15 Eylül 2024 Pazar

Köşe Yazısı 

Yalova

YEME-İÇMECİLER ve HİJYEN

Bilindiği gibi 2020 yılında tüm dünyada ve ülkemizde covid salgını yaşandı. 2020 Martından 2021 Nisanına kadar sokağa çıkmak yasak edildi. O tarihten itibaren bende yeme-içme konusunda titizlik oluştu. Bu tip yerleri incelemeye başladım. Sonunda tahmin edemeyeceğim bir hijyen yokluğunu tespit ettim. O günlerden bu günlere gördüklerimi biraz anlatayım.

Önce Yalova’dan birkaç örnek vereyim. Çay bahçelerinden birinde bulaşık yıkayan hanımın parmaklarının ucuna kadar tüm vücudunun siğillerle kaplı olduğunu gördüm. Bir başkasında tezgâh üstündeki mini bulaşık makinasına konan bardaklar yıkama süresi dolmadan çıkarılıyordu. Bir kafede de çay dolduran kızımız burnunu karıştırıyordu. Üstelik bu tip yerler tasarruf yapmak için bardakları sıcak suyla çalkalamak âdetini de bıraktılar.

İstanbul’da da çok farklı değildi bu işler. Örneğin şık bir kafeye giriyorsunuz sizin oturacağınız koltukta da masanın üzerinde de kedilerin yattığını görebiliyorsunuz. Bir başkasında içeride köpeklerin yattığını da görebiliyorsunuz. Hayvan sevgisinin bu konuyla ilgisi olamaz. Ünlü bir meyhanede masadan kalkanların tabağında artan humus buzdolabındaki büyük kitlenin içine yediriliyordu. Uzun uzun yazmayayım. Ama ayağını kaşıyanı da, yazamayacağım başka şeyleri de gördüm hep.

Emin olun okuyucuyu etkilemek için abartmadım bunları. Kısa kestim bile diyebilirim.

Bir Çay Bahçesi

Ne yapılmalı?

Öncelikle kesinlikle yeme-içmeci çalışanlarının sertifikalı olmalarının sağlanması gerekir. O sertifikayı alabilmek için de bir kurstan geçirilmelidirler. Ama o kadarla da bırakılmamalıdır. Zaman zaman belediye yetkilileri tarafından haberli-habersiz denetlemeler yapılmalıdır.

İşyerlerine gelirsek… Kesinlikle minimum ölçüler belirlenmelidir. Bu ölçüler kapalı mekânın içinde sağlanmalıdır. Mutfak ve müşterilerin oturduğu kısımlar en az ölçülere uymalıdır. Öyle küçük yerler var ki kapalı kısım mutfak oluyor, dışarı konan masalar müşterilerin ağırlandığı bölüm oluyor. Ölçü içeride karşılanmalıdır. Mutfaktaki minimum araç-gereç belirlenmeli, müşteri kapasitesi belli rakamın üzerinde olanlara sanayi tipi bulaşık makinası zorunluluğu getirilmelidir.   

Bir konu daha vardır ki bunu insanlar anlamaz hisseder. Gitmek istemezsiniz o mekâna veya nesinden rahatsız olduğunuzu anlayamazsınız. Görüntü kirliliğidir adı… Bir yerde olmaması gereken eşya vs nin olmasıdır kısa tarifi… Örneğin kafenin veya restoranın veya çay bahçesinin içinde bir köşede gazoz sandıkları, su kolileri vs nin bulunması. Pis değildir, tiksindirici de değildir yalnız başlarına… Orada olmaları rahatsız edicidir ama. Konukların bulunduğu bölüm depo gibi olmamalıdır. Müşteriler baş tacı edildiklerini hissetmelidir geldikleri yerde. Depoda oturduklarını değil.

Merkezi yöneticiler ama özellikle yerel yöneticiler bu tip konuları dikkate almalıdırlar.      

Eşimle uzun süredir dışarıda pek bir şey içmiyoruz. Evde yapıp termosa koyduğumuz çayı götürüyoruz yanımızda. Katlanan sandalyelerimizle hem daha hoş, doğal bir yerde oturuyoruz, hem halis çay içiyoruz, hem de neredeyse bedavaya içiyoruz. En pahalı marka çayın bir poşeti 1.5 TL ye geliyor. Bir demliğe 2 poşet konuyor ve tam 8 bardak çay oluyor. Yani bir bardağı 37,5 kuruşa geliyor. Elli Kuruş bile değil... Biliyorsunuz dışarıda en ucuz bir bardak çay 20-30TL. Sakın burun kıvırmayın. Eşimle her gün dışarıda ikişerden dört bardak çay içeriz. 80-120TL. Sekiz bardak içsek 160-240TL. Bir de dışarda içilen hiçbir çay evde hazırlananla aynı lezzette olmuyor. Hatta bazı yerlerde kırmızı sıcak su içtiğinizin farkına varıyorsunuz.

Bu hesaplara girince yeme-içmecilerdeki kar oranını da düşünmeden edemiyor insan. Oralarda daha ucuz olan paket çayın kullanıldığını düşünürsek bir bardak çayın 10-20 kuruşa mal olduğu ortaya çıkmaktadır. Tabii ki giderler vardır ama kazanç yüzdesini lütfen hesaplayın. En düşük 2000 kuruşa (20TL) satılıyor.

Çay bahçesini kamu kurumundan kirala. Yukarıda hesaplanan yüksek kârla çalıştır. Bıkınca da hava parasıyla devret… Öffff. Yine solculuğum tuttu… Konumuz hijyen idi…

ARİF ATILGAN 2024 EYLÜL

 

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/09/kose-yazs-yalova-yeme-icmeciler-ve.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yeme-i%CC%87%C3%A7meci%CC%87ler-ve-hi%CC%87jyen

 

  

 


25 Ağustos 2024 Pazar

 Köşe Yazısı

Yalova

YALOVA GAZİ PAŞA CADDESİ SAHİLİ

Geçtiğimiz günlerde bir çay bahçesinin sahip değiştirdiğini öğrendim. O zaman buralarla ilgili biraz daha derin yazmam gerektiğini düşündüm. Zira çay bahçeleri aslında kamuya yani halka yani bizlere ait arsalardaki tesislerdir. Buraları bizim adımıza kamu kurumları kullanır. Burada da kamu kurumu olan belediye bizim adımıza bize en kazançlı şekilde kullanmak zorundadır. Bir çay bahçesi işleteni işinden bıktıysa orayı belediyeye bırakıp gitmelidir. Belediye de kendi prosedürüyle yeni işletmeciye vermelidir. Umarım böyle olmuştur.

Bahaneyle çay bahçelerini masaya yatırmak istiyorum.

Çay bahçeleri 1950’li yılların sonlarında ama esas olarak 1960’lı yıllarda oluşmaya başlamıştır. Daha önce kırları tercih eden insanlar artık deniz kıyılarında gözükmektedirler. Ancak o yıllarda kıyılar boştur. Çok seyrek bir şekilde evler vardır. Dükkân yoktur. Bu sebepten kamu kurumları kamuya ait yerleri kiraya vererek çay bahçeleri açtırmıştır. Dolayısıyla insanlar deniz kıyılarında oturup bir şeyler içip nefeslenme imkânı bulmuştur. Buraları bazen toprak parçası bazen kaldırım vs olmuştur. Daha sonraları deniz olmayan iç taraflarda da açılmışlardır.

1970’lerde inşaat sektörü hareketlenmiş, 1980’li yıllardan itibaren de kıyılardaki arsalara yapılan inşaatların altına dükkânlar yapılmaya başlanmıştır. Giderek kamu kurumları çay bahçelerinin mukavelelerini iptal etmiş ve o alanları yeşil alan, park, kumsal vs şeklinde kamunun kullanımına açmıştır. Artık kıyıdaki binaların altına yapılan dükkânlarda kafeler açılmaktadır.

2024 yılındayız. Ülkemizin birçok bölgesinde çay bahçeleri bitmiştir. Artık kafeteryaların kısaca kafelerin dönemi başlamıştır.

Yalova’ya gelirsek…

Gördüğüm kadarıyla Gazi Paşa Caddesi’nde çay bahçeleri kalmış. Yolun deniz tarafındaki bu tesisler haliyle dolmaktadır. Buna karşın yolun diğer tarafındaki binaların altındaki dükkânlar iş yapamamakta çoğu boş durmaktadır. Hâlbuki işyeri olması gerekenler bu dükkânlardır. Yanlış yapılmaktadır. Daha ötesi farkında olmadan kamu gücü ile o dükkânların işlevsiz kalmaları sağlanmaktadır.

Ayrıca sahil tarafında yine belediyenin kiracısı olan seyyar-sabitler vardır ki onlar tamamen yanlıştır. Üstelik tümündeki hijyen durumunun sorumlusu da belediye olmaktadır. Çünkü belediyenin kiracısıdırlar.

Atatürk’ün Yaptırdığı Hıyaban (İki tarafı Çınarlı Yol).

Sağlıklılık, bilimsellik ve doğruluk açısından yapılması gerekenler oldukça basittir.

Öncelikle bu caddenin trafiğe kapatılması çok doğrudur. Sadece yol kenarındaki bazı çınar ağaçları kesilmiştir. Hemen onların yerlerine yeni çınarlar dikilmelidir. Zira bu çınarları Atatürk diktirmiş olup ağaçlar ve yol bizlere onun yadigârıdır.  Daha sonra yolun deniz tarafı tamamen boşaltılmalıdır. Yeme-içmeciler yolun üst tarafındaki binaların altındaki dükkânlarda olmalıdır. Hepsinin önü açılacak ve denizi görebileceklerdir. Hediyelik eşyacılar akşam belli bir saatten sonra yolun bir kenarında tezgâh açabilirler. Ama asla gündüz değil. Yani sabit olmamalıdırlar.

Derenin iskele tarafı tarif ettiğim gibi düzenlenmiş ve çok ta hoş olmuş. Yani örnek var.

Akasya Plajı tarafında yolun deniz tarafı sanki özel olarak buradaki çay bahçeleri, hediyelik eşyacılar, seyyar-sabitler için doldurulmuş gibi. Bu sahildeki ticari yapılar Baltacı Çiftliği’ne kadar tamamen boşaltılmalıdır. Halk yolun deniz tarafını rahatlıkla kullanabilmelidir. Belediye düzenleyici ve denetleyici olmalıdır. Amaç halkın kendi kıyısını ve denizini ücretsiz, nezih bir şekilde kullanabilmesinin sağlanmasıdır.

Ayrı yazı konusudur ama yine de kısaca değineyim. Gazi Paşa Caddesi’ne cepheli yapı adaları turizm fonksiyonuna geçirilmelidir. Ama kesinlikle kat fazlası verilmemelidir. Bugün yapılmasa da önünde sonunda olacağı budur.

Bunlar yapılsın. Bakın görün o kıyı nasıl değişecek. Yalova’nın gözü gönlü açılacaktır.

Aklım ermiyor. Aslında sahildeki dükkân sahiplerinin itiraz etmeleri gerekirken onların hakkını ben akıllara getiriyorum. 

ARİF ATILGAN 2024 AĞUSTOS  

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/08/yazs-yalova-yalova-gazi-pasa-caddesi.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yalova-gazi-pa%C5%9Fa-caddesi-sahi-li


Not:

-Kamu halk demektir.

-Seyyar-Sabit: Aslında seyyar satıcı olup belediyeden yer kiralayarak seyyar-sabit olmuşlardır.



1 Ağustos 2024 Perşembe

 Anı-Öykü

ANADOLU LİSESİ ÇEVRESİ KIRLIĞI

1962… Uzun Hafız Sokağı’nın tren yolu köprüsü üzerinde arkadaşım Özkan’a rastlıyorum. Elinde bir adet Pepsi Cola ile Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı istikametine gidiyor. ‘Nereye?’ diye soruyorum. Elindeki şişeyi gösteriyor ve ‘Çiftlik tarafına. Şunu içeceğim.’ Diyor. Hem gülüyorum hem de ‘Helal olsun keyfine’  diyorum.

Bu kısa bilgiyi açayım şimdi. O yılları yaşamayanlar bir şey anlamamışlardır zira.

1962 yılına kadar ülkemizde sadece yerli üretim gazoz içilirdi. O yıl yabancı bir marka olan Pepsi Cola gelmişti. Siyaha yakın koyu renkli bu içecek çok tutulmuş, çok içilir olmuştu. Özkan da böyle bir içeceği almış hakkını vererek içmek istemişti belli ki. Bu sebepten kırlık bir yerde oturup keyfini çıkarmayı düşünmüş ve Çiftlik’e gitmeyi planlamıştı. Pekiyi Çiftlik neresi?

1900’lerin başında Padişah 5. Mehmed  Reşad eşi Kamiramis Hanım için Kadıköy’de köşk yaptırır. Ancak O burayı beğenmez ve oğlu Şehzade Ziyaeddin’ine verir. Daha sonra sahip değişir Sokullu Köşkü olur. Onlardan Erdem ailesi satın alır. 1945 yılından 1975 yılına kadar Özel Anadolu Lisesi olarak kullanılır.

Bu köşk 320 Dönümlük arazinin içine inşa edilmiştir. Binanın çevresindeki altı dönüme yakın bahçe yüksek duvarlarla çevrilidir. Arazi çiftlik olarak kullanılmış. Bu sebepten yıllar sonra bile artık sadece kırlık olan alan çiftlik adıyla anılmıştır. Kaba tarifle İbrahimağa’dan Acıbadem’e, Sarayardı Caddesi’nden E-5 Karayoluna kadar büyük bir çayırdır burası.

Bazı alanları futbol sahası, bazı alanlarıysa bostanlık olarak kullanılıyordu. Ama büyük bir bölümü kırlıktı. Bahar aylarında okullar öğrencilerini getirirdi. Tabii ki sevgililer de burayı keyifle kullanırdı. Ailelerin kıra gitmeleri ise sık rastlanılan bir durumdu.

O yıllarda Kıra Gitmek denirdi. Mangal filan yapılmazdı. Evde hazırlanan yaprak dolma, haşlanmış yumurta, domates, salatalık filan olurdu. Bir de kuru köfte yapılırdı da onun esas adını yazmayayım. Uzak yerlere konu-komşu kamyona doluşarak gider, yakınlara ise elde taşınan malzemelerle yürüyerek gidilirdi. Kırlık alana kilimler serilir, yemekler yenir, sohbetler yapılır ve tabii sonunda da oyunlar oynanırdı.

Kovalamaca, mendil kapmaca, saklambaç derken ortaya top çıkarılır ve voleybol oynanırdı. Voleybolu hanımlar çok severdi. Müsabaka değil tabii. Çember olup voleybol kuralıyla topu birbirlerine aktarmak şeklinde... Laf aramızda böyle oyun müsabakadan daha keyiflidir.

10 Ağustos 1961… Özel Anadolu Lisesi’nin E-5 tarafındaki bahçe duvarının ön kısmında çekilmiş bir fotoğraf. Kuzular, çocuklar, voleybol oynayan hanımlar.. Çevrede ahlat yani yabani armut ağaçları var. Ama en önemlisi huzur var…

1961 Yılında Voleybol Oynayan Süheyla, Hayriye, Filiz (Merhum) ve Ülkü Hanımlar

2024 yılındayız. 320 dönüm arazinin içinde AVM dâhil her çeşit bina var. Özel Anadolu Lisesi yani ilk adıyla Şehzade Ziyaeddin sonraki adıyla Sokullu Köşkü görülmüyor bile. Arayanlara tarif edeyim. AVM’nin bir üst sokağında restore edilmiş şekliyle duruyor. Çevresindeki sokaklar bahçe duvarlarının üst seviyesine kadar yükselmiş.

1966 ve 2020 Yıllarına Ait Hava Fotoğrafı

Kabaca bakarsak… O zamanlar Kadıköy’ün nüfusu 150000 civarı idi. Günümüzde o Kadıköy’ün E-5 üzerindeki kısmı Ataşehir ilçesi olmuştur. Kadıköy ve Ataşehir’in toplam nüfusu 900000 civarıdır. Yani 6 kat artmıştır.

O günlerde yaşamış bir kuşağın ferdi olarak şanslı olduğumuzu söylemeliyim. Bu günleri yaşamak şans mı şansızlık mı ona okurlarım karar versin.

ARİF ATILGAN 2024 AĞUSTOS

https://atilganblog.blogspot.com/2024/08/anadolu-lisesi-cevresi-kirligi-1962.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/anadolu-li-sesi-%C3%A7evresi-kirli%C4%9Fi

28 Temmuz 2024 Pazar

 Anı-Öykü

KIBRIS HAREKÂTLARINDA YELDEĞİRMENİ SEMTİMİZ

Kıbrıs Barış Harekâtı… Ama sadece harekât değil, onun içindeki Yeldeğirmeni semtimin çocukları.

Önce 1964 yılındakini anımsayalım.

Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel… 1946-1949 yılları arasında Kemal Atatürk Ortaokulu’nda okumuş. Sonra Haydarpaşa Lisesi, Kuleli Askeri Lisesi ve Harp Okulu... 1955 yılında asteğmen olarak mezun oluyor. 

8 Ağustos 1964. Kıbrıs’a müdahale ediliyor. Dörtlü F-100 kolunun lideri olarak katılıyor. Yara alan uçağı düşmeden önce paraşütle atlamayı başarıyor. Ancak Rumlar’ın tarafına iniyor ve esir alınıyor. Onu Türkiye aleyhine konuşturmak istiyorlar. Konuşmuyor. Akla gelmeyecek işkenceler yapılıyor.  O derece ki… Naaşını teslim alan Türk Doktor Zihni Uzman, "Gördüklerim karşısında günlerce ağladım…’ demiştir. Cengiz Topel Kıbrıs’taki ve T.C. tarihimizdeki ilk hava harp şehidimizdir. 

Cengiz Topel

Ve sonra 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı…

İki arkadaşımız katılıyor bu harekâta. İkisi de yaşıtım. Arkadaşım. Mesut Günsev ile Mustafa Alkan Binici.

Mesut Günsev’le ilkokulda aynı sınıftaydık. Ortaokulu Kemal Atatürk Ortaokulu’nda okuduk. O Haydarpaşa Lisesi’ne gitti. Sonra Harp Okulu’na girmiş.

M. Alkan Binici Selimiye Askeri Orta Okulu’na gitti. Sonra Kuleli Askeri Lisesi ve Harp Okulu...

Mesut, 1974 yılında Kıbrıs’a harekât yapılacağını öğrendiğinde İtalya’da hastanededir. Oradan kaçarak tedavisini yarım bırakır ve orduya katılır. ‘Yaşamımda kaç defa savaş göreceğim’ demişti bana. O sıradaki rütbesi deniz amfibi piyade üst teğmendir. 

M. Alkan da harekât sırasında üst teğmen rütbesindedir. Tankla Rum birliğinin içine intihar girişi yaptığı anlatılır. Kendisi anlatmaz.

Mesut Günsev ve M. Alkan Binici de gazilerimizdir.

Kıbrıs harekâtı sırasında çok dinlenen şarkılar vardır. Örneğin, Esmeray’ın ‘Unutma-Unutama Beni’,  Ayten Alpman’ın ‘Bir Başkadır Benim Memleketim’ şarkıları.

Bir tane daha vardır ki o harekâtla anılır olmuştu.  Yasemin Kumral’ın ‘Girne’den Yol Bağladık Anadolu’ya’ şarkısı. Mesut ‘Harekâtın son gününde kendimizi bir anda mayın tarlası içinde bulduk... Askerlere moral vermek için sürekli Yasemin Kumral'ın ''Girne'den Yol Bağladık Anadolu'ya'' şarkısını söylettim. Mayınların arasından çıkmayı başardık...’ demişti. Dünyada askeri müzelerde sadece iki plak varmış. Birisi 2. Dünya Savaşı’nda Marlene Dietrich’in ‘Lili Marleen diğeri Yasemin Kumral’ın 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda ‘Girne'den Yol Bağladık Anadolu'ya’ şarkıları. 

Mesut Günsev, Yasemin Kumral, M. Alkan Binici Eski Yeldeğirmenliler Toplantımızda.

Cengiz Topel, Mesut Günsev, M. Alkan Binici ve Yasemin Kumral… Yeldeğirmeni’nin çocukları… Biz semtimizi unutamayız. 

ARİF ATILGAN 2024 TEMMUZ

Not:

-Mesut Günsev ile M. Alkan Binici binbaşı rütbesiyle emekli olmuşlardır.

-M. Alkan Binici’yi 13 Mayıs 2024 tarihinde kaybettik.

-Yasemin Kumral’ın ''Girne'den Yol Bağladık Anadolu'ya” isimli plağı Foça Askeri Müzesi’ndedir.

https://atilganblog.blogspot.com/2024/07/kibris-harekatlarinda-yeldegirmeni.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kibris-harek%C3%A2tlarinda-yelde%C4%9Fi%CC%87rmeni%CC%87-semti%CC%87mi%CC%87z

 

 


18 Temmuz 2024 Perşembe

 Köşe  Yazısı

EMEKLİLER

16 Temmuz 2024 akşamı eve geldim. TV’deki en çok izlenen haber kanalını açtım. Emeklileri tartışıyorlardı. Her biri daha önce emeklilerin maaşlarının çok yetersiz olduğunu söyleyen gazetecilerdi. Ancak dün akşam bir tanesi hariç hepsi hükümetin bütçesinin kısıtlı olduğunu ancak bu kadar verebildiğini filan söylüyorlardı. Hele programı yöneten hanımefendi öyle bir şey söyledi ki şaşırdım kaldım. Önce programa katılanlara emekli olup olmadıklarını sordu. 3 kişi emekli idi. Kendisi de dâhil diğer 3 kişi emekli değildi. Dedi ki ‘Ben bir çalışan olarak sizlerin (emeklilerin) maaşını ödemeye devam edeceğim’. Yani 2 çalışan 4 emeklinin maaşını ödüyor diye bir hesap var ya… Yaptığı gafın farkında bile olmadan bir güzel programını da devam ettirdi. Diğer katılanların hepsi fark etti ama ses etmediler bence. 

Ne demek istiyordu bu hanımefendi. ‘Ey emekliler bir an önce ölün gidin. Ben de size maaş ödemekten kurtulayım.’ Öncelikle şu bilinmeli. Emekliler yasa dışı değildir. Yasalar ne emrettiyse onları yerine getirerek emekli olmuşlardır. Eğer yanlış bir şey varsa o zamanın siyasetçilerinde vardır. Emeklilerde değil. Gelelim işin aslına…

                                       
                                                               Emeklilik.

İktidar, memurlarına ve işçilerine ne istedilerse vermiştir. Çünkü onlar sendikalıdır.  Daha sonra ekonomik program uygulamasına geçmişler ancak kasada yeterli para kalmamıştır. Emeklilere de ne kaldıysa o verilmektedir. Memurlara verilene bakarsak... Düşük dereceli bir memur anlattı bana. Kendisi 48 Bin TL alıyormuş. Ama emekli etmişler 24 Bin TL alacakmış. Yani çalışan memurlar müthiş rakamlar almaktadırlar. Özel sektörde ise 17500 TL olan asgari ücreti ücretten bile saymamaktadırlar.

SGK ve Bağ Kur emeklilerinin aldığı 10 Bin TL civarı maaşlar komik, hatta sadaka bile değildir.

10 Bin TL’den düşük maaş alan emeklilere zam yapıldı. Yüksek olanlara yapılmadı. Dolayısıyla en düşükle en yüksek eşitlendi neredeyse. Bu adaletli bir uygulama mıdır? Daha önce memurlara da böyle bir ayar yapılmıştı.

Bu iktidar 24 yıldır başımızdadır. Yapılan bir hata varsa kendilerinde aramalıdır. Yerel seçimlerde halkımız kendilerine sağlam bir uyarı yapmıştır. Görülüyor ki uyarı anlaşılmamıştır. Zamanı gelince genel seçimleri de göreceğiz.

ARİF ATILGAN 2024 TEMMUZ

https://atilganblog.blogspot.com/2024/07/yazs-emekliler-16-temmuz-2024-aksam-eve.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/emekli-ler

7 Temmuz 2024 Pazar

 Köşe Yazısı

Yalova

DENİZDE BOĞULMALARA DİKKAT

Yalova’da sabah saatleri... Denizde sadece ben varım. 3 çocuk iskelenin ucuna geliyor. İlkokul yaşlarındalar. Bana ‘Ağbi burası derin mi?’ diye soruyorlar. ‘Biriniz atlayın’ diyorum. Atlayanı tutup boyunu ölçüyorum. Görüyorum ki derinlik boylarına uygun. Yani denize girebilirler. Üçü de yüzme bilmiyormuş. ‘Merdivenin yanından atlayın, uzaklaşmadan çıkın.’ Diyorum. Girip çıkıyorlar. Sonra iskelenin kara tarafına doğru biraz gerisine gidiyorlar. Orada oynuyorlar. Ben de yüzmeme devam ediyorum.

Çocuklar Denize Girenlerin Orada, Ben de İskelenin Diğer Tarafındaydım.

5-10 dakika geçiyor. İskelenin üzerinde 1 çocuk var. Diğerleri diğer tarafa atlamış. Yani ben denizdeki iki çocuğu görmüyorum. Üstteki çocuk ‘Ağbi koş.’ Diyor. Anlam veremiyorum. Çünkü orada suyun daha da sığ olacağını düşünüyorum. Ama telaşla ‘ Ağbi boğuluyorlar’ deyince bir şey olduğunu hissediyorum. İskelenin diğer tarafına önce yürüyorum. Sonra uzun süreceğini düşünüp yüzerek geçiyorum.

Çocuklardan birinin başının suya dalıp çıktığını görüyorum. Hemen kolundan tutuyorum. Diğeri de ‘Ağbi beni de tut’ diyor. Onu da diğer elimle tutuyorum. Önce tuttuğuma ‘Su yuttun mu?’ diye soruyorum. ‘ Yuttum’ diyor.

O noktanın karaya daha yakın olmasına rağmen iskelenin burnundan daha derin olduğun fark ediyorum. Çocuklar da doğal olarak öyle düşünmüşler ve kontrol etmeden atlamışlar.

İnanır mısınız? 3 çocuk orada boğulacak ve kumsaldaki o kadar insan farkına bile varamayacaktı. İyi ki denizde ben varmışım. Koşarak kumsala gittiler. Korkmuşlardı ama unutmuşlardı bile başlarına geleni. 'Çocuk işte' demiştim içimden. . 

Belediye kumsalı düzeltti. Şemsiyeleri ve yüzmek için bu iskeleyi koydu. Belli ki duşları ve soyunma kabinlerini de düzeltecek. Ama bu konuda da bir şey yapma gereği görülüyor.

Yetkililerden rica ediyorum. Neler yazılır bilmiyorum ama uyarı yazısı olan tabelalara ihtiyaç olduğu görülüyor. Kamu yönetimi böyledir. Yaptıkça yapacağınız bir başka ihtiyaç çıkar.

Bu yazı tüm plajlar için geçerlidir.

ARİF ATILGAN 2024 TEMMUZ

https://atilganblog.blogspot.com/2024/07/yazs-denizde-bogulmalara-dikkat.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/deni%CC%87zde-bo%C4%9Fulmalara-di%CC%87kkat

 

5 Temmuz 2024 Cuma

 Anı-Öykü

Yalova

‘TURNALAR YOĞURDU’ YALOVA’NIN MARKASIDIR

1924 yılında Recep Vardarlı Makedonya’nın Tikveş kasabasından Türkiye’ye gelir. Önce Akhisar’a sonra İstanbul’a yerleşir. Geldiği yerdeki Vardar Nehrinden dolayı soyadını Vardar koyar.

1934 yılında Akif Turna Arnavutluk’un Tetova bölgesinden gelir. Yalova’da askeriye olduğu için burayı ticari olarak uygun görür. Çok gezdiği için Turna soyadını alır.

1943 yılında Recep Vardarlı İstanbul’da yoğurt üretmeye başlar. Markasını TİKVEŞLİ koyarak kendisinin oralı olduğunu belirler.

1948 yılında Akif Turna Yalova’da yoğurt üretmeye başlar. Markasını TURNALAR koyarak ailesini belirler.

Yoğurt Müzesindeki Yoğurt Kutuları

1960 yılında Muzaffer Turna babası Akif Turna’nın ölümü üzerine, Cumhuriyet Caddesi Mera Kuyu Camisi karşısındaki yoğurthaneyi işletmeye başlar. Yoğurthanesinde yaklaşık 200 kişi istihdam eder. Ayrıca onlarca insan da servis ve nakliye araçlarında çalışır.

Her gün köylülerden 40 ton süt toplanır. Önceleri Yalova’nın köyleri yeterken daha sonra komşu illerden de toplanmaya başlanır. Üretilen ürünler önce Yalova ve yakın illere daha sonra uzak illere de satılmaya başlanır. Çok kaliteli üretim yapılır. Muzaffer Turna “Benim ürettiğim yoğurt, bıçakla kesilir, çatalla yenilir.” Diyerek tarif ederdi yapılan yoğurdu.    

1969 yılında Muzaffer Ahmet Turna, Tikveşli Yoğurtlarının kızı olan Nuran Vardarlı ile evlenir. Bu durumda markalar da birleştirilir ve TURNALAR TİKVEŞLİ yoğurtları üretilmeye başlar. 

1978 yılında ayrılık olur ve Turnalar Yalova’nın markası olarak devam eder. Beyaz peynir ile kaşar peynir de yapılmaya başlanır.

O yıllardaki Malzemeler

1982 yılında Sakarya’da da kurulan fabrikada el değmeden üretim başlar.

Bu arada Tikveşli de büyümekte iki güçlü rakip olmaktadırlar.

1986-2002 arasında ailelerde önemli kişiler vefat eder. Bu durum kurumsallaşamayan iki firmanın çöküşünü başlatır.

1998 yılında Tikveşli, Danone-Sabancı (DanoneSA) ortaklığına satılır.

1999 depremine kadar Turnalar yoğurdu sonradan taşındığı Yalova, Bursa Caddesi’nde üretime devam eder. Ancak depremin olumsuzlukları küçülmesine sebep olur. 

2005 yılında Yalova Çiftlikköy’de üretim devam eder.

2010 yılında tam 62 yıl sonra kapanır.

2023 yılında Muzaffer Turna vefat eder.  

 

Muzaffer Turna Masasında

Aslında Tikveşli de Yalova’nın markası sayılabilir. Ama Turnalar öz be öz Yalova’nın markasıdır.

Bu iki marka ama esas olarak Turnalar Yoğurdu benim çok beğendiğim bir lezzetti. Garip bir tesadüf… Hayatım boyunca tattığım en lezzetli yoğurt memleketim Yalova’da üretiliyormuş.

Bu araştırmayı yaparken yaptığım başka bir tespit daha da garip bir tesadüfü ortaya çıkardı. Anlatayım…

1950-1970 yıllarına gidelim. Yalova’ya… Sülalemin Baba tarafına… Önce Hacı Mehmet Köyü’nde daha sonra Kamber Baba’da inekler ve koyunlar akşam otlamaktan geldiklerinde sütleri sağılırdı. Amcam onları ayrı güğümlere koyarak atın semerinin iki yanına yükler ve süthaneye (yoğurthaneye) götürürdü. Zira süt belli bir süre kaynatılmadan beklerse kesilir. Bu bakımdan acele götürülmesi gerekir. Ayrıca sabah ta hayvanlar çayıra çıkmadan önce sağılır ve sütleri yine götürülürdü. Ama esas söylemek istediğim başka... Yaşamım boyunca en beğendiğim yoğurt markasının üretimlerinin içinde meğer bizim sütler de varmış. Gerçekten garip bir tesadüf değil mi? 

Muzaffer Turna “Büyük kartellere karşı mücadelemi kaybettim” demiş. Aslında bu kısa cümle çok şey ifade ediyor. Keşke tüm Türkiye’ye satış yapacağına bölgesinde butik üretim yapsaydı.  

Günümüzün Yalova’sında köylerde hayvan beslenmiyor artık. Köylüler bile marketten alış veriş yapıyor. Yalova keşke o yıllardaki tarım-hayvancılık üretimine yoğunlaşsaydı.

ARİF ATILGAN 04/07/2024

https://atilganblog.blogspot.com/2024/07/yalova-turnalar-yogurdu-yalovanin.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/turnalar-yo%C4%9Furdu-yalova-nin-markasidir

 

29 Haziran 2024 Cumartesi

 Kent Hafızası

Yalova

YALOVA KAĞITHANESİ

Kâğıt ilk olarak MS.105 yılında Çin’de icat edilmiş. Matbaa ise yine Çin’de MS.593’te kurulmuş. Anadolu’ya kağıt VIII.Yüzyılda gelmiş. Matbaa 1727 yılında Sait Mehmed  Efendi ile İbrahim Müteferrika tarafından İstanbul, Sultanselim civarında İbrahim Müteferrika’nın evinde kurulmuş.

Zamanla ucuz kâğıt temin etme gereği hissedilmeye başlanmış. İbrahim Müteferrika 1744 yılında İstanbul’da kâğıt fabrikası açılması için girişimlerde bulunur. Bu iş için su gerekmekte olduğundan dere kenarı olması tercih edilecektir.

Kâğıthane Deresi’nin çevresi düşünülmüşse de XVIII. Yüzyılın ilk yarısında o mevki saray ileri gelenleri tarafından beğenildiğinden talim, yarış, mesire yeri olarak değerlendirilmiş. Dolayısıyla Onların binaları yapılmış. Sonunda kâğıt fabrikasının Yalova’da kurulmasına karar verilmiş. Bu iş için Lehistan’dan 3 kâğıt ustası ile anlaşılmış. Onlar buraya gelip belirli ücret karşılığı ustalara işi öğretecekler ve sonra ülkelerine döneceklerdir.

1744 yılında Yalova’da Çardaklı mevkiindeki değirmenin bir fermanla İbrahim Müteferrika’ya kiraya verilmesi istenir. Aynı vesikada gerekli malzemelerin alınması da istenmiştir.

Koyu Mavi-Bent/Ark, Açık Mavi-Hırka Deresi, Kırmızı Çerçeve-Değirmen, Sarı Çerçeve-Amcamın Evi.

1745 yılında Yalova Kâğıthane’si, Hırka Karye’si (Köyü) arazisi içindeki Çardaklı Değirmeni’nin müceddeden (yeni baştan) yapılmasıyla kurulur.  O yıllardaki belgelerde Karamürsel nahiyesi, Hırka Deresi mevki, Hacı Mehmed Çiftliği Karyesi (köyü) olarak tarif edilmiştir. Burası Yalova’da Hacı Mehmed Köyü arazisinin denize en yakın bölümü olan Kamber Baba mevkiidir. Fabrika için gerekli olan su Hırka Deresinden sağlanmıştır. Dere, Karaçalı mevkiinin 500 metre yukarısından bent/kanal açılarak ayrı bir kol ile değirmene ulaştırılır.

Bend ve arkların temizliği işi ise Elmalık Köyü’nün gayrimüslimlerine verilir. Onlar bu işi ücretsiz yaparlar ama karşılığında devlete olan sorumluluklarından muaf tutulurlar.  

İbrahim Müteferrika üç Lehistanlı kâğıt ustası ile kâğıt üretimine başlar.

Üretilen kâğıtların üzerine filigran olarak ‘Yalakabad 1158’ yazılmıştır.  (Hicri takvime göre 1158 yılı miladi takvime göre 1745 yılına denk geliyor.) Kalitesi Avrupa’dakilerle eşittir. Hammadde olarak kullanılan ham bez, pamuk ve keten bezi İstanbul’da eskiciler tarafından halktan toplanır. Bu malzeme Kâğıthane’de tunç dibeklerde dövülerek bol su ile temizlenir. Temizleme işlemi, akan suyun çarkı, çarkın ağaç mili döndürmesi, dönen milin de tokmakları kaldırıp indirmesiyle gerçekleştirilir. Yoğurt kıvamında olan köpük, suyun üzerinden alınıp saklanır. Üretim yapılacağı zaman ağzı geniş bir fıçı içine konarak karıştırılır, ayran kıvamına getirilir. Dört köşeli bir elekle suyun üzerinden alınır. Geniş bir keçe üzerine konur ve kuruması için sırıklara asılır. Yazı yazılabilecek duruma getirmek için kaynamış paça suyu şap ile terbiye edilmiş suya batırılır. Tunç mengenelerde sıkılır. Satışa gönderilir. Daha sonra mühürlenir.  

1747 yılında Leh’li ustalar ülkelerine döner. İbrahim Mütefferika vefat eder. İşleri Elmalık Köyü Rumlarından 12 kişi devam ettirir. 

1758 yılında Kâğıthane kapatılır.

1760 tarihinde Yalakabad (Yalova) kadısına (hâkim) ve serdarına (başkomutan) yazılan yazı ile Kâğıthane ile ilgili bilgi istenmiştir. Verilen cevapta Kâğıthane’nin kapanma sebepleri yazılmış. Artık kullanılmayan araç gereçler ise İstanbul’a götürülerek ilgili yerlere teslim edilmiştir. En önemli sebep Voyvoda ( Devlet adına vergi toplayan) Bostancı Ali Ağa’nın burayı çiftliği gibi kullanmaya başlamış olmasıdır.

1804 yılında III.Selim, kağıt fabrikasını Kağıthane’ye yaptırdıysa da kısa bir  süre  sonra fabrika Beykoz’a nakledilmiştir.

Yalova’daki Kâğıthane binası tekrar değirmen olarak faaliyete başlar. Tam olarak tespit edemediğim sonraki yıllarda faaliyeti bitmiş. Metruk olarak duran bina 1996 yılında belediyece yıkılmıştır.

Şimdi olayı yaşadıklarıma ve gördüklerime göre günümüze uyarlayıp daha anlaşılır şekilde yazayım.

Kâğıthane, Yalovalıların “değirmen” olarak bildiği Kamber Baba mevkiindeki binadır. Burası şimdiki Vega isimli AVM’nin karşısındaki Cemevi’nin civarındadır. Hırka Deresi ise şimdiki Safran Deresi’dir. Derenin yatağı aşağı kotta Sazlık mevkiinin ortasındadır. Yani şimdiki Adnan Menderes Mahallesinin içinde…

Yüksek kottaki Kağıthane’ye alçak kottaki Safran Deresi’nin suyu bağlanmak istenmiş. Bunun için derenin yüksek kotta olan bir noktasından kol ayırmak gerekiyor. O noktayı Hacı Mehmet Köyünden sonraki Karaçalı Mevkiinden Kurt Köye doğru 500 metre mesafede tespit etmişler. Oradan ayrılan bent Hacı Mehmet Köyü mezarlığının arkasındaki yol kenarından devam etmiş. Hatta mezarlık altını geçince iki kol olmuş.

Bu iki kolun üstte olanı Kamber Baba’daki Kâğıthane’ye geliyor. Yaklaşık 4-5km. Daha sonra sağa dönerek yol kenarından tekrar dere yatağına bağlanıyor.

Açık Mavi Hırka Deresi, Koyu Mavi İse Bent/Ark.

Ben değirmeni de bendi de gayet iyi bilirim. Zira değirmenin üst tarafındaki arazi bizim sülalenindi. Oraya koyunlar için mandra yapılmıştı. Güvenlik için çoban köpeklerimiz vardı. Amcamlardan biri kalıyordu ama şartlar oldukça kötüydü. Orada kalana doğru düzgün yer gerekiyordu.

1957 yılında mandıra ile değirmen arasına bir ev yapıldı ve küçük amcam ailesiyle oraya taşındı. Değirmen boş ve metruktü. 2 metre civarı eni olan bent bizim arazinin sınırı gibiydi. Ovadaki bahçeleri sulamaya yarıyordu.

Bahsetmeden geçemeyeceğim. Bendin değirmen tarafında iki dev erik ağacı vardı. Elma büyüklüğünde erikler olurdu. İstanbul’dan geldiğimde köpeklerden korktuğumdan o ağaçlara çıkar amcamlara seslenirdim. İskeleden oraya kadar yürüdüğümü yazmama gerek yoktur sanırım.

Fatih Caddesi’nden sonra ev yoktu. Stadyumun yerinde, ortasında top sahası olan geniş bir çayır vardı. Bugün değirmeni bildiğini söyleyenler ancak 1970-1980’lerden sonra o civara gelebilmişlerdir. Zaten o yıllarda yapılaşma da oralara kadar çıkmıştı.

Gelelim Değirmen’e… 2 katlı bir yapıydı. İçine girmedim. Zira kapısı yarıya kadar toprağa gömülmüştü. Arka tarafında küçük bir oda büyüklüğünde (3mt/3mt gibi) havuz vardı. Sanırım bendin suyu önce oraya doluyor, sonra basınçla akıtılıyor ve çarkı döndürüyordu. Çark ta içeride üst üste olan değirmen taşlarından üsttekini döndürüp iki taş arasına akıtılan buğdayı öğütüp un yapıyordu.   

 

1970’lerde Değirmen. (Bülent Yüksekol Arşivi)

1988’de Değirmen. (Ayşe Kulaber Arşivi.)

Günümüzde her taraf bina dolduğu için o günlerdeki durumu hayal ettirebilmek zordur. Tarım yapılan ovayı sulayan bent en son 1990’lardaki hava fotoğraflarında görünüyor. Tespit edebildiğim kadarıyla Şehit Ayhan Saybo Caddesi eski bendin üzerine denk getirilmiş. Değirmenin yerini de yukarıda yazdım.

Ülkemizde genel olarak koruma anlayışının olmaması beni çok üzer. Maalesef bu durum Yalova’da da öyledir. O bendi ve değirmeni hep merak etmiştim. Zorlama olarak görmüştüm oraya bent ile su getirilmesini. Su değirmenleri o yıllarda Paşaköy’de vardı. Şimdi Paşaköy bile yok.

1745 yılında buradaki değirmeni Kâğıthane yapıyorlar. Osmanlı’nın ilk Kâğıthane’si… Yani değirmen daha da eski. Ne zaman yapılmış bilmiyoruz. 1758 yılında bina tekrar değirmen oluyor. Ne zaman metruklaşıyor bilmiyoruz… Belli ki bent de o yıllarda açılmış. Kazma kürekle. Neredeyse 300 yıl… Öncesi de var ama onu da bilemiyoruz. Müthiş bir geçmiş. Müthiş bir tarihi bilgi…

Günümüze kalan hiç bir şey yok. Yazık... Yazık... Yazık... 

ARİF ATILGAN 2024 HAZİRAN

Not: Bugün o çevredeki en eski bina 1957 yılında yapılışına şahit olduğum amcamın tek katlı evidir.

https://atilganblog.blogspot.com/2024/06/hafzas-yalova-yalova-kagithanesi-kagt.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yalova-ka%C4%9Fithanesi%CC%87

 

22 Haziran 2024 Cumartesi

 Anı-Öykü

KADIKÖY, YALÇIN (UÇMAK) AĞABEYİNİ KAYBETTİ

1960’lar…  Onu eski Fenerbahçe Stadı’nda Boksör Yalçın olarak tanımıştım. Formasını giyer, sahaya çıkar ve kapalı tribünün duvarlarına şut atardı. Sonraları Caferağa Sahasında o mahallenin takımı olan Caferağa formasıyla tanıdım. Onlar oraya Adliye derlerdi. Yanan eski Adliye binası dolayısıyla…

1970’ler… Sahayı ışıklandırmış ve gece maçları oynatmaya başlamıştı. O maçlarda birçok şöhretli oyuncu oynamıştır. Başka takımların oyuncuları da oynamıştır ama Fenerbahçeli oyuncuların çoğu Onun takımında oynamıştır.

Şunu belirtmeden geçemem. Onun ve o sahanın sebebiyle birçok oyuncu yetişmiştir Türk futboluna.

Balıkçılığını sonradan öğrendim. Kadıköy Çarşısında dükkânı varmış. Bu sebepten çoğu kişi Balıkçı Yalçın der Ona. Bizler Yalçın Ağbi derdik.

1980… O sahaya önce Caferağa Spor Salonu, ardından Barış Manço Kültür Merkezi inşa ediliyor.

Yalçın Ağbi’nin Caferağa Spor Salonu’nun büfesini işlettiğini duyuyorum.

Neredeyse bir yıldır o Salonun yakınındaki Baklavacı arıyordu beni. Kitaplarımı almış. Hem tanışmak hem yazılarımdaki yer-kişi-zamanları öğrenmek hem de kitapları imzalatmak istiyordu. 3-4 ay önce yolum düştü. Oturduk. Sohbet ettik. Caferağalıydı. Yalçın Ağbi’den de bahsettik. Dedim ki ‘Büfedeyse gidip tanışalım. İki laf edelim.’ Hemen telefon etti. Rahatsızmış. Evindeymiş.

Yalçın Uçmak

Bugün o mahallenin insanlarının sosyal medya paylaşımlarından Onu kaybettiğimizi öğreniyorum. Keşke İstanbul’da olsaydım ve sevgili büyüğümüze son görevimi yapabilseydim.

Kadıköy farkında mı bilmiyorum ama tarihine geçecek isimleri kaybediyor. Allah Rahmet Eylesin Yalçın Uçmak Ağbiye.

ARİF ATILGAN 22/05/2024

Not: Eski fotoğraflarından birini koymayı isterdim ama maalesef bulamadım.

https://atilganblog.blogspot.com/2024/06/kadikoy-yalcin-ucmak-agabeyini-kaybetti.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kadik%C3%B6y-yal%C3%A7in-u%C3%A7mak-a%C4%9Fabeyi%CC%87ni%CC%87-kaybetti%CC%87

 


20 Haziran 2024 Perşembe

Köşe Yazısı

YALOVA AKASYA PLAJI BÖLGESİ

Safran Deresi’nin denize aktığı bölgeden bahsetmek istiyorum. Derenin Termal tarafında Gazipaşa Caddesi ve bu caddenin kara tarafında Fatih Caddesi bulunmaktadır. Yani Tigem’e kadar uzanan, denize en yakın iki cadde… Kumsala da Akasya Plajı deniyor.

Bu caddelerde 1999 Depreminden kalma eski binalar var. Bu binalar yıkılıp yenileri yapılmaya başlandı. Diğer yandan Gazipaşa Caddesinde yiyecek satan seyyarlar daha doğrusu seyyar-sabitler var. Bunlar Belediyeden izinli ve yerleri sabit. Zamanımız belediyelerinin yeni icadı. Bugünlerde seyyar-sabitler kumsala indirildi. Orada boşluk bulunmuş.

Amaç trafiğe kapalı olan Gazipaşa Caddesi’nin boşaltılmasıymış. Yani dolu olan bir yeri boşaltmak isterken boş olması gereken bir alan dolduruluyor. Umarım Gazipaşa Caddesi’ne de başkaları getirilmez.

Seyyar-Sabitler Kumsalda.

Öncelikle ifade edeyim ki kumsalın küçültülmesi asla kabul edilmemelidir. Aslında o kumsal yola kadardı. Zamanla doldurularak küçültüldü. Hâlbuki kum binlerce yılda oluşur. Yani biz değer bilmeden yok etmeye devam ediyoruz.

1973 Yılı Görüntüsünde Kumsal Var

2024 Yılı Görüntüsünde Kumsal Doldurulmuş

Burada yapılması gereken planlamayı tarif etmek istiyorum. Kişisel önerimi yani…

Gazipaşa Caddesi’ndeki parseller ‘turizm’ fonksiyonuna sokulmalıdır. Yani buralarda otel, pansiyon vs yapılabilmelidir. Diğer yandan Gazipaşa Caddesi’nin deniz tarafında hiçbir şey olmamalıdır. Çay bahçeleri, çocuk parkı, hediyelik eşyacılar, gümüşçüler vs hepsi kaldırılmalıdır. Caddenin deniz tarafı tamamen boşaltılmalı ve kumsal eski sınırına getirilmelidir. Kafeler ve restoranlar binaların altında olmalıdır.

Gazipaşa Caddesi’ne sadece hediyelik eşyacılar ve gümüşçüler tezgâh açabilmelidir. Onlar da caddenin bir kenarında sıralanarak... Dere tarafında gümüşçülerin bitişiğindeki beton alana ise henüz sözleşme süresi bitmemiş, çay bahçesi önüne getirilen seyyar-sabitler konabilir. Süreleri bittiğinde o beton alan da kumsala katılmalıdır.

Yalova turizm kenti olmaktadır. Bunun için kimseye taviz vermeden alınması gereken kararlar vardır. Aksi takdirde arabesk bir şekilde gelişecektir. Geç kalındıktan sonra yapılacak düzeltmeler ise yarım yamalak olacaktır.   

Hıyaban denilen iki yanında çınar ağaçları bulunan cadde kesinlikle korunmalıdır. Burası bize Atatürk’ten kalmış bir eserdir.

Bu düzenlemeyle deniz kıyısında geniş bir kumsal olacaktır. Burasının çöpsüz temiz kullanılması için çöp konteynerleri konmalı, insanlar çöplerini oralara atmaya alıştırılmalıdır. Kumsal belediye tarafından her sabah erkenden temizlenmelidir. Hatta oradan sorumlu bir belediye işçisi olmalıdır. Bu arada yaz mevsiminde, 3 ay buradaki inşaat çalışmaları durdurulmalıdır.

Kendini Yalovalı sayanlardan çok daha eski Yalovalıyımdır. Dedem ve çocukları 1924 yılı mübadelesinde gelmişler. Her ne kadar İstanbul’da yaşadıysak ta her yaz Yalova’ya gelir kalırdık. 10 yılı geçen bir zamandır da buradayım. Yani buraları 1950’lerden beri bilirim. Üzülerek söylemeliyim ki Yalova hor kullanılmış. Korunan eski eser vs yok mertebesinde. Hatta Yalova’ya özel bir şey de bırakılmamış. Örneğin eskiden elma vardı. Elma bahçelerine bina doldurulmuş.

Beni bilenler bilir. Eleştiri ve iltifatlarımda siyaset yoktur. Kent vardır. İnsan vardır. Yalova için başka yazılar da yazacağım.

ARİF ATILGAN 2024 HAZİRAN

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/06/hafzas-yalova-akasya-plaji-bolgesi.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yalova-akasya-plaji-b%C3%B6lgesi%CC%87

 


8 Haziran 2024 Cumartesi

 Anı-Öykü

İLK ARABAM

1974… O yılların ifadesiyle otomobil demem gerekir ama bugüne göre araba diyorum. Nereden çıktı bu demeyin. Araba kullanmanın keyfini bizler çıkarmıştık o zamanlar. Anlatayım.

Reno12TL. 68 binTL. Gri. Mimar rengi. Plakasını da yazarım ama şimdi nerelerdeyse yanlış olur. O yıllarda genellikle yabancı arabalar var. Onlar da eski modeldir çoğunlukla. Yerli olarak sadece Anadol var. Kaportası fiberglas. Reno bir anda ortamlarda İN olmuştu.

Henüz sokaklarda araba yok. İnsanların arabaları yok zaten. Bizim sokakta sadece benim arabam var. Kapının önüne park ediyorum. Gözümün önüne. Birine misafir gelip benim yerime park ederse gitmelerini bekliyor, gittiklerinde arabamı yerine çekiyorum. Yani tam gözümün önüne...

Karaköy’de çalışıyorum. Perşembe Pazarı’nda. Küçükyalı’daki evimden 20 dakika önce çıktığımda 8.00 vapuruna yetişiyorum. 8.20 de Karaköy’deyim. 8.30’da mesaiye başlıyorum. Kadıköy’de park ettiğim yerleri söylersem bugünün şartlarında inanan olacağını sanmıyorum. İlk zamanlar İskelenin önüne… Yanlış okumadınız. İskelenin tam önüne park ediyorum. Akşam dönüşte vapurdan inip arabama biniyorum. Daha sonra oraya taksiciler gelmeye daha doğrusu çoğalmaya başlayınca PTT’nin arka sokağına bırakmaya başladım. Zaten oralardaki mekânlara takılmaya başlamıştım. 


Birkaç anı anlatayım…

Kadıköy’deki restoranlardan birinde 5-6 arkadaş oturuyoruz. Aramızdan biri sigortacı... İzmir’e gidecek. Galata yolcu binasının rıhtımından kalkacak gemiyle… Tam saatini anımsamıyorum. Kadıköy’den son vapura bindiğinde Karaköy’deki gemiye yetişecek şekilde hesap yapmıştık. Eh. Masa muhabbeti iyiymiş ki biz saati geçirmişiz. Son vapuru kaçırdı. İzmir’de önemli toplantıları var. Üzülmekten ayıldı sanki. Durdum. Düşündüm.  ‘Atla arabaya’ dedim. Tabii tüm masa hep birlikte 5 kişi. Geminin Karaköy’den kalkmasına 20 dakika var. Doğru Boğaz Köprüsü, Yıldız Yokuşu inişi ve Karaköy… 15 dakika. Gemiye yetiştik…

Bostancı’da sandalımız var. Motorlu filan değil. O zamanlar motorluyu çok zenginler alabilirdi. Kürekli… Yaz akşamları İskele üzerindeki çay bahçesinde takılıyoruz. Balığa sabah erken çıkılır. Yani iskele civarında kimseler yokken... Bir sabah ortalık bomboşken arabayı tam iskele girişinin önüne bırakıp balığa çıkmıştık. Akşam denizden döndüğümüzde araba yerindeydi. Ortam çok kalabalıktı hâlbuki…

İki arkadaşımın daha arabası vardı. Uğur’unki Anadol’du. Babasınındı. O araba öğrencilikten itibaren çok kahrımızı çekmişti. Bir de Okay’ın yeni Reno’su vardı. Onlar Kimya mühendisiydi. Aramızda oynadığımız bir oyunu anlatayım. O yıllardaki arabaları stop ettiğinizde ve de vitesi boşa aldığınızda yokuş aşağı kendi yürür giderdi. Şimdikiler kilitleniyorlar. Küçük Çamlıca’da vitesi boşa alıp stop eder ve Kadıköy İskelesine kadar inerdik. Yollar bomboştu. Hızınızı kesecek hiç bir şey çıkmazdı önünüze. Çıksa da hafif frenle ağırlaşır yine devam edebilirdiniz. Sadece şimdi yayalaştırılmış olan Halitağa Caddesi’nde düzlük vardır. Orada hızınızı kesecek bir şey çıkmamalı idi. O düzlüğü Altıyol’dan Kadıköy’e inen Söğütlüçeşme Caddesi’ne kadar geçerseniz.  Kadıköy İskelesinde bulurdunuz kendinizi.  

Maaşım 3000TL idi. 20TLlik benzin normal yaşamımda 1 hafta yetiyordu. Park yeri sorunu henüz icat edilmemişti. Nereye giderseniz gidin her yer boştu. Hatta yer beğenmeyebilirdiniz.  

Bir boya firmasında çalışıyordum.. Büro Perşembe Pazarı’nda, fabrika Alibeyköy’deydi. Fabrikada sadece patronların arabaları olurdu. Diğerleri mal getirip götüren kamyonlar vs idi.  Bayramoğlu’nda arazi satın almıştık fabrikayı oraya taşımak için. Alibeyköy’deki binada bana bir oda vermişlerdi. Proje çalışması yapıyordum. Patronum demişti ki ‘Otopark alanını büyük tut. İleride işçilerin bile arabası olacak.’ ‘Hadi canım’ demiştim içimden. ‘İşçiler araba sahibi olabilir mi?’ İtiraf edeyim. Benden daha gerçekçi ilerisini görmüştü.  

Patronum haklı çıkmıştı. Bir süre sonra herkes araba sahibi olmuştu. Yirmili yaşlarda solcu, tıfıl bir mimardım. Hayatı ve gerçekleri henüz bilemiyordum. Patronum bana hayat dersi vermişti. ‘Fabrikalar 3-5 kişiye mal üretmek için kurulmaz. Üretimini tüm topluma satmak için kurulur.’ Nitekim sonraki yıllarda herkes araba sahibi olmuş, araba sayısı çoğalmış, kentlerin en önemli sorunu trafik ve otopark olmuştu.  

Özetle… Bizler, 1970’li yıllarda arabalı olmanın keyfini yaşayan kuşak olmuştuk.

ARİF ATILGAN 2024 HAZİRAN

https://atilganblog.blogspot.com/2024/06/ilk-arabam-1974-o-yllarn-ifadesiyle.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/i-lk-arabam