31 Aralık 2017 Pazar

Yeldeğirmeni

TÖKEN AİLESİNİN EVİ
Arif Atılgan

1906 tarihli haritalarda görülen Uzunhafız Sokağındaki evle ilgili ilk belgesel bilgiler 1921 yılına aittir. Yazılanlardan anlaşıldığına göre daha önceki tarihlerde burası Kızlar Ağası İbrahim Ağa Tarikatına, Vakıftan 192.5 kuruş kira ile tahsis edilmiş.

Eski kayıtlarda ‘Bahçe ile birlikte bir kapı ev’ olarak belirlenen Ev, ‘Sağ tarafında Süleyman Efendi Evi ve Bahçesi, sol tarafta Artin Evi, arkada Ali Efendi Evi ve cephesi olduğu’ şeklinde tarif ediliyor. Arsa alanı bahçeyle birlikte 70.95mt2 dir.

1921 yılında, yeni sahipleri Safiye Hanım ile Hasan Tahsin Efendi olmuş. 10 Ekim 1926 tarihinde, Hasan Tahsin Efendinin üzerinde iken alınan 500TL borç için Emniyet Sandığına teminat gösterilmiş. 2 ay sonra 9 Aralık 1926 tarihinde Hasan Tahsin Efendi vefat etmiş. Ev, oğlu Sadettin Bey ile kızları Fatma Nimet ve Nevber Hanımlara kalmış. Mirasçılar 20 Mart 1927 tarihinde borcun tamamını ödemiş ve ev üzerlerine devredilmiş.

3 Mirasçı, 2 gün sonra 22 Mart 1927 tarihinde evi ‘750 adet yüz kuruşlara’, yani 750x100=75.000kuruşa, yani 75.000/100=750TL’ye Ester Adefna’ya satarlar. 

                         2000 Yılı Öncesi Töken Ailesinin Evi. Yanda Madam Bekilerin Evi.

1933 tarihli Bina Vergisi kaydında Ev,Bodrumda mutfak, fevkında taşlık; Birinci kat bir antre iki oda; İkinci kat bir oda bir sofa; Üçüncü kat bir çatı arası odası olup su ve elektrik; Birazda bahçesi var; Haricen boyalıdır. şeklinde tanımlanmıştır.

Ev 38mt2 tabana oturtulmuş. İki yanındaki yangın duvarlarının biri kendine, diğeri komşuya aittir. Bodrum + zemin + 1. normal kat + çatı katı olarak inşa edilen Ev ahşaptır. Bodrum Katta mutfak, banyo-WC ve kömürlük; Zemin Katta antre, iki oda; 1. Normal Katta sofa, WC ve 1 oda; Çatı arasında ise 2 oda bulunmaktadır. 1. Katta bulunan cumbanın üzerindeki balkona, sadece çamaşır asmak için Çatı Arasındaki odanın penceresinden atlayarak çıkılmaktadır. 

                                                                     Kat Planları

Ev 10.03.1943 tarihinde Zehra Günal’a satılmış. Günal, Zehra Hanımın kızlık soyadıdır. Bu sırada Kamil Töken’le evli olup soyadı Töken’dir. Evin kapı numarası 175 dir.

Töken ailesi en uzun süre evde yaşayan ve eve sahiplik yapan ailedir. Dolayısıyla ev Onların soyadıyla anılmalıdır.

Ben, 1950’li yılların sonlarından itibaren 1970’li yılların başlarına kadar bu aile ile aynı sokakta komşu oldum. Ailenin Serpil, Sevinç, Mehmet isimli 3 çocuğu vardı. Annelerimiz birbirlerinin ‘Gün’lerine giderdi.  Sokağın güzel evlerindendi. Aslında üç kardeş te benden büyüktür ama en küçükleri olan Mehmet Töken yaşıma daha yakındı. Yıllarca arkadaşlık yaptık. Serpil ve Sevinç ablalar evlenmişlerdi. Mehmet ile top oynardık. Bazen küçük yaştaki yeğeni Timuçin’i yanında getirirdi.

Kamil Amca Bodrum Katta kendine küçük bir atölye kurmuştu. El aletleriyle bazı işler yapardı. Bahçeye kümes yapmıştı. Kümesteki horoz geceden ötmeye başlarmış. Bitişik komşuları olan arkadaşımız Hale’nin annesi Sıdıka Hanım bu sesten rahatsız olmuş. Bunu duyan Kamil Amca kümesi kaldırmıştı. Diğer bitişik komşuları ise Madam Beki ve ailesiydi.

Aile 1980’li yıllarda buradan taşındı. Evi kiraya verdiler. Ancak sonunda satmaya karar vermişler.

                                                     Cumbadan Sokağa Bakış

06.05.1992 tarihinde evi Halide Edip Işıklıoğlu’na satarlar.

22.10.2004 tarihinde ise Halide Edip Işıklıoğlu, evi Erhan Nuhoğlu-Eda Nuhoğlu’na satar. Kapı numarası 131 olmuştur. Evin son sahipleri yasa ve yönetmeliklere uygun restorasyon yapmak isterler. İşi üstlenen mimar kardeşimiz restitüsyon için bazı sıkıntılar olunca beni arar. Kendileriyle bu şekilde tanıştım. 

  
                Töken Ailesi ile Madam Bekilerin Evinin 2006 ve 2017 Yıllarındaki Durumları

Onlara yardımcı olmaya çalışırken elime geçen belgelerle evin öyküsünü çıkarmak istedim. Bu arada Sevinç Abla ile görüştüm. Kendisi dünyaya geldiği yıl aile bu eve taşınmış. Buradan gelin gittiğini anımsıyorum. İlk eşi İTÜ Mimarlık hocalarımızdan Prof. Dr. Nihat Toydemir idi. 

                                                            2017 Yılında Ev

Evin yeni sahipleri evle ilgili bir anımı sordular. Giriş merdivenlerinin iki yanındaki düz betonlarda otururken sohbetler yaptığımızı anlattım. Bu tip evlerde oturanların, çocuklardan en çok rahatsız oldukları durumdu bu. Yeni sahipleri, ‘Artık sizin oturduğunuz yere sevgililer oturuyor. Onların konuşmaları sizin konuşmalarınızdan daha rahatsız edici emin olun.’ dediler.

Bazen çocuklar pencerelere oturtulurdu. Parmaklıkların arasından ayaklarını uzatırlar, dışarıdakilerin oyunlarına katılırlardı.

Bir gün sokak çocuksuz kalacak denseydi eğer o yıllarda, kesinlikle kimseyi inandıramazlardı.

Ailenin büyükleri olan Kamil Töken ve Zehra Töken ile en küçüğü Mehmet Töken artık aramızda yoklar.

Baktığınızda bir ev.. Asırlık öyküsü var ama..  
ARİF ATILGAN ARALIK 2017


21 Aralık 2017 Perşembe

Yeldeğirmeni

DENİZ OTELİ
Arif Atılgan

1906 tarihli haritalarda, burada 2 katlı ahşap ev görünmektedir. Sokağın üst tarafında doğup yaşamış Prof. Dr. Semavi Eyice ‘O evde Rum kadınlar otururdu, 1940 lı yıllarda 900TL’ ye satılmıştı. Ucuz sayılırdı.’ Demektedir.

1960’lı yılların başında ahşap ev yıkılarak onun yerine otel inşaatına başlanır. Ancak 1. Kat betonunda inşaat yarım kalır.

1967 yılında inşaat bu haliyle satılığa çıkarılır. Devlet müteahhitliği yapan Mucip Özgür Anadolu’da inşaat yapmaktadır. Kadıköy’de bir yerde yemek yerken yanındaki arkadaşı kendisine bu satıştan bahseder. Mucip Bey ertesi günü görüşmeye gider ve yarım kalmış otel inşaatını satın alır.

1 yılda (zemin + 5 kat) 50 odalı otel inşaatı bitirilir. Mucip Bey ‘Otelcilikten biz anlamayız’ diyerek bitmiş oteli satılığa çıkarır. Gelenlerden anlaştığı bir müşteri, parasının eksik tarafını tamamlamak için memleketine tarla satmaya gider. Ancak 1 ay içinde gelmeyince Mucip Özgür, henüz lise öğrencisi olan çocukları ile inşaatçılığın yanında otelciliğe de başlar.

                                                            Deniz Otel 2017
  
1968 yılıdır. Otelcilik işini Mucip Özgür ve 4 çocuğunun ortak olduğu aile şirketi yapacaktır. Çocuklardan Salih ve Falih kardeşler babalarıyla otelde çalışırlar. Haydarpaşa Lisesinde okurken otelde de çalışıp aldıkları bahşişlerle kendilerine harçlık çıkarırlar.

İlk yıllarda karşı köşedeki DDY nin arsasını gelen müşterilere otopark yapmak için kiralarlar. Ancak hiç kullanılmayınca ertesi yıl kiralamazlar.

Haydarpaşa Garındaki taksicilere otele müşteri getirdiklerinde 1TL bahşiş verirlermiş. Otel o kadar hoşmuş ki Anadolu’dan gelen bir aile ayakkabılarını çıkarıp odaya girmiş.

                                                  Deniz Otel Eski Yıllarda

Özellikli müşterileri de olmuş. Milletvekili İhsan Ada hiç evlenmemiş, otelde 25 yıl kalmış. Emekli bir hâkim 17 sene, Ankara Yeni Tanin Gazetesi sahibi Burhanettin Göğen 10 sene otelde kalmışlar. Eşiyle kavga edip otelde kalan, görevlilere evinin telefon numarasını vererek kendisinin burada kaldığını söyletip barışma ortamı sağlamaya çalışanlar olurmuş.

Bir aile 25 yıl sonra otele gelmiş. Resepsiyondaki görevliye durumu anlatırken otel sahibi Falih Özgür görevlinin arkasında bir evrak arıyormuş. Bankoda müşterinin kimliğini görmüş. Onlara belli etmeden müşteriyi anımsamış gibi ismiyle hitap edince müşteri ağlamaya başlamış.

Bir müşteri otelde 10 gün kaldıktan sonra ‘Burası iyi yönetilmiyor’ demiş. Daha sonra Otele müdür yapılmış.

Orada balayını geçiren bir çift yıllar sonra gelip oğulları Deniz’i tanıştırmışlar.   

1979 İndependenta Şilebinin patlaması, 1996 1 Mayıs gösterileri otelde heyecan yaratan olaylardır. Karşı köşede bulunan metruk durumdaki Beria Hanım Evini tinerciler yaktıklarında otelin 4. Katından su fışkırtarak söndürmüşler.    

Deniz Otelinin önemli özelliklerinden biri Kadıköy’de adres tarif edenlere röper noktası olmasıdır. Falih Bey, Kadıköy Adliyesinde savcı olan arkadaşının yanında sohbet ediyormuş. Odaya başka bir savcı girmiş. Falih Bey, gelen kişiye Deniz Otelinin sahibi olarak tanıştırılınca o kişi ‘İnsanlar adres tarif ederken Deniz Otelini geçince, Deniz Oteline gelmeden, Deniz Otelinin önü diyor. Ben de bu otelin sahibini merak ediyordum.’ Der.

Mucip Özgür 1997 yılında vefat etmiştir. Çocukları işe devam etmektedir. Aile şirketi olan Otel, çalışanlarıyla da bir aile gibi olmuştur.

Otelin inşaatının yarım kaldığı zamanları iyi anımsıyorum. Beton kolonlar ve üzerindeki tabliyesi ile 1 kat vardı. Özellikle merdivenin basamaksız eğik hali ilgimi çekerdi. Boş inşaatta oyun oynarken oradan çıkmak inmek hoşuma giderdi. Yıllar sonra mimar olup inşaatlar yapmaya başladığımda, merdiven kalıpları yapılırken hep Deniz Otelinin o basamaksız merdiven tabliyesi aklıma gelirdi. Ama en güzeli, 2017 yılında Evvel Zaman İçinden YELDEĞİRMENİ kitabımın imza gününü bu otelin lobisinde yani oyun oynadığım mekanda yapmış olmamdır.

                                    1965 Yılında Otel 1. Kat Betonunda

Deniz Oteli Yeldeğirmeni’ndedir. 50 yıllık geçmişiyle Kadıköy’ün günümüzdeki en eski otelidir. Ondan önce var olan otellerin hiçbiri bugün faaliyette değildir.
ARİF ATILGAN ARALIK 2017

15 Aralık 2017 Cuma

OSMAN HIZLAN (KADIKÖY’ÜN İLK SEÇİLMİŞ BELEDİYE BAŞKANI)
Arif Atılgan

Osman Hızlan, zengin bir ailenin çocuğudur. Gebze’de yol kenarında 30-40 Fenerbahçe bayraklı fabrika Onların ailesine aittir. Fenerbahçelidirler. Dolayısıyla Kadıköylülüğünü anlatmaya gerek yoktur. 2 yılı kolejde hazırlık olmak üzere çeşitli sebeplerden eğitimde fazla yıl kaybetmiş. 1960 lı yılların başında Haydarpaşa Lisesinde okurken akranlarından büyük olduğundan lakabı ‘Baba’ konmuş. Ailecek CHP lidirler.

1980 li yıllarda yeni bir döneme girilmektedir. ANAP adıyla bir parti kurulmuştur. Osman Hızlan kuruculardan Leyla Yeniay Köseoğlu ve Semra Özal tarafından partiye kaydedilmiştir.

1984 yılına kadar ülkede ilçe belediyeleri Şube Müdürlükleri olarak çalışmaktadır. Yeni yapılan yasal düzenlemeyle artık onların yöneticileri de seçimle göreve geleceklerdir.

Leyla Hanım, Semra Özal ile konuşarak Osman Beye Kadıköy Belediye Başkanlığını önerir.  Osman Hızlan bu anlamda Ogün Altıparmak’ın adını duymaktadır. Konu Turgut Özal’a gider ve kendisine ‘Ogün’le konuş, durumu anlat’ denir. Osman Bey, Ogün Altıparmak’la konuşur, desteğini alır. Ogün Altıparmak ise ANAP Kadıköy İlçe Başkanı olur.

  
Adaylığı ilan edildikten sonra seçim kampanyası için gezmelere başlayacaktır. Bütün gece insanlara yapacağı konuşmayı çalışıp ezberler. Ertesi günü Altıyol’da bir kahvehaneye giderler. İçerde birkaç kişi vardır. Konuşmasına başlar ama bakar ki böyle olmuyor, insanlarla sohbete başlar. O zaman ilgi çeker ve kahvehanenin içi dolmaya başlar.

Seçim kazanılır. Mazbatasını tek başına alır. Muvakkıthane Caddesinden yalnız yürüyerek Belediye binasına gelir. Kapıda ‘Ne istiyorsun?’ diye sorarlar. Kendisinin yeni Belediye Başkanı olduğunu anlatmanın zor olduğunu düşünerek ‘Belediye Başkanını göreceğim’ der. İçeri girer. Şehremaneti Binası o yıllarda kaymakamlık, karakol, sağlık müdürlüğü, imar işleri, kaymakam lojmanı gibi birçok fonksiyona hizmet etmektedir.

Belediye Şube Müdürü Sadettin Beygo Paşanın odasına girer. Paşa tek başına Onu beklemektedir. ‘Hayırlı Olsun’ der ve Belediyenin parası olarak sümenin altından çıkardığı 2.020TL’yi kendisine teslim eder. Osman Hızlan Onu yolcu eder, masaya oturur. Telefon çalar. Haydarpaşa’ya Kenan Evren gelecektir, Onu karşılamaya gitmesi gerekir. Odadan çıkar, tek başına taksiyle karşılamaya gider. 

Ertesi gün belediyeye geldiğinde bina tıklım tıklım doludur. Herkes kutlamaya gelmiştir. O hengâme bittikten sonra oturup düşünür. Belediyenin binası, eşyası, arabası, hiçbir şeyi yoktur. Vapur İskelesinin üzerini yıllığı 25 Kuruştan 4 yıllık 1TL ye kiralar. Çatıdaki kuş gübrelerini satıp içersini temizletir, boyatır. Kendi arabasını siyaha boyatıp makam arabası yapar. Daha sonra İBB nin arabalarını, eşyalarını adeta çalarak Kadıköy’e getirir. Bu şekilde işe başlarlar.

İlk imzaya gelen evrak bugün Özgürlük Parkı olan 119 dönümlük alandır. Oraya Kaymakam lojmanları yapılacaktır. Kadıköy Belediye Başkanının imzası eksiktir. İmzalamaz. Burayı daha sonra Fenerbahçe’ye müze ve spor tesisi yapmaları için tapusuyla verir ama kendinden sonraki dönemde FB Başkanı Belediyeye devreder.

Teşkilatlanılır. Belediye çalışanları Selimiye, Özgürlük Parkı kenarı, Ataşehir gibi yerlerde birkaç parça binada çalışırlar. Şehremaneti Binasının içi yıkılıp yeniden yapılır.

Kadıköy’de ilk hizmeti Yeldeğirmeni’nden başlatırlar. Bu konuyu Osman Hızlan ‘Yeldeğirmeni solcu, bizim parti sağcıydı. Hizmette ayrım olmadığını kanıtlamalıydık’ diye açıklamaktadır. Alt yapı için her tarafı kazılan semt günlerce adeta karantinada tutulmuş.  ‘Ülkede ilk kilit taş uygulaması Ayrılık Çeşmesi Sokağından başlayarak Yeldeğirmeni’nde uygulanmıştır.’ Diyor.

Haydarpaşa’dan Bostancı’ya kadar denizi doldurarak sahil yolunu yaptıklarını söyleyen Osman Hızlan ‘Dolgu Alanı Kadıköy’e aitti. İBB ye verdiler.’ diyor. Belgeler gösteriyor.

Osman Hızlan Bağdat Caddesinde tek istikamet ve düzenlemeyi, Cemil Topuzlu Caddesinin genişletilmesini, eski CKM yi, Atatürk Heykelli Kadıköy Meydanını, Caferağa Spor Salonunu, alt yapıların yenilenmesini, Koşuyolu Parkını, Sabit Pazarları, Boğa Heykelinin Altıyol’a konmasını, İbrahimağa Caddesinin ve tren yolu alt geçidinin genişletilmesini, Yoğurtçu Parkını, Acıbadem Caddesinin genişletilmesini biz yaptık diyor. Dolayısıyla buraların Kadıköy Belediyesine ait olduğuna işaret ediyor.

Söğütlüçeşme Belediye Binasını da biz yaptık diyerek buradaki arsanın istimlâkiyle ilgili ilginç anısını anlatıyor:

İBB Başkanı Bedrettin Dalan’la araları iyi değilmiş. Bu sebepten Kadıköy Belediye Binası için düşündükleri Söğütlüçeşme’deki arsanın kamulaştırılması kararını Dalan’ın imzalamayacağını düşünür. İBB’nin Haliç’teki istimlâk dosyalarının arasına bu dosyayı sokturur. Dalan, farkına varmadan kararı imzalar.

Anlattıklarının içinde yazılamayacaklar da vardır. Özellikle Boğa heykelinin Altıyol’a taşınması kararı ile ilgili anısını yazarsam Kadıköy deyince herkesin aklına gelen ‘Boğa Heykelli Altıyol’ imajı bozulabilir.

Kadıköy için gelecekte ne yapılmalı? Sorusuna verdiği cevaba sonuna kadar katılıyorum. ‘Gençlere emanet edilmeli. Her kes her yerde Genç kelimesini kullanıyor ama yine kendileri yönetmekten vazgeçmiyor.’ Diyor.

Eleştiride olabilir, takdir de. Ancak Osman Hızlan’ın Kadıköy’de belediyeciliği başlattığı belli olmaktadır.

Kendinden sonrakilerin Onun dönemi yokmuş gibi davranmalarına kırılmaktadır. Der ki ‘Kadıköy’de belediyecilik bizim dönemizde 1984-1989 yılında yapıldı. Bizden sonrakiler bizim yaptığımız binada, bizim oluşturduğumuz kurumsal yapıyla devam ettiler.’

Kurumlar geçmişlerine tutunarak varlıklarını devam ettirmelidirler. Yoksa havada uçan yaprak gibi olurlar.
ARİF ATILGAN ARALIK 2017

Not: Osman Hızlan'ı 9 Nisan 2019 tarihinde kaybettik.





10 Aralık 2017 Pazar

SURP TAKAVOR ERMENİ KİLİSESİ
Arif Atılgan

1720 yılında inşaatına başlanan kilise 1721 yılında ibadete açılmıştır. Sultan 3. Ahmed döneminde Bitlisli Patrik Hovhannes Golod’un gayretiyle faaliyete geçen kilisenin adı Aziz Meryem Ana anlamında Surp Asdvadzadzin konmuştur.

1741 yılında Sultan 1. Mahmud döneminde Patrik Zimaralı Hagop Nalyan döneminde ise tamirden geçirilir.

1814 yılında 2. Mahmud zamanında kilise yeniden inşa ediliyor. Bu inşaat 36.000 Kuruşa mal edilmiştir. Yeni inşa edilen Kiliseye çeşitli hediyeler gelir. Bunlardan Patrik Abraham tarafından hediye edilen gümüş haç dikkat çekicidir. Haçın merkezinde İsa’nın çarmıha gerildiği çivinin reliği (kutsal eşyası) vardır. Bu reliği korumak için Kilisenin bitişiğine Aziz Kral İsa anlamında Surp Takavor isimli, içinde sunak bulunan küçük bir şapel inşa edilir. Bu şapel ve haç 30 Temmuzda eski patrik Hovhannes tarafından takdis edilir. 

Sonraki yıllarda Surp Asdvadzazin adı Surp Takavor adını alacaktır. Bunun sebebi Aziz Kral İsa’nın Çivi Reliği anlamında Surp Takavor Pever Reliğidir.

                                                         Surp Takavor Kilisesi

Kadıköy'deki ilk Ermeni Okulu, Muvakkithane Caddesi üzerinde, günümüzdeki Baylan Pastanesi'nin olduğu yerde açılmıştır. Okul, 1836'da bugün adı Surp Takavor olan Surp Asdvadzadzin Kilisesi'nin yanında faaliyete geçer.

1855 de çıkan Büyük Kadıköy Yangını sonrası kilise ve okul harap olur. 1857 de kâgir kilise ve iki okul yeniden inşa edilerek 1858 de açılır. Kız okulunun adı Muradyan, erkek okulunun adı Hamazaspyan olmuştur.

                                   Kilisenin Yanında Eski Yıllarda Okul Olan Bina

İnşaat faaliyeti Erzurumlu Karabet Muradyan’ın maddi yardımı, Resimci Mıgırdıç Kalfanın inşaat sorumluluğu ile gerçekleştirilir. Binada ibadet Patrik Hagopos’un kutsamasıyla başlar. Bu tarihten sonra kilise Surp Takavor adını alır.

1866 de ölen Karabet Muradyan Avluya gömülüyor. 1871 de ölen eşi de avlunun diğer tarafına gömülüyor.

                                                   Murat Garabetyan’ın Mezarı

1875 de Hamazasbyan-Muradyan Okulu kilise dışına Aramyan Okulu adını alarak taşınır.

1978 yılında dış camekânlar yapılarak Narteks bölümü oluşturulur. Narteksten kilisenin içi olan Nef bölümüne girilir. Nef Bölümünün önünde din adamlarının bulunduğu Tas, onun önünde Apsis ve Apsiste birkaç basamakla çıkılan sunaklı Pem bölümü yer alır. Üst kattaki balkon bölümü ise yukarı oda anlamında Ermenice vernadun olarak anılır. Burada koro yer alır.

Kilise kubbe kenarlarındaki ve duvarlardaki büyük pencerelerden ışık alır.

        Nef Bölümünden Bakınca Önünde Tas, Tasın önünde Apsis ve Apsiste Pem Bölümleri

Cumhuriyet döneminde Haygaz isimli kişinin önderliğinde kurulan kilisenin Tulumbacı Takımı herkes tarafından tanınırdı.

Kilisenin yanındaki sunaklı küçük şapel günümüzde vaftiz odası olarak kullanılmaktadır. Duvara gömülü vaftiz kurnasında yeni doğan bebekler vaftiz edilir.

                                                   Bebek Vaftis Küveti

Kilisenin çan kulesi ise dışarıdan en dikkat çeken tarafıdır.

2000 li yıllarda bu kiliseye ilk girişim bir ermeni arkadaşımın babasının vefatı dolayısıyla olmuştu. Arkadaşım da daha önce babamın cenazesine camiye gelmişti. İnsan ilişkileri inanç farklılığını  ortadan kaldırıyor.

Surp Takavor Kilisesi Kadıköy’ün hafızasındaki yerini korumalıdır.
ARİF ATILGAN ARALIK 2017





6 Aralık 2017 Çarşamba

KADIKÖY’ÜN SON ÇANTA TAMİRCİSİ
Arif Atılgan

Berç Yeresyan 1951 yılı Pangaltı doğumlu. Annesinin babası Kumkapılı, dedesinin babası Ortaköylü. Yani has İstanbullu.. Çantacılığı lise yıllarında yaz tatilinde harçlık çıkarmak için çalıştığı Dük kravat-çanta firmasında öğrenmiş.

1974 yılında askerden gelince kendi atölyesini açmış. Goya çanta firmasına fason üretim yapmış.

1977 yılında Kadıköy’e gelmiş. Bahariye’de Süleyman Paşa Sokağında bir apartmanın 2. Katındaki 1+1 daireyi atölye, altındaki dükkânı da kendi markasıyla Joy Çanta mağazası yapmış. Kendi tasarımlarını uzun yıllar mağazasında kadınlara sunmuş. Ünlü-ünsüz çok müşterisi olmuş. Bunlardan Koç ailesinden rahmetli Sevgi Gönül hanımı ayrı yere koyuyor. ‘Çok kibar asil bir hanımefendiydi. Bazen kendi gelir, bazen yalıya çağırırdı tamir işleri için’ der. Sonraki yıllar Beyoğlu’nda da atölye açmış, yoğun iş yılları geçirmiş Berç. 
  

2.000 li yıllara gelindiğinde işler durgunlaşmış. Kadın giyiminin değişmeyen Çanta(deri)-Ayakkabı(deri, topuklu)-Eldiven-Şapka dörtlüsünden önce şapka, sonra sırasıyla eldiven, çanta ve ayakkabının pabucu dama atılmaya başlamış.

2004 yılında mağazayı kapatmış. Sadece üst kattaki atölyede çalışmalarına devam etmiş. Ancak giderek ucuz hazır ürünlerin ortamı kaplamasıyla atölyedeki iş sadece tamir işlerine dönüşmüş.

Ustamız ‘İşçilik ucuzladı’ diyerek şık bir çanta gösterdi. Dar, uzun, üzeri küçük cam boncuklarla kaplı bir çanta. ‘Bu çantayı Çin’de 4TL işçilikle yapıyorlar. Burada 150TL ye yakındır işçiliği’. 

Meslekte yeni eleman yetişmemesini ise ‘Eskiden iş öğrenmek için ücret sormadan çalışanlar olurdu. Şimdi işe girmeden yüksek ücret pazarlığı yapıyorlar’ diye açıklıyor.

Son yıllarda atölyesine Onu tanıyanlar ve çanta mağazası sahipleri tamir işi getiriyorlar.

İşinin kadınlarla olduğunu söyleyen Berç Usta, müşteri tipinin de değiştiğine dikkat çekiyor.

Bazısı oturup ‘Burada para kazanıyor musun?’ diye soruyor, bazısı ‘Ben seni 400.000 Dolarlık adam yaparım.’ diyormuş.

Birisi ısrarla ‘Sen’ diyormuş. Berç Usta ‘Ben size Siz diyorum siz bana Sen diyorsunuz. Niye düzeltmiyorsunuz?’ diye sorduğunda, karşısındaki ‘Böyle alıştım’ deyince Onu kovmak zorunda kalmış.

En ilginç anısı ise şöyle:

Zil çalmış. Ustamız yukarıdan kapı otomatiğine basıp apartman kapısını açmış. Kendisi daire kapısında geleni beklemeye başlamış. Aşağıdan gelen Hanım telefonla konuşa konuşa yaklaşık yarım saatte yukarı çıkabilmiş. İçeri girmiş, sandalyeye oturup ayaklarını uzatmış ve çikletiyle balon patlatarak konuşmasına devam etmiş. Sonunda telefonu kapatıp elindeki çantayı sallayarak ‘Aynısını istiyorum’ demiş. Sabırla Onu bekleyen Berç Usta ‘Yanlış gelmişsiniz’ diyerek kapıyı açmış, dışarı göndermiş. 
  
Onunla sohbet ederken bir çanta mağazası sahibi iki çanta bıraktı tamir için. Eline alır almaz ‘100 yıllık çanta bunlar. Kertenkele derisi’ diyerek teşhisi koyuverdi.  

‘Çanta Tamircisi’ diye başlık attım ama O aslında hem tasarım hem de üretim yapmış yıllarca. ‘Çantacı’ desem ‘satıcı’ gibi anlaşılacak diye öyle yazmayı tercih ettim.

Berç Yeresyan 40 yıllık arkadaşımdır. Artık atölyesine geç geliyor erken gidiyor. Hobileriyle ilgileniyor.

Benim gibi birçok arkadaş Kadıköy’e geldiğinde Ona uğrar iki laf eder diğer arkadaşlardan haberdar oluruz. Tipik eski zanaatkârdır. Cep telefonu, kredi kartı kullanmaz. Ama hepimiz havadisleri Ondan alırız.

‘Kaç çanta tamircisi var?’ diye sorduğumda, ‘Bildiğim kadarıyla çevremde bir ben kaldım.’ Diyor. Çoğu kişi kundura tamircisine götürüyor çantasını tamir için artık. Hoş, kundura tamircileri de kalmadı ya..

Onlar ve meslekleri antika değerindedir.
ARF ATILGAN ARALIK 2017

14 Kasım 2017 Salı

RESTORASYONUMSU İŞLER
Arif Atılgan

Bu işlerin sağcısı solcusu yok. Her görüştekiler doğru olmayan işler yapabiliyor. Restorasyonda prosedür, öncelikle Rölöve-Restitüsyon-Restorasyon Projelerinin İlgili Koruma Kurulundan onaylatılmasıdır. Daha sonra onaylı restorasyon projesine göre belediyesinden alınan ruhsatla uygulamanın yapılması gerekir. İnşaat mahalline projeyle ilgili bilgileri içeren bir tabela asılır. Tabelaya yapının eski ve restorasyon sonrası olacak halinin resimleri konur. Hikâyesi yazılır.

2 ayrı örnek üzerinden anlatmak istiyorum.

Kadıköy Belediyesi sosyal demokrat olduğunu söyleyen bir kurum. Restorasyonun nasıl yapılacağını bilirler. Şehremaneti Binası, Karikatür Evi, Yeldeğirmeni Sanat gerektiği gibi yapılanlardan birkaç örnek.

Ayrılık Çeşmesi Kadıköy’ün günümüzdeki en eksi tarihi eseridir. Daha önce Kadıköy Belediyesinin yaptığı bazı çalışmalarda namazgâhının taş örülü hali gün yüzüne çıkarılmıştı. Bugün burada hiçbir tabela, bilgi olmadan bazı yenilemeler yapılıyor. Namazgâhın eski taşları yok. Kesme taşlarla bahçe duvarı gibi yeni bir namazgâh yapıldı. Çeşmenin arkasına yere kesme taşlar döşendi.


İnşaat mahallinde tabela vs olmadığı için bilgilenemiyoruz. Eğer 400 yıllık taşlar yok edildiyse çok yazık. Kesme taş döşenerek Çeşme ve Namazgâh yenilenmiyor. Yeniden yapılıyor.

Göztepe Marmara Üniversite Kampusunda 5. Murad Köşkünün Hamamının restorasyonuna gelelim.  Burada kamu idaresinin yani iktidarın sözü geçtiğine göre sağ görüşün restore ettiğini kabul edebiliriz. Ayrıca üniversite de var.

Taş duvarlar sıvanmış, çatıya camekân, kubbe delikleri yerine çatı feneri yapılmış.

Ortadaki çukura dikkat çekmek istiyorum. Bilindiği gibi hamamlarda külhan ile su ısıtılır. Külhan sisteminde odun kömür yakılarak kazandaki su kaynatılır ve hamama verilir. Külhanın ateş ve dumanı göbek taşının altından geçirilerek bacaya verilir. Bu sebepten göbek taşının altına cehennem denir.


Muhtemelen bu yapıdaki çukurluk göbek taşı boşluğudur. Eğer böyleyse, hatta değilse de, yeni yapılan yapıda doldurulan bu çukura ahşap malzeme döşenmesi doğrumudur? Burada da yeni bir bina ortaya çıkarılmış.
  


Görüldüğü gibi restorasyon konusu, yapanlar ne görüşte olursa olsun ciddiye alınmıyorsa ‘restorasyonumsu’ olmaktan öteye gidememektedir. Olan kamunun tarihi değerlerine olmaktadır.

Vatandaşlar böyle uygulamalar yapabilir mi?

ARİF ATILGAN KASIM 2017

5 Kasım 2017 Pazar

5. MURAD KÖŞKÜ RESTORASYONU
Arif Atılgan

2017 Eylül ayında Ayrılık Çeşmesinin namazgâhının tarihi taşlarının yerine kesme taş duvar örüldüğünü gündem yapmıştık. Ekim ayında daha ilginç bir restorasyon örneği gördük. Marmara Üniversitesi Göztepe Kampusundaki Hamam kalıntısının restorasyonunun bitmiş hali.

5. Murad 30.05.1876-31.08.1876 tarihleri arasında 93 günle en kısa padişahlık yapmış bir sultandır. Amcası Abdülaziz’in Göztepe’deki köşkünde birlikte yaşamışlardı. O yıllarda Abdülaziz padişah Abdülmecid’in kardeşi olması dolayısıyla veliahd, Murad ise oğlu olması dolayısıyla şehzadedir.

Abdülaziz, 1861 yılında padişah olunca bu köşkü Murad’a bırakmıştır. Ancak Murad, 1864 yılında arazinin daha yukarısında kendine yeni bir köşk yaptırmıştır.

Bu köşk, bugünkü Marmara Üniversitesi Kampus alanı içersindedir. Köşkten günümüze sadece bahçesindeki hamamın kalıntıları kalmıştır. Bu kalıntının restore edilerek değerlendirilmesi güzel bir şeydir. Ancak görüldüğü kadarıyla restorasyon sonrasında bambaşka bir bina ortaya çıkarılmıştır.

                                                               Eski Bina

Eski yapıda horasan harçlı taş ve tuğla duvarlar bulunmaktadır. Hamam kısmının çatısı yayvan kubbeli olup kubbelerde aydınlama delikleri yer almaktadır. Döşemesinin taş ve mermer olduğu belli olmaktadır.

                                           Kubbede Aydınlanma Delikleri

Yeni yapılan binada ise sıvanmış düz duvarlar, profiller üzerine camekân takılmış tavan bulunmaktadır. Yayvan kubbeler yerine çatı, aydınlama delikleri yerine çatı feneri yapılmıştır. Yerlere ise ahşap malzeme döşenmiştir.

                                                 Yeni Bina Ve Çatı Fenerleri

Önceki binayla şimdiki bina arasındaki farkları uzun uzun yazmayı gereksiz görüyorum.  Aslında haddim de değil. Ancak restorasyonda genel prensip vardır. Yenilenen bina eskiyi anımsatmalıdır.  Eskisini hiç bilmeyen biri bile bunu hissedebilmelidir.  Doğrusu ben eskisini bilmeme rağmen bunu hissedemiyorum.

                                               Eski Yapıdan Görüntüler

Keşke hiç dokunulmasaydı. Eski yapının beşer mt çevresinden dikilen ayaklar üzerine monte edilen camekânla korunup etrafında oturma grupları düzenlenerek değerlendirilseydi. Bina, çevresi kullanılarak korunmuş olurdu.

                                               Yeni Binanın İçerden Görüntüsü

Geçmişimize sahip çıkmak geleceğimiz için de önemlidir. Kent hafızasını korumalıyız.
ARİF ATILGAN KASIM 2017

1 Kasım 2017 Çarşamba

EUPHEMİA, SAİNT EUPHEMİA VE AYİA EUPHEMİA
Arif Atılgan

Euphemia.
300’lü yıllarda Kalkedon. Bizans Roma İmparartorluğu’nun bir kenti. Kalkedon da Roma’ya bağlı. Henüz Hıristiyanlık kabul edilmemiş. Euphemia, Kalkedon’da yaşayan zengin bir ailenin kızı. Hıristiyanlığı kabul eder. İsa’ya inanır. 303 yılında önce işkenceye tabi tutulur daha sonra yakılarak öldürülür.

Euhemia, Kalkedon dışında ailesinin yaptırdığı mezar binasına, o zamanki adıyla martiriona gömülür. Mezar yeri denizden 2 stadion mesafede diye tarif edilir. O döneme ait ölçü birimi olan stadion 185 mt civarındadır. Kalkedon bugünkü Kadıköy İskelesi, Altıyol, Mehmet Ayvalıtaş Meydanı, Mühürdar köşelerinin içindedir. Bu sınırların dışına baktığımızda yaklaşık 400 mt içerisi Yeldeğirmeni Dua Tepe Sokak civarıdır. Koşuyolu tarafına gömüldüğünü ifade edenler de vardır.

                                                             Kalkedon

Saint Euphemia.
330 yılında İmparator 1. Konstantin (324-337) Bizans’ı Roma’nın başkenti yapar. Aynı zamanda Hıristiyanlığı resmen tanır ve Euphemia’nın gömüldüğü yere bazilika şeklinde büyük bir kilise yaptırır. Öldürüldüğü gün olan 16 Eylül Yortu Günü ilan edilir. Yortu Gününde mezarı başında tören düzenlenmeye başlanır. Adının başına ‘aziz-azize’ anlamında ‘Saint’ eki getirilir.

451 yılında Kalkedon 4. Ekümenik Konsili bu kilisede yapılmış. Bu konsil İsa’nın tanrısal ve insansal tabiatını formüle etmiştir. Konsil, Hıristiyanların önemli kararlar aldığı yüksek düzeydeki kişilerin toplantısına deniyor. 14. Yüzyılda kilisenin yanmasından sonra Saint Euphemia’nın kemiklerinin Patrikhaneye, oradan Roma’ya taşındığı yazılmaktadır. Hatta birkaç kemiğinin Moda’daki Assumption kilisesinde korunduğu da yazılmaktadır.

Saint Euphemia için kentin merkezinde 4 kilise yaptırılır. Bunların en önemlisi şimdiki Sultanahmet Adliye Sarayı önündeki hipodrom civarındadır. Diğerleri Şehzadebaşı (Olibrei), Cibali (Petrion), Edirnekapı (Petra) dadır.

616 da Sasaniler (Persler) Konstantinopolis’in önüne geldiklerinde onlardan kaçırılan Saint Euphemia’nın rölikleri yani kutsal eşyaları, Kalkedon’dan Sultanahmet’teki kiliseye taşınır. 626 da tekrar gelen Sasaniler burada herhangi bir şey kalmadığına kanaat getirirler ve giderler.

1939-42 yıllarında Arkeoloji ve Ayasofya Müzeleri tarafından Sultanahmet’te yapılan kazılarda Saint Euphemia için yapılan kilise bulunmuştur. Duvarlarında Saint Euphemia’nın doğumu, yakılması, gömülmesi sahnelerini içeren, yaşamını anlatan freskler vardır. 1951 de Adliye Sarayı inşası sırasında kilise yıkılmış ancak freskolar korunmuştur.

Ayia Euphemia.
Kadıköy’de Çarşı içindeki kilisenin yukarıda yazılanlarla ilgisi yoktur. Burada daha önce Ayia Basis isimli bir manastır olduğu yazılır. Sonraki yıllarda Ayia Euphemia adıyla da anılan manastırın yerine 1694 yılında o zamanki Kadıköy Metropoliti Gabriyel tarafından yeni bir kilise yaptırılmıştır. 1830 da yine o günün metropoliti 2. Zaharias, Rusya’dan temin ettiği mali yardımla bu kiliseyi büyülterek adeta yeni bir kilise inşa ettirmiştir. Günümüze kadar gelen yapı bu binadır. Bu kiliseye Euphemia’nin adı verilmiş ve dini mabetlerin isimlerinin başına ‘kutsal’ anlamında konan ‘Ayia’ kelimesi eklenerek Ayia Euphemia Rum Ortodoks Kilisesi denmiştir.

                               1900 lerin Başlarında Ayia Euphemia Kilisesi

Kiliseye uzun yıllar herhangi bir bakım yapılmayınca oldukça yıpranmıştır. 1993 yılında Metroploit 3. İokem yenilemiştir. 1 Nisan 1993 de bir ayinle açılış yapılmıştır.

                               2017 Yılında Ayia Euphemia Kilisesi

Kiliseyi sokaktan ayıran yüksek bir bahçe duvarı vardır. Bu bakımdan sokaktan pek fark edilmeyebilir. Avluya bir kapıyla girildikten sonra narteks denilen kilisenin ön yüzünü kaplayan camekânlı giriş bölümü gelir. Ortada kubbe, kubbe köşelerinde pandantifler vardır. Yığma taştan inşa edilmiş olan Çan Kulesi binanın üst tarafındadır.

                                                    Çan Kulesi

Depo içinde bulunan kutsal suya Ayia Paraskari Ayazması denir. Ayia Paraskeri Ayazması bir sokak alttaki bir apartmanın altındaymış. Bina sahibi suyu iptal edince Moda’daki Ayia Ekaterini Ayazmasından getirilen su depoya doldurulmaya başlanır.

Bu bilgilerden iki önemli sonuç çıkarabiliriz.

Birincisi, Saint Euphemia’nin mezarının ve mezarının yanına yapılan kilisenin büyük bir ihtimalle Yeldeğirmeni Dua Tepe Sokakta olduğudur. Bu kilisede, Hıristiyanlar için çok önemli olan 4. Ekümenik Konsili yapılmıştır. Benim, Dua Tepe Sokağından Taşlı Bayır Sokağa saparken köşedeki binanın altında görüp fotoğrafladığım ve Taşlı Bayır Sokağının İskele Sokağa dayandığı parselde daha önce çekilen bir fotoğrafta bulduğum tonoz kemerlerin incelenmeye değer olduğu ortaya çıkmaktadır. Sokağa Dua Tepe denmesinin ve İskele Sokağının karşı parselinde yapılan okula Saint Euphemia adının verilmesinin boşuna olmadığı görülmektedir.

                                Taşlıbayır Sokak Başında Tonoz Kemer
  
      Taşlıbayır Sokak Sonunda Tonoz Kemer. Arkada Saint Euphemia Okulu.

İkincisi, Ayia Euphemia Kilisesinin Kalkedon ile günümüz arasında bağlantı kuran tek eser olduğudur. Umarım kilisenin duvarı yıkılıp yerine parmaklık yapılır ve bina meydandan layık olduğu şekilde hissettirilir.
ARİF ATILGAN EKİM 2017

30 Ekim 2017 Pazartesi

Kent Öyküleri

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ
Arif Atılgan

Ülkemizin her tarafı şehit kanıyla sulanmıştır.. İnsanımız şehitleriyle iç içe yaşamaya alışkındır. Çanakkale de böyle bir ilimizdir.. Dolayısıyla Çanakkaleliler de şehitleriyle içi içe yaşarlar.


Eski Yeldeğirmenli arkadaşımız Yasemin Kumral, 2017 yılı Mart ayında Çanakkale Zaferini anma törenleri sırasında oradakilerle yaşadıklarını yazmıştı bana:

‘Bugün Çanakkale Zaferini kutlama ve şehitlerimizi anma günü. Askerlerimizin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Onların kahramanlıklarını anlatan sayısız kitap ve şiir yazıldı, yazılacak da. Zaten ne yapsak ne yazsak yeter mi hiç?

300.000’e yakın delikanlımızın kanlarıyla sulanmış o toprakların, dünyanın sıradan, herhangi bir bölgesi olarak anılması kadar imkânsız bir şey olamazdı tabii ki. Pek çok ruhbilimcinin ara ara sessizce Çanakkale’yi ziyaret etmelerinin sebebini artık daha iyi anlıyorum.

Bense bambaşka bir konuya, Çanakkaleli dostlarımdan edindiğim pek öne çıkmayan bazı olaylara değinmek  istiyorum. Bilgi kaynaklarım: Emekli ilkokul öğretmeni ve kızları, esnaftan bazı kişiler, bir çiftçi ailesi, bir hanım sanayici ve bir subay ailesi. Arzu edenler gidip daha etraflı araştırabilirler.

Öğretmen hanım:
-Biz Çanakkaleliler şehitlerimizle iç içe yaşarız.
-Biraz açar mısınız lütfen hocam, nasıl yani?
-Burada herkes onlara alışıktır. Beyazlara bürünmüş halde rüyalarımıza girerler zaman zaman.
-Yüzlerini görür müsünüz?
-Hayır. Hemen namaz kılar Yasin okuruz. Kızlarım küçükken ilk gördüklerinde onlara da ne yapmaları gerektiğini öğrettim.
-Kızlarınız korkmamışlar mıydı?
-Asla. Tam tersi. Burada onların hala bizi koruduklarına inanırız. Hangi topraklar üzerinde yaşadığımızı  da iyi biliriz. Çanakkaleli olmak bunun için şereftir.
-Teşekkür ederim hocam.

Bir esnaf:
-Şehitlerimiz için 1000 yıl da geçse hep dua edeceğiz. Onlar bizim oğullarımız.
-Hiç rüyanıza girdiler mi?
-Tabii tabii. Bir evden helva kokusu geliyorsa vefat falan da yoksa anla ki şehitlerimiz içindir. Benim hanım çok yapar.
-Teşekkür ederim.

Çiftçi ailesi:
-Merhaba. Bana artık öyle geliyor ki şehitler burada iyice sahiplenilmiş, hayatın normal bir parçası olmuş.
-Evet, doğru diyorsun  da daha çok onlar bizi hiç bırakmazlar. Geçen rüyasında bizim oğlana ‘korkma iyileşeceksin’ demiş de bir tanesi, oğlan iyileşiverdi.
-Başka neler olur?
-Önemli bir işimiz olduğunda önce şehitlerimizin dualarını eder, sonra helvalarını kavuruveririz. Ne bileyim? Çoğu şey var, çoğu şey olur buralarda, başka yer buralar, çok başka  çok.
-Teşekkür ederim.

Eski bir sanayici hanım:
-Biz dua etmeye Bolayır’da başlar Eceabat Kilitbahir’e kadar devam eder, şehitlerimize bağışlarız. Yürürken her adımımızı çok dikkatli atarız. İçimizde hep sanki bir şehidin vücudunun bir parçasının üstüne basacakmışız gibi bir his vardır. Burada daha gecen gün, 2017 yılında kuvvetli bir sağanak yağmurda yokuştan aşağılara kemikler indi hep.
Kandillerde, bayramlarda ve diğer sevinçli-hüzünlü günlerde  pişi dediğimiz hamurdan pişirir  ve  helva kavururuz şehitler için.
Annemin dedesinin  o yıllarda sahildeki arazisini İngiliz Mezarlığı yapmak istediklerinde bizimkiler müsaade etmiş ama diğer tüm Çanakkaleliler gibi para kabul etmemişlerdi. Dedemiz bir kulübe yapıp yıllarca  ücretsiz olarak  İngiliz Mezarlığını  beklemiştir üstelik. Hatta bunu öğrenen İngiliz Hükümeti uzaktan gidip gelen bu fedakâr insana bir otomobil hediye etmişti. 
Büyük Atatürk’ün dediği gibi Çanakkale’deki tüm şehitler farklı din ve ırklardan da olsa hepsi bizim evladımızdır. O topraklar kahramanlık, hoşgörü, vefa, düşmanını dahi sev ve bunlar gibi insanı insan yapan duyguların  ta ezelden ebede yasadığı evliyalar yatağı yerlerdir. Başkadır Çanakkale.
-Teşekkür ederim. 

Subay ailesi (subay):
-Merhaba, yıllarca İngiliz arşivlerinde kalan  son derece enteresan bir olaydan bahsediliyor. Basında da çıktı ‘uzun beyaz bulut’ olayı,  bu olay hakkında bilginiz var mı?
-Evet. Duydum, okudum hatta.
-Bu konudaki fikrinizi alabilir miyim?
-Gerçekten çok ilgimi çektiğini itiraf etmeliyim ama yine de, düşüncelerimi kendime saklamayı tercih ediyorum.
-Tabii,  rica ederim.
Subay eşi:
-Çanakkale dergilerinden birinde, geceleri savaş bölgesinden  hala çığlıklar duyulduğunu okumuştum. Eşiniz hiç size bu konuyla ilgili bir şey anlattı mı?
-Aaa evet şehitlikler ve savaş alanlarındaki nöbetçilerle ilgili değil mi? Eşim şahit olmamış ama ‘beni gece nöbetine yazmayın, ruh sağlığım bozulacak’ diyen erler oluyormuş. 
-Neden?
-İç paralayan feryatlar ve bomba sesleri duyduklarını iddia ediyorlarmış.
-Çok teşekkürler.
Yasemin Kumral’

Şair Mithat Cemal Kuntay, ‘Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.’ Demiş şiirinin son mısrasında. Ülkemizin her santimetre karesi vatan kere vatandır.
ARİF ATILGAN EKİM 2017