26 Aralık 2016 Pazartesi

YILBAŞI
Arif Atılgan

Paganizm zamanında dişiliğin göstergesi olan tanrıça Kibele, Attis’e âşıktır. Onunla dans ederler.  Kibele’nin muhteşem dansına uymaya çalışan Attis kendinden geçer ve farkında olmadan elindeki altın orakla erkeklik uzvunu keser. Kibele, yere saçılan kanın içersinde acı içinde çığlıklar atan Attis’i çam ağacına dönüştürür. Acıları son bulan Attis ağaç olarak sonsuzluğa kavuşur.

Yaz kış aynı kalan, iğne yapraklarını dökmeyen çam ağacı sonsuzluğu ifade eder. Kutsal ağaç kabul edilir. Bu olay yılın en kısa gününe denk gelen 21 Aralıkta olmuştur. Her yıl bu günlerde çam ağaçları süslenir, altına hediyeler konur.

Bizans Kralı Konstantin, Hıristiyanlığın kabul edilmesinden sonra Pagan geleneklerini devam ettirmiş.


Şamanizm zamanında Türklerde de benzer gelenekler varmış. Hayat Ağacı kabul ettikleri Ak Çam ağacının dünyanın göbeğinde olduğunu ve gökteki Tanrı Ülgen’e kadar uzandığına inanırlarmış. Onlar, 21 Aralıkta gece ile gündüzün savaştığını kabul etmişler. Galip gelen, 22 Aralıktan itibaren uzamaya başlayan gündüzdür.

Ülgen, gündüzü galip getirdiği için Ona dua edip Ak Çam ağacının altına hediyeler koyarlar, duaları ulaşsın diye de dallarına süsler takarlar.

Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra bazı guruplarının dışındakiler bu geleneklerini devam ettirmemişler.

Yukarıdaki ritüellerden dolayı insanlar, sünnette kesilen parçayı çam dibine gömdüklerinde, çam ağacının altında birlikte bir şeyler yediklerinde ömürlerinin uzadığına inanırlarmış.

Bu gelenek Anadolu’dan Avrupa’ya yayılır.. 4. Yüzyılda Antalya’nın Demre kasabasındaki Aziz Nikola, Noel Baba olarak kabul edilir.

Bizim topraklarımızdan çıkan efsane yine bizim topraklarımızda sonuçlanmıştır. Yurdumuzun kıymetini bilelim.

İnançlı, inançsız herkese güzel bir yeni yıl dilerim.
ARİF ATILGAN ARALIK 2016


19 Aralık 2016 Pazartesi

ARENA MI STADYUM MU?
Arif Atılgan

Son yıllarda ülkemizdeki Stadyum ve Spor Salonlarının, Arena kelimesiyle anılmaya başlandığı görülmektedir.

Arena, eski Yunan ve Roma geleneklerinde sahada gladyatörlerin dövüştürüldüğü, sonunda mağlup olanın öldürüldüğü veya aslanlara yem edildiği tesislerin adıdır. Tribündeki seyirciler bu manzarayı “keyifle” izlerler.

Roma’daki Collesium arena denince tüm dünyanın aklına gelen tarihi tesistir. İzleyenlerde bile sınıf farkı gözetilirmiş. En iyi izlenen yerlerdeki asillerin oturacağı bölüm önceden köleler oturtularak ısıtılırmış.

                                                          Collesium

Bizim geleneklerimizde çayır vardır. Er Meydanı denilen güreş alanı çayırdır, Koşu Yeri denilen at yarışı alanı çayırdır. Ok Atışı, Cirit Müsabakası yapılan alanlar hep çayırdır. Bizde mağlup olan öldürülmez, teselli edilir.

Futbol da bünyemize ilk girdiği yıllarda çayırlarda oynanmıştır. Papazın Bahçesi, Kuşdili, Fulya, Beykoz, Göksu hep futbol oynanan çayırlık alanlardır.

                                                          Beykoz Çayırı

Batı utanılacak bir ortaçağ yaşamıştır. İnsan yerine koymadıkları kadınların içinden çıkan bilgeleri Cadı diyerek avlamışlardır.

Bugün hala Boğa Güreşleriyle öldürme eylemi seyretmeye devam etmektedirler. Yine Arena denilen tesislerde dolu tribünler önünde vücuduna şişler saplanarak azgınlaştırılan boğa, sonunda Matador tarafından öldürülür.

Kendi sınırlarının içini Arenanın tribünleri kabul ederler. Özellikle Ortadoğu olmak üzere Asya, Afrika, Latin Amerika toprakları ise Arenanın sahasıdır. Buralarda yaşayan insanları birbirlerine düşman ederler, birbirleriyle savaştırırlar. Evlerinde TV den “heyecanla” izlerler. Patlayan bombalarla ölen binlerce insan, kan, gözyaşı, kaybolan çocuklar, birbirini kaybeden aile fertleri..

Diğer yandan evlerinde besledikleri kedi-köpekleriyle ne derece şefkatli, duygulu olduklarını gösterirler ama sokaklarında sokak kedisi, sokak köpeği yoktur. Nasıl olabilir?

Ve bizler.

Önce rakip takım taraftarına deplasman yasağı koyuyoruz, sonra da tesislerin adını Arena olarak değiştiriyoruz. Yani futbol sahasındaki 11 kişi veya spor salonundaki 5-6 kişi, binlerce seyircinin bulunduğu Arenada aslanların önündeki yem gibidir adeta. Bu mudur spor?

Spor diğer insanları da kendilerince spor yapmaya özendiren keyifle izlenen yarışmalardır aslında. İki tarafın sahada ve tribünde birlikte olduğu, heyecanlandığı, şakalaştığı sonunda birlikte kardeşçe sahayı terk ettikleri etkinliklerdir.

Bizler, bizi kendi sahamızda mağlup eden rakiplerimizi tebrik ederek onları yolcu etmeliyiz yine.

Farkında olmayabiliriz. Batı, Arena kelimesini kullandırıyor bence. Kendi kötü geçmişlerini bize benimsetmek için.

Tarihi Collesium’un bulunduğu kentteki Roma kulübünün stadının adı Arena değildir. Stadio Della Roma’dır.

Ülkemizde spor tesislerine Arena adı verilmemelidir.
ARİF ATILGAN ARALIK 2016



16 Aralık 2016 Cuma

Kent Öyküleri

YELDEĞİRMENİ’NDE BİR KÖŞK VE ANILARI
Arif Atılgan

Nedense Yeldeğirmenliler bile semtlerinden bahsederken ‘fakir’ tanımını kullanırlar. Hâlbuki Karakolhane Caddesi, üzerindeki tramvay hattıyla Kadıköy’ü Üsküdar’a bağlayan tek ana aks olmuştur yıllarca. Bu sebepten çevresinde zengin bir kesimin yaşadığı yadsınmamalı. Mütevazı kelimesi daha yakışır Yeldeğirmenlilere.

1940'lı yılların sonlarında 2. Dünya savaşının ağır ekonomik etkisi vardır. Ancak Dr. Bitran’ın evinin cami tarafındaki bitişiğinde oturan kemancı Zeki Bey, evinde keman çalıp şarkı söylediğinde bütün sokak halkının dışarıda Onu dinlediğini de anlatır o yılları yaşayanlar. Önceki yazılarımdan birinde piyanolu evler olduğunu yazmıştım. Şık giyimli insanlarıyla Yeldeğirmeni, renkli ve hareketli bir semttir.

1900'lü yılların başından itibaren Kır Kahvesi Sokakta iki büyük köşk göze çarpar. Hasan Paşa Köşkü ile Ali Paşa Köşkü. Hasan Paşa Köşkünün arka bahçesi tren yoluna bitişik olup bahçenin bir yanında Özen Sineması diğer yanında Kaynak ailesinin bahçesi vardır.

Ali Paşa Köşkü, Hasan Paşa Köşkünün karşı sırasında Rasim Paşa Caminin bahçesine bitişiktir. Köşkün girişinin üstünde iki kat, yanında ise selamlık bulunur. Köşk yaşayanlarının içinde ev işlerine yardımcı olan ‘Kızlar’ vardır. Kızlar, ev içinde yardımcıdırlar ama evlat gibi görülürler. Bazıları küçük yaşta eve gelmişlerdir. Aliye, Naile, Dilber, Hayriye, Rabia, Binnaz anımsanan isimlerdendir. Onlara evin kızı gözüyle bakılır, okula gönderilir, yetiştirilir ve sonunda gelin edilirlerdi.

                                                      Ali Paşa Köşkü

Örneğin: Kızlardan Aliye, Girit’lidir. 3 yaşındayken ana-babası şehit düşmüş, yalnız kaldığını gören Ali Paşa Onu sahiplenerek İstanbul’a getirmiş, evlat gibi diğer kızlarla birlikte yetiştirmişti.

Ali Paşa 1918 yılında öldükten sonra savaşın da etkisiyle ailenin ekonomik durumu bozulmuştu. Yine de evdeki Kızlar bırakılmamıştı.

                                       Bugün Köşkün Yerinde Bu Apartman Var

Kızların hepsi iyi evlilik yapmış, bazıları han-hamam sahibi olmuştur. Yazıya konu olan ikisinden Aliye, DDY de çalışan Zeki Bey ile evlenmiştir. Naile ise arabacı Ali ile evlenmiş, ancak bir süre sonra verem olup ölmüştür.

1950'li yılların başları.. Diğerleri gibi Aliye de gerektiği zamanlarda köşkün ihtiyaçları için çarşıya çıkmaktadır. Bazen Kadıköy, bazen Yeldeğirmeni çarşısında alış veriş işini yapar Aliye Hanım. Yeldeğirmeni çarşısına çıktığında namaz vakti Bakkal Sabahattin’in dükkânına uğrar, orada bir köşede namazını kılar, kendisiyle sohbet eder, bakkaliye alış verişini yapar ve öyle eve döner. Bakkal Sabahattin, yakışıklı, kültürlü güzel konuşmasını bilen bir insandır.

                                                Bakkal Sabahattin Bey O yıllarda

Bir gün yine Onun dükkânında namazını kıldıktan sonra ikisi sohbete dalarlar. Laf, köşkün kızlarından Naile’ye gelir. Naile’nin hastalanıp ölmesi semtteki herkes gibi Sabahattin Beyi de üzmüştür. Aliye Hanım birden Ona, ‘Naile sana âşıktı, seni sayıklayarak öldü’ deyiverir. Böyle bir habere hazırlıksız olan Sabahattin Bey şaşırır. Söyleyecek bir şey bulamaz.

                                     Sabahattin Bakkal, Soldaki Birinci Tenteli Dükkân

O yılların semtinde kendi içinde yaşanan duygulardan biridir bu. Yalnızca yaşayanın yaşadığını bildiği, belki bir iki yakınla paylaşılan sır. Romancıların ilhamı..

Günümüzde sevgiliyle çekilen selfiyi Face’de paylaşıp akşam başkasıyla yemeğe çıkmalar olduğu düşünülürse..

Aile 1950 li yılların ikinci yarısında köşkten taşınmış, bir süre köşkte kiracılar oturmuştur.

Köşk 1960 lı yılların  ikinci yarısında satılmış, yerine bugünkü apartman inşa edilmiş.

Ali Paşanın torunu Adnan Giz, 1980 li yıllarda ‘Bir Zamanlar Kadıköy’ kitabını yazmıştır. 

Adnan Giz’in oğlu Ali Giz 1960-1990 yılları arasında Kızları görmüştür. Onlar, bayramlarda aileleriyle birlikte büyüdükleri evi görmeye gelirler, sonra da Paşanın ailesinden geri kalanları ziyaret ederlermiş. Ali Giz, Aliye’yi Aliye Nine olarak bilir.

Köşkün bugüne kalmış bir fotoğrafı yoktur.

ARİF ATILGAN ARALIK 2016



10 Aralık 2016 Cumartesi

ESKİ GAZETELER
Arif Atılgan

1970 li yıllara kadar gazeteler 3 yaprak 6 sayfa çıkarlardı. Ön sayfada önemli başlıklar olur, birkaç satır haberden sonra altına ‘Devamı Sayfa 5, Sütun …’ yazılırdı. Sayfanın alt sağında başyazarın köşe yazısı, sol altında ise günün karikatürü bulunurdu. Yazıların esası iç sayfalarda okunurdu. 2. Sayfada köşe yazıları, reklamlar ve çoğunluğu pehlivan konulu tefrika yazıları yer alırdı. Ortadaki yaprakta magazinsel haberler, burçların günlük falı, reklamlar, sinemalarda matineleriyle oynayan filmler, İstanbul ve Ankara radyolarının saat saat programları olurdu. 6. Sayfa olan arka sayfada spor haberleri, arka sayfanın iç tarafı olan 5. Sayfada ön ve arka sayfadaki haberlerin devamları okunabilirdi.

                                                 Eski Bir Gazete Ön Sayfası

Babam gazete okurken Ondan ‘İçini’ isterdik. Gazetenin ortadaki yaprağına ‘İçi’, ön ve arka sayfaların olduğu iki yaprağına ise ‘Dışı’ derdik. Yani haber olan yapraklar ‘Dışı’ idi. Bugün hala haber olan kısımlarının olduğu esas kısmına ‘Dışı’ derim, eklerine ise ‘İlave’.

Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Cumhuriyet, Akşam, Dünya, Son Havadis bilinen gazetelerdi.  Bir de Şeker ve Kurban Bayramlarında çıkarılan tatsız tuzsuz Bayram Gazetesi vardı. Gazeteleri gazeteci aileler çıkarırlardı. Semavi, Karacan, Ilıcak, Nadi, Yolaç, Demirkent, Özkan aileleri gibi. Oktay Ekşi, Abdi İpekçi, Peyami Safa, Burhan Felek, İlhan Selçuk, Çetin Altan o yılların önemli yazarlarından bazılarıdır. Soyadıyla Ulunay olarak bilinen ünlü köşe yazarı Refi Cevad Ulunay’ın Pendik İstasyonunda trenden inip yakındaki çiftliğine eşekle gittiği sık yazılan bir konuydu.

                                                  Bayram Gazetesi

Sadrazam Sarayının eski adı olan Bab-ı Ali adıyla bilinen Cağaloğlu yokuşu, gazete binalarının topluca görüldüğü bölge idi. Dolayısıyla tüm gazete, dergi, kitap matbaaları da burada bulunurdu. Yazarlar işlerine dolmuş, tramvay, otobüsle giderler, yemeklerini civardaki lokanta, meyhane, pastanelerde yerlerdi. Halkla iç içe olduklarından onların nabzını iyi bilirlerdi. Haber ise muhabirlerle toplanırdı.

Cağaloğlu’nda, yokuşu çıkarken sağdaki binaların birinin üst katında bulunan bir gazetede arkadaşım çalışıyordu. Daha çok ilan, ticaret yayınları olan gazeteye arada bir ziyarete giderdim. Kendisi dizgici idi. Her sayfa, ayrı kutularda bulunan kurşun metalinden harfler dizilerek hazırlanır, sonra mürekkeplenerek kâğıda basılırdı. Çalışanlara kurşun zehirlenmesine karşı her gün yoğurt yedirmeleri ilgimi çekerdi. Bugün bilgisayarda hazırlanıp, tuşa tıklanarak baskı yapıldığı düşünülürse..

1960 ların ilk yarısı lise yıllarımdı. Yurt dışında bulunmuş bir arkadaşımız ‘Orada gazeteler 40-50 sayfadır’ diye anlatmıştı bir gün. Çok şaşırmıştım. Bugün bizde de öyle..

1980 lerden itibaren renkli TV lerin etkili olmaları gazeteciliği değiştirdi.  Sektörün adı Medya oldu. Patronlar TV, gazete, banka ve holding sahibi olmaya başladılar. TV ile gazeteyi banka ve holding için kullanmaya başladılar. Dolayısıyla medya sahipleri hızla değişti. Medya da.

Her gazeteyi okur, her kanalı izlemeye çalışırım. Medyanın siyasette taraf olmasını normal karşılarım ama ticarette taraf olmalarını doğru bulmam. Bugün bazı gazeteler TV programlarına rakiplerinin kanalını bile yazmıyorlar.

Gazeteler Medya haline gelince Cağaloğlu’ndaki binalar yeterli olmadı. Kentin çeperlerinde inşa ettikleri Medya Towers isimli binalara taşındılar. Yazarlar ‘Star’ oldular, halktan uzaklaştılar. Haber ise internetten toplanmaya başladı. 

Eskiye göre müthiş teknik olanaklar oluştu. Medya sahipleri sadece habercilikle uğraşsalar, tüm haber yayınlarının da müthiş keyifli olacağına inanıyorum.
ARİF ATILGAN ARALIK 2016


6 Aralık 2016 Salı

YELDEĞİRMENİ’NE ÖNERİLER
Arif Atılgan

1 Aralık 2016 tarihinde ESKİ YELDEĞİRMENLİLER gurubunun düzenlediği etkinlikte Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu ile bir toplantı yapıldı. Toplantıda Yeldeğirmeni semti için neler yapılabileceği konuşuldu. 



Öneriler şu ana başlıklarda toplanabilir:
1- Karakolhane Caddesinden Tramvay geçirilmeli: Bu cadde yıllarca Kadıköy’ü Üsküdar’a bağlayan ana aks olmuştur. 1950 lerde sahil doldurulup tren yolu üzerine köprü yapılınca bağlantı oradan sağlanmış. Yeniden tesis edilirse, nostaljik olmasından başka tarihi anımsatır ve çok yararlı olur. Sırasıyla Rıhtım, Şahap Gürler, Karakolhane, Yavuztürk, Söğütlüçeşme Caddelerini takip ederek ring yapan bir hat olabilir.

2- Ayrılık Çeşmesi Sokağının tescili: Sokak bir an önce bütün olarak tescil edilerek korunmalı. Geç kalınırsa vatandaşlar kendiliğinden evlerini tadil ederken yanlışlıklar yapılabilir. Sokak, dokusunu kaybedebilir.

3- Özen Sinemasının restorasyonu: Sinemamız Kadıköy’ün günümüze kalmış tek eski sinema binasıdır. Tescillidir. Restore edilerek tekrar eskisi gibi sinema haline sokulmalıdır. Sinema, tiyatro, çeşitli etkinlikler için kullanılabilir.

4- Sokaktan Çocuk Oyun Alanı yaratılmalı: Osmangazi İlkokulu ve Kemal Atatürk Ortaokulunun olduğu İskele Sokak Osmangazi Okulundan tren yoluna kadar trafiğe kapatılarak Çocuk Oyun Alanı yapılmalı. Zor olursa en kötü ihtimal hiç değilse Yeldeğirmeni Sokakla Taşlıbayır Sokak arası trafiğe kapatılmalıdır. Kapatılan bölüm orijinal Arnavut kaldırımı döşenmelidir. Çocuklar eski tarihlerdeki gibi sokakta oynamanın tadına varmalıdırlar.
Yeldeğirmeni’nde başka sokaklar da bu anlamda yayalaştırılmalıdır. Zira mahallede park yoktur.

5- Yeme-İçmecilerin olacağı cadde sokaklar plana işlenmeli: Başta Karakolhane Caddesi ve Duatepe Sokağının deniz tarafı yeme-içmecilerle kaplanmıştır. Buralardaki sokak ağızlarında da belli mesafeler Yeme-İçmeci olarak plana işlenmelidir. Dolayısıyla sokak içlerinin ikametgâh alanı olarak kalmaları sağlanmalıdır. Yeme-İçmeci olarak düşünülen başka cadde-sokak varsa onlar da şimdiden tespit edilmeli, plana işlenmeli. Ticaret ve ikamet alanları belli olmalıdır.

Bunların dışında gerek Belediyenin gerek Kaymakamlığın görevleri içine girecek çeşitli konular bulunmaktadır. Ancak ne yapılırsa yapılsın ana fikir, Yeldeğirmeni semtinde mahalle yaşantısının devam etmesi olmalıdır.
ARİF ATILGAN Aralık 2016




Kent Öyküleri

SİYASET ANISI
Arif Atılgan

2009 yılındaki yerel seçimlerden birkaç ay önce DSP liler benimle toplantı yapmak istemişlerdi. Mühürdardaki Modaspor Kulübünde yapılan toplantıda 30-40 kişilik bir gurup, bana partilerinin Kadıköy Belediye Başkan adaylığını teklif ettiler. Kendilerine, Mimarlar Odası Başkanı olduğumu, yasal engel olmamasına rağmen etik açıdan bu görevimden istifa etmem gerektiğini, seçim kampanyası için cebimden harcama yapmayacağımı, sponsor kabul etmeyeceğimi, partinin bu kampanyayı gerektiği gibi yapıp yapmayacağını açıkça sormuştum. Gereken her şeyi yapacaklarını söylediklerinde, ‘O zaman düşüneyim’ demiştim. Onlar ‘Kabul ettim’ dediğimi anlayarak girişimlerde bulunmuşlar. Sonuçta bir anda kendimi siyasetin içinde bulmuştum.

                                     Yırtık Bir Broşür Kalmış Anı Olarak.

Seçim kampanyasına başladığımızda gereken harcamaların yapılmadığını gördüm. Sorun etmedim. Bir yemek yaparak kazandığımız 10.000TL ile seçim kampanyası yaptık. Rakiplerimin çok büyük bütçeleri vardı. Onların karşısında benim bütçem komik ötesi idi.

Partili arkadaşlardan öğrendiğime göre, o sıralarda DSP nin ekonomik durumu oldukça iyiymiş. Kasalarındaki nakit, Ecevit ailesi tarafından titizlikle biriktirilmiş. Ancak bu parayı 2 yıl sonra yapılacak genel seçimlere saklıyorlarmış. Kararlarına saygı duyduğumu ancak yerel seçimlerin parti için daha önemli olduğunu ifade ederek kendilerine, ‘Yerel seçimlerde iyi bir sonuç alınmazsa DSP gündemden düşer, genel seçimlerde ne kadar büyük bütçe olursa olsun sonuç alınamaz’ demiştim. Sanırım yine Ecevit ailesinin büyük emeklerle oluşturduğu ülke çapındaki teşkilatlarına güveniyorlardı.

Kadıköy STK ları ve halkı beni olumlu anlamda tanırlardı. Gereken yapılmış olsaydı iyi bir sonuç alabilirdik. Kaybettik.

                          Öneriler Çok Güzel. Sokak Sanatçılarını İlk Ben Önermiştim.

Sonuçta geçirmiş olduğum o dönemden pişman değilim. Güzel bir deneyim, hoş bir anı olarak yaşamımda yer aldı. Hala görüştüğüm dostlar kazandım. Ancak dediklerim çıktı.

Bugün hala DSP ye oy verebilecek önemli bir seçmen kitlesi olduğuna inanıyorum. Ancak onları toparlamak için etkin kampanyalar gerekmektedir. Bunun için de bütçeye ihtiyaç vardır. Umarım DSP nin atak yapamamasının sebebi ekonomik değildir.

2009 yılında benim yaşadığım duyguları yaşamalarını istemem.
ARİF ATILGAN ARALIK 2016

25 Kasım 2016 Cuma

Kent Öyküleri

FB-GS REKABETİ
Arif Atılgan

FB nin ezeli karşıtı Hıncal Uluç yazmış. ‘Bir zamanlar B.Mehmet Fenere hatır şikesi yaptırmıştı da GS kümede kalmıştı. Unutmayın.’

4 Mayıs 1980 Pazar günü. Arkadaşlarla her Pazar Fenerbahçe Burnunda top oynuyoruz. Halı sahalar yok henüz. Maçtan sonra FB nin tesislerinde el yüz yıkayıp çay içiyoruz. Yine top oynadığımız o gün öğleden sonra FB-GS maçı var İnönü Stadında. GS yenilirse küme düşecek. Ligin bitimine bir iki hafta kalmış.

Takım buradaki tesislerde kamp yapıyor. El yüz yıkarken Alpaslan, Cemil’e rastlıyoruz. ‘Sakın öğleden sonra yatmayın’ diyoruz. Onlar da ‘Olur mu öyle şey’ diyorlar. Takım kaptanı GS den gelen B.Mehmet. O da aynı konuşuyor.

Bir ara FB nin solaçığı Yeldeğirmenli İbrahim geliyor yanımıza. Onun pek haberi yok bu konulardan. Gece taraftarlar gelip tezahürat yapmışlar, uykusu kaçmış, şikâyet ediyor.

                                       Altan Erbulak’ın Bu Maç İçin Yaptığı Karikatür

Öğleden sonra maça gidiyoruz. FB karşı onsekize girmemeye gayret ediyor. Yinede girdiğinde penaltı noktasından topu havaya dikiyorlar. Hele B.Mehmet’in yeni açık tarafındaki GS kalesinin onsekizi içinde bir pozisyon için hakeme ellerini gösterip ‘Eline çarptı, neden penaltı vermedin?’ anlamında itirazları herkesi güldürüyor. Sadece bizim İbrahim harbi oynuyor. Laf aramızda O bile tek başına yetecekti neredeyse GS ye o gün.

Maç 0-0 bitiyor. GS kurtuluyor. Maç sonrası biz dâhil açıkçası hiçbir FB li kızgın değildik. GS düşmemeliydi.

İşte o GS yurt dışı maçlarda herkes birbirinin yanında olurken ilk defa FB nin Sigma’ya yenildiği maç sonrası tribünlerinde Sigma7-FB1 afişi asarak bu birlikteliğe son verdiler. Daha sonra Avrupa başarılarının ardından, bu hafta yeni kaldırılan, seyircilere deplasman yasağı koydurttular. 

Ama en içimize sindiremediğimiz, 3 Temmuz sürecinde arkamızdan kuyu kazmalarıdır. Biz yine de GS siz olmayız deriz. Bunların hiçbirini yapmayız. Çünkü: Biz FB liyiz.
ARİF ATILGAN KASIM 2016

20 Kasım 2016 Pazar

Kent Öyküleri

MELİH KORAY VE ELEMANI
Arif Atılgan

Mimar Melih Koray Altıyol’daki bürosuna 12 yaşında bir çocukla gelir. Kara-kuru çocuğu elinden tutup bürodakilere tanıştırır, ‘Bundan sonra bu da bizimle olacak, göz kulak olun’ der. Yıl 1987 dir.

                                          O Yıllardaki Bürodan Görüntü

Çocuğun adı Alihan. Kars’ın Digor ilçesinin Çatak köyünden babasıyla İstanbul’a gelmişler. Babası Melih Beyin inşaatlarında çalışmakta, çocuk ise sokaklarda ayakkabı boyacılığı yapmaktadır. 30 kişinin kaldığı bir bekâr evinde yaşamaktadırlar.

Baba, Libya’da iş bulmuş ve gitmeye karar vermiştir. Çocuğunu Melih Bey’e emanet eder. Melih Bey, bekâr evinde tek kalmaya devam eden çocuğu büroya almaya karar verir. Birkaç gün büroda yatan çocuk, iş hanının bir odasına yerleştirilir. Bürodakilere getir-götür işlerinde yardımcı olacaktır. Ancak ilk zamanlar bunları bile tam olarak yapamaz. Zira doğru dürüst Türkçe bilmemektedir.

                                         Alihan O Yıllarda  Büro Çalışanlarıyla
                                           
Alihan, Melih Koray’ın yanından hiç ayrılmaz. Büro çalışanları değişir. Büro yer değiştirir. O, yerini hiç değiştirmez.

Büyüyen Alihan inşaatla ilgili iş öğrenir, Melih Beyin işlerinde çalışmaya başlar. Zaman zaman Onların evinde kalır.

Askere gider, 1999 yılında evlenmek ister. Melih Bey başlık parasını verir, evini döşer, düğününü yapar.

Alihan’ı ilk olarak 2015 yılının nisan ayında görmüştüm. Melih Koray, beyin kanaması geçirdiği için hastaneye kaldırılmıştı. Kendisini ziyaret etmiştim. Başındaydı. Tanımıyordum. Yakınlarından biri diye düşünmüştüm. 

Daha sonra beni aradı, kendini tanıttı. Öyle tanıştık.

Melih Bey 2016 yılının eylül ayında yine rahatsızlanmış, hastaneye yatmıştı. Ziyarete gittiğimde başında Alihan da vardı. Komadaki bir hastaya yapılacak her hizmeti yapıyordu.

                               Melih Koray Ve Alihan Akçilad Hastanede

Hastaneden çıktıktan birkaç gün sonra Melih Koray tekrar rahatsızlanmış, eve yakın bir hastaneye kaldırılmış ve orada hayata gözlerini yummuştu. Alihan oradaydı.

Cenaze töreni Zincirlikuyu Mezarlığı içersindeki camide yapılmıştı. Alihan, çocukluğundaki büro çalışanlarıyla oradaydı.

Cenaze defnedilirken Melih Koray’ın oğlu Melih çok üzgündü, babasını mezara indirecek durumda değildi. Birisinin ‘Alihan’ diyerek Onu çağırdığını duydum. Alihan aşağı indi ve patronunu ebedi istirahatgahına yerleştirdi.

                                                 Alihan Son Görevi İçin Mezarın İçinde.

Melih Koray 1987 yılında o küçük çocuğu büroya getirdiğinde, 29 yıl sonra kendisini mezarına yerleştirecek kişiyi seçmişti.

Yaşam böyle bir şey.. Kahramanlarına hiç fark ettirmeden öykülerini hazırlıyor.
ARİF ATILGAN KASIM 2016

Not: Alihan yıllar sonra Melih Beye sevgisinden 2019 yılında soyadını KORAY olarak değiştirir.



7 Kasım 2016 Pazartesi

Kent Öyküleri

GAZETECİ YILMAZ
Arif Atılgan

1950 li ve 1960 lı yıllarda her sabah gün ışımadan Yeldeğirmeni’ndeki iki katlı cumbalı evimizin kapısının altından günlük gazetelerimiz atılmış olurdu. Yılmaz ve Metin ismindeki iki kardeş omuzlarındaki askıya astıkları kalın gazete kitlesi ile koşarak bu işi yaparlardı. Arada bir 'Gaystee' diye bağırırlardı. Kendi müşterileri yetiyordu Onlara. Aybaşlarında, günün daha ileri bir saatinde evleri dolaşarak herkesle hesap görürlerdi.

Bir gün onlardan birine rastlamış, çocuk aklıma takılan şeyi sormuştum. ‘Ağbi, niye bu kadar acele ediyorsunuz?’. Cevap olarak ‘Aslanım’ demişti ‘Yeldeğirmeni’ni bitirip Moda’ya gideceğiz. İnsanlar haberleri okuyup evlerinden çıkmalıdırlar.’ Neredeyse o yılların tüm Kadıköy halkına sabah uyanmadan gazetelerini yetiştiriyorlardı.  


2013 yılıydı. Trafik ışıklarının birinde büyük kardeşi görmüştüm. Arabalara dur, geç işareti yapıyordu. Yanına gittim ‘Ne haber’ dedim. Beni tanımadı. Eski günleri anımsattım, kardeşini sordum. Yüzü buruştu. ‘Metin, 13 yıl önce öldü, yaşasaydı 76 yaşında olacaktı. Ben 79 yaşındayım.’ Dedi.

İstanbul’un güzel yılları geçip gitmişti. Yaşadığımız yıllarıysa acımasızdı. O yıllarda bu yıllar hayal bile edilemezdi.
ARİF ATILGAN NİSAN 2013




1 Kasım 2016 Salı

Yeldeğirmeni


ÖNSÖZ

Yaşamımdaki her 10 yıl bir fotoğraf karesi gibidir. Her fotoğraf karesi onlarca kitabın kapağı olabilir. Bu kitap, Yeldeğirmeni’ndeki fotoğraf karelerime olan borcumdur.

Yeldeğirmeni, evimizden de köyümüzden de öte, ülkemizdi bizim. Semtin sınırları içine girdiğimizde mutlulukla birlikte güven duygusu da kaplardı içimizi. Bizler muhit derdik, kendimize de muhit çocuğu. ‘Dibine kadar yaşamak’ denir ya, biz de mahalle yaşantısını dibine kadar yaşamıştık o yıllarda.

Anılarımızı paylaşmak düşüncesiyle Facebook’ta Eski Yeldeğirmenliler Grubu kurmuştum. Bir büyüğüm, arkadaşıyla fırında pişirttikleri tepsideki palamutları yemelerinin keyfini, ‘Ne günler. Roman yazalım Arif. Her şeyi isimleriyle hatırlıyorum. Ben de şaşırıyorum.’ diyerek anlatıyor. Bir başka büyüğüm de iltifatını, ’Sizlerin sayesinde dostlar, tüm gençlik anılarım gözümün önüne geldi.’ cümlesiyle ifade ediyor.  

Grubumuza sonradan giren semtimizde yaşamamış dostlarımız ise okuduklarından nasıl mutlu olduklarını yazıyorlar. Birisi, ’Ne zaman bu sayfaya girsem efsunlanıyorum. Uzun süre etkisinde kalıyorum. Rüya gibi.’ diyor. Bir başkası, ‘Yani neredeyse gidip Yeldeğirmeni’ne yerleşeceğim geldi. Bu ne aşk ah bu ne ıstırap.’ sözleriyle duygusunu açıklıyor.

Ancak Onlar semtimizin hala anlattıklarımız gibi olduğunu hayal ederek cümleler kuruyorlar. Hâlbuki bizim yazdığımız anılar semtimizin mahalle özelliğinde olduğu yıllarda kalmıştır. Bugün Yeldeğirmeni yeme-içmecilerin dolduğu eğlence fonksiyonlu bir yerleşim olmaktadır. Keşke yeme-içmeciler belli cadde ve sokaklarda olacak şekilde planlama yapılabilseydi.

Ağırıma giden şey semtimizi bilmeyenlerin Yeldeğirmeni yazıları yazmaları, gezileri yapmaları. Yazılarda gerçek Yeldeğirmeni’ne tepeden bakılıyor. Gezilerde ise Yeldeğirmeni, tanıtılmak adı altında pazarlanıyor.

Semtte mahalle var diyerek gelenler mahalleyi yok ettiklerinin farkında değiller. Hani doğa harikası bir koya villalar yapanlar, bir süre sonra kendi yapılaşmalarıyla oradaki doğayı yok ederler ya..

Çocuklar yine semtteki okullarına yürüyerek gitselerdi.. Yeldeğirmeni esnafıyla, insanıyla sadece yaşayanlarının değiştiği mahalle yaşantısına devam edebilseydi.. Tadından yenmezdi..

Bizler Eski Yeldeğirmeni’ni anılarımızla yaşatmaya devam edeceğiz. O fotoğraf karelerini soldurmayacağız. Yeldeğirmeni ölmedi. Kimse canlandırmaya çalışmasın.
ARİF ATILGAN EKİM 2016


31 Ekim 2016 Pazartesi

Yeldeğirmeni

DALLAS VE MEKÂN MEYHANELERİ
Arif Atılgan

Bu kitapta yazdıklarım 1970 li yıllara kadar olan yaşantıya aittir. Ancak yeni tarihli iki mekân vardır ki onlardan bahsetmeden Yeldeğirmeni öyküsünü bitirmek haksızlık olur. Dallas ve Mekân meyhaneleri.

1970 li yıllarda hareketlenen yapılaşma ile semtin demografik yapısı değişmeye başlamıştı. Bu değişimden ilk etkilenen, öteden beri semtte yer alan üç klasik meyhane olmuştur. Halit, Abdullah, Reşat amcaların meyhaneleri kapanmak zorunda kalmışlardı. Zira onların müşterileri ya yaşlanmış ya da semti veya dünyayı terk etmişlerdi.

1960 lı yıllarda çocuk yaşta olanlar 1970 li yıllarda büyümüşlerdi. Onları sadece Nedim’in Kahvesi kesmiyordu. Akşam saatlerinde takılacakları içkili bir mekân arıyorlardı.

Bu anlamda 1980 li yılların başında önce Mekân açılmıştı. Mekân, Karakolhane Caddesinde eski İş Bankasının bitişiğinde, daha önce kasap olan dükkanda idi. Burayı Nedim’in Kahvesinde bir dönem ocakçılık yapan Tahir Artüç’ün yeğeni Engin Cüran açmıştı. Kadıköy’de Münih Birahanesinden tanıdığımız Ali ve Hasan isimli garsonlar da buradaydı. Bugün yine semtin çocuğu Ali Demirbaş işletmektedir.

                                                  Mekân Meyhanesi.

Mekân’dan kısa bir süre sonra da Sivaslı iki kardeş tarafından Dallas açılmıştı. Dallas, Duatepe Sokakta daha önce Hasan Polo’nun manavının olduğu parsele yapılmış olan binanın altında idi. İlk yıl iş yapmayınca, 1981 de semtin sevilen iki kişisi Süleyman Sipahi ve A. Haydar Akbal (Arap) burayı devralmışlardı. 1983 yılında da Süleyman Sipahi’nin hissesini yine semtin sevilen bir kişisi olan İbrahim Güven devralmıştı. 

Dallas, İbrahim-Haydar ikilisiyle ünlü olmuştur.

                                                    Dallas Meyhanesi.

Nedim’in Kahvesinde takılanlar akşam Dallasa geçerler iki tek atıp eve giderlerdi. Bazıları devam ederdi. Maç gecelerinde önceden rezervasyon yapılırdı. Meyhane tıklım tıklım dolardı. Dükkânın içi klasik masa tipinde değildi. Taburelerde oturulan yüksek bankolar vardı. Biraz birahane olması, biraz da içinin darlığı sebebiyle bu tefriş yapılmıştı sanırım.

İki meyhane de zamanın modasına uyarak birahane adıyla açılmışlardı.

Mekân’da fazla tanıdığım yoktu. Dallas’takilerin hepsini tanıyordum. Bu sebepten Mekân’a gittiğim zamanlar sayılıdır. Fırsat buldukça Dallas’a giderdim. Seyrek gittiğim için olsa gerek arkadaşlarım özel ilgi gösterirlerdi. Burada TV den maç seyretmek stadyumda seyretmekten daha keyifli oluyordu. Normal zamanlarda ise tüm meyhane tek masa gibi olurdu. Zaten meyhanelerin keyfi de budur ya..

2010 yılında Haydar’ı kaybettikten sonra İbrahim de dükkânı bıraktı. Şimdi Haydar’ın oğlu Erdem işletmeye devam ediyor. Görüldüğü gibi zaman içinde Dallas’ın sahiplerinde değişiklikler olmuş. Değişmeyen tek kişisinin garson Mehmet olduğunu belirtmekte yarar vardır.

Her iki meyhane de günümüzde hizmete devam etmektedir. Anılarıyla..
ARİF ATILGAN EKİM 2016

26 Ekim 2016 Çarşamba

Yeldeğirmeni

BALIKÇI HALİT
Arif Atılgan

Halit Ağbinin balıkçı dükkânı Karakolhane Caddesinden Uzunhafız Sokağının deniz tarafına sapınca sağdaki binanın altındaydı. Remzi Ağbinin bakkalının sokak komşusu. Ama Caddede görülebilmek için çoğu zaman Remzi Ağbinin köşesine tezgâhını kurardı. Dursun Ağbiyle ortaktılar sanırım. Bir de yanlarında takılan, semtin alkol bağımlısı Turan (Yobaz)  vardı.

                              Balıkçı Halit Albert'in Bakkalının köşesine tablalarını getirmiş    

Biz Uzunhafız Sokağının karşı köşesinde takılan gençlerdik. Dolayısıyla esnafı izlemek olağan işimiz gibiydi.

Halit Ağbi balıkları kasayla Haliçteki halden alır, küçük mavna ölçüsünde bir tekneyle Kadıköy’e, at arabasıyla da Kadıköy’den Yeldeğirmeni’ne getirirdi. Tezgâha dizilen balıkların satışını izlemek çok keyifliydi.
            
 Balıkçı Halit’in Dükkânı (Sokak İçindeki) ve Tezgâh Kurduğu Köşe

Yuvarlak tablaların alt ucu deliktir. Delik kısmı aşağı gelecek şekilde meyille birbiri üzerine dizilirler. En alttaki tablanın altına ise su dolu bir lenger konur. Buradaki suyla balıklar devamlı ıslatılır. Islatmak için serpilen su tablalardan birbirine, en sonunda lengere akar. Dolayısıyla su harcanmaz. Tekrar kullanılır.

                                              2016 Yılında Balıkçı Halit Ağbi
                         
Satılan balıkların ayıklanması sanat gibidir. Kalın tahta üzerinde ince bıçaklarıyla keserlerdi balıkları. En çok palamut ve torik ayıklanması dikkat çeker. Kafa kesilir, karnının altı az kesilerek vücuttan koparılan iç organlar bıçağın ucuyla üstte açılan delikten çıkarılır, bıçakla tahtanın üzerinden sıyrılıp kafayla birlikte alta konan tenekeye atılır. Sonra bir maşrapa suyla balık yıkanır, torik ise dilimlenir, palamut ise dilim veya fileto yapılır. En son vurulan bıçak darbesiyle kuyruk kesilir, tekrar yıkanır paketlenirdi.  

Tenekedeki atılacak kafalarla balıkçılara özel yemek yaparlardı. Kafalar tepsiye dizilir, içine soğan, domates, patates, sivri biber, yağ konur fırına gönderilirdi. Fırından alındığında nefis manzarası olan yemekteki balık kafalarının yanaklarının çok lezzetli olduğunu biliyorum.

Uskumru o kadar çok olurdu ki onlardan çiroz yapılırdı. Yağlı balık olan uskumru iplere dizilerek köylerdeki tütün askılarındaki gibi kurutulurdu. Çifti 15 kuruş olan çiroz benim çocuk harçlığımla alabildiğim bir ziyafetti.

Lakerda kışın çok olan torik balığından yapılırdı. Bugün palamuttan, ithal uskumrudan yapıyorlar ama onlar toriğin yerini tutmaz. Lakerda zamanı Remzi’nin bakkalının veya Nedim’in Kahvesinin köşesine cam tezgâh kurulurdu. Malzeme, alçak bir sehpanın üzerinde kendine özel yüksekçe camekânın içine konarak satılırdı. Camekânın içine sarkıtılan ampuller onları pembeleştirir, insanları lakerda ister hale getirirdi. Keskin bıçakla dilimlenme görüntüsü ise iştah açardı.

İstanbullu, Kadıköylü olarak denizi ve balıkları severim. Balıkçı tezgâhlarını izlemekten keyif alırım. Kadıköy balıkçılar çarşısında hele Karaköy’deki Perşembe Pazarı girişindeki balık pazarında gezmeye bayılırdım. Köpekbalığı dâhil bin bir çeşit balık olurdu tablalarda. Kılıç, kırlangıç, kalkan, ıstakoz..

Tezgâhlarda çeşit yok artık. İzleme keyfim de kalmadı. Bir de balıkları arka tarafta kesip ayıklama modası başladı. Hâlbuki o safha tören gibidir.

Mahalle balıkçısı olmasına rağmen Halit’in tezgahında çeşit çeşit balık bulunurdu. Bugün balık çarşılarındaki tezgahlarda bile en çok görünenler fabrika balıkları. Diyeceğim şu ki balıkçıların tadı kalmadı. Halit Ağbi de böyle demişti son gördüğümde.
ARİF ATILGAN EKİM 2016




24 Ekim 2016 Pazartesi

Yeldeğirmeni

NEDİM’İN KAHVESİ
Arif Atılgan

1960'lı yıllarda Spor Toto çıkmıştı.. Fenerbahçe'de oynayan Nedim Günar 13 tutturup büyük ikramiye kazanınca Yeldeğirmeni'ndeki kahvehaneyi devraldı.. Vefa'da oynayan ağbisi Kazım Günar'la birlikte yıllarca çalıştırdığı kahvehane  Yeldeğirmeni tarihinde yer almıştır. 


                                               Nedim'in Kahvesi

Nedim’in Kahvesi, Yedeğirmeni’nin en ünlü mekânıydı. Karakolhane Caddesinden Duatepe Sokağının deniz tarafına saparken sağ köşedeydi. 1906 tarihli haritalarda Kahvehanenin ölçüsünde bina görünüyor. 1937 tarihli haritalarda 1 katlı Kafe notu da görünüyor.

                                         1937 Yılının Haritasında Nedim’in Kahvesi

Tek katlı binanın Karakolhane Caddesi tarafında havuzlu bahçesi bulunurdu. Bahçe tarafında mekânın içine giren, caddeye hizmet eden bir büfe yer alıyordu. Yanında da bahçeye giren berber dükkanı.. Kahvehanenin giriş kapısı Karakolhane Caddesinde olup, bina Karakolhane Caddesi ile Duatepe sokağına iki cepheli idi. İki cephede de alçak pervazların üzerinde uçuk mavi veya uçuk yeşil renklere boyanan geniş giyotin pencereler vardı. Rüzgârlıklı bir kapıdan oyun masalarının bulunduğu bölüme girilir, girişin sağ tarafında büfenin arkasına denk gelen yerde çay ocağı görülürdü. Kahvehane, ocağın hizasından arkaya, bilardo masasının olduğu bölüme devam ederdi. Oyun masalarının tarafındaki duvarda Fenerbahçeli Nedim Günar ve ağbisi Vefalı Kazım Günar’ın milli takım formalı fotoğrafları dikkat çekerdi.

                                         Nedim’in Kahvesi, Spor Toto Bayii ve Berber

Kahvehane müşterilerinin isimlerini tek tek yazmak istemiyorum. Unuttuklarımı kırmış olurum. Herkesi temsilen bilge adam Sami Ağbinin adını vermeme kimse itiraz etmez sanırım.

Buraya sık sık eski bir Yeldeğirmen’li olan Namık Sevik, Fenerbahçe’nin yöneticisi Semih Bayülken ve spor camiasının ünlüleri gelirdi.

Ramazan aylarında, iftardan sonra gelenler sahura kadar kahvehanede zaman geçirirlerdi. Bayram sabahları, her gelen kendinden önce gelenlerle bayramlaşır, ocaktaki tezgahtan şeker alıp sohbete katılırdı. Oyun oynamaya öğleden sonra başlanırdı. Aynı ilgi gayrimüslimlerin dini günlerine de gösterilirdi. 

Yılbaşı gecelerinde ise içinde içki, sigara vs olan bir ikramiye sepeti hazırlanırdı. Herkes bir numara satın alır ve çekilen kura sonunda sepet bir kişiye çıkardı.  

                                Nedim Günar ve Kazım Günar Kardeşler

Çocukluğumda bahçedeki havuzun fıskiyesinin üzerindeki pinpon topunun suyla yukarı çıkışını, alttaki hazneye düşüp tekrar fışkıran suyla yükselmesini merakla izlerdim. Yaz mevsimlerinde pencere pervazlarında veya bahçede oturup fiyakalı sohbet edenlere özendiğimi itiraf etmeliyim. Bir an önce büyüyüp ben de oturmak isterdim oralarda.                         
                                        
Nedim’in Kahvesine ilk gidişimi anımsıyorum. Üniversiteye başlamıştım. Bir masada oyun seyrediyordum. Ocakçı Ahmet Ağbi arkadan omzuma dokunmuş ‘Delikanlı, kimliğine bakayım’ demişti. Moralim bozulmuştu. Ama kendimi toparlamış şebekemi çıkarıp göstermiştim. O yıllar üniversitelinin az olduğu yıllar. Şebeke ile etkilemiştim sanırım. ‘Tamam’ deyip gitmişti.

Kahvehaneye çok giden biri değilim. Buradaki muhabbeti severdim. Hafta sonları akşam saatinde radyoda spor saatinin anons müziği duyulduğunda birden sessizlik olur, herkes kulaklarını dikerdi. Maçların sonuçları öğrenilir, ardından tartışması yapılırdı. Müdavimlerden biri öldüğünde cenazesi önce Kahvehanenin önüne getirilir, oradan camiye götürülürdü. 

Nedim’in Kahvesi CHP liydi. Genel başkanlık dönemlerinde İsmet İnönü de, Bülent Ecevit te buraya seçim konuşması yapmaya gelirdi. Hava kararınca içerdeki bir masada konuşma yapılır, dışarı konan hoparlörlerle ses dışarı verilirdi. Onların kullandığı bardakların bir tanesinin bile saklanmaması üzücüdür.

Burada en çok oynanan oyun anastra ve altıkol dur. Özellikle altıkol oynanan masayı seyretmek müthiş keyifli idi. Altıkol, üçer kişilik iki takım ve takım kaptanlarının olduğu bir oyundur. Kâğıtlar dağılır dağılmaz kaptanlar tarafından verilen talimatlar ve işaretleşmeler başlar. Tiyatro gibi izlerdim.

Anlatılanlara göre Nedim’in kahvesinde bilardo dâhil her oyunu en iyi oynayan kişi Muzaffer Ağbi imiş. Ayrıca Onun çok iyi kâğıt dizebilme yeteneği de varmış. Bir gün pişti oynarken kâğıtları dağıtmış, elindeki 4 kâğıdı masaya açmış ve ‘Ben açık oynayacağım’ demiş. Karşısındaki kişinin gözleri fal taşı gibi açılmış. Çünkü masadaki 4 kâğıt, elindeki kağıtların aynısıymış. Ne atsa pişti olacak.

1980 li yıllarda Nedim Ağbiye dükkândan çık denmiş. Apartman yapılacakmış. Nedim Ağbi avukat olarak müdavimlerden rahmetli Engin Erdeniz’i tutmuş. Engin’le Altıyol’daki bürolarımız yakındı. Gider gelirdik. Dava, zaman kazanma davasıydı. Sohbet ederken, ‘Bina Eski Eser deyin, Kurula gitsin’ demiştim. Bu şekilde kazanılan süre bitmiş sona gelinmişti. Bu sefer de ‘İçerde taş, tahta, demir eski bir şey varsa Tarihi Eser deyin’ dedim. Engin ertesi gün gülerek geldi. Bir köşede basamak boyutunda bir mermer görmüşler. ‘Bu Tarihi Eser’ demişler.. Uzatmayalım, sonunda dükkân terk edildi. Duatepe Sokağı tarafında yandaki dükkâna taşınıldı.. 2000 lerde Nedim Ağbi kahvehaneyi devretti.. 2010 larda kahvehane işsizlikten kapandı.. Sonra tam karşısına yeniden açıldı.. Bugün Ayhan Kütük’ün işlettiği Değirmen Kafe isimli kahvehane Nedim’in Kahvesinin devamıdır.

                                                Değirmen Kafe Kahvehanesi

Yaşamayanlara rahmet, yaşayanlara uzun ömür dileyelim.
ARİF ATILGAN EKİM 2016