23 Şubat 2025 Pazar

 İstanbul İskeleleri

ÇENGELKÖY İSKELESİ

Çengelköy, Üsküdar ilçesine bağlı 13500 nüfuslu bir mahalledir. Beylerbeyi ile Vaniköy arasındadır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethi için çevrede hazırlıklar yaparken burada gemi çengelleri (çıpaları) yapıldığı görülmüş. Dolayısıyla önce Gemi Çengeli, daha sonra Çengelköy adıyla anılmış.

Bizans döneminde dini merkez, Osmanlı döneminde sayfiye ve av merkezi olarak kullanılmış. Uzun süre gayrimüslimler yaşamış. 19. Yüzyılın ortalarında Şirket-i Hayriye vapurları çalışmaya başladıktan sonra Müslüman kesimin de burada yaşadığı görülür.

Yolun üst tarafındaki Aya Yorgi Kilisesi ile Kerime Hatun Camii 17. Yüzyılda yapılmış.  Yolun alt tarafında ise Karakol ve önündeki çeşmeler, bin yıllık olduğu tahmin edilen Çınar ağacı, Hamdullah Paşa Camii bulunmaktadır. Vaniköy tarafınadoğru gidildiğinde 1720 tarihli Kaymak Mustafa Paşa Camii, çeşmesi ve bahçesi vardır. Daha sonra da 1843 yılında yapılan Kuleli Askeri Lisesi olarak bildiğimiz Kuleli Kışla bulunur.  

Çengelköy İskelesine gelirsek…

1851 yılında eski kayık iskelesinin yerine ahşap olarak inşa edilir.

1894 yılında iskele binasının bulunduğu arsa atın alınır. İskele denize iki sıra kazık çakılarak uzatılır.

1910 yılında bu bina yıkılır. Yerine Kirkor Usta tarafından yeni bir bina yapılır.

                                                         Çengelköy İskelesi.

Çengelköy İskelesinin tüm alanı 260.40 m2’dir. Açık alan 125.64 m2, kapalı alan 109 m2’dir. İskelenin yanaşma yeri uzunluğu 14.70 metre, su derinliği 6.90 metre, denizden yüksekliği ise 1.20 metredir. Galata Köprüsü'nden uzaklığı 4.02 mil (6.46 kilometre) olup vapurla bu mesafe 22 dakikada alınır.                         

İskeleye caddeden dar bir yol ile gidiliyor. Bu yol üzerinde Şirket-i Hayriye’nin malı olan arsaya yedi dükkan inşa edilir.

                                                               İskele Yolu. 

Diğerlerinden değişik inşa edilen binanın projesini bulamadım. 

İskelenin Girişi.

Çevreye bakarsak...

İskele Meydanındaki yaklaşık 200 yıllık dev Çınar Ağacı 2017 yılında fırtına dolayısıyla devrilmişti. Ağaç bugün dev halinden uzak ama o halini anımsatan şekilde yaşamaktadır. Meydanın sol tarafındaki Tüfekçi Alaattin Bey Yalısı restoran olmuştu. 1970’li yıllarda zaman zaman gittiğim yerlerdendir. Kıyının küçük bir koy şeklinde olması dolayısıyla burada oturduğunuzda karşınızda boğazın karşı kıyısını değil 1. Boğaz Köprüsü’nü görürsünüz. Bir de meydana caddeden girildiğinde anımsadığım kadarıyla ortada Necati’nin Yeri isimli küçük bir mekan vardı. Şimdi var mı bilmiyorum ama daha hesaplıydı o yıllar. Hatta bir keresinde Bostancı açıklarında tuttuğumuz balıkları vermiş, karşılığında bedava yemiş ve de içmiştik.

Gelelim 1000 yıllık çınar ağacı ile Karakol ve Camii’nin bulunduğu meydana… Buraya da dar bir aralıktan girilir. Eskiden Pazar İskelesi varmış. Zerzevat buradan başka yerlere gönderilirmiş. Çınar ağacı deniz tarafındadır ama dalları yukarı doğru olduğu kadar yatay olarak kara tarafına doğru da uzamıştır. Dal dediğime bakmayın. Kalın bir ağaç ebadındadır yatay dallar. Özellikle kara tarafına uzanan dal... Zaten hepsinin altında destekler vardır.

Çengelköy’ün badem adıyla bilinen salatalıkları küçüktür, lezzetlidir, ünlüdür.

1990’lı yıllarda  mahalle hayatını işleyen Süper Baba isimli TV dizisi vardı. Süper Baba olan Fiko (Fikret) ile arkadaşı Nihat’ın yaşadıkları işlenirdi genellikle bu dizide. Sık sık Nihat’ın kahvehanesinde geçerdi öyküleri. O kahve bu meydanın deniz kıyısındadır. İşin güzel tarafı normal yaşamda da bildiğimiz sakin bir semt kahvehanesiydi burası. Günümüzde kafe olmuş. Üstelik meydanı da kaplamış. İçi de dışı da tıklım tıklım… Unutamadığım bir sahneyi aktarayım… Fiko’nun Deniz isminde bir sevgilisi olmuştur. Deniz, evlenip başka yere taşınmak istemektedir. Fiko buna rıza göstermez. Deniz ‘Buradan ayrılamazsın değil mi?’ diyerek sitem eder... Mahallede büyümüş mahalleliler böyledir. Ayrılamazlar doğup büyüdükleri sokaklardan. Ayrılanlar ise sık sık giderler oralara. Tanıdık kimse kalmasa da... Uzun süre gelmediklerinde bilin ki göçmüşlerdir bu dünyadan.

Suma Han’dan da bahsedeyim. 2000-2010 yılları arasında Mimarlar Odası Başkanı iken Oda’da etkinlikler düzenliyorduk. Bunların birinde bir kadın üyemiz ‘Çengelköy’de 1820’li yıllardan kalma aile yadigarı suma fabrikasını restore ederek otele dönüştürdüklerini, yolumuz düşerse sevineceklerini’ söyledi. Eşimle Boğaz’a gittiğimiz bir akşam dönüşte uğradık. Anımsadığım kadarıyla ‘burada incirden suma yapıldığını ve otelin rıhtımına incir dolu teknelerin yanaştığını’ anlatmıştı. O kıyıda bir kahve içmiş ve meslektaşımızı başarılı restorasyondan dolayı kutlamıştık.  

Çengelköy İskelesi derken Çengelköy anılarım depreşti... Boğazın sevdiğim noktalarındandır. Mahalleyi, esnafı, komşuyu bugün bile hissedebileceğiniz bir yerdir.

ARİF ATILGAN 2025 ŞUBAT

Not: Süper Baba dizisinde bahsettiğim kişileri oynayanlar:

Fiko (Fikret): Şevket Altuğ

Nihat: Sümer Tilmaç (D:1948-Ö:2015)

Deniz: Şevval Sam

https://atilganblog.blogspot.com/2025/02/iskeleleri-cengelkoy-iskelesi-cengelkoy.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/%C3%A7engelk%C3%B6y-i%CC%87skelesi%CC%87

 

9 Şubat 2025 Pazar

 Köşe Yazısı

DERTLEŞME SOHBETLERİ

Küçük bir çocukkenki halimizi anımsayalım. Sıkıntımızı bir arkadaşımızla paylaşırdık. O yılların boş sokaklarında bir kapının merdiven basamaklarına oturur konuşurduk. Okullarda okumaya başlayıp büyüdükçe daha değişik sohbetlerimiz oluştu yaşıtlarımızla. Ama yine iki kişi bir yerde oturarak veya sokakta yürüyerek anlatırdık sorun kabul ettiğimiz şeyleri. Delikanlı ve sonrası yaşlarda daha değişik ortamlarda olduk bu anlamda… Kahvehanenin bir köşesinde çaylarımızı içerek… Sokağın köşesinde ayakta konuşarak… Parktaki bankta… Çayırda ağaç altında… Daha sonraları meyhanede iki yudum alkol alırken yaptığımız derin sohbetlerde… Ertesi gün hiçbirini anımsamayacağımızı bildiğimiz halde… Veya yürüyerek… Kafa dengi arkadaşımla Kadıköy-Mühürdar-Moda-Bahariye-Kadıköy turunu birkaç defa tekrarladığımızı bilirim dertleşirken.  Sınıfta ders sırasında arkadaşımızla konuştuğumuz için öğretmen tarafından azarlanırmışızdır. Emin olun konu çoğunlukla bir sıkıntının paylaşılmasıdır.

Kadınlara gelirsek… Anaokulu seviyesinde başladıklarını torunumdan biliyorum. Erkekler itişirken onlar konuşurlarmış. Sonraki yaşlarda kendi aralarında dertleşirler. Kızlar kahvehane, meyhaneye gitmezlerdi. Kendi ortamlarını yaratırlardı. Kadınlar ise misafirlikte, kapı önü sohbetlerinde…

Özetle bizim nesil konuşurdu birbiriyle. Kendi anlatır arkadaşı dinler… Arkadaşı anlatır kendi dinler... Sonuçta sıkıntımızı atardık içimizden. Birbirimize derman olacak şeyleri de önerirdik ama işin o tarafı çok ta önemli değildir. Önemli olan içimizdekini anlatarak, ferahlamamızdır.

Yani bizler anlatmasını da bilirdik dinlemesini de … Anlattık… Dinledik… Çünkü dostluklarımız vardı. Anlatmak ve dinlemek için dost gerek insana. Şükür ki bizim de boldu dostlarımız. 

Bugünkülere bakıyorum… Örneğin bir restoranda 5-10 kişi ailecek oturmuş. Masanın ucunda küçük bir çocuk. Eline telefon verilmiş, onu izleyerek büyüklerin sorumluluğunun dışına çıkarılmış. Çocuk çorbasını masaya da üzerine de döke saça içiyor. Abartmıyorum. O kadar yetişkinden kimse ona bakmıyor ve durumunu görmüyor. Sanmayın ki büyükler sohbet ediyor. Telefonlarına bakıyorlar. Arada orada gördüklerini diğerlerine söylemek için iki laf ediyorlar… Bir sürü kafe açılıyor. Sanmayın ki oralarda derin sohbetler oluyor. Oturuyorlar ve telefonlarına bakıp oradan bir konu için iki laf edip tekrar bakmaya devam ediyorlar. Yolda yürürken bile telefonlarına bakıyorlar. Veya parkta koşarken kulaklıktan müzik dinliyorlar.  “Yahu rüzgarı, kuşları filan dinlesene” diyorsunuz içinizden... Üstelik artık kadın-erkek aynı…Farklı yerlerde farklı şeyler yapılmıyor yani.

Görünürde kimsenin vakti yok birbiriyle sohbet etmeye. “İçlerindeki birikmiş dertler patlatır bunları bir gün” diyorsunuz içinizden. Sıkıntılar boşalmalı… Boşaltılmalı halbuki. Ama dert anlatmak için dost gerekli.

İşin sırrını çözüyorum sonunda. Kimsenin sır anlatacağı dostu yok. Pekiyi ne yapılıyor? Psikologlara gidiliyor. Tuhaf karşılıyorum. Hatta “yazık bu insanlara” filan diyorum ama iyi ki psikologlar var diye düşünüyorum sonra da. Onlar da olmasa ne olacak bu insanların hali?

Tuhaf bir dönem yaşıyoruz. İnsanlar doğallığından uzaklaşıyor. En basit şeyler için doktora gidiliyor. Reçeteler yazılıyor. Haplar yutuluyor. Rahatlık hissediliyor. “Oh” deniyor. Sonra… Periyod tekrarlanıyor. Doktorlar haklı. Gereğini yapıyorlar. Bence insanlarda yanlışlık var. Hep mutluluk istiyorlar çünkü.

Bakıyorum. Herkes meşgul. Ne işleri var diye merak ettiğinizde görüyorsunuz ki eften püften şeyler. İş değil yani.

Sevgili dostlar… Doğallığınıza dönün. Üzülün, sevinin, konuşun, bağırın. Doğal olun. Tabiiki telefonu da kullanın. Ama onun kulu olmayın. Lütfen… 

ARİF ATILGAN 2025 ŞUBAT

https://atilganblog.blogspot.com/2025/02/yazs-dertlesme-sohbetleri-kucuk-bir.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/dertle%C5%9Fme-sohbetleri

 

 

4 Şubat 2025 Salı

 İstanbul İskeleleri

BÜYÜKDERE İSKELESİ

Büyükdere, İstanbul Boğazı’nda Sarıyer ilçesine bağlı bir mahalledir. Aynı zamanda kıyıdaki iskelenin de adıdır. Bölgeye Belgrad Ormanı’ndan doğan ve buradan denize akan Büyük Dere (Bakla Deresi) dolayısıyla Büyükdere denmiş.

Bizans zamanında küçük bir kilise bulunmaktaymış. Saray erkanı paskalyanın ilk haftası burada toplanırmış.

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden önce balıkçıların yeriymiş. Fetih sonrası Osmanlı pek ilgi göstermemiş. Ancak Avrupa’dan gelen sefirler burada sayfiyeler inşa etmeye başlayınca ilgi çekmeye başlamış. Mesire yerleri ile de ün kazanmış.

1851 yılında ilk iskele Büyükdere Camii önündeki kayık iskelesine eklemelerle yapıldı.

1908 yılında bu iskele yıkılarak yenisi inşa edildi. İskele direkleri değiştirildi. Kadınlar için 1. Mevki bekleme yeri oluşturuldu.

1911 yılında bölgenin ileri gelenlerinden İbrahim Paşa’nın deniz kıyısındaki 940m2 lik arsası satın alındı.

1912 yılında iskele ile on dükkan ve büyük bir gazino inşa edildi. İstanbul’un en geniş iskele binası olduğu söylenir.  

                                                          Eski İskele

1971 yılında iskele Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Kurulu tarafından tescil edilir.

1988 yılında Boğaza Kazıklı Yol inşaası sonrası iskele karada kalmış ve hizmet dışı olmuştur.

              
                    
Eski İskele Karada Kalmış. Önde Yeni İskele.

1989 yılında İBB tarafından yeni iskele inşa edilerek hizmete sokulur. Yapılan iskelenin tüm alanı  535.08 m2, yolcuların bölümü 369.592 m2, büro kısmı 110.09 m2, gemi yanaşma yeri uzunluğu 15.60 metre, su derinliği 3.80 metre olup denizden ortalama yüksekliği 1.00 metre civarındadır.

Yeni İskele

2013 yılında Eski İskele ihaleyle kiralanır. Yeme-içme, pasaj, toplantı gibi amaçlara göre düzenlenir.

Büyükdere’nin Galata Köprüsü’nden uzaklığı 11.10 mildir. (17.86 km). Vapurla bu mesafe 55 dakika sürer.

Bu havali kazıklı yoldan önce ve sonra şeklinde hafızamda yer edinmiştir. Öncesinde… Sarıyer tarafına gidip gelirken Boğazdan kopup binaların arasından geçmek tuhaf geliyordu. Aniden deniz yok oluyordu çünkü. Ama sonrasında… Yalıların önünden geçmek daha da tuhaf geliyordu bana. Gizemleri kayboluyordu sanki. 

Bir iskelemizi daha anımsadık böylece. Tabii ki devam edeceğiz…

ARİF ATILGAN 2025 ŞUBAT

https://atilganblog.blogspot.com/2025/02/iskeleleri-buyukdere-iskelesi-buyukdere.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/b%C3%BCy%C3%BCkdere-i-skelesi