25 Şubat 2019 Pazartesi


İBB BAŞKAN ADAYLARINDAN BEKLEDİĞİM 2 VAAD
Arif Atılgan

Eskiden yerel seçimlerde karşı tarafın yolsuzlukları dile getirilirdi. Şimdi biraz da medyanın provoke etmesiyle projeler yarıştırılıyor. Siyasettir, olabilir.

İstanbul’da doğup büyümüş bir kişi olarak İstanbul Belediye Başkan adaylarını ilgiyle izliyorum. Projelerini tartışmak istemiyorum. Şu iki konuya hiç değinmemeleri beni rahatsız ediyor.

1- İnsanları bitmiş bir şehirde yaşatmak,
2- İnsanların denize girebilmelerini sağlamak.

1-İnsanları bitmiş bir şehirde yaşatmak: İstanbul’da doğmuş yaşamış biri olarak, bırakın yoluma inşaat faaliyeti çıkmamasını, 1 yıl müddetle inşaat faaliyeti olmayan sokakta yaşamadığımı belirtmek isterim. Kimse de yaşamamıştır. Alt yapı çalışması, yol-kaldırım yapılması, özel-kamu inşaatı, kavşak-köprü inşaatı gibi çeşit çeşit inşaat yapılmaktadır. Bugünkü belediye başkan adaylarının projelerini dinlediğinizde de bol bol inşaat yapılacağını anlıyorsunuz. Karışmıyorum. Yapsınlar. Ama hiç değilse ‘Sonunda halkımızı bitmiş bir şehirde yaşatmak istiyoruz’ desinler. Demiyorlar. Bizler bitmiş şehirde yaşamanın nasıl olduğunu ancak yabancı filmlerde görebiliyoruz. 

Ancak halkımız da inşaatı seviyor. İnşaat vaat edenlerden hoşlanıyorlar. Sonuçta herkes şantiyede yaşıyor ve bunu normal sanıyor.

Bir yetkili de çıkıp insanlara bitmiş bir şehirde yani inşaat faaliyeti olmayan bir şehirde yaşamanın tadını tattırmayı istemeli.

                                        Aksaray Meydanı İnşaatı

2-İnsanların denize girebilmelerini sağlamak: İstanbul ilk denize girmenin olduğu ilimizdir. Burada yıllarca ‘sinemaya gitmek’, ‘maça gitmek’, ‘gezmeye gitmek’ vs gibi ‘denize gitmek’ deyimi kullanıldı. Çocuklar ilk yüzme eğitimlerini denizde kendi kendilerine almışlardır. Büyürken önce ‘sinemaya’ sonra ‘denize’ ve en son ‘gece sinemaya gitme’ izini alırlardı ailelerinden. Başka kentlerde yaşayanlar yaz tatilinde denize girmek için İstanbul’daki yakınlarına konuk gelirlerdi. İstanbul sayfiye yeriydi. 

Zamanla plajlar yetmedi, sahiller doldurulup insanları her yerden denize kavuşturmak düşünüldü. İstanbul Silivri’den Tuzla’ya insanların dolaşabildiği bir kıyıya sahip oldu. Ama artık kıyılar sadece piknik yapılan yerler olarak düşünülüyor. Hâlbuki İnsanların denize girebilmelerini sağlayacak düzenlemeler, basit tesisler yapılabilmeli.

                                     Maltepe Sahili Dolduruluyor

İstanbul’a gelenler İstanbul’a uymalıdır. İstanbul İstanbul’a gelenlere uydurulmamalıdır.

İstanbul deniz kentidir. Deniz kıyısında kara kenti değildir.
ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN ŞUBAT 2019

24 Şubat 2019 Pazar


YENİ MODA ECZANESİ
Arif Atılgan

Dünya’da endüstri miraslarına çok değer verilir. Çalışır durumda olanları daha da değerlidir. Geçmişten günümüze kalmış, üretime katkıda bulunmuş her çeşit tesise endüstri mirası deniyor. Uzun yıllar eczanelerde ilaç üretildiği düşünülürse eski eczaneler de endüstri mirası sayılmalıdır.

Moda Caddesinde 117 yıllık Yeni Moda Eczanesi Kadıköy’ün endüstri mirasıdır. Çalışır durumdaki değerli tesisin öyküsü de ilgi çekicidir.

                  Yeni Moda Eczanesi. Vitrinde Şarap Fıçısı Üzerinde Havan.

1902 yılında Faik İskender Göksel Kadıköy Kızıltoprak’ta Eczane-i Saadet isimli eczanesini açar.  O yıllarda Kızıltoprak’ta bir de Sadullah Binzet’in eczanesi vardır.

Eczaneler çoğunlukla gayrimüslimlerin işletmesindedir. Eczacılar Cemiyeti de öyle. Eczacılık fakültesini bitiren kişi 2 yıl bir eczanede staj yaptıktan sonra eczane açabilmektedir.

1928 yılında Tahdit Kanunu çıkarılıyor. Bu kanuna göre her 10.000 kişiye bir eczane açılabilecektir. Sanki Müslimlerin de eczane açabilmelerinin önü açılmak istenmiştir.. Kızıltoprak’ta iki eczane fazla olunca Faik İskender Göksel eczanesini Moda’ya taşır. Moda’da 6-7 eczane vardır. Tek Müslüman-Türk eczanesi Alaattin Önal’ındır. İkincisi de Eczane-i Saadet ismini Eczane-i Faik İskender’e çeviren Faik İskender Göksel’inki olmuştur. Daha sonra Moda Eczanesi adını alır.

1922 yılında Urfa’lı Halil Nejat Sezer İstanbul’da Eczacılık Fakültesine girer. Bu arada konservatuarda keman öğrenir. Öğrenciliğinde Şehzadebaşı’ndaki Milli Sinemada sessiz film oynarken perde arkasında müzik yaparak geçimini sağlar.

1925 yılında 3 yılda okulu bitirir. Ertesi yıl askere gider ve askerliğini Fatih, Hadımköy, Gümüşsuyu Asker Hastanelerinde yapar. Memleketi Urfa’ya döner.

1928 yılında Urfa’nın Birecik kazasında Yeni Eczaneyi açar. Bir yandan da Akşam Gazetesi muhabirliği yapmaktadır. Sık sık İstanbul’a gitmekte, alış veriş yaptığı ecza depolarıyla görüşmeler yapmaktadır. Bir gün Sirkeci’deki Merkez Eczanesinde eczane sahibi Ali Rıza Aslıhan’ın yakını Azize Naime’yi görür. Âşık olur.

1931 yılında evlenirler.

1935 yılında Yeni Eczaneyi Konya Karaman’a nakleder. Buradayken bir yandan da Karaman Ortaokulunda müzik öğretmenliği yapar.. O yıl İstanbul’da Moda Eczanesi sahibi Faik İskender Göksel vefat eder. Eczaneyi 2 yıl çocukları çalıştırır. Eczacılık yasasına göre ölen eczacının eşi veya çocukları 5 yıl mesul müdürle eczaneyi çalıştırmaya devam edebilme hakkına sahiptir.

1937 yılında Faik İskender Göksel’in çocukları eczaneyi devretmeye karar verir.. Mühürdar Caddesindeki Merkez Ecza Deposu sahibi Balatyan Efendi alışveriş dolayısıyla tanıdığı Konya Karaman’daki Halil Nejat Sezer’e bu haberi iletir. Halil Nejat Sezer Moda Eczanesini devralır ve İstanbul’a yerleşir. Adını Yeni Moda Eczanesi olarak değiştirir.

Ergün Başak (Mali Müşavir), Diamondi Çiçekçioğlu (Kalfa), Polis (Rıza Paşa Karakolu), Melih Ziya Sezer 

11 Kasım 1943 tarihinde Halil Nejat Sezer vefat eder. Oğlu Melih Ziya Sezer ilkokul 5. sınıftadır. Eczaneyi önce annesi, daha sonra Melih Ziya Sezer idare edecektir. Melih Beyin eczacı olma öyküsü ayrı bir yazı konusudur. Yazdım. 

1967 yılında eczanenin bitişiğindeki 133 numarada yeni inşaat başlamıştır. Norm İnşaat isimli firmanın sahipleri, biri mimar diğeri mühendis olan Levon Tıngıryan ve Nurhan Tıngıryan kardeşlerdir. Melih Bey alttaki dükkânı Onlardan 90TL ye satın alarak eczaneyi yan tarafa taşır.

 
                        İlaç Dolapları (1902) ve Kabul Bankosu (1902).

117 yıl önce Kızıltoprak’ta başlayan, sonra Moda’ya gelen Faik İskender Göksel’in eczanesi.. Tam kapanırken Urfa’dan Konya’ya, Konya’dan Moda’ya gelen Halil Nejat Sezer’le devam ediyor.. Bugün Melih Ziya Sezer’le yaşamını sürdürmektedir.

Melih Ziya Sezer ve Kedisi Efe. Solda İlaç Dolabı (1952), Sağda Parfümeri Tezgâhı (1937).

Yeni Moda Eczanesinde sadece ilaç satılıyor. Melih bey güvendiği firmaların üretimlerini tercih ettiğini, aynı işe yarayan ilaçlardan bir tanesini sattığını söylüyor. Bugün hala laboratuarda ilaç yapılan belki de tek eczane.. Cilt losyonu ve merhemi, göz-burun-kulak damlaları, kuvvet ve öksürük şurubu öteden beri yapılan terkipler.. Yanımda hemoroid ve cilt için merhem siparişi verildi. Melih Bey ‘Yazabilen doktor olursa laboratuarda ilaç yapıyorum.’ Diyor bu konuda. Doktorların artık ilaç terkibi yazmadığını ima ediyor.

                                 Laboratuardaki Terkip Malzemeleri.

Kredi kartı geçmiyor, SGK reçetesi yapılmıyor. Melih Bey ‘formaliteleriyle uğraşamıyorum’ diyor. Eczanelerin durumunu sorduğumda, ilacın herkesin satabildiği ticari meta olmasının eczanelerin saygınlığına zarar verdiğini ifade ediyor. O bunları anlatırken, çocukluğumdaki eczanelerin aynı zamanda mahallenin Acil Servisi gibi çalışmasını anımsıyorum.

Eczaneye gezmek için gelenler de oluyor. Kedisi Efe dışarı çıkmak ve içeri girmek istediğinde ona kapı açılıyor.. Sık sık çok önemli insanlar da giriyor içeri. Ben oradayken eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cahit Kayra geldi. Melih Beyle şakalaştılar, benimle de çocukluğunu Yeldeğirmeni Ferit Bey Sokakta geçirdiğini sohbet etti..

                                           Cahit Kayra Giderken.

İçerisi etnoğrafik eşyalarla dolu. Melih Beyin babasından kalan enjeksiyon ampulü yapmaya yarayan ‘otoklav’, steril gazlı bez ile sargı bezi saklayan ‘etüv’, Altıyoldaki Merkez Eczanesi sahibi Kemal Devletoğlu’nun vefatı sonrası kızının hediye ettiği ‘havan’, National marka eski ‘yazar kasa’, ilaç ve ecza şişeleri, su banyosu, Cahit Kayra’nın hediyesi ‘karpit lambası’, karşı sıradaki meyhaneden alınmış Sicilya’nın Marsala kentinin ‘şarap fıçısı’ dikkat çekmektedir.. 1902 yılında Faik İskender Göksel’in Kızıltoprak’taki dükkânı için yaptırdığı sonra Moda’ya taşıdığı ‘kabul bankosu’ ile ecza dolapları-mobilyaları ve içlerindeki eski ambalajlarıyla ilaç kutuları, terazi, 1937 yılında Halil Nejat Sezer’in yaptırdığı parfümeri tezgâhı, 1952 yılında Melih Ziya Sezer’in yaptırdığı ilaç dolabı ise hala kullanılan değerler.

İlaç Şişeleri, Solda Etüv, Ortada Otoklav, Sağda Karpit Lambası ve Su Banyosu.

Melih Bey kabul bankosunun arkasındaki orta bölüme Arafat, arkadaki laboratuar bölümüne Cennet adını vermiş. Konuklar yakınlık derecesine göre bu bölümlere girebiliyormuş.

‘Yeni Moda Eczanesi Kadıköy’ün en eski eczanesi, Melih Ziya Sezer Kadıköy’ün en eski eczacısı mıdır?’ diye soruyorum Melih Beye. ‘İstanbul’da da daha eskileri olduğunu sanmıyorum’ cevabını veriyor.

Baştaki tespitimi tekrarlayarak bitirmek istiyorum. Yeni Moda Eczanesi, Kadıköy’ün çalışır durumdaki endüstri mirasıdır.
ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN ŞUBAT 2019

12 Şubat 2019 Salı


MİMARLIK ANILARI 2

KARTAL’DA  ÇÖKEN BİNA

1980-90 lar. Maltepe’de inşaat yapıyorum. Bütün müteahhitler kaçak yapıyordu. Sözleşmeye yazılarak üstelik. Ben 1cm kaçak yapmıyordum. Ama onlar 5 inşaat yapıyorsa ben 1 inşaat yapabiliyordum.


Bir anımı anlatayım. 

Yaptığım inşaatın bitişiğindeki arsa sahibi ‘Arif Bey diğer müteahhit 1 kaçak kat yapacak, bana fazladan 1 dubleks verecek. Sen de yap, bana 1 bodrum ver. Razıyım.’ Demişti. ‘Olmaz. Böyle adamlara vermeyin. Başınız derde girer.’ demiştim. Adam Ona inşaat yaptı. Dubleks olarak ta en üst katın ¼ ünü dubleks yaptı. Ayrıca inşaatta birçok eksik bıraktı.

Daha sonra karşımdaki arsa sahibi geldi. Ona da aynı şeyi söyledim. Hatta önceki komşu da ‘Arif Beye ver. Başka bir şey düşünme. Ben bir enayilik yaptım. Sen de benim gibi başını yakma’ dedi. Ama Onlar da aynı müteahhite verdiler. Yatayda da binayı büyülttü, düşeyde de. Hatta düşeyde 2 kat kaçak yaptı. Onun başı daha çok derde girdi. Çünkü 99 depremi oldu. Müteahhit daireleri birkaç kişiye satıp inşaatı kabada bırakıp kaçtı. Yıllarca uğraştılar. Kendileri inşaatı tamamladı.

Müteahhitle de konuşmuştum. ‘Niye böyle yapıyorsun? Üstelik çok ta ucuza satıyorsun.’ Demiştim. Ben 10’a daire satarken O 6’ya satıyordu. Cevabı ilginçti. ‘Önemli olan tencere kaynasın.’ Demişti. Bir önceki binayı bir sonrakinden sattıkları parayla bitiriyordu. ‘Bir gün iş durursa haliniz kötü olur’ demiştim. Nitekim deprem sonrası onlar da iflas edip perişan oldular.

80 li 90 lı yıllar kaçak yapmayanların iş yapamadıkları yıllardı. Her tarafta.. 3 kat imarlı yere 10 kat bina yapıldı o yıllarda.

Şimdi Kartal’daki olaydan sonra olacakları söyleyeyim. Eğer fenni mesulluktan istifa etmemişse binanın mimarı yargılanacaktır. Müteahhite bile fazla bir şey olacağını sanmıyorum. Esas bunları önleyecek olan belediye yetkililerine hiçbir şey yapılmayacaktır. Halbuki sorumlu belediye yetkilileridir. 1999 depreminde böyle oldu. Yasalar kamu görevlilerini koruyormuş.
ARİF ATILGAN 








KARTAL’DA ÇÖKEN BİNANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

1999 Depreminden 1 gün sonra bölgeye giden ilk bilirkişi heyetindeydim. Gölcük’e geldiğimizde durum çok kötüydü. Arama-Kurtarma çalışmaları yapılıyor, ortamda ağır bir koku bulunmakta, insanlar telaşlı, üzgün, çökmüş.. Sokaklarda gördüğümüz moloz yığınları ‘Burada 8 katlı … Apartmanı vardı’ diye gösteriliyordu. 

Yıkılan binalar için raporları yazdıkça bir konu dikkatimi çekiyordu. Hiç biri tek sebeple yıkılmamıştı.

Örneğin: 
- Fay hattının üzerinde bulunmak,
- Yumuşak zeminde 2 kat yapılacak yere 7-8 kat yapmak,
- Yumuşak kat olması (tekrar eden katlardan değişik planlı kat olması.),
- Kısa kolon olması (İki kolon arasında duvarın yukarı kadar çıkmaması),
- Yeterli donatı (demir) olmaması,
- Etriye olmaması (kolon demirlerini çevreleyen ince demir),
- Yuvarlak demirlerde kanca bulunmaması,
- Kolon demirlerinin filizlerinin kısa olması,
- Beton malzemesinde çakıl (agrega) yerine midye kabuğu veya çamur bulunması,
- Betonun dökülürken iyi karıştırılmaması,
- Betonun döküldükten sonra iyi sulanmaması,
gibi.

Son örneğini Kartal’da gördüğümüz apartman çökmelerinin sebepleri de bunlardır. Tabii bu sebeplere eklenen iki sebep daha vardır ki onlar en kötüleridir: Bina yapıldıktan sonra üzerine yeni katlar eklemek ve bina içinde kolon kiriş kesmek veya traşlamak. 
Bir an önce Kentsel Dönüşüm bu tip binalara uygulanmalıdır. Maalesef lüks semtlerde uygulanmaktadır.

Günümüzde elle karılan yerine hazır beton, yuvarlak yerine nervürlü demir vardır.
 ARİF ATILGAN













KARTAL’DA ÇÖKEN İNŞAATIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ (Devamı) 

Bugün ne yapılmalıdır?

Öncelikle 1999 depremi sonrası İstanbul’daki yapı stokuyla ilgili bilgilendirme yapayım. 1.300.000 bina vardır. Bunların 300.000’i ruhsatlı-iskânlı, 500.000’i ruhsatlı ama iskânsız yani kaçakları olduğu için iskân alınmamış, 500.000’i ise ruhsatsız-iskânsız yani dosyaları bile yok.. Bu sayım belgeler olmadığı için hava fotoğraflarıyla gerçekleştirilmiştir. Bu binaların tamamı 1998 Yapı Yönetmeliğinden önce yapıldığı için yenilenmelidir.

Deprem sonrası yapılan binalarla ilgili sorun olmadığını söyleyebilirim. Sadece yüksek binalarla ilgili bir şey söyleyemem. Onlarla ilgili bilgim yok. 

Gelelim bugüne..

Kentsel Dönüşüm Yasasının önce 500.000 ruhsatsız-iskânsız, sonra 500.000 ruhsatlı- iskânsız, en son 300.000 ruhsatlı-iskânlı binalar için uygulanması sağlanmalıdır. 
Ayrıca hali hazır bina stoku için de yapılması gerekenler vardır. 

En lüks semtlerdeki en lüks binaların bile içinde dekorasyon adıyla kolon kiriş kesme-traşlama ve duvar yıkma olayları olabilmektedir. Yine dekorasyon adıyla su, elektrik, gaz vs tesisat değiştirmeleri de olabilmektedir.

Binalar inşa edildikten sonra da denetlenmeye devam edilmelidir. Bunun çeşitli yöntemleri vardır. 

Diğer yandan kaçağı önlemek için ise Belediye Başkanları ili veya ilçeyi İmar Müdürlerine, İmar Müdürleri de her mıntıkayı Mıntıka Mühendislerine zimmet etmelidirler. 

İstenirse kent içinde kaçak balkon bile kapatılamaz.
ARİF ATILGAN 


MİMARLIK ANILARI 1

BİNA KULLANIMLARI
Arif Atılgan

2000’li yıllar.. Bir tanıdığım aradı. Banyoyu kıracaklarmış. Tesisat borularına zarar vermemek için nereden geçtiğini göstermemi istiyorlardı. Onlarla işim bitince alt kattan da davet edip bir şey sormak istediler. Daireye girdiğimde gördüm ki banyoya doğal gaz borusu sokmak için kirişi delmişler. Bu arada demirleri de kesmişler.



1990’lı yıllar.. Demir doğramacımla sohbet ediyorum. En lüks caddelerden birindeki bankaya çelik kasa dairesi yaptıklarını anlatıyor. Ancak kasanın ayrılan yere sığmadığını, kolon keserek yerleştirdiklerini söylüyor. Bu bina yok artık. Kentsel Dönüşümde yenilendi.
….
Başka bir binada zemin kattaki dairede su patlağı varmış. Ev sahibi, bodrum kata su sızdığı için ‘kimseye zararı yok’ diyerek tamir etmiyormuş. ‘Beton içindeki demirleri çürütür. Tamir etmelisiniz.’ Demiştim. 
….
2000’li yılların başı.. Deprem sonrası Mimarlar Odası ve TMMOB Afet Komitesi Başkanıyım. Belediyelerle ortak çalışmalar yapıyoruz. En lüks semtlerdeki en lüks binalarda bile bodrum katların durumlarının çok kötü olduğunu görüyorum. Neredeyse tamamı sıvasız.. Çünkü: O katlar gözden ırak..
Bir binanın bodrumunu anlatayım. Su deposu yapmışlar. Rutubet ve buhar beton harcını düşürmüş, demirler ortaya çıkmış. Ama demirler paslanmış, korozyon yapmış. Yani binanın temelle, toprakla ilişkisi kalmamış.
….
Başka bir tanıdığım övünerek evine dekor yaptırdığını, kolon-kiriş dişlerini tıraşlayıp çok güzel sonuç aldıklarını anlatıyordu. Gitmedim, bakmadım. Çünkü: Kızdım.
….
Bazı müteahhitler kirişler yukarıda diş yapmasın, duvar düz olsun diye 20cm’lik taban yerine 10cm’lk taban kullandıklarını övünerek anlatırlardı.
….
Oturduğum binayı topraktan almıştım. İlk toplantıda ‘Matkap bile çalıştıracak olan Yöneticiye sormalıdır’ demiştim. Çok kızmışlardı. Bilerek abartmıştım. Asıl derdim hilti kullanımını kontrol etmekti. Nitekim alt katta ters dubleksteki karı-koca bankacı çift, merdiven kenarındaki perde betonu delerken yakalamıştık. Bankacı diye yazmamdaki amacım okumuş-yazmış olduklarını belli etmek içindir.
….
Marangozumun bir tanıdığına proje çizmiştim. O kişi daha sonra başka binalar da yapmış ama bana hiç gelmemişti. Marangoza sorduğumda ‘Senin kolon-kiriş dişlerini beğenmemiş’ demişti. 1999 depremi sonrası sadece benim binamda sorun olmamış. ‘Adama helal olsun’ demiş benim için.
….
Demek istediğim, binalar bittikten sonra kullananların keyfine bırakılmamalıdır. Kesinlikle denetime devam edilmelidir. Ayrıca binalara da arabamıza, vücudumuza yaptığımız gibi Periyodik Bakım–Onarım yapmalıyız. Nasıl ki arabanın yağı-balatası değişiyor, suyu tamamlanıyorsa binalarda da zamanı dolan, eskiyen parçalar vardır. Onlar değişmeli, onarılmalıdır. Her binanın sorumlu mimarı olmalı, en basit tamir vs bile haberli yapılmalıdır. Ayrıca yapılan her işlem belediyedeki dosyasına işlenmelidir.
….
İddia ediyorum… Betonarme-Karkas taşıyıcı sistem sandığımız binaların çoğu Beton-Yığma taşıyıcı sistem bina haline girmiştir.
ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN ŞUBAT 2019 


10 Şubat 2019 Pazar


ANKARA PASTANESİ
Arif Atılgan

1950'lerdeki çocukluk yıllarımdan beri bilirim bu pastaneyi. İtiraf etmeliyim. Hiç girmemiştim içeri. Alt tarafındaki bahçesi dikkatimi çekerdi. Oturanlar bizden büyük kişiler olurdu. Her defasında ‘Bir dahaki sefere’ demişimdir. Kısmet bugünlereymiş. Arkadaşlarla Süreyya’nın karşısındaki Kars Pastanesine gitmeyi tercih ederdik. Gençler orada olurdu çünkü.

                                                           Ankara Pastanesi

1945 yılında Feridun Gerez açıyor pastaneyi. Bahariye Caddesinde tek tük dükkânların olduğu yıllar. Onlarda terzi, yorgancı filan..  Feridun Bey daha önce Beyoğlu’nda, Kadıköy’de esnaflık yapmış. Sonunda pastane açmaya karar vermiş.  Atatürk sevgisi, Atatürk’ün başkent Ankara’da olması dükkânın adını Ankara koymasına sebep oluyor.

Açılıştan birkaç yıl sonra oğlu Kutlu Gerez işin başına geçiyor. Günümüzde eşi, kızı hep birlikte işletiyorlar burayı. Uzun yıllar Tavuk Göğsü ve Kazan Dibi spesiyal çeşitleri olmuş. Ancak fabrikasyon üretimler marketlerde ucuza satılmaya başlayınca vazgeçmişler.

İçeri girdiğimde eşi vardı. Çok konuşkan bir hanım değil. Adını da söylemedi, fotoğrafını da çektirmedi.

2015 yılında mülk sahibi Surp Levon Kilisesi kendilerini çıkarmak istemiş. O günleri Ben de biliyorum. Biraz üzülmüşler. Sorun hallolmuş.
 
Kutlu Bey yeni spesiyal çeşitler gerektiğini düşünmüş. Leblebi Helvası ve Tahinli Pide yapmaya karar vermişler. İçeride durduğum müddet içinde devamlı bu iki çeşit satın alındı. Fiyatlarını ezberledim. Biri 5TL diğeri 4.5TL..

                                                 Leblebi Helvası ve Tahinli Pide
 
Bazen birileri giriyor içeri. Dükkân sahibesi ‘Merak için gelenler de oluyor.’ Diyor. Gerçekten içeri girenler bakınıp fotoğraf çekip gidiyorlar.

Kendisini konuşturmak istiyorum. Eski yıllardan, eski müşterilerden, caddenin eski halinden bahsedip ‘Bugünden memnun musunuz?’ diyorum. ‘Hamdolsun’ diyor. Yüzücü olan 1975 doğumlu kızlarının 10 yaşında kırdığı Türkiye rekorunun hala kırılamadığını anlatıyor. Sohbetimiz dükkânın dışında konulara kayıyor. Boğa Heykeli ve çevresini filan konuşuyoruz.

                                                            İçeriden Görüntü

İçeriden gelen papağan sesini soruyorum. Dükkânın papağanıymış. Adı Şenol. Her papağan gibi onun da bir öyküsü var.. Müşteri olarak gelen bir hanıma ‘Buyurun, ne istemiştiniz?’ diye sorulduğunda hanımefendi ‘Ben siparişimi vermiştim.’ diyor.. Meğer Şenol kendisini ‘Merhaba’ diyerek karşılamış. Hanımefendi de dükkân sahibinin tezgâhın arkasında olduğunu, bu sebepten Onu göremediğini düşünüp ‘2 Tahinli’ demiş.. O günden sonra Şenol’u arka tarafa koymuşlar. 

                                                    Papağan Şenol

Ayrılırken Dükkân Sahibesi ısrarla Leblebi Helvası ve Tahinli Pide ikram etti. Çok toktum. Bu sefer paket yaptı. Akşama kadar elimde dolaştıramayacağım için bir dahaki sefere ikisini de keyifle orada yiyeceğime söz verdim. 

Kadıköy’ün günümüze kalmış belki de en eski pastanesi. Caddenin her tarafında ev varken açılmış. Bugün cadde değil sokak araları bile çılgın işyerleriyle dolu. Ankara Pastanesi çevresini şaşkınlıkla izleyen yorgun bir insan gibi.. Hani derler ya ‘Ağzı dili olsa da anlatsa.’ Emin olun anlatıyor sanki. Hissediyorsunuz.

Ziyaret edin Ankara Pastanesini. Leblebi unundan yapılma helvasını ve tahinli pidesini tadın. Bana hak vereceksiniz.
ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN ŞUBAT 2019