25 Temmuz 2013 Perşembe

FENERBAHÇE DDY KAMPI


Mimarlara Mektuplarım



FENERBAHÇE TCDD KAMPI

19.Yüzyılın ortalarından itibaren Fenerbahçe Burnu ve etrafı mesire yeri olarak kullanılmaya başlanmıştı.Alanın burun kısmı kayalık olduğu için sol tarafındaki kumsal kısım halk tarafından daha çok tercih ediliyordu.Ancak buraya Kadıköy’den ulaşım oldukça zordu.Bu sebepten 22 Eylül 1872 yılında Haydarpaşa-İzmit arasına tren yolu yapılırken Feneryolu İstasyonu’ndan Fenerbahçe’ye de tek hat döşenmişti.Bu hat Feneryolu İstasyonu’nun batısından kavisle şimdiki Feneryolu Sabit Pazarı’nın bulunduğu yerden geçiyor ,Bağdat Caddesi’ni hemzemin geçitle aştıktan sonra ,şimdiki Faruk Ayanoğlu Caddesi’nin ortasını takiben Fenerbahçe Orduevi Kapısı önünden önce batıya ,sonra güneye saparak sağında askeri lojman binalarını solunda askeri alanı kapsayan Fenerbahçe Demir Yolu’nu takiben şimdiki TCDD Kampı alanına geliyordu.Faruk Ayanoğlu Caddesi’nin ortasında ki demiryolu iki yanı ağaçlıklı tek hattı.Bu hattın iki yanında ise sokaklar bulunmaktaydı.Bugün demiryolunun bulunduğu kısım cadde ,iki yanındaki sokaklar ise kaldırım olarak kullanılmaktadır.Ayrıca Feneryolu –Fenerbahçe arasındaki bu yolun tapusu da tüm demiryolları gibi TCDD ye aitti.

                                       Feneryolundan Fenerbahçe'ye Gelen Hat.

Fenerbahçe Burnu’nun doğu tarafında İstasyon Binası ile son bulan raylar tek hat olduğundan buraya gelen trenler Feneryolu İstasyonu’na kadar lokomotifin arkadan itmesi ile gidebilmekte idi.İki katlı İstasyon Binası’nın alt katı Bekleme Salonu ,üst katı ise İngiliz uyruklu bir levanten olan İstasyon Şefi Antuvan Efendi’nin lojmanı olarak kullanılmakta idi. Genellikle İstasyon Şefleri gayri müslimlerden oluşurdu.1915 yılında İzmir’de Şömen (yol) dö Fer (demir) okulu açıldıktan sonra işletmelerde Türkler de görev almaya başlamıştı.Ayrıca tüm istasyonlarda olduğu gibi burada da istasyonun hemen yanında yine gayri müslimlere ait iki bakkal dükkanı bulunmakta idi.Haydarpaşa –Feneryolu arası 3.3 km ,Feneryolu-Fenerbahçe arası ise 1.4 km mesafede idi.

                                              Fenerbahçe İstayonu (Karakolu)

1.Dünya Savaşı sırasında askeri amaçlı kullanılan demiryolu ,1934 yılından sonra sadece Fenerbahçe’de yapılan cephaneliğe malzeme taşınması amacına hizmet etmiştir. Haydarpaşa Garı’ndaki 6 Eylül 1917 tarihindeki patlama olayından sonra Gar’ın kulanılamaz duruma gelmesi sebebi ile ,Fenerbahçe’deki iskele uzun süre Anadolu’ya özellikle askeri malzeme sevkiyatında kullanılmıştır.1928 yılında buraya yaz aylarında ve tatil günlerinde piknik yapmak için gelenlere hizmet için tren seferleri tekrar düzenlenmiş ancak verimli olunamamıştır.1936 yılında ise Atatürk bu hat ile Fenerbahçeye gelmiş ,burada kendisine bir köşk yapılması düşüncesi açıldığında ise “Burası bir insan için çoktur ,halk istifade etsin” demiş ve kendisine köşk yapılmasını istememiştir.

       Önde Fenerbahçe Plajı, Arkada Henüz Yapılmamış DDY Kampı Yerinde İstasyon

Feneryolu-Fenerbahçe arasındaki raylar 1970 yılı Mart ayında tamamen yerlerinden sökülmüştür.
Fenerbahçe İstasyonu’nun bulunduğu deniz kıyısındaki plaj 1957 yılında TCDD personeli ve aileleri için yazlık dinlenme kampı olarak hizmet etmeye başlamıştır.TCDD çalışanlarının 15 er günlük fasılalarla yararlandıkları bu tesisin işlevine 1980 li yıllarda son verilmiştir.

                                        DDY Kampı 1970 Öncesi (Tahta İskele Var)

İstanbul içersinde yaşayan TCDD çalışanları ise sezonluk giriş kartı çıkararak bu kamptan faydalanmakta idiler. Ancak ailesinde kurum çalışanı olmayan ,buna karşılık her gün denize gitmek durumunda olanlar ise ne yapar eder TCDD de çalışan bir yakınları vasıtası ile bu kampa giriş kartı çıkarırlardı.Plajında denize girilir ,üst kısımdaki tesislerde ise bir şeyler yenilir içilirdi.Bir yanında Askeri Kamp ,diğer yanında Fenerbahçe Halk Plajı bulunan ,özellikle 1960 lı yıllarda benimde yoğun kullandığım bu Kampta tüm Kadıköylü’lerin unutulmaz anıları bulunmaktadır.

                                         DDY Kampı 1970 Sonrası

Bu anlamda TCDD Kampı’nın iki önemli karakterini anımsamakta yarar vardır. Bir tanesi kartsız gelenleri asla içeri almayan kapıda ki görevli Şefik Bey, diğeri ise özellikle açıktan yüzerek kampa girmek isteyenleri gözleri ile takip edip tam denizden çıkarlarken karşılarına dikilip tekrar geriye, denize gönderen Kamp Komiseri Altan’dı.

28/11/2008 tarihinde TCDD Yönetim Kurulunun 23/230 sayılı kararı ile bu alan Özelleştirme İdaresi’ne devredilmiştir. 29/05/2009 terihinde ise 5 Nolu KVTVK Kurulu Fenerbahçe Burnu’nu kıyıdan 50 mt açıktaki denizide kapsayacak şekilde SİT Alanı ilan etmiştir.

Ancak Özelleştirme İdaresi’nin 5793 sayılı yasadan güç alarak hareket etmesi ihtimali insanlara endişe vermektedir.

Bugün Fenerbahçe Halk Plajının bulunduğu alan güya halka açık ama halkın giremiyeceği kadar pahalı beach clup durumundadır.Fenerbahçe Burnu kısmı ise çeşitli klüplerin kullanımındadır.TCDD Kampı’da Özelleştirme İdaresi’ne verilmiş akibetini beklemektedir.

Halbuki Atatürk 1936 yılında demiştir ki “Burası bir insan için çoktur ,halk istifade etsin”.)

Yukarıdaki satırlar Ağustos2009 tarihinde Mimarlara Mektup dergisinde ve Mimarlara Mektuplarım kitabımda yer almıştır. Bugün bu kıyı bölümü marina yapılması için planlanmıştır.
Marinalar daha çok büyük teknelerin bağlandığı tesislerdir. Büyük teknelerin sahipleri ise üst düzey ekonomik durumu olan kişilerdir. Dolayısıyla marinaların kentin dışında sakin kıyılara yapılması daha doğrudur.  Zira bu kişiler uzak bir kıyıda bulunan marinalardaki teknelerine özel araçlarıyla rahatlıkla gidebilirler. Diğer taraftan marinalarda tekne sahiplerinin tekneleri için gerekli malzemeleri satan dükkânlar bulunur. 
Son yıllarda kent içersine marinalar tesis edilmesi geleneği oluşturuldu. Bu durumda hem kıyılar halkın kullanımı dışına çıkmakta hem de kentin en değerli yerleri az sayıdaki kişilere hizmet etmektedir. Buralarda, kentin içi olduğu için tekne malzemesi satacak birkaç dükkân yerine AVM ve eğlence fonksiyonları taşıyan dükkânlar açılmaktadır. Dolayısıyla kentin en değerli yerleri toplumun çoğunluğunun kullanımına değil az sayıda insanın kullanımına açılmış oluyor.
Ayrıca kentin içinde bu anlamda tesis yapılacaksa daha çok burada yaşayan orta halli insanların küçük tekneleri için kirası düşük barınaklar yapmak daha anlamlıdır.

Fenerbahçe İstanbul’un en değerli kıyısıdır. Bu sahiller ise halka açılsa, eskisi gibi halkın kullanımı için ayrılsa sosyal devlet çok daha kamu yararı içeren bir hizmet yapmış olur.

1936 yılında Fenerbahçe’ye trenle gelen Atatürk’e buraya kendisi için bir köşk yapılması önerilmiş, buna karşılık Atatürk “Burası bir insan için çoktur, halk istifade etsin” demiştir.

Kıssadan hisse çıkaralım. 77 yıl önce Atatürk’ün halka kapatmadığı bu kıyıyı biz bugün halka kapatmayalım.
ARİF ATILGAN

23 Temmuz 2013 Salı


‘YELDEĞİRMENİ’NDEN ANIMSAMALAR

Yazan: Arif Atılgan

Geçtiğimiz günlerde Yeldeğirmeni’nin en eski esnafı Terzi Salamon Seviş’i kaybettik. Salamon elli yılı aşkın bir zamandır Yeldeğirmeni’nde zenaatını sürdürüyordu.

Bu acı olay bana büyüdüğüm semtin eski esnaflarını hatırlattı doğal olarak. Bakkal Albert, Lostra Salonu çalıştıran Jak Usta, bugünkü tanımıyla işportacı sayılacak olan Arnavut Dede, aslında avukat olan Bakkal Sabahattin, Kuru Kahveci Halil, Simitçi Fırıncı İhsan, Ekmek Fırıncısı Mehmet ve Ortağı, Bakkal Remzi ve Kardeşi Muzaffer, bacanak olan Mustafa ve Rıfat Ağabeyler’in Çamlıca Bakkaliyesi, Balıkçı Halit, Meyhaneci Halit, Nedim’in Kahvesi, bugün yaşayan en eski esnaf olan Muslukçu (Tesisatçı) Artin Usta, Sütçü Bulgar Ailesi, Berber Bekir, Buzcu Pire Mehmet, Hallaç (Yorgancı), Kundura Tamircisi Yusuf, Totocu Çetin, her gün aynı saatte evimizin önünden geçen Sokak Simitçisi, Kalaycı Niyazi, sokak satıcısı ama bugünkü tanımla seyyar satıcı olan Dondurmacı Abdullah, her sabah kapılarımızın altından gazetelerimizi atan Gazeteci Yılmaz, kısaca süb dediğimiz süpanglesiyle meşhur Florya Pastanesi, Tuhafiyeci Yani, kilolu hali ile amuda kalkıp dolaşabilen Manav Hasan Polo, içi dikenli sepetler içerisindeki cam damacanalarda Çamlıca Suyunu getiren Sucu, İbrahimağa’da yetiştirdiği sebzeleri atına yükleyip satan Zerzevatçı Ali, sesinden çok çıngırağı ile bilinen Yoğurtçu, herkesi tek tek tanıyan Postacı, o yıllarda taksi yerine kullanılan Faytonlar ve Faytoncular.

Her biri ile ilgili çeşitli anılar anlatılabilecek olan bu insanlar semtin ve semtlinin hem hizmetkarı hem de rengi olurlardı. Örneğin: Semtte hiç kimsede telefon yokken bile esnaf dükkanlarındaki sohbetlerle haberler en kısa zamanda tüm insanlara yayılabilirdi. Hele Fenerbahçe –Galatasaray maçlarından sonra mağlup taraf Fenerbahçe ise Galatasaraylı esnafın küçük bir tabut yapıp üzerini sarı lacivert renkli kağıtlarla kaplaması, Galatasaray mağlupsa bu sefer Fenerbahçeli esnafın üzeri sarı kırmızı kağıtlarla kaplı bir kovayı dükkanlarının önüne asmaları çocukluk anılarımdan hiç çıkmamaktadır.

Her evde bulunan en önemli eşya ise özellikle çorapların yamanmasında kullanılan tahta yumurtalar idi o zamanlar.

Renkli esnafları, mutlu insanları ile orta hallilerin yaşadığı dingin bir semtti Yeldeğirmeni. Bu dinginliğe ve mutluluğa sebep olan en önemli etkenlerden biride semtin binaları idi doğal olarak. Denize bakan yamaçlardaki Yahudilere ait yığma apartmanlar İstanbul’un ilk apartmanlarıdır diyebiliriz. Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’na doğru olan üst düzlükte ise daha çok Türkler’e bunu yanında Ermeni ve Rumlar’a da ait olan iki katlı cumbalı ahşap veya ahşap üstü sıvalı evler bulunmaktaydı. Camisinden ezan, kilisesinden çan sesleri gelen, her kesimin dini günleri diğerleri tarafından saygı ile karşılanan dengeli ve sakin bir yaşam sürerdi o yıllarda Yeldeğirmeni’nde.

Bu gün az katlı binaları çoğunlukla kat karşılığı müteahhitlere gitmiş, ama yığma taş apartmanları kat karşılığı kazançlı olmadığı için olsa gerek günümüze kalabilmiştir. Kilisesi, sinagogu, camisi, okulları, hamamı, çeşmeleri ve apartmanları ile hala eski günlerini anımsatabilmektedir Yeldeğirmeni. Bu binalar aracılığı ile eskiler eski günleri düşlerine tekrar getirebilmektedirler.

Ben semtimin sokaklarında saatlerce dolaşıp yaşadığım günleri hayalimde canlandırmaktan büyük keyif alırım. Aslında o günleri yaşamayanlar da bu binalar vasıtasıyla yaşadıkları kentin geçmişini öğrenebilmektedirler. Şüphe yoktur ki benim gibi başka insanlarda yaşadıkları semte bu şekilde duygusal bakmaktadırlar.

Ancak Yeldeğirmeni’ne bir proje olarak bakanlar da olabilmektedir. Bu kişiler semtin tamamını yıkmayı ve daha yoğun olarak yeniden yapmayı düşünebilirler. Hatta ada ölçeğinde binalar yapıp eskilerin cephelerini bu büyük ölçekteki yenilerin önüne resmederek, hem yeni binalarda bu güne göre geniş hacimler elde etmeyi hem de cephelerde eskiyi yaşatmayı sağlamış olduklarını düşünebilirler. Bu arada semtte yaşayan insanlar yok sayılır, bir şekilde evlerini ellerinden çıkarmaları da sağlanabilir. Bu şekilde geçmişle hiçbir bağlantısı olmayan binaların oluştuğu ve burada hiçbir anısı olmayan insanların yaşadığı yeni bir yerleşim meydana getirebilirler. Sanki yabancıların her yaptığı doğru imiş gibi onlardan örnekler bularak içlerini de rahatlatabilirler. Ama eminim ki kendileri de kendilerine itiraf ederler ki, yapılan hafızasız bir yerleşim yaratmaktan başka bir şey değildir. Üstelik böyle bir proje yapmak çok kolaydır. Çünkü: Yapacağınız şey , her tarafı dümdüz ettikten sonra yeni bina yapmaktan başka bir şey değildir.

Halbuki esas yapılması gereken iş gerçekten zordur. Zira amaç hem insanı hem de binaları koruyabilmek olmalıdır. Bunun için ada bazında değil parsel bazında koruma anlayışını kabul etmek gerekmektedir. Her yeri yıkıp yeniden yapmak yerine , binaları tek tek ele alıp , mümkünse yıkmadan aslına uygun restore etmek düşünülmelidir. Yani yenileyerek koruma değil korunarak yenileme anlayışı ile hareket edilmelidir.

Yeldeğirmeni’nde büyümüş bir kişi olarak, eski tabirle, ödüm kopmaktadır yenilemecilerin bu semti de korumaya kalkmalarından.

Bazen Kentsel Dönüşüm yıkımlarında çalışan iş makinelerinde, o mahallede oturan insanların çalışmakta olduğu görülmektedir. Sanki 5366 Sayılı Yasa, bu kişilerin psikolojik rahatsızlığını mimarlara da yaşatmak için hazırlanmış diye düşünmemek elde değildir.

Şaka bir yana bu evlerin her taşında, tuğlasında, tahtasında, camında binlerce anı ve iz yapışmış kalmıştır. Bunların hepsini hurda, çöp yerine koyup süpürüvermek kolay bir şey değildir. İnsanın içini acıtır, acıtmalıdır.

Bu bahane ile belirtmekte yarar vardır ki, bir gün böyle bir amaç olur ise eğer uzak dursunlar Yeldeğirmeni’nden. Burada sadece h=5 kat kaldırılsın, semtimiz yavaş yavaş kendini onarır, kimse endişe etmesin.

İşte semtli, eski tabirle muhit çocuğu olmak böyle bir şey olsa gerek. Sevdiğiniz birini kaybetmek size semtinizle ilgili bu kadar çok şeyi anımsatıyor, düşündürüyor.

Yukarıdaki satırları 10 Temmuz 2008 tarihinde semtin eski bir esnafını kaybetmemiz dolayısıyla yazmıştım. O tarihte Tarlabaşı tarzı yenileme konuşulup tartışıldığı için bir mimarlık WEB Sitesinde yayınlanmış olan yazıda bu durum söz konusu edilmişti.

Günümüzde ise Yeldeğirmeni’nde bir canlandırma (kurtarma) projesi uygulanıyor. Prensip olarak böyle çalışmaları doğru bulmamama rağmen, yapılan bazı işleri zaman zaman eleştirdim, zaman zaman takdir ettim. Ama Kadıköy’ün günümüze kalmış eski eser tescilli en eski sinema binası olan Özen Sinemasının rölöve restitüsyon restorasyon projeleri onaylanmadan rastgele tadil edilmesi beni çok üzüyor. Üstelik sinemanın yanındaki yolu da içine katarak imar taşması yapılmakta.

Yürümeyi de yüzmeyi de Yeldeğirmeni’nde öğrenmiş bir kişi olarak elimden bir şey gelmemesi çok acı.

20 Temmuz 2013 Cumartesi


Kent Mektupları



KUŞDİLİ ÇAYIRI’NDAN ANIMSAMALAR
Arif Atılgan

Kuşdili Çayırı’nın Altıyol’dan gelen cadde tarafındaki sahada oynanan futbol maçlarının birinde Yeldeğirmeni ile Kuşdili karşılaşıyordu. Oldukça heyecanlı geçen müsabakada iki oyuncu kavgaya tutuşmuş, bir anda karışan sahaya Kadıköy’ün kabadayısı olan Cimbom İhsan girmiş, kavgacılara attığı birer tokatla ortalığı süt liman duruma sokmuştu.

1960’lı yıllardaki Kadıköy’de her semtin bir kabadayısı vardı, ancak tüm Kadıköy’ün kabadayısı olarak Cimbom İhsan kabul edilirdi. Kuşdili Sahası’nın yanındaki binalardan birinin altında kahvehanesi bulunan bu kişi sağlam yapılı, sert bakışlı ancak orta boylu bir insandı.

Futbol sahasının arkasındaki alan, Mahmut Baba Türbesi’ne kadar çayırlık ve koruluk bir sahaydı. Türbenin karşısında kömür deposu bulunur, daha geride ise eski yıllarda Kuşdili Sineması olarak kullanılmış olan hangarda Tramvay Deposu yer alırdı.

1960 lı Yıllarda Ağaçlık Haliyle Kuşdili Çayırı. İşaretli Bölge Futbol Sahası, Bayram Yeri, Sirk Alanı, Lunapark Olarak Kullanılmıştı.  

Kuşdili Çayırı, Kurbağalı Dere’nin taşma alanı olması sebebiyle bataklık bir zeminde oluşmuştu. Adını kuşbazların saka, iskete, florya gibi kuşlarına, Kurbağalı Dere’nin kurbağalarını dinleterek kanarya gibi ötmelerini sağlamaları olayından almıştı. 1900’lü yılların ilk yarısında burada Hamdi’nin Gazinosu, Fenerbahçe’nin Kulüp Lokali, Sinema, Kayıkhane gibi tesisler bulunmakta idi. Halk burada eğlenir, gezinir, birbirlerini görür, piknik yapardı.

Bugün tam ortasına bir alışveriş merkezi inşa edilerek geçmişi ile bütün bağlarının koparılması arzu edilen bu alan Paris’in Montmartre Tepesi gibi değerlendirilebilir.  

Burada eski futbol sahasının bulunduğu kısımda ressam, heykeltıraş gibi sanatçıların halkla bütünleştiği bir sanat pazarı oluşturulabilir. Diğer bölümleri ise park, rekreasyon alanı olarak ayrılabilir. Oluşturulacak olan sanat pazarının etkisiyle, etraftaki binaların altlarında sanat galerileri açılabilir. Halkla sıcak ilişki kurabilecek olan buradaki sanatçılar zamanla bir ‘Kuşdili Ekolü’ oluşturabilirler. Üstelik bu sanat hareketi, Caddebostan Sanat Galerisi’nde oluşmuş olan elit ressam ve heykeltıraşların çizgisine alternatif bir ekol olarak Kadıköy’e renk katabilir.

Bir üniversiteye tahsis edilmiş olan Caddebostan Sanat Galerisi’nde genelde bu okulun öğretim görevlileri sergi açabilmektedirler. Bu kişiler kesinlikle iyi bir ressam veya heykeltıraştırlar, ancak sanatçı sıfatını alabilmek oldukça tartışmalı bir konudur. Çünkü: Genel anlamda sanatçı bir yere bağımlı olmamalı, özgür olabilmeli ve halk tarafından sahiplenilmelidir.

Sonuç olarak, elitlere ait olan Caddebostan Sanat Galerisi ile halk sanatçılarına ait olan Kuşdili Çayırı Sanat Pazarı iki zıt ekol olarak Kadıköy’ün sanat hareketine büyük bir aktivite katabilir.

Bu yazdıklarım, Kuşdili Çayırı Alanı’nın alışveriş merkezi inşa edilerek ortadan kaldırılması önerisine karşı düşünülmüş bir öneridir. Üstelik bu öneride alan tarihi kimliği yok edilmeden korunmakta ve değerlendirilmektedir. Sadece semt pazarı yerine sanat pazarı düşünülmektedir. Vizyonu kültür ve sanat olan Kadıköy’ün böyle bir Kuşdili Çayırı’na ihtiyacı bulunmaktadır. Ayrıca 1960’lı yıllardaki çayırlık ve koruluk alan, park olarak değerlendirilerek yine eskisi gibi yeşil kalabilecektir. Burası, özellikle Acıbadem, Hasanpaşa gibi kara tarafında kalan semtlerdeki insanlarımız için önemli bir nefes alma yeri olabilecektir.

Bu önerinin alışveriş merkezi önerisinden en önemli farkı, ana fikir olarak sermayenin değil halkın kullanımının ön plana çıkarılmasıdır. Ayrıca adı da Salı Pazarı değil, Kuşdili Çayırı olacağı için tarihine de saygılı bir öneri olmaktadır. Doğal olarak bu önerinin projesi de diğerinden çok farklı bir anlayışla, siparişle değil yarışma ile elde edilmelidir.  

İşte öneri ve öneriye uygun proje elde etme yöntemi.

1900’lü yılların ilk yarısında bugün Halit Ağa Caddesi’ne dik gelen Bayram Yeri Sokağı etrafındaki boş alanda Bayram Yeri kurulurmuş. 1960’lı yıllarda ise Bayram Yeri, Kuşdili Çayırındaki futbol sahasının bulunduğu alana kurulurdu. Bayram Yerinde ip cambazları, asılarak kayılan teleferik, kiralık at, kayık salıncaklar, dönme dolap, halka atmacı, ruletçi, kaleye şut attırmacı, yiyecek-içecekçiler ve sihirbaz, tiyatro gibi gösteri çadırları bulunurdu.

Ben çadırların içindeki gösterileri merak ederdim. Bir gün Şahmeran’ın çadırına girmiştim. Bilindiği gibi efsanelerdeki Şahmeran, belden yukarısı kadın aşağısı yılan olan bir canlıydı ve doğal olarak o çadırın içersinde bulunması olanak dışı idi. Oradaki başarısız taklitte ise, kadın ile yapay yılan vücudunun eklenti yerleri belli olmasın diye, o bölgeleri tüllerle örtmüşlerdi. Daha çok çocukları etkileyebilen bu yaratığı, çadırın içerisinde kendisine bir metre mesafeden çekilmiş bir ipin dışından geçerek izleyebiliyor, isterseniz ona kendi geleceğiniz ile ilgili soru da sorabiliyordunuz.

Ben, hizasına geldiğimde öğrencilik hayatım boyunca merak ettiğim en önemli şeyi sormuştum: ‘Sınıfımı geçecek miyim?’. Şahmeran, tülün ardından gözlerimin içine bakarak, tıslayarak çıkarmaya gayret ettiği sesle bana cevap verdiğinde, ne gariptir ki hayatım boyunca unutamayacağım bir nasihati seslendirmişti: ‘Çalışırsan geçeceksin.’

O günden sonra yaşadığım elli yıla yakın sürede edindiğim hayat tecrübesi ile bugün o cümlenin başına ben de bir cümle ekleyebiliyorum: ‘İstersen çalışırsın.’

Kadıköylüler Kuşdili Çayırı’nın kendileri için düzenlenmesini önce isteyecekler, sonra bu konuda çalışacaklar, sonuçta kesinlikle başaracaklardır.
ARİF ATILGAN 2008 Arkitera