Anı-Öykü
İLK ARABAM
1974… O yılların ifadesiyle
otomobil demem gerekir ama bugüne göre araba diyorum. Nereden çıktı bu demeyin.
Araba kullanmanın keyfini bizler çıkarmıştık o zamanlar. Anlatayım.
Reno12TL. 68 binTL. Gri. Mimar
rengi. Plakasını da yazarım ama şimdi nerelerdeyse yanlış olur. O yıllarda
genellikle yabancı arabalar var. Onlar da eski modeldir çoğunlukla. Yerli
olarak sadece Anadol var. Kaportası fiberglas. Reno bir anda ortamlarda İN olmuştu.
Henüz sokaklarda araba yok.
İnsanların arabaları yok zaten. Bizim sokakta sadece benim arabam var. Kapının
önüne park ediyorum. Gözümün önüne. Birine misafir gelip benim yerime park
ederse gitmelerini bekliyor, gittiklerinde arabamı yerine çekiyorum. Yani tam
gözümün önüne...
Karaköy’de çalışıyorum. Perşembe Pazarı’nda. Küçükyalı’daki evimden 20 dakika önce çıktığımda 8.00 vapuruna yetişiyorum. 8.20 de Karaköy’deyim. 8.30’da mesaiye başlıyorum. Kadıköy’de park ettiğim yerleri söylersem bugünün şartlarında inanan olacağını sanmıyorum. İlk zamanlar İskelenin önüne… Yanlış okumadınız. İskelenin tam önüne park ediyorum. Akşam dönüşte vapurdan inip arabama biniyorum. Daha sonra oraya taksiciler gelmeye daha doğrusu çoğalmaya başlayınca PTT’nin arka sokağına bırakmaya başladım. Zaten oralardaki mekânlara takılmaya başlamıştım.
Birkaç anı anlatayım…
Kadıköy’deki restoranlardan
birinde 5-6 arkadaş oturuyoruz. Aramızdan biri sigortacı... İzmir’e gidecek.
Galata yolcu binasının rıhtımından kalkacak gemiyle… Tam saatini anımsamıyorum.
Kadıköy’den son vapura bindiğinde Karaköy’deki gemiye yetişecek şekilde hesap
yapmıştık. Eh. Masa muhabbeti iyiymiş ki biz saati geçirmişiz. Son vapuru
kaçırdı. İzmir’de önemli toplantıları var. Üzülmekten ayıldı sanki. Durdum.
Düşündüm. ‘Atla arabaya’ dedim. Tabii
tüm masa hep birlikte 5 kişi. Geminin Karaköy’den kalkmasına 20 dakika var.
Doğru Boğaz Köprüsü, Yıldız Yokuşu inişi ve Karaköy… 15 dakika. Gemiye yetiştik…
Bostancı’da sandalımız var.
Motorlu filan değil. O zamanlar motorluyu çok zenginler alabilirdi. Kürekli…
Yaz akşamları İskele üzerindeki çay bahçesinde takılıyoruz. Balığa sabah erken
çıkılır. Yani iskele civarında kimseler yokken... Bir sabah ortalık bomboşken
arabayı tam iskele girişinin önüne bırakıp balığa çıkmıştık. Akşam denizden
döndüğümüzde araba yerindeydi. Ortam çok kalabalıktı hâlbuki…
İki arkadaşımın daha arabası
vardı. Uğur’unki Anadol’du. Babasınındı. O araba öğrencilikten itibaren çok
kahrımızı çekmişti. Bir de Okay’ın yeni Reno’su vardı. Onlar Kimya
mühendisiydi. Aramızda oynadığımız bir oyunu anlatayım. O yıllardaki arabaları
stop ettiğinizde ve de vitesi boşa aldığınızda yokuş aşağı kendi yürür giderdi.
Şimdikiler kilitleniyorlar. Küçük Çamlıca’da vitesi boşa alıp stop eder ve
Kadıköy İskelesine kadar inerdik. Yollar bomboştu. Hızınızı kesecek hiç bir şey
çıkmazdı önünüze. Çıksa da hafif frenle ağırlaşır yine devam edebilirdiniz.
Sadece şimdi yayalaştırılmış olan Halitağa Caddesi’nde düzlük vardır. Orada hızınızı
kesecek bir şey çıkmamalı idi. O düzlüğü Altıyol’dan Kadıköy’e inen
Söğütlüçeşme Caddesi’ne kadar geçerseniz.
Kadıköy İskelesinde bulurdunuz kendinizi.
Maaşım 3000TL idi. 20TLlik
benzin normal yaşamımda 1 hafta yetiyordu. Park yeri sorunu henüz icat
edilmemişti. Nereye giderseniz gidin her yer boştu. Hatta yer
beğenmeyebilirdiniz.
Bir boya firmasında
çalışıyordum.. Büro Perşembe Pazarı’nda, fabrika Alibeyköy’deydi. Fabrikada
sadece patronların arabaları olurdu. Diğerleri mal getirip götüren kamyonlar vs
idi. Bayramoğlu’nda arazi satın almıştık
fabrikayı oraya taşımak için. Alibeyköy’deki binada bana bir oda vermişlerdi.
Proje çalışması yapıyordum. Patronum demişti ki ‘Otopark alanını büyük tut.
İleride işçilerin bile arabası olacak.’ ‘Hadi canım’ demiştim içimden. ‘İşçiler
araba sahibi olabilir mi?’ İtiraf edeyim. Benden daha gerçekçi ilerisini görmüştü.
Patronum haklı çıkmıştı. Bir
süre sonra herkes araba sahibi olmuştu. Yirmili yaşlarda solcu, tıfıl bir
mimardım. Hayatı ve gerçekleri henüz bilemiyordum. Patronum bana hayat dersi
vermişti. ‘Fabrikalar 3-5 kişiye mal üretmek için kurulmaz. Üretimini tüm
topluma satmak için kurulur.’ Nitekim sonraki yıllarda herkes araba sahibi
olmuş, araba sayısı çoğalmış, kentlerin en önemli sorunu trafik ve otopark
olmuştu.
Özetle… Bizler, 1970’li
yıllarda arabalı olmanın keyfini yaşayan kuşak olmuştuk.
ARİF ATILGAN 2024 HAZİRAN
https://atilganblog.blogspot.com/2024/06/ilk-arabam-1974-o-yllarn-ifadesiyle.html
https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/i-lk-arabam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder