Kent Hafızası
Yalova
YALOVA
KAĞITHANESİ
Kâğıt ilk olarak MS.105
yılında Çin’de icat edilmiş. Matbaa ise yine Çin’de MS.593’te kurulmuş.
Anadolu’ya kağıt VIII.Yüzyılda gelmiş. Matbaa 1727 yılında Sait Mehmed Efendi ile İbrahim Müteferrika tarafından
İstanbul, Sultanselim civarında İbrahim Müteferrika’nın evinde kurulmuş.
Zamanla ucuz kâğıt temin etme
gereği hissedilmeye başlanmış. İbrahim Müteferrika 1744 yılında İstanbul’da kâğıt
fabrikası açılması için girişimlerde bulunur. Bu iş için su gerekmekte
olduğundan dere kenarı olması tercih edilecektir.
Kâğıthane Deresi’nin çevresi
düşünülmüşse de XVIII. Yüzyılın ilk yarısında o mevki saray ileri gelenleri
tarafından beğenildiğinden talim, yarış, mesire yeri olarak değerlendirilmiş. Dolayısıyla
Onların binaları yapılmış. Sonunda kâğıt fabrikasının Yalova’da kurulmasına
karar verilmiş. Bu iş için Lehistan’dan 3 kâğıt ustası ile anlaşılmış. Onlar
buraya gelip belirli ücret karşılığı ustalara işi öğretecekler ve sonra ülkelerine
döneceklerdir.
1744 yılında Yalova’da Çardaklı
mevkiindeki değirmenin bir fermanla İbrahim Müteferrika’ya kiraya verilmesi
istenir. Aynı vesikada gerekli malzemelerin alınması da istenmiştir.
1745 yılında Yalova
Kâğıthane’si, Hırka Karye’si (Köyü) arazisi içindeki Çardaklı Değirmeni’nin müceddeden
(yeni baştan) yapılmasıyla kurulur. O
yıllardaki belgelerde Karamürsel nahiyesi, Hırka Deresi mevki, Hacı Mehmed
Çiftliği Karyesi (köyü) olarak tarif edilmiştir. Burası Yalova’da Hacı Mehmed
Köyü arazisinin denize en yakın bölümü olan Kamber Baba mevkiidir. Fabrika için
gerekli olan su Hırka Deresinden sağlanmıştır. Dere, Karaçalı mevkiinin 500
metre yukarısından bent/kanal açılarak ayrı bir kol ile değirmene ulaştırılır.
Bend ve arkların temizliği işi ise Elmalık Köyü’nün gayrimüslimlerine verilir. Onlar bu işi ücretsiz yaparlar ama karşılığında devlete olan sorumluluklarından muaf tutulurlar.
İbrahim Müteferrika üç Lehistanlı
kâğıt ustası ile kâğıt üretimine başlar.
Üretilen kâğıtların üzerine
filigran olarak ‘Yalakabad 1158’ yazılmıştır. (Hicri takvime göre 1158 yılı miladi takvime
göre 1745 yılına denk geliyor.) Kalitesi Avrupa’dakilerle eşittir. Hammadde
olarak kullanılan ham bez, pamuk ve keten bezi İstanbul’da eskiciler tarafından
halktan toplanır. Bu malzeme Kâğıthane’de tunç dibeklerde dövülerek bol su ile
temizlenir. Temizleme işlemi, akan suyun çarkı, çarkın ağaç mili döndürmesi, dönen
milin de tokmakları kaldırıp indirmesiyle gerçekleştirilir. Yoğurt kıvamında
olan köpük, suyun üzerinden alınıp saklanır. Üretim yapılacağı zaman ağzı geniş
bir fıçı içine konarak karıştırılır, ayran kıvamına getirilir. Dört köşeli bir
elekle suyun üzerinden alınır. Geniş bir keçe üzerine konur ve kuruması için
sırıklara asılır. Yazı yazılabilecek duruma getirmek için kaynamış paça suyu
şap ile terbiye edilmiş suya batırılır. Tunç mengenelerde sıkılır. Satışa
gönderilir. Daha sonra mühürlenir.
1747 yılında Leh’li ustalar
ülkelerine döner. İbrahim Mütefferika vefat eder. İşleri Elmalık Köyü
Rumlarından 12 kişi devam ettirir.
1758 yılında Kâğıthane kapatılır.
1760 tarihinde Yalakabad
(Yalova) kadısına (hâkim) ve serdarına (başkomutan) yazılan yazı ile Kâğıthane
ile ilgili bilgi istenmiştir. Verilen cevapta Kâğıthane’nin kapanma sebepleri
yazılmış. Artık kullanılmayan araç gereçler ise İstanbul’a götürülerek ilgili
yerlere teslim edilmiştir. En önemli sebep Voyvoda ( Devlet adına vergi
toplayan) Bostancı Ali Ağa’nın burayı çiftliği gibi kullanmaya başlamış
olmasıdır.
1804 yılında III.Selim, kağıt
fabrikasını Kağıthane’ye yaptırdıysa da kısa bir süre
sonra fabrika Beykoz’a nakledilmiştir.
Yalova’daki Kâğıthane binası
tekrar değirmen olarak faaliyete başlar. Tam olarak tespit edemediğim sonraki
yıllarda faaliyeti bitmiş. Metruk olarak duran bina 1996 yılında belediyece
yıkılmıştır.
Şimdi olayı yaşadıklarıma ve
gördüklerime göre günümüze uyarlayıp daha anlaşılır şekilde yazayım.
Kâğıthane, Yalovalıların “değirmen”
olarak bildiği Kamber Baba mevkiindeki binadır. Burası şimdiki Vega isimli
AVM’nin karşısındaki Cemevi’nin civarındadır. Hırka Deresi ise şimdiki Safran
Deresi’dir. Derenin yatağı aşağı kotta Sazlık mevkiinin ortasındadır. Yani
şimdiki Adnan Menderes Mahallesinin içinde…
Yüksek kottaki Kağıthane’ye
alçak kottaki Safran Deresi’nin suyu bağlanmak istenmiş. Bunun için derenin
yüksek kotta olan bir noktasından kol ayırmak gerekiyor. O noktayı Hacı Mehmet
Köyünden sonraki Karaçalı Mevkiinden Kurt Köye doğru 500 metre mesafede tespit
etmişler. Oradan ayrılan bent Hacı Mehmet Köyü mezarlığının arkasındaki yol
kenarından devam etmiş. Hatta mezarlık altını geçince iki kol olmuş.
Bu iki kolun üstte olanı
Kamber Baba’daki Kâğıthane’ye geliyor. Yaklaşık 4-5km. Daha sonra sağa dönerek yol
kenarından tekrar dere yatağına bağlanıyor.
Ben değirmeni de bendi de
gayet iyi bilirim. Zira değirmenin üst tarafındaki arazi bizim sülalenindi.
Oraya koyunlar için mandra yapılmıştı. Güvenlik için çoban köpeklerimiz vardı. Amcamlardan
biri kalıyordu ama şartlar oldukça kötüydü. Orada kalana doğru düzgün yer
gerekiyordu.
1957 yılında mandıra ile
değirmen arasına bir ev yapıldı ve küçük amcam ailesiyle oraya taşındı.
Değirmen boş ve metruktü. 2 metre civarı eni olan bent bizim arazinin sınırı
gibiydi. Ovadaki bahçeleri sulamaya yarıyordu.
Bahsetmeden geçemeyeceğim.
Bendin değirmen tarafında iki dev erik ağacı vardı. Elma büyüklüğünde erikler
olurdu. İstanbul’dan geldiğimde köpeklerden korktuğumdan o ağaçlara çıkar
amcamlara seslenirdim. İskeleden oraya kadar yürüdüğümü yazmama gerek yoktur
sanırım.
Fatih Caddesi’nden sonra ev
yoktu. Stadyumun yerinde, ortasında top sahası olan geniş bir çayır vardı. Bugün
değirmeni bildiğini söyleyenler ancak 1970-1980’lerden sonra o civara
gelebilmişlerdir. Zaten o yıllarda yapılaşma da oralara kadar çıkmıştı.
Gelelim Değirmen’e… 2 katlı
bir yapıydı. İçine girmedim. Zira kapısı yarıya kadar toprağa gömülmüştü. Arka
tarafında küçük bir oda büyüklüğünde (3mt/3mt gibi) havuz vardı. Sanırım bendin
suyu önce oraya doluyor, sonra basınçla akıtılıyor ve çarkı döndürüyordu. Çark
ta içeride üst üste olan değirmen taşlarından üsttekini döndürüp iki taş
arasına akıtılan buğdayı öğütüp un yapıyordu.
Günümüzde her taraf bina
dolduğu için o günlerdeki durumu hayal ettirebilmek zordur. Tarım yapılan ovayı
sulayan bent en son 1990’lardaki hava fotoğraflarında görünüyor. Tespit
edebildiğim kadarıyla Şehit Ayhan Saybo Caddesi eski bendin üzerine denk getirilmiş.
Değirmenin yerini de yukarıda yazdım.
Ülkemizde genel olarak koruma
anlayışının olmaması beni çok üzer. Maalesef bu durum Yalova’da da öyledir. O
bendi ve değirmeni hep merak etmiştim. Zorlama olarak görmüştüm oraya bent ile
su getirilmesini. Su değirmenleri o yıllarda Paşaköy’de vardı. Şimdi Paşaköy
bile yok.
1745 yılında buradaki değirmeni
Kâğıthane yapıyorlar. Osmanlı’nın ilk Kâğıthane’si… Yani değirmen daha da eski.
Ne zaman yapılmış bilmiyoruz. 1758 yılında bina tekrar değirmen oluyor. Ne
zaman metruklaşıyor bilmiyoruz… Belli ki bent de o yıllarda açılmış. Kazma
kürekle. Neredeyse 300 yıl… Öncesi de var ama onu da bilemiyoruz. Müthiş bir
geçmiş. Müthiş bir tarihi bilgi…
Günümüze kalan hiç bir şey
yok. Yazık... Yazık... Yazık...
ARİF ATILGAN 2024 HAZİRAN
Not: Bugün o çevredeki en eski
bina 1957 yılında yapılışına şahit olduğum amcamın tek katlı evidir.
https://atilganblog.blogspot.com/2024/06/hafzas-yalova-yalova-kagithanesi-kagt.html
https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yalova-ka%C4%9Fithanesi%CC%87
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder