mi laf gönderiliyor? En ünlü Selanikli kim? Sakın ha… Sadece Hacı Mehmetliler değil Yalova buna meydan vermez. 

ARİF ATILGAN MAYIS 2023

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yalova-da-haci-mehmet-k%C3%B6yl%C3%BCleri%CC%87ne-baki%C5%9F

http://atilganblog.blogspot.com/2023/05/yalovada-haci-mehmet-koylulerine-bakis.html

 


18 Mayıs 2023 Perşembe

 HALDUN TANER VE DEVEKUŞU KABARE TİYATROSU

Haldun Taner keyifle okuduğum köşe yazarlarındandır. Yazılarında anı vardır, sanat vardır. Burada Onun 1967 yılında Devekuşu Kabare Tiyatrosunu kurmasından sonrasına odaklanmak istiyorum.

Haldun Taner

Gen-Ar tiyatrosundan ayrılan Metin Akpınar, Zeki Alasya ve Ahmet Gülhan ile Devekuşu Kabare’yi kurarlar. Haldun Taner öncüdür. O yıllarda, insanların tepkisizliğine gönderme olarak başını kuma sokmasıyla bilinen devekuşunun adını kullanmışlar. Kabare ise toplumun tepkisizliğiyle inceden dalga geçen bir tiyatro çeşididir. Mekân, Beyoğlu Sıraselviler’de bir giriş katı. Alt katında Klüp 12 vardır. 

Caddeden girince küçük bir kapalı bölümde gişe, yanından içeri girince yine küçük fuaye ve sol taraftan kulise, sağ taraftan salona geçiş. Salona girdiğinizde solunuzda sahne ve karşıda seyircilerin bölümü. Özellikle ‘Bölümü’ dedim. Zira alışılmışın dışında idi. Haldun Bey buraya kulüp dekorasyonu yapmıştı. Alçak sehpalar ve koltuklar. Sanırım 120 kişilikti. Oyun seyrederken bilet parasına dâhil olarak bir içecek alabiliyordunuz. Alkollü, alkolsüz… Sigara da içiliyordu. Sahne 20-30 cm kadar yükseklikteydi. Kabare tiyatrosunda seyirciler de oyunun içine sokulur.

Ahmet Gülhan Yeldeğirmeni’nde bizimle aynı sokakta oturuyordu. Onlar Uzunhafız Sokağı’nın alt bölümünde biz üst bölümünde idik. Yalçın Gülhan ve Metin Gülhan kardeşleriydi. Yalçın Gülhan Yeşilçam artistlerindendi. Yaşıtım olan Metin ise oradaki gişede çalışıyordu.

Tiyatronun esas kadrosu Zeki-Metin-Ahmet üçlüsü idi. Eğlence hayatını bilenler bilir. Eğer iş iyi ise yani müşteri çok ise başkaları da sahneye dâhil edilir. Burada ilk dâhil olan Zeki Ağbinin eşi Oya Alasya, daha sonra Kemal Sunal, Nevra Serezli, Yalçın Gülhan ve başka oyuncular… Bir keresinde Metin Gülhan’ı anımsıyorum. Futbolcu olarak sahneye çıkıyor, topu sektiriyor ve gidiyordu. Metin aktör değildi. Ama tiyatrodakilerin içinde en müsait fizikli olduğu için o role O çıkartılırdı. Zaten amatör kümede futbol oynuyordu.  

Devekuşu Kabare Tiyatrosu Afişi

Haldun Taner’in deyişiyle ‘Kabare bir taşlama tiyatrosudur. Dalkavuk bir adam kabareci olamaz. Kabareci yürekli olacak, karşı olacak, ama karşı olmak için karşı olmayacak...’ Kabarede halka ayna tutulur. Haldun Beyin tabiriyle ‘Sivilceyi çıban yaparak’ vurgulamalarla insanlara anlatmak istenenler anlatılır. Tabii esprilerle. Biri espriye hazırlar diğeri espriyi patlatır. Yani voleyboldaki pasörün topu kaldırması ve kütörün küt inmesi gibi.  Daima güncel olaylar işlendiği için bazen her gün tekst değişebilir. Müzik, şarkı, güne uygun espriler ve arada bir oyuna dâhil edilen seyirciler… Bu sebepten de müthiş keyiflidir ve aynı oyun defalarca izlenebilir. İzlenmiştir de…

Tam yılını anımsamıyorum. Bir süre sonra izleyici çok artmıştı. Salon bildiğimiz tiyatro dekoruna sokuldu. Sahne karşı tarafa alındı. Seyircilerin oturma yeri amfi şekline sokuldu. Yine de yetmez olmuştu. Kabare, o yılların insanına iyi gelmişti.

1977… Oyunlara gelenler entelektüel kimlikte olmayabiliyorlardı artık. Kabare izleyicisi değillerdir yani. Haldun Taner ayrılmak istiyordu. Amacını bir mektupla Zeki-Metin ikilisine bildirir. Devekuşu adını kabare tiyatrosu yapmak koşuluyla onlara bırakmak istemektedir.

1978… Devekuşu Kabare’de ayrılık... Zeki-Metin ikilisi ön plana çıkmışlardı. Reklam ve film teklifleri geliyordu.  Haldun Taner ve Ahmet Gülhan ekipten ayrılır. Zeki-Metin ikilisi Devekuşu Kabare adıyla devam eder. Büyük salonlarda büyük kadrolarla... Ve 1992 de onlar da bırakırlar. Ancak olaya idealizm açısından bakılırsa Haldun Taner ve Ahmet Gülhan değil Zeki-Metin ikilisi Devekuşu Kabareden ayrılmışlardır. Bana göre tabii.

1980 yılında Haldun Taner ve Ahmet Gülhan Pangaltı’daki eski Gala Kulüp’ün mekânında Tef Kabare’yi kurarlar. Ahmet Gülhan’dan başka Uğur Yücel, Necati Bilgiç, Cem Özer, Oya Terzi, Haluk Yüce, Alev Akay, Berrin Koper gibi genç oyuncular ve Ahmet Gülhan’ın eşi Gülümser Gülhan oyuncu kadrosunu oluşturuyordu. Hayırdır İnşallah ve Kapılar oyunlarını oynadılar. Ancak 1 yıl dayanabildiler. 1980’li yılların insanları 1967’li yıllardakilere benzemiyordu.   

O günlerde evliliğim yılını bile doldurmamıştı. Bir akşam eşimle Tef Kabare’ye gidelim dedik. Hem eski Gala Kulüp’ün yeni durumunu görürdüm hem de Metin Gülhan, Uğur Yücel, Necati Bilgiç gibi eski dostları.  Caddede yürüyoruz. Tesadüf bu ya. Karşıdan Metin’in geldiğini gördüm. Sohbet ettik. Oraya gideceğimizi öğrenince geri döndü. Tiyatroya pasaj koridorunun sonundan iniliyordu. Gişede Gülümser Gülhan oturuyordu. Metin ‘Yenge, Arif arkadaşımdır.’ Dedi. Para almadılar yine. Metin bizi aşağı indirdi ve ‘Bir dakika bekleyin’ dedi. Biraz sonra geldi ve bize yerimizi gösterdi. Ard arda dizilmiş sandalye gruplarının ortadaki koridorunun en önüne iki koltuk koydurmuş. Mahcup oldum. Oturduk. Oyun başladı. Önce Necati sahneden beni gördü. Sonra da Uğur. Uzatmayayım oyun boyunca adeta beni de oyuna soktular Oyun bitince ikisi de yanıma geldiler. Hasret giderdik. Oyunun ve kendilerinin çok başarılı olduklarını söyledim.

1980’lerin ortaları… Pazar günleri arkadaşlarla halı sahada top oynuyor, sonra da Dalyan’da bir çay ocağında oturuyorduk. Bir gün arkadaşlardan biri ‘Bakın Haldun Taner’ dedi. Kaldırımda yalnız yürüyordu. Başında eski kuşakların kullandığı hafif yana sarkık beresiyle... Gözüm dolmuştu. Tipik bir Türk aydını idi. ‘Onlar sayesinde ülke ayakta duruyor’ demiştim içimden. Herkes O’nun hep Mühürdar’da oturduğunu sanır. Evet, orada yazdığı Yalıda Sabah isimli müthiş bir öyküsü de vardır. Ama sonradan Dalyan’a taşınmıştır.

2006 yılında Kadıköy Kent Konseyi kurulmuş, ilk kurucu başkanı Ben olmuştum. Bir gün Haldun Beyin eşi Demet Hanım telefonla aramıştı. Faruk Ayanoğlu Caddesindeki bir binayı tarif ediyor ve buranın Haldun Taner Müzesi yapılması için girişim talep ediyordu. ‘Tabii’ dedim. Sonra da Belediye Başkanlığı’na başvuruda bulunduk. Yıllar sonra, 2018 yılında o bina Haldun Taner Müzesi yapılmış. En çok sevinenlerden olmuştum.

7 Mayıs 1986 tarihinde kaybettiğimiz Haldun Taner burada yazdıklarımın çok ötesinde bir yazar, bir insandır. Ben sadece Devekuşu Kabare Tiyatrosu kesitine ışık tutmaya çalıştım. 

ARİF ATILGAN 2023 MAYIS

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/haldun-taner-ve-deveku%C5%9Fu-kabare-ti%CC%87yatrosu

http://atilganblog.blogspot.com/2023/05/haldun-taner-ve-devekusu-kabare.html

Not: 

-Haldun Taner, Zeki Alasya, Yalçın Gülhan ve Metin Gülhan bugün aramızda yoklar. Kendilerini rahmetle anıyorum.

-Garip bir teadüf. Bu yazıyı yazdıktan hemen sonra Ahmet Gülhan'a rastladım.

-1977 yılında ekipteki ayrılık olayını Sayın Demet Taner’den öğrendim.

 

 

9 Mayıs 2023 Salı

İSTANBUL’DAKİ DEĞİŞİM

1965 yılı üniversitedeki ilk yılımdır. Sınıfın çoğunluğu İstanbul dışındandı. Bir hocamız ilk günlerdeki duygularımızla ilgili sohbet yapmıştı. Mahcup bir taşralı arkadaşımızın, köyünün şivesiyle derdini anlatmasına şaşırmıştım.

Okulu bitirdik. İstanbul dışından gelenlerin neredeyse tamamı İstanbul’da kalmıştı.  

1980’lerde işim olan bir belediyede memur tipinin değiştiğini görmüştüm. İstanbul, çoğunlukla dışarıdan gelenler tarafından idare ediliyordu artık.

1990’lı yıllarda yeni bir inşaatım için hafriyatçımı arıyordum. Şehzade Ziyaeddin Köşkünün yanındaki Çiftlik denilen bölgede çalıştığını öğrendim. Oraya gittiğimde içim cız etmişti. Çocukluğumuzun geçtiği, kuş avladığımız, top oynadığımız, piknik yaptığımız, sevgililerle gezdiğimiz çayırlık-ağaçlık alan inşaatlarla dolmuştu.

Gerek İBB’deki gerekse 39 İlçe Belediyesindeki meclis üyeleri ve başkanları ile İstanbul milletvekilleri İstanbullu’mudur?

İstanbullu’dan kastım nedir? Hiç değilse burada yaşayan ailenin ikinci kuşağı olmalıdır. İstanbul’u hissedebilmelidir. Burada çocukluk yaşamalı, anıları olmalıdır. Dolayısıyla kente yanlış yapıldığında içi cız etmelidir.

                                         İstanbul’dan Bir Görüntü

1960’lardan itibaren İstanbul mahvediliyor. Önce sanayi kuruldu. Sonra ucuz işgücü için Anadolu köylerinden insanlar getirildi. O insanların gecekondu yapmalarına göz yumuldu. Gecekondular için aflar çıkarıldı. Af olan gecekondular kat karşılığı inşaata verildi. Nüfus çoğalınca yeni işyerleri yapıldı. Yetmedi gökdelenler yapıldı. 1980’lerdeki İstanbul’un sırtından her on yılda bir postaki çıkarıldı.

Günümüzde yurt dışından da göç geliyor. Dolayısıyla konutlar yetmiyor, inşaat yapılıyor. İstanbul’da İstanbul kalmıyor. Şehir iken kent oluyor.

Nüfusu 20 milyona dayandı. Yaşanacak bir şehir istenseydi 5-6 Milyonlarda kalmalıydı.

Eski İstanbullu yok denecek kadar azaldı. Olanlar da zaten bir şeye karışmıyor. Şaşkın, sessiz, sakin oturuyorlar. Fikirlerinin sorulmaması bir yana adam yerine bile konmuyorlar. Onların dışında herkes İstanbul’un sahibi olmuş.

Bakın bakalım eski mahalleler var mı? Yalı ailelerini bile arıyorum.  Vapurlar, plajlar, çay bahçeleri, komşular, esnaflar, çayırlar, dereler, trenler, sinemalar, muhallebiciler… Her yan harala hürele… Kalabalık, pis… İstanbullu’nun denizden haberi yok. Denizin farkında değiller.

İster inanın ister inanmayın. Neredeyse ülkenin her yanındaki ailenin bir evi de İstanbul’da var. Garip değil mi?

Hani deniz kıyısında yeşillik doğa harikası bir yere biri gelip ev yapar. Sonra ardından başkaları da yapar ve bir süre sonra oranın eski güzel hali anımsanamaz bile. İstanbul da öyle oldu. Bence yüzülecek postu kalmadı garip İstanbul’umun. Alarm veriyor. ‘Yeter’ diyor.

Son sözüm tüm şehirler içindir. Şehirleri o şehrin yerlileri idare etmeli.

ARİF ATILGAN    2023 MAYIS

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/i-stanbul-a-ta%C5%9Fra-etki-si

http://atilganblog.blogspot.com/2023/05/istanbula-tasra-etkisi-1965-yl.html


5 Mayıs 2023 Cuma

 

YEŞİL ERİK

1959 yılı… Yaz mevsiminin ilk günleri. Babam sabah giderken ‘Erken geleceğim. 3 (15) gibi. Çamlıca’ya piknik yapmaya gideriz.’ Diyor Anneme. Biraz sonra ben de çıkıyorum. Güneş karşı kaldırımdan bizim tarafa gelmeye başlamış. İlk sokağa çıkan çocuk ben olmuşum o gün. Ortalıkta kimse yok henüz. Biraz sonra Mustafa (Demir) geliyor karşıdan. Diyor ki ‘Eriğe gidelim mi?’

Yeşil Erik veya bildik adıyla Can Erik. Sihirli bir meyve. Hatta meyveden başka bir şey bizim için. Ekşi olmak şartıyla tabii. Biz onu dişlerimiz kamaşıncaya kadar yerdik. Kamaşınca da tuza banıp yerdik. Hatta kamaşmanın geçmesi için dişlerimizin arasında tuz geveleyip sonra yine yerdik. Mustafa, ekşi erik yeme şampiyonuydu. Sonra da ben gelirdim.

Ona bakıyorum ve içimden ‘Niye dedin? Dayanamam ki’ diyorum. Dışımdan da ‘Babam erken gelecek. 3’e (15’e) kadar döner miyiz?’ diye soruyorum. Sonuçta yola koyuluyoruz.

Söğütlüçeşme’den tren yoluna çıkıp Feneryolu’na, bazen de Göztepe’ye kadar yürürdük. Demiryolunun çevresindeki ağaçlardan toplardık erikleri. Ama arada bir tren yolu kenarındaki bahçelere de dalardık.  Yanlış anlaşılmasın. Sadece erik ağaçları ilgilendirirdi bizi.

Atlet fanila ileydik. Hava sıcaktı. O zamanlar şimdiki gibi süslü fanilalar yoktu. Topladığımız erikleri göğsümüze doldurmuştuk. Geri dönerken bir yandan yiyor bir yandan elektrik direklerine nişan alıyorduk.

Söğütlüçeşme İstasyonundan dışarı çıktık. Keyfimizi bozmadan yine elektrik direklerini nişanlayıp caddeden yürüyoruz. Tam Acıbadem’e çıkan asfalt yolun oraya gelmiştik ki karşıdan ağbimin geldiğini gördüm. İşte o zaman gerçek hayata döndüm ve eve geç kaldığımın farkına vardım. Mustafa uzaklaştı. Ağbim yanıma geldi ve göğsümdeki erikleri yere döktürdü. Biraz yukarıdaki Yıldızbakkal durağına yürüdük. K.Çamlıca’ya kadar çıkan 3 Numaralı Kadıköy-Acıbadem otobüsünü beklemeye başladık.

Son durağa gelirken Bizimkileri görmüştüm. Çeşmeye giden yolun üst tarafında oturmuşlardı. Yıllar sonra ‘O Ağacın Altı’ denilen nokta. Ben hariç bütün aile. Otobüsten indik ve yanlarına gittik. Babam ‘gel bakalım’ dedi. Serilen kilimin yan tarafına geçtik. Uzatmayayım. Güzel bir dayak yedim. Operasyon bitince sofraya oturtuldum. Benim hakkım ayrılmıştı. Adalet vardı yani. Acıkmıştım da…

Akşam eve döndüğümüzde ablam anneanneme olanları anlattı kısaca. Bizim koruyucu meleğimiz olan anneannem ilk defa bir torununa arka çıkmamış, ‘Hak etti ama’ demişti. Laf aramızda ben de aynı fikirdeydim.

Aradan yıllar geçmiştir… Bu sefer benim Yalova’da bahçeli bir evim vardır ve bir de duvarın dibinde dalları dışarı sarkan erik ağacımız. O tahrik eden yeşil erik. Karşımızda ise bir lise. Üstelik okul boşalırken servis araçları bahçe duvarının önüne sıralanıyor.  

                                                         Erik Ağacımız

Birkaç gün İstanbul’a gitmiştik. Döndüğümüzde erik ağacı tarumar olmuştu. Tepe dallarda birkaç tane meyvesi kalmış. Üzeri pıtrak gibiydi. Ertesi gün okul dağıldığında balkonda bekliyorum failleri görmek için. İki kız hamle etti ama beni görünce durdular. Sonra da sordular ’Ağbi, koparabilir miyiz?’ diye. Dedim ki ‘Bekleyin. Çekirdekleri bile oluşmamış. Büyüsünler. Hepsi sizin. Söz.’

Aslında biliyordum tatmin olmadıklarını. Erik bulduğun olgunlukta yenir. Gözden ırak olanlar hariç hiçbir yeşil erik olgunlaşmaya zaman bulamaz.  Ama ne yapayım? Benim ki tecrübe mi,  yaşlanmak mı? Bilemiyorum. Kesin olan bir şey var ki çocuklar haklıydı. Biz yokken yine dalarlarsa ağaca... Bir şey diyemem. Yeter ki bahçeye zarar vermesinler.

ARİF ATILGAN 2023 MAYIS

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ye%C5%9Fi-l-eri-k

http://atilganblog.blogspot.com/2023/05/yesil-erik-1959-yl-yaz-mevsiminin-ilk.html
 

Not:

-Ben mimar oldum. Mustafa (Demir) subay. İkimizde emekliyiz artık.

-Mustafa’yı tanıtayım… Ekşi erik ve ekmek ayvası uzmanıdır, çikletlerden çıkan resimli kartonlarla oynanan oyunu iyi oynar, iyi sapan yapar ve iyi kullanır, yeşil çitlembik için patlangaç yapar kırmızı çitlembik içinse kamış, ikisini de iyi kullanır, balık tutmak için Kalamış dere ağzından kurt çıkarır ve iyi balık tutar, kibrit kutusundan telefon yapar… Özet olarak aklıma gelen gelmeyen tüm muzır şeyleri çok iyi yapardı. Selam olsun Ona ve O yıllara.