18 Ağustos 2015 Salı

Kent Mektupları



YAŞAMIMIZ BİENAL ETKİNLİĞİ
Arif Atılgan

Bienalin kelime anlamı iki yılda bir düzenlenen etkinlikler olmaktadır. Dünyadaki en eski Bienalin 1895 yılında düzenlenen Venedik Bienali olduğu bilinir. Ülkemizde ise 1987 yılından itibaren iki yılda bir düzenlenen Uluslararası İstanbul Bienalinin varlığı bilinmektedir.

Kültürel ve sanatsal etkinlikler olan bienallerde daha çok kusurluluklar ve zıtlıklar üzerinden mesajlar verilmek istenir. Zira bu şekilde insanların dikkatleri daha kolay konuya yoğunlaştırılmış olabilmektedir. Ancak toplumumuza bakıldığında kusurluluk ve zıtlıkların yaşamımızda oldukça fazla yer aldığını görebilmekteyiz. Aslında bienal düzenleyenler haklıdırlar. Zira kusurluluklar ve zıtlıklar insanların üzerinde olumlu etki bırakmaktadırlar. Çünkü: Herkes kendini bu özelliklerin dışında tutarak özgüven sağlayabilmektedir.

Kentlerde yaşanıldığı düşünülür, hatta bu konuda romantik öyküler anlatılır, yazılır. Hâlbuki genellikle yeni arsa üretmek yerine kent içersindeki arsalara yeni imar hakları vererek “yeniden arsa üretmek” tercih edilir. Dolayısıyla kentlerimizde devamlı eskisinden daha büyük yeni inşaatlar yapılır. Bu binalara daha çok sayıda insan yerleştiğinde alt yapılar yetmez, onlar için de yenileme inşaatları yapılması gerekir. Sonuçta herkes çevresindeki hafriyat kamyonları, kepçeler, greyderler, inşaat görüntü ve gürültüleri ile birlikte yaşar. Yani aslında devamlı olarak gerçek şantiyelerde yaşanır ama kentlerde yaşanıldığı sanılır.

Binalarımızın dışı yönetmelikler gereği yalıtılmaktadır. Ancak içi ile ilgili bir yönetmelik olmadığı için olsa gerek, apartmanlarda yaşayan insanlar birbirlerinin en hafif seslerini duymakta adeta hep birlikte yaşamaktadırlar.

İktidardakiler Çamlıca’ya “gösterişli” bir cami inşa ederek İstanbul’a yeni bir şehir tacı yaratmak istemektedirler. Hâlbuki kentimizin içindeki inşaat faaliyetleri o kadar fazladır ki kule vinçler şimdiden kentte şehir tacı durumuna gelmişlerdir. Daha sonra da İstanbul’un şehir tacının Çamlıca Camisi değil kentteki gökdelenlerin olacağı belli olmaktadır.

Yenilik ve gelişim uğruna ortaya konan değişim rüzgârının kentleri yoksunlaştırdığını, insanların önlerine konan her parlak ve afili tasarımın büyüsüne kapılmak yerine onların yaratabileceği toplumsal ve fiziksel sorunlara dikkat etmeleri gerektiğini uyaranların olabildiğini görmekteyiz. Bu kişiler aynı zamanda bu konularda halkı bilgilendirmek için bienaller de düzenlemektedirler. Ancak onların yarattıkları projeleri de başkaları aynı şekilde eleştirebilmektedirler. Bu kişileri eleştirenlerin ise kendi binalarında aynı titizliği gösteremedikleri saptanabilmektedir.

Kapalı yerlerde sigara içmek yasaklanmıştır. Ancak pastane, restoran, kafeteryalar sigara içme yeri olarak kullandırdıkları bahçelerini hızla camekânla kapatmaya başlamışlardır. Sadece üstünün kapatılması gereken bu bölümlerin cepheleri de camekânla çevrilmiş, sözüm ona sigara içenler soğuktan korunmuşlardır. Aslında işletmeler, sigara içenlere iyilik yaptıkları görüntüsüyle bahçelerini de kapatarak kapalı mekânlarını büyütmüşlerdir. Dolayısıyla mekânların içi de dumanla dolmakta, sigara içilen kapalı yerler genişletilmiş olmaktadır. Sigara içmeyenler ise yine kendileri için oturacak yer bulamamaktadırlar.
  
Eskiden kadınlar fazla dışarıda bulunmadıkları için kadın WC leri yasak savma anlamında az sayıda ve küçük ebatta yapılırmış. Bugün kadınlar erkeklerden daha çok dışarıdadırlar ama kadın WC leri hala eskisi gibi yasak savma anlamında az sayıda ve küçük ebatlı olmaya devam etmektedirler.

İnsanlar sokaklarda gezerken ayakkabıları ile her çeşit hijyen dışı yerlere basmaktadırlar. Ama kamusal alanlarda, oturulması gereken yerlere ayakkabıları ile basmakta veya ayakkabıları ile bastıkları yerlere oturmaktadırlar. Evlerine geldiklerinde ise evin içini temiz tutabilmek için ayakkabılarını daire kapısının dışındaki merdiven sahanlığına bırakmaktadırlar. Ama pis yerlere oturdukları giysileri ile evlerinin içersindeki koltuklara oturabilmektedirler.

Kırlarda parklarda piknik yapmak için temiz bir yer arayan insanlar işleri bittiğinde bütün çöplerini olduğu gibi bırakıp gidebilmektedirler.

Medyada güzellik ve giyim kuşam reçetesi verenlerin bazılarının aynaya bakmadıkları belli olmaktadır.

Semtlerin gelişmişlik dereceleri kaldırımlarındaki köpek kakalarının çokluğu ile doğru orantılı olmaktadır.

Sokaklara kediler için evdeki yemek artıklarını poşet veya kâğıt içersinde bırakanlar kedilere yararlı olduklarını düşünürler ama yarattıkları çevre kirliliği ile insanlara zararlı olduklarını düşünmezler.

Elektriği kaçak kullananlar elektrik kesildiğinde elektrik-arızaya başvururlar.

AB ye girelim ama para birimi Euro’yu kullanmayalım derken, ülkede her şey Euro veya Dolar ile hesaplanmaktadır.

Ülkenin insanlarına örnek olduğu düşünülen kişiler fitness merkezindeki hamamda ballı süt masajının harikalığını anlatırlar.

Ülkenin en zengin işverenlerinin yaşadığı ilçelerde sol partilere, emekçilerin yaşadığı ilçelerde sağ partilere oy çıkar. Ayrıca insanlar her gün eleştirdikleri kişilere veya partilere ‘falan kişi veya parti’ kazanmasın diye oy verirler. Sonra yine o kişileri veya partileri eleştirmeye devam ederler.

Pazaryerleri köylülerin bitkisel ve hayvansal üretimlerini kentlerde yaşayanlara satmalarını sağlayan düzenlemeler olarak düşünülmüştü. Bugün köylüler kendi bitkisel ve hayvansal üretim ihtiyaçlarını kentlerdeki süper marketlerden temin etmektedirler. Pazaryerleri ise adeta açık hava marketlerine dönüşmüşlerdir.

Doğa harikası yerler o kadar sevilir ki herkes oralara evler yaparak yerleşir ve kısa süre sonra oralarda doğa harikası değil doğa bile kalmaz.

Her birimiz yaşamımızda olağan kabul ettiğimiz birçok konuyu bu anlamda sıralayabiliriz. Yani yaşamımız neredeyse tamamen kusurluluk ve zıtlık üzerine bina edilmiştir. O zaman biz doğal bir bienal ortamında bulunuyor olabilir miyiz acaba? Zaman zaman kusursuzluklar bize sürpriz gibi geliyor olamaz mı?


Bienal düzenleyenler kusurluluk ve zıtlıklar üzerinden etkinlik ve sergilerle insanları belirli konularda uyarmak yerine, kusursuzluk ve olması gerektiği gibilikler üzerinden etkinlik ve sergilerle bu işi yapsalar sanki daha başarılı sonuç alabilecekler gibi görünüyor.
ARİF ATILGAN OCAK 2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder