Mimar Mektupları
ANNEME MİMAR OLDUĞUMU SÖYLEMEYİN, O BENİ
BİR GENELEVDE PİYANİST SANIYOR…
Arif Atılgan
Yukarıdaki başlığın aslının ilk cümlesi ‘Anneme
Reklamcı Olduğumu Söylemeyin’ şeklinde olup Jacgues Seguela isimli yazarın 1990'lı yıllarda yazdığı kitabının adıdır. Yazar kitabında reklamcılık
sektöründeki ticari konuları eleştirmektedir.
Benim bu başlığı koymama sebep ise köşe yazarı Reha
Muhtar’ın 2015 yılında yazdığı köşe yazısında, ilk cümleyi ‘Anneme Gazeteci
Olduğumu Söylemeyin’ şeklinde değiştirerek bir yazı yazmasıdır. Reha Muhtar bu
yazısında gazetecilik ve enformasyon alanında 16.000 kişilik işgücüne karşılık
3.000 işsiz olduğunu, yani alanlarında işsiz sayısının %20 ile en yüksek oranda
bulunduğunu işleyerek meslektaşlarının sıkıntısını işlemişti.
Ben de o yazıdan ilham alarak kendi alanımızla ilgili
bir yazı yazmak istedim.
2012 yılının Eylül ayında Mimdap’ta yayınlanan ‘Mimarlık’
başlıklı yazımda mimarların yasal istihdam alanlarında çalışanlarının tüm
mimarlara oranının % 30, dolayısıyla işsizlik oranının % 70 olduğunu yazmıştım.
Çünkü: Mimarların %70 i çeşitli alanlarda çalışmaktadırlar ancak oralarda mimar
olmayanlarda çalışabilmektedirler. O yıllarda Odaya kayıtlı 40.000 civarında mimar
olduğunu varsayarsak 28.000 inin yasal istihdam alanlarında çalışmadıkları
görülecektir. Aslında Mimarlar Odasına kayıtlı olmayan meslektaşlarımızı da
hesap ettiğimizde bu sayı çok daha yüksek çıkabilecektir.
1970 yılında mimar olduğumda ilk olarak üç konu
dikkatimi çekmişti:
1-1960 lı yıllardan önce mimar olanların şanslı
oldukları: Zira onlar az sayıda oldukları için istihdam sorunları olmamıştı. En
önemlisi onlardan işverenleri hep mimarlık talep etmişti, ruhsat değil. Mimar
olan ikinci kuşak yakınları da bu şanstan yararlanmışlardı doğrusu.
2-Zengin bir sosyal çevresi olanların da şanslı
oldukları: Mimarlık alanında böyle çevresi olanlar çevreleri tarafından tercih
ediliyorlardı. Bugün hala görmekteyim ki böyle çevresi olanlar, mimar olmasa da
mimarlık yapabiliyor hatta medyaya mimarlık konusunda röportajlar bile verebiliyorlar.
3-Belediyelerde genellikle arşivden dosya bahşiş
vermeden çıkarılamıyordu: Hâlbuki Ben sinemada yer göstericiye bile bahşiş
verirken utanırdım. Sanki o kişiyi küçültüyormuşum gibi hissederdim.
Bu şartlarda mimarlık yaparken mimar olmayanlara
mimarın ne iş yaptığını anlatmakta güçlük çekiyordum. Tasarım, plan, proje dediğimde
dudak büküyorlardı. Ancak 1980 li yıllarda bir marangoz ustamla yaptığım sohbette,
en basit anlamda halkımızın mimara ne kadar ihtiyacı olduğunu anlamıştım. Kendisi
o yılların varoşlarından birinde yaşıyordu. Orada hem marangozhanesi hem de evi
bulunan Usta, mahallesine muhtar da olmuştu. Bana mahallesine haftada bir gün
gelecek olan bir doktor ve bir mimara çok ihtiyaçlarının olduğunu söylemişti.
Doktoru anlayabildiğimi ama mimarın orada ne işi olacağını, oradakilerin zaten
kendilerini mimar yerine koyarak hareket ettiklerini söylemiştim. Bunun üzerine
yaptığı açıklama oldukça ilginçti.. Kalfalar kendilerince ölçeksiz bir plan
çizip inşaata başlıyorlarmış. Taşıyıcı sistem bitirildikten sonra sıra duvarları
örmeye geldiğinde koridora yer kalmıyor, odalardan birbirine direk geçilmek
zorunda kalınıyormuş. Ayrıca çoğu zaman merdiven kovası düşündüklerinden çok daha
fazla alanı kaplıyor, binanın içerisinde odalara yer kalmıyormuş. İstedikleri basitti.
Bir mimar onların istediği en boy ölçüsünde 1/100 ölçeğinde bir plan çizsin
yeterdi. Kesitler, cepheler de olsa daha iyiydi ama şart da değildi. Zira
kolonlar, duvarlar ve tüm hacimler yerli yerine oturacaktı. Dolayısıyla odalara
koridordan girilecek, binanın ön tarafıyla arka tarafı arasının tamamına
merdiven gelmeyecekti.
O gün, bazen yanımda oturup sohbet ederken bana 1/100
ölçeğinde plan çizdirenleri anımsadım. Sonradan gelip düzgün proje
çizdireceklerini sandığım bu kişilerin neredeyse hiç biri tekrar gelmiyordu. Demek
ki bu kişilerin giderken içtenlikle söyledikleri ‘sağ ol ağbi’ bıraktıkları
ücret oluyordu.
Geçtiğimiz aylarda Mimarlar Odası ile Serbest Mimarlar
Derneği (SMD) yetkililerinin tarihi bir toplantı yaptıklarını öğrenmiştik. Bu
etkinliği değerlendirirken, mimarların meslek örgütlerinden kamusal, mesleki ve
meslektaş konularında çalışmalar beklediklerine dikkat çekmek isterim.
Mimarlar Odasının kamusal konulardaki çalışmalara
ağırlık verdiğini biliyoruz. Samimiyetle söylemek gerekirse SMD ise mesleki
konularla ilgili çalışmalara ağırlık veren bir mimarlık kurumu olarak dikkat
çekmektedir. Bunca yıl sonra yapılan toplantı ile Mimarlar Odası ve SMD
birbirlerini tanımış mı olmaktadır?
O zaman meslek camiamızda meslektaşlarla ilgili
çalışma yapacak bir meslek kuruluşuna da ihtiyaç bulunduğu mu düşünülmelidir?
Mimarlar kendi aralarında yaptıkları sohbetlerde sıkıntılarını anlatabilecekleri,
anlattıkları sıkıntılarına çözüm üretici çalışma yapacağına inanabilecekleri
bir kuruma ihtiyaç duyduklarını konuşmaktadırlar.
Yazının birinci bölümünde mimarların yasal istihdam
alanlarının çok az olduğunu, ikinci bölümünde halkın mimarlığa ihtiyacı
olduğunu ama bunun farkına varmalarının sağlanamadığını, üçüncü bölümünde ise
mimarların örgütlerinden kendileri için de çalışmalar yapabilmelerini
beklediklerini anlatmaya çalıştım. Aslında üç konu da mimarların zorunlu üye
oldukları Mimarlar Odasının ilgilenmesi gereken işlerdendir. Ancak Odamız
delege sayısını 800 kişide dondurmak için Olağanüstü Genel Kurul yapmakla
meşgul. Her yıl artmakta olan mimar sayısına karşılık delege sayısını azaltarak
dondurmak, mimarları genişçe bir ‘elitler kurulu’ tarafından idare etmek
istemek değil midir?
Sanırım yukarıdaki başlığı atmakta haksız değilim.
ARİF ATILGAN MAYIS 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder