24 Ağustos 2016 Çarşamba

ADALAR’A PARAYLA MI GİRİLMELİ?
Arif Atılgan

Denize girmek için Adalar’a gidenlerin çokluğu Adalar halkını rahatsız etmektedir. Diğer yandan geliri kış nüfusuna göre oluşan Belediye yaz mevsiminde çok fazla nüfusa hizmet vermek durumundadır. Bu sıkıntının giderilmesi için yaz mevsiminde yabancıların Adalar’a parayla girmesi önerilmektedir.

1970 li yıllara kadar İstanbul’un nüfusu 1-2 milyon civarındaydı ve insanlar çok sayıdaki halk plajlarından yararlanırlardı.

Anadolu yakasında Gebze, Eskihisar, Darıca, Bayramoğlu, Tuzla, Pendik, Kartal-Nizam, Kartal-Halk, Cevizli, Süreyya Plajı, İdealtepe, Küçükyalı, Bostancı-Çamlık, Bostancı, Bostancı-Derya, Suadiye, Caddebostan, Dalyan-Askeri Kampı, Fenerbahçe-DDY Kampı, Fenerbahçe, Kalamış, Moda, Moda-Lozan, Mühürdar-Zaharof, Harem, Salacak, Küçüksu, Beykoz, Anadolu Kavağı, Poyrazköy, Anadolu Feneri plajları bulunmakta idi.

                                                      Moda Plajı

Avrupa Yakasında Silivri, Kumburgaz, Büyükçekmece, Gürpınar, Avcılar, Küçükçekmece Menekşe, Florya, Çiroz, Yeşilyurt, Ataköy, Yenikapı, Bebek, İstinye, Tarabya, Kireçburnu, Sarıyer, Rumelikavağı- Altınkum, Garipçe, Rumelifeneri, Kilyos, Zekeriyaköy plajları vardı.

                                                      Ataköy Plajı              
             
Bunların dışında Şile, Ağva, Riva gibi biraz daha uzak sayılan sayfiye yeri niteliğindeki yerleşimlerin kıyıları bulunuyordu. Ayrıca denizi kendi ahalisinin kullandığı yalılar ve kamuya açık kıyılar bulunmakta idi. Anakaradaki bütün kıyılar halkın denize girebilmesine olanak sağlıyordu. O yıllarda Adalar’a sevgililer, zıpkınla balık tutanlar ve 1 Mayıs Bahar Bayramında piknikçiler giderdi.

1970 li yıllarda Sedef Adasına, içersinde sadece kooperatif evleri bulunması dolayısıyla, vapur çalışmıyordu. Küçük bir plaj yapılarak halkın gelmesi ve onlar için şehir hatları vapurlarının çalışması sağlanmıştı. Diğer Adalar’da da, en azından esnaflar yabancıların gelmesini isterlerdi.

1980 li yıllarda İstanbul’un nüfusu 6 milyonlara dayanmıştı.  O zamana kadar adeta fosseptik çukuru gibi kullanılan Marmara Denizi artık gelen atık suyu absorbe edemiyordu. Diğer yandan Anadolu yakasında sahillerin doldurulması operasyonu başlamıştı. İnsanlar denize girmek için yeni kıyılar arıyorlardı. Arabalarıyla Şile, Ağva, Riva, Kilyos, Zekeriyaköy, Poyrazköy, Anadolu Feneri gibi uzak kıyılara gitmeye başladılar.

                                                        Sahil Dolduruluyor

1990 lı yıllarda nüfus 9 milyonlara geldi. Atık suyun denize akıtılmaması için kıyılara kolektör ve arıtma tesisi inşaatları yapılmaya başlandı. Diğer yandan yakın çevreye giden insanlar yolların köy yolu ölçüsünde olmasından dolayı sıkıntı yaşıyorlardı. Sonuçta Adalar denize girmek için tek adres olmaya başladı. Ancak yine de o yıllarda Adaların kıyıları rahattı.

2000 li yıllarda nüfus 13 milyona gelmişti. Adalara talebin çoğalmasına rağmen, gelen kalabalık Adalar halkını rahatsız edecek ölçüde değildi.

                                                           Kınalıada

2010 lu yıllarda nüfus 15 milyona gelmiştir. İnsanların denize girmek için neredeyse tek seçeneği Adalar kıyılarıdır. Bu yıllarda Adalar halkı gerçekten gelen kalabalıktan rahatsız olacak hale gelmiştir. Özellikle hafta sonu ve tatil günleri evlerinden çıkamaz olmuşlardır. Hatta WC ihtiyacı için evlerine girmek isteyenler bile olmaktadır. Belli ki Belediye de hizmet ederken ekonomik sıkıntı çekmektedir.

                                                        Adalarda Kalabalık

Bugün, yazının başında ifade edilen Adalar’a gidenlerin çokluğu sıkıntısı doğrudur. Ama çözüm Adalar’a parayla giriş değildir. Ana muhalefet partisinin önerdiği böyle bir uygulama başka yerlere de örnek teşkil edecektir. Nitekim hemen iktidar partisi Taksim ve Kızılay'a parayla girişi gündeme getirmiştir. Bunun sonu yoktur.  

1970 li yıllara kadar İstanbul’un nüfusu 1-2 milyonlarda iken anakaradaki kıyıların tamamından denize girilebiliniyordu. Bugün nüfus 15 milyona dayanmışken anakaradaki kıyılardan denize girme olanağı yok gibidir. Dolayısıyla halkımızın Adalara hücum etmesi çok doğaldır.

Gelecek geçmişten ders alınarak planlanır. Anakarada halkımızın denize girebilme olanağı oluşturulursa Adaların bu yükten kurtulacağı bellidir. Bunun için yapılacak iş çok basittir. Anakaranın sahillerindeki üzerleri düz kayalar, insanların rahatlıkla oturabileceği güneşlenebileceği durumdadır. Sadece yer yer denize girebilmek için merdivenli teraslar oluşturulması gerekir. Bu tip bir çalışma yapıldığında görülecektir ki anakara kıyıları insanlar için daha cazip olacak, Adalar ise yine eski tenha günlerine dönecektir.

                                                           Düz Kayalar

1980 li yıllarda kıyılar doldurulurken, ‘Plajlar yetmiyor, halkımızın denize girebilmesi için bütün kıyılarımızı onlara açacağız’ denmişti. Zaten başka bir sebep de yoktu. Bütün bunları benim kadar sahilleri düzenleyen İBB yetkilileri de biliyordur. İBB nin bu kadar basit bir konuyu çözmemesi şaşırtıcıdır. Eğer denize girmek fiili ile İBB yetkililerinin dünyaya bakışları arasında uyuşmazlık varsa durum düşündürücüdür.

İddia ediyorum, anakarada denize girme olanağı sağlanıp Adalar tenhalaştırılırsa bu duruma ilk itiraz Adalar esnafından gelecektir.
ARİF ATILGAN Ağustos 2016







16 Ağustos 2016 Salı

HUMEYNİ-FETTULLAH GÜLEN KARŞILAŞTIRMASI

1980 yılıydı. Proje çizdiğim bir müteahhit aynı zamanda cami derneği başkanıydı. Onun tanıştırdığı bazı kişilere cami projeleri de çizmiştim. Bir gün benden yurt projesi istemişlerdi. ‘Bu tip yurtlarınız varsa fikir almak için görmek isterim’ demiştim. Biri Anadolu, ikisi Avrupa yakasında üç yurt gezdirmişlerdi.

Daha sonra o gün tanıştığım yurt yöneticilerinden birinin kereste mağazasından inşaatıma kereste satın almıştım. Alışveriş esnasında yaptığımız sohbette gördüğüm yurtları konu etmiştik. Kendisine iki soru sormuştum. Birincisi, ‘Bu işin bütçesi nasıl sağlanıyor?’ idi. Cevabı, ‘Buradaki çocuklar okulları bitirince isterlerse kamuda, isterlerse özelde iş bulunur, serbest çalışmak isterlerse onlara iş kurulur. Bir süre sonra onlar buraya yardım yapmaya başlarlar. Yani bu işin kaynağı bitmez, çoğalır’. Demişti. İkinci sorum ‘Amaç nedir?’ idi. O tarihten 1 Yıl önce 1979 da Humeyni’nin İran’a dönüşünü örnek vererek verdiği cevap bugünlere ışık tutuyormuş, ‘Amaç nesil yaratmaktır. Nesil yaratıldığında topluma hükmedersiniz. Humeyni’nin İran’a dönüşünde asker ve polis kendisine emir veren üstlerine silah çevirmişlerdi. 5-10 yıllık program değildir bizimki. 30-50 yıllık programlardır’. Demişti.

O zaman aklım ermemişti. 

O yıllarda Fettulah Gülen pek tanınmıyordu. Başka isimle anılan cemaatlerin içinde adı geçiyordu. Sorulduğunda, ‘Etrafındaki zenginlere, ‘fabrikanın anahtarını bırak’ dese, önüne bırakırlar. Ama kendisi küçük bir apartman dairesinde yaşayacak kadar mütevazı bir adamdır.’ Diye anlatırlardı.

15 Temmuz gecesi olanlar bana o günleri anımsattı. Fettulah Gülen “başarılı” olamadı. Hâlbuki Humeyni “başarılı” olmuştu. Çünkü: Humeyni halktan nesil yaratmıştı. Fettulah Gülen yöneticilerden nesil yaratmış.

İran’da olanın aksi olmuştu bizde. Orada darbeyi halk yapmış komutanlar önleyememişti. Burada komutanlar yapmak istemiş halk önlemişti.

FETÖ ticari amaçlar da güden bir toplulukmuş. Komutanlar, yöneticiler, iş adamları kitlesini istediğiniz kadar kendinize bağlayın. Onların sayısı bellidir. Ama halk milyonlardır.

Türkiye şehitler vererek büyük bir tehlikeyi atlatmıştır. Ancak bu hareketi sadece darbe olarak değerlendirmek saflıktır. Yaşananlar, ABD ve AB nin Türkiye’yi Türkiye’nin ordusuyla işgal etme girişimidir. Eğer amaçlarına ulaşabilselerdi ülkemiz Irak, Libya, Mısır, Ukrayna, Suriye gibi olacaktı. Düşünmek bile istemiyorum.

Ülkede yoğun bir toplum mühendisliği faaliyeti hissedilmektedir. Kimin ne dediği belli değildir. Özellikle medyada bazı kişiler karşı göründüğü görüşün propagandasını yapıyorlar sanki.

Kimse olayı iktidara veya muhalefete taraf veya karşı konumundan değerlendirmemeli. Zaman birlik beraberlik zamanıdır.
Arif Atılgan Temmuz 2016


DEPREM KOMPLO TEORİSİ (HAARP)
Arif Atılgan

Tesla (1856-1943), Edison (1847-1931) ile aynı zamanlarda yaşamış önemli bir bilim adamıdır. Günümüzde Tesla’nın Edison’dan daha önemli bilim buluşlarına imza attığı konuşulmaktadır.

Tesla’nın en önemli buluşu, dünyanın üzerindeki katmanlardan iyonosferi kullanarak elektrik, elektro manyetik, radyo ve ses dalgalarının kablosuz taşınmasıdır.

ABD buradan hareketle ‘Düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli tekniğini’, depremleri zararsız kılmak için kullanmak istiyordu. Enerji yüklenmiş fay hattına bu yöntemle müdahale edilerek bir kerede yüksek enerji boşalması yerine birden çok küçük enerji boşalmaları oluşturulacaktır. Dolayısıyla küçük kırılmalar ile zararsız deprem yaşanması sağlanacaktır. Bu anlamda seyrek nüfuslu veya yerleşim olmayan Avustralya, Kafkaslar, Güney Amerika, Okyanus tabanı gibi yerlerde denemeler yapıldığı ve ilerleme kaydedildiği belirtilmektedir.

Ülkemizdeki Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF) ile Kaliforniya’daki San Andreas Fay Hattı birbirlerine çok benzemektedir. Anlatılan birinci komplo teorisi, KAF ta yapılacak deneyden yararlanılarak San Andreas’ta uygulama yapılması ve ABD lilere zararsız deprem yaşatılmasıymış. Olayla ilgili anlatılan ikinci komplo teorisi, NASA nın ödeneklerini kısıtlayan ABD başkanına suikastmış. Bunu, Başkan Türkiye’ye geldiği sırada deprem olmasını sağlayarak yapacaklarmış.

                              Kuzey Anadolu Fay Hattı ile San Andreas Fay Hattı

Uygulamayı İsrailli uzmanlar yapacaktır. High Frequency Active Auroral Research Program (Yüksek Frekanslı Etkin Güneşsel Araştırma Programı) HAARP-TESLA Deprem Makinesi gizli bir şekilde Gölcük’e getirilip yer altı–denizaltı korunaklarına kurulmuş. Deprem uygulamasının askeri tatbikatın bir parçası olarak yapılacağı planlanmış.

Bu uygulamayla oluşturulacak depremin zararsız geçeceğine devletin en üstündeki üç kişi ikna edilmiş.

17 Ağustos 1999 gecesi 03 te düğmeye basılmış ve olay başlatılmış. Ancak deprem beklenen gibi küçük ve hafif değil, aksine çok büyük ve ağır gerçekleşmiş. Yaşanan felakette 20.000 kişi ölmüş, 100.000 bina yıkılmış ve hasar görmüştü.

Derhal bölgede haberleşme ve elektrik enerjisi felç edilerek bölge izole edilmiş. Konuyla ilgili izler yok edilmiş. Yaşanan deprem için 7.4 büyüklük denmiş, ABD deki aletler 7.8 kaydetmiş, ancak 8 büyüklüğündeki depreme dayanıklı olduğu düşünülen Gölcük’teki askeri tesisler yerle bir olmuş.

                                             Deprem Sonrası Gölcük Kıyısı

Ertesi gün ortaya çıkabilen devlet büyüklerimizden Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ‘Benim de telefonlarım kesikti.’ diyor, Başbakan Bülent Ecevit CNN haber spikerinin ‘Depremi PKK mı yaptı?’ sorusuna cevap olarak ‘Saçmalamayın.’ diyeceğine ‘Sanmıyorum.’ cevabını veriyordu. Genelkurmay Başkanından ses çıkmıyordu. Daha sonra ABD başkanı Clinton deprem bölgesini ziyaret ediyor, ABD ve AB Türkiye’ye sempatiler gönderiyordu. Başkan Clinton Düzce depremi sonrası bölgeye gelmiş, bir çocuğu severken artçı deprem olmuştu.

MHP li Sağlık Bakanı Osman Durmuş, sağlık ta dâhil hiçbir yabancı yardımı kabul etmemişti. Sanırım Osman Durmuş’un kabul etmeme sebeplerinin açıklanması konunun aydınlanması açısından yararlı olacaktır.

Bu tip komplo teorilerinin inandırıcılığı için üreten sahipleri çeşitli detaylar da yazıyorlar. Eğer yukarıdaki komplo teorisi doğruysa deprem sonrasıyla ilgili benim de komplo teorilerim var.

17 Ağustos1999 tarihinde yaşadığımız depremden bugüne kadar yaşanan gelişmelere bakalım. Depremden hemen sonra:
-Zamanın iktidar partileri gözden düşmüştür.
-Deprem sırasındaki bina stokunun, çevrenin 2. Derece Deprem Bölgesi kabul edildiği 1975 tarihli Yapı Yönetmeliğine göre yapıldığı ortaya çıkmıştır. Depremden 1 yıl önce 1998 yılında ise bölgenin 1. Derece deprem bölgesi kabul edilerek yeni Yapı Yönetmeliği çıkarıldığı anlaşılmıştır.
-Depremdeki yıkımın faturası teknik elemanlara çıkarılmış, çok sayıda teknik eleman cezalandırılmıştır. Maalesef bu safhada ilgili meslek odaları üyelerine sahip çıkmamış hatta bazıları onları iktidarla birlikte suçlamıştır.
-2-3 yıl bol bol tartışma, panel, açık oturum, toplantılar vs düzenlenmiştir.
-Yerli-yabancı birçok misyonerlik çalışmalarına tanık olunmuştur. Var olan veya yeni kurulan STK lar  ile AB fonlarından yararlanılarak deprem bölgesinde çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu konuda ayrı bir araştırma yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Depremden 2-3 yıl sonraki gelişmeler:
-Deprem sonrası 2002 yılında yapılan ilk seçimlerde sadece iktidardaki koalisyon partileri değil barajı geçen tüm partiler adeta tarihe gömülmüşlerdir. Yeni kurulan AKP adındaki parti iktidara gelmiştir. Bir önceki seçimde baraj altındaki CHP de barajın üzerine çıkmıştır.
-1975 yılında bölgeyi 2. Derece deprem bölgesi kabul edenlerin suçu hiç gündeme gelmemiştir. Hâlbuki 1998 yılında 1. Derece deprem bölgesine uygun yeni yönetmelik yapılması, o tarihe kadar yapılmış bütün binaların depreme dayanıksız olduğunun kabulüdür.
-2003 yılında İstanbul Deprem Mastır Planı açıklanmış, 4 önemli üniversitemizin 85 hocasının hazırladığı çalışmada ilk defa ‘Kentsel Yenileme’ tanımlaması yapılmıştır.
-İnşaat yapım sürecine Yapı Denetimi, Şantiye Şefliği, Yapı Malzemesi Laboratuarı, Hazır Beton ve Nervürlü Demir zorunluluğu gibi yenilikler getirilmiştir.
-DASK adıyla Zorunlu Deprem Sigortası başlatılmıştır.
-Bu anlamda teknik elemanlara yeni istihdam alanları oluşturulmuş. Adeta meslek odalarından daha yakın olunduğu gösterilmiştir.

                                                Fikirtepe’de Kentsel Dönüşüm

2016 yılında konuya bakarsak:
-Deprem sonrasında kurulmuş olan parti hala iktidardadır.
-1975 Yönetmeliğini hazırlayanların suçu unutulmuştur.
-İnşaat sektöründeki uygulamalar değişmiştir.
-İDMP (İstanbul Deprem Master Planının, hazırlandığı 2003 yılındaki iktidarın istediği şekilde hazırlandığı belli olmuştur. Raporda mahcup bir şekilde bahsedilen ‘Kentsel Yenileme’ ‘Kentsel Dönüşüm’ olarak yasalaşmıştır.
-Yapılı Çevrenin değil boş alanların da imara açılması olağan olmuştur.
-Ülkenin her yerinde Kentsel Dönüşüm yapılması olağan hale gelmiştir.
-Gayrimenkul satışı ihracat gibi kabul edilmiş. Adeta ülkenin ekonomisi gayrimenkul satışına, istihdamı inşaat sektörüne bel bağlamıştır.
-Kentsel Dönüşümden cesaret alınarak kentin tarihi semtlerinde de Canlandırma Projeleri gerçekleştirilmiş. Buraları da pazarlanmaya başlanmıştır.
-İnşaat sektöründe yapılan yenilikler İDMP de yazılan konulardır. Yapılacaklar arasında Parselden parsele imar hakkı aktarımı (satışı), gayrimenkul hisse senedi (sertifika) uygulaması da bulunmaktadır.

Şimdi düşünelim. Deprem öncesi Türkiye ile Deprem sonrası Türkiye arasında benzerlik var mıdır? Deprem olmasa bu değişim olabilir miydi?

Benim komplo teorim: Eğer deprem insan eliyle yapıldıysa amaç Türkiye’nin dönüştürülmesi idi.
ARİFATILGAN TEMMUZ 2016


9 Ağustos 2016 Salı

YALOVA’YA BAKIŞ
 Arif Atılgan 

Yalova 847KM2 ile ülkemizin en küçük ilidir. Buna karşılık 105KM uzunluk ile ülkemizin en uzun sahili olan birkaç ilinden biridir. 1995 yılına kadar İstanbul’un ilçesidir. 220.000 nüfusu olup, KM2 ye 260 kişi düşmektedir. Bu rakam Türkiye ortalaması olan 98 kişinin 2.6 katıdır. 6. kalabalık ilimiz olmasına rağmen nüfus yoğunluğu merkez dışında hissedilmez. %59 u ormanlık olan Yalova’nın 6 ilçesinin de denize kıyısı bulunmaktadır.

Atatürk Yalova’yı 1929 yılında Bursa’ya giderken keşfediyor ve ‘Burası su şehri olacaktır’ diyor. O yıldan sonra her yaz 3 ayını Yalova’da geçiriyor. Yalova adeta Türkiye Cumhuriyetinin yazlık başkenti oluyor.

                                                        Sahilden Görüntü

Yalova’ya ilçe olduğu zamanlarda da il olduğu zamanlarda da özellikle koruma anlamında gereken önemin verilmediğini görüyoruz. Bugün Yalova’da eskiye ait bir şey bulunmaz. Hâlbuki burada MÖ2000 lerdeki Pythia devletine kadar giden bir tarih yaşanmıştır.

Yıllarca tarım-hayvancılıkla geçinen Yalovalılar, 1980 lerden sonra rantı öğrenmişler. Bu durum 1990 larda bereketli Hacı Mehmet Ovasının imara açılmasına sebep olmuştur.

Altınova ilçesi tersane ve sanayi fonksiyonları ile donatılarak gözden çıkarılmıştır. Çiftlikköy’ün de sahili askeri alan ve özel alanlardan dolayı kayıptır. Yalova’nın en belirgin ve göz önündeki ilçesi Merkez ilçesidir. Merkez ilçesinin sahiline ve iç taraftaki yeşil alanlarına özen gösterilmelidir. Termalin kaplıcalarının değeri bilinmiştir. Çınarcık sayfiyelikten çıkmış, kentleşmiştir. Armutluda da aynı hata yapılmamalıdır.

                                                              Termal

Günümüzde Yalova’nın kimliğinin olmadığını görürüz. 1/25000 lik planlarda kentin fonksiyonu ‘Hizmet’ olarak gösterilmiştir ki bu da kimliksizliktir. Hizmet’ten kasıt çevre illerdeki kongre, toplantı, fuar, gösteri, spor vs etkinliklerinin Yalova’da yapılacak olmasıdır. Bunun için çeşitli salon ve otel binaları inşa edileceği kesindir. Bunlar yapılırsa Yalova, Yalova olmaktan çıkar.

Bu arada bazı yayınlarda Körfez Köprüsü ile Yalova’ya ulaşımın kolaylaşacağı, bu sebepten Yalova’nın Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) için elverişli olacağı yazmaktadır. OSB, bu iş için ayrılan on binlerce dönüm araziye sanayi tesislerinin toparlanmasıdır. Amaç, sanayi tesislerinin etrafa gelişigüzel dağılmasının önlenmesidir. OSB müstakil belediye gibi çalışır. Bunun için devletin de teşvik edici bazı kolaylıkları olmaktadır. Ancak Yalova’da OSB kurulması cinayettir. Eğer Körfez Köprüsünün Yalova’ya “katkısı” OSB kurulması ise ‘O köprüyü yıkın gitsin’ diyebilirim. Bu derece kötü bir katkıdır.

Yeni gelen belediye yönetimi iyi niyetle fazla para da harcamadan 2 yıl içersinde olumlu işler yapmıştır. Ancak yarar için eleştiriler de gerekir.
-Sahillerin açığına bariyer konarak denizden sahile pislik gelmesi önlenmelidir.
-Merkezdeki sahilde daha iyi mıntıka temizliği için oradaki tesislere sorumluluk yüklenmelidir.
-Kırsal kesimdeki kaldırımların üst tarafına yapılan yağmur suyu kanalları yerine atalarımızın ‘Kara Kanal’ dedikleri usul uygulanabilirdi.

                                                      Yağmur Suyu Kanalları

-Belediye Alo Moloz servisi kurmalıdır. Bu şekilde hem kenti temiz tutacak hem de gelir sağlayacaktır.
-Dere köprüsü üzerindeki korkuluklar estetiktir. Ancak arabesk boyanarak, üzerlerine afişler asılarak kötü görünüme sokulmaktadır.
-Yalova’nın kıyıları, ormanları, yeşil alanları, akarsuları, şelaleleri kısaca doğası korunmalıdır.

                                                        Sudüşen Şelalesi

-Üniversite için büyük bir yerleşke yapılmaktadır. Yalova’nın üniversite kenti olmasında hiçbir sakınca yoktur. Gençler Yalova’ya enerji katmaktadırlar.
-Yalova Sayfiye Yeri olarak belirlenmelidir. Yoğun yapılaşma olmadan, bugünkü Yavaş Şehir görüntüsü muhafaza edilmelidir.
  
Yalovalılar fazla inşaat hakkıyla oluşan kötü bir çevrede yaşamayı mı, az inşaat hakkıyla oluşan iyi bir çevrede yaşamayı mı tercih edeceklerine karar vermelidirler. Bilinmelidir ki az inşaat hakkıyla oluşan iyi çevre uzun vadede diğerinden çok daha fazla değer kazanır.

Yalova’da rahatsızlık vermeyen kendine özel bir tutuculuk vardır. Kapalı ve açık iki kız arkadaş kol kola dünyaya aldırmadan dolaşırlar. Yalova’da yeteri kadar içkili Yeme-İçme yerleri de bulunur. Ama günün hiçbir saatinde cadde ve sokaklarda içkili insan manzarası görülmez.

Yalova, hem tenha hem kalabalık gibidir. Yalovalı, hem modern hem tutucu gibidir. Kesin olan şudur ki Yalova ve Yalovalı kendi gibidir. Kendi gibi olmak değerliliği projelerle yok edilmemelidir.
ARİF ATILGAN AĞUSTOS 2016










8 Ağustos 2016 Pazartesi


Yeldeğirmeni


GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA İLKOKULU
Arif Atılgan

Halid Ağa Caddesi’nden Altıyol’a doğru giderken sağ taraftaki düzlük Osmanlı döneminde ordunun piyade askerlerinin talim yaptığı alanmış. Talimhane adıyla anılan düzlük sonraki yıllarda uzun süre piknik alanı olarak  kullanılmıştır.

Bu alan daha sonra Halid Ağa Caddesi ve Misak-ı Milli Caddeleri arasında kalmıştır. Talimhanenin Karakolhane Caddesi’ne yakın olan sivri uçlu bölümü okul yeri olarak düşünülmüştü.

1925 yılında Mustafa Kemal’in emri ile Yeldeğirmeni’ne okul yapılmasına karar verilmiş ve aynı yıl inşaatına başlanmıştı. 1927 yılında inşaatın bitirilmesinden hemen sonra ise hiç beklenmeden okulda eğitim başlatılmıştı. 1928 yılında harf devrimi yapıldığı düşünülürse, Atatürk’ün okulları daha önceden hazırlattığı anlaşılmaktadır.

1927 yılında 35. İlkokul adıyla eğitime başlayan bu okul 1935 yılından itibaren Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu adını almıştır. 4750 m2 lik bir arsaya 740 m2 oturma alanı ile yapılan bina 1 zemin kat ve 2 normal kat olarak toplam 3 kat ve 2220 m2 inşaat alanına sahiptir. Ön bahçedeki ağaçları o yıllardaki öğretmenler ve öğrencilerle birlikte dikmişler.

                                            Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu Ön Cephesi

Binada bodrum kat yoktur. Üst katlarda çıkma da yoktur. Kat yükseklikleri zeminde 3 MT, normal katlarda 4.80 MT, bazı bölümlerde 7.80 MT dir. 1979 yılında, mülkiyeti Özel İdarede olan binanın arka bahçesinin 1000 m2 lik kısmına Sağlık Tesisi inşa edilmiştir.

Okul Maarif Vekaleti’nin tip projelerinden olup 8 ilimizde daha ugulanmıştır. Bu illerden sadece İzmir ve Adana’yı öğrenebildim. Diğer 5 tanesini öğrenebilmek için o yıllardaki okul inşaatlarının tek tek araştırılması gerekmektedir. Bunlar gibi tip projelerin mimarları belirlenememektedir.

Okulda görev almış olan ilk müdür Safiye Hanım başta olmak üzere bütün müdürler uzun süre görev yapmışlardır. Bu sebepten olsa gerek okul binası çok iyi korunmuştur. Kapılar, radyatörler dahil her şey yapıldığı ve takıldığı haliyle bugüne kadar gelebilmiştir. Okulda ilk zamanlardan kalan eşyalar da titizlikle saklanmaktadırlar. Bunlardan piyano ve beslenme malzemeleri ilk göze çarpanlardandır.

Okuldaki Tarihi Piyano Ve Beslenme Malzemeleri


Giriş kapısındaki altıgen şekiller ve altı köşeli yıldızlarla yapılan süslemeler ile merdiven korkuluklarındaki sekiz köşeli yıldızlarla yapılan süslemeleri açıklayan doyurucu bir bilgi bulduğumu söyleyemem. Özel anlamları olan bu şekillerin bilerek mi yoksa tesadüfen mi kullanıldıkları bilinmemektedir. Bu konuda, burada çalıştığı sanılan Yahudi Ustanın kendi desenleri olduğu şeklinde bir söylentiden başka bilgi yoktur.


                                                               Okulun Giriş Kapısı

2005 yılında araştırma yaparken görüştüğüm okul müdüründen edindiğim bir başka bilgiye göre ise birçok popüler isim bu okuldan mezun olmuştur. Bunlardan bazıları Barış Manço, Ajda Pekkan, Bülent Ersoy, Duygu Asena, İnci Asena, Tugay Toksöz, Ahmet Gülhan, Tuncay Özinal, Yelda Gürani’dir .

Bugün bile büyük olan Okulun arka bahçesi, buraya 1979 yılında inşa edilen Sağlık Tesisinden önce daha da büyüktü. Burası mahallenin gençleri tarafından top sahası gibi kullanılırdı. Burada top oynayan çocuklardan biri Fenerbahçe Minik Takımına gitmiş, bir yıl sonra Genç Takımında oynamış, bir yıl sonra da A Takımında oynamaya başlamıştı. O yıl Genç Takımda oynayan bazı arkadaşlarım beni de davet ediyorlardı. Benden yaşça küçük olan yukarıda bahsettiğim delikanlı A Takımında oynarken Genç Takımda oynamayı kendime yedirememiştim. Hâlbuki küçüklüğünde de çok iyi futbol oynayan Raşit ismindeki bu arkadaşımız o yıl Milli Takımda bile oynamaya başlamıştı. Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulundan mezun olan ünlülere Raşit Karasu’yu da eklemek isterim.  

Okul, güzel ön bahçesiyle birlikte açıldığı günkü eğitim verme işlevine hala devam etmekte ve bakımlı haliyle Yeldeğirmeni’ne renk vermektedir.
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI