DÖNÜŞEN
BEYKOZ
Arif
ATILGAN
Eski
tarihlerde Beykoz, beylerin ve padişahların av köşklerinin bulunduğu bir çevre
olarak göze çarpmaktadır. MÖ 700’lü yıllarda burada yaşayan Trakların kralının
adıyla Amikos olarak anılan Beykoz, 1402 yılında Yıldırım Bayezit tarafından
Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bu tarihten sonra ise Kocaeli beylerinin
ikamet etmesi dolayısıyla, “beylerin köyü” anlamında, “bey” ve Farsça “köy”
demek olan “kos” kelimelerinin birleşmesiyle “Beykos” adını almıştır. “Beykos”
daha sonra “Beykoz” olarak dillere yerleşmiştir.
Ancak,
günümüzdeki yerleşim burada kurulan üç fabrika ile oluşmuştur. Bu fabrikalar
Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası, Paşabahçe Tekel Fabrikası ve Paşabahçe Cam
Fabrikası’dır.
Siteler
İlk olarak 1812 yılında Beykoz’da deri imalathanelerinin oluşmasıyla orduya palaska ve kuşam takımları üreten bir deri atölyesi kurulmuştur. Bu atölye 1842 yılında kundura da üretmeye başlamış ve bu kunduralar Avrupa’da Fransız kunduralarından daha çok tercih edilir olmuştur. 1912 yılında tesise buhar kazanı alınmasıyla günde 1000 çift kundura üretimine ulaşılmış ve atölye artık bir fabrika durumuna gelmiştir. 11 Temmuz 1933 tarihinde ise Sümer Bank Deri ve Kundura Sanayii kurulmuştur.
Tekel Fabrikası; 1922 yılında Hasan Hulki Bey isimli bir
kişinin, 1900’lü yılların başlarından beri Paşabahçe sahilinde mum üretimi
yapılan bir tesisi satın alarak alkollü içki üretmeye başlamasıyla kendini
göstermiştir. 1 Ekim 1933 tarihinde devletin bu tesisi Hasan Hulki Bey’den
160.000.- TL’ye satın alarak Paşabahçe Tekel Fabrikası’nı kurmasıyla da resmen
çalışmaya başlamıştır.
Beykoz’da cam üretimi, Osmanlı döneminde kent içinde
bulunan küçük atölyelerin oradaki yangın riskinden korunmak için yerleşim yeri
bulunmayan Paşabahçe’ye taşınmasıyla gerçekleştirilmeye başlamıştır. 17 Şubat
1934 tarihinde ise bu atölyelerin yakınında Trakya Şişe ve Cam Fabrikası A.Ş.
kurularak hayata geçirilmiştir. Cam üretimi MÖ 10. yüzyılda Güneydoğu
Anadolu’da, MS 10. yüzyılda ise Orta Anadolu’da yapılmıştır. İstanbul’da ise
Paşabahçe’de sürdürülen camcılık günümüze kadar devam etmiştir. Bu sebepten her
biri ayrı sanat eseri olan çeşm-i bülbüllerin yakın tarihteki evi
Paşabahçe’dir.
İşte bu üç fabrikaya Boğaz vapurlarıyla gidip gelen
işçilerin daha sonra işyerlerine yakın yerleşme istekleriyle Beykoz semti
oluşmuştur.
1900 Yıllarında Beykoz İskelesi
Beykoz, bu fabrikaların beslediği halkıyla kendi içinde
ekonomisini oluşturmuş bir semtimizdir. Bu üç fabrikadaki işçilere kamu
idaresinde çalışanlarla esnaf da katıldığında Beykoz’da 15-20 bin kişinin
çalıştığı tespit edilebilir. Beykoz bu çalışan kesimin baktığı aile fertleri
ile 80-100 bin civarı bir nüfusla 1980 yılına kadar gelebilmiştir. Bu nüfus
2000’li yıllarda 216 binlere ulaşmıştır.
Geçtiğimiz son 10-20 yılda Beykoz’da bir dönüşüm
başladığı izlenmektedir. Burada lüks villaların inşa edildiği, öte yandan
Beykoz halkını besleyen üç fabrikanın da faaliyetlerine son verildiği
görülmektedir.
2004 yılında önce Paşabahçe Cam Fabrikası kapatılmış,
ardından diğer iki fabrikada da üretime son verilerek üç fabrika satılmıştır.
Satın alanlar bu tesisleri arsaları için satın aldıklarını açıkça ifade
etmişlerdir.
Beykoz’a can veren bu üç fabrikanın kapatılması
Beykozluları derinden etkilemiş ve semtli işsiz kalmıştır. Bugün Beykoz’un
gerçek sahibi olan Beykozlular yeni gelen zengin tabakanın yanında hizmetkârlık
işi bulduklarında sevinir olmuşlardır. Zaten bir kısmı da yaşayabilmek için
Beykoz’u terk etmektedir.
Bu durum tipik bir dönüşümdür. Dönüşümde sadece binalar
değil, sosyal, kültürel yapı, gelenekler ve en önemlisi insanlar da
dönüşmektedir. Beykoz artık on yıl önceki Beykoz değildir. Bu dönüşüm devam
edecektir. Marinalar, oteller, lüks konutlar inşa edilecek; Beykoz, Beykozlunun
yaşayamayacağı yüksek ekonomik seviyede bir semt olacaktır. Kısacası bundan on
yıl sonra bundan on yıl önceki Beykoz’dan hiçbir iz kalmayacaktır. Son
Beykozlu, semtini terk ettiğinde ise Beykoz dönüşümünü tamamlayacaktır.
Halbuki Beykoz’da daha değişik bir uygulama yapılabilir,
dönüşüm yerine yenilenmesi sağlanabilirdi.
Bu üç tarihî fabrikada ilk yıllardaki geleneksel üretim,
nostaljik bir şekilde kendilerine ayrılan bölümlerde sürdürülebilir, modern
üretime ise fabrikaların diğer taraflarında yine devam edilebilirdi. Ayrıca bu
geleneksel üretimi izlemek için Beykoz’a dünyanın her tarafından turist gelmesi
de sağlanabilirdi. Onlar için çevreyi bozmadan yapılacak konaklama tesisleri
devreye sokulur, hem daha çok hem de sürdürülebilir bir gelir elde
edilebilirdi. Üstelik bu çalışmalar esas amaç olan semtin geçmişinin korunması
ile gerçekleştirilebilirdi.
İtalyanlar MS 10. yüzyılda Anadolu’dan etkilenerek
yaptıkları cam üretimini bugün Venedik’in yanı başındaki Murano adasında
geleneksel bir şekilde küçük atölyelerde devam ettirmektedirler. Dünyanın her
yanından insanlar bu adacığa onları izlemek için gelmekte ve atölyelerin
kapısındaki küçük dükkânlardan alışveriş yapmaktadırlar. Göründüğü kadarıyla da
bu küçük adacığı dönüştürmeyi hiç düşünmemektedirler.
Dönüşümü savunanlar turizm ve ticareti artırarak daha
çok gelir elde edeceklerini ifade etmekte, ama kenti tükettiklerinin farkına
varmamaktadırlar.
Kentsel dönüşüm, kentte kentli
bırakmamak ana fikriyle yapılmakta ve kenti başkalarına satmak şeklinde
gerçekleştirilmektedir. Halbuki kentli olmadan kent olamaz.
Kentsel yenileme ise kentliyi asla yok saymadan onlarla
birlikte hazırlanan projelerle bölgeye şehircilik, mimarlık, mühendislik
hizmeti sokmak şeklinde oluşmaktadır.
Beykoz, kentsel dönüşüm açısından bir laboratuvardır.
Dönüşümcüler burada olanları iyi izlerlerse yakın zamanda bu semtin hafızasının
kaybolduğunu göreceklerdir.
Umarım Beykoz’un bu talihsiz deneyiminden ders alınır ve
bütün İstanbul’un geçmişinin yok edilmesinden vazgeçilir.
ARİF ATILGAN Temmuz 2007 Mimarlara Mektup