Kent Mektupları
DATÇA
Arif Atılgan
Datça Ülkemizin
batısında, kuzeyinde Ege Denizi, güneyinde Akdeniz’in bulunduğu, denize doğru uzanmış
olan bir yarımadadır. Burada ilk yerleşim MÖ 2000 li yıllarda olmuştur. O
yıllarda Karyalılar, daha sonra MÖ 1000 li yıllarda Yunanistan’dan gelen Dorlar
burada yerleşmişler ve Knidos’u kurmuşlardır. O zaman yerleştikleri bölge
şimdiki Datça ilçesinin kuzey doğusundaki Burgaz mevkiidir. Burada bin yıl
Karyalıların, bin yıl da Dorların etkisinde kalınmıştır. Bölge kuzeye baktığı
için şiddetli rüzgâr alıyor, özellikle ticari gemilerin yanaşmalarına elverişli
olamıyormuş. Bu sebepten ticari gemiler yarımadanın güneyine yanaşmak zorunda
kalıyorlarmış. Dolayısıyla halkın onlara ulaşması, onlarla irtibat kurması
zorlaşıyormuş. Bu anlamdaki ticari nedenlerle Knidos, MÖ 4. Yüzyılda
yarımadanın ucundaki Deveboynu denilen bölgeye taşınmak zorunda kalmış. Burası
karşısındaki küçük adacıkla birleştirilmiş, kuzeyde ve güneyde iki liman
oluşturulmuş. Bunlardan kuzeydeki liman askeri, güneydeki liman ticari gemiler
için kullanılmış. Yarımada 13. Yüzyılda Menteşoğlu Beyliğine bağlanmış, 15.
Yüzyılda Osmanlı egemenliğine girmiş ve Datça adını almıştır. Doğrusu Datça
adının nereden geldiğini bulamadım. Son Osmanlı padişahlarından Sultan Reşad
(1909-1918) döneminde bölgeye Reşadiye adı verilmiş ancak cumhuriyet döneminde
tekrar Datça denilmiştir.
Yarımadanın en dar
yerinde bir taraftaki denizde tutulan balıklar diğer tarafa canlı aktarılabiliyormuş.
Bu sebepten buraya Balıkaşıran denilmiş. Burada MÖ 546 yılında Dorlar, Pers
saldırılarından korunmak amacıyla kanal açarak önlem almak istemişler. Ancak
sert kayalık zeminle uğraşan insanlar yaralanmaya başlayınca tanrıların
öfkelendiğini düşünmüşler ve Persleri dostça karşılamışlar. Heykeltıraş
Praxiteles tarafından Dünyanın ilk çıplak Afrodit heykeli Knidos’ta yapılmış.
Datça 1928 yılında
Muğla iline bağlı ilçe yapılmış, ilçe merkezi Reşadiye Mahallesi olmuştur. Knidos’un
ilk kurulduğu tarafta eski Datça yerleşimi bulunmaktadır. Eski Datça bugün
birkaç sokaktan ibaret olan bir köydür. Evlerin neredeyse tamamı büyük
kentlerden gelenler tarafından satın alınıp restore edilmiş, bu şekilde
kullanılmaktadır. Gerçek köylü halkı 2-3 adet evde yaşar durumdadır. Yani
burada dönüşüm çoktan gerçekleşmiş bile. Belli ki eski Datça da kuzeye baktığı
için rahat bir yerleşim olamamış. 1947 yılında yarımadanın güneyinde bulunan İskele
Mahallesinde şimdiki yeni Datça yerleşimi oluşmuştur. 446 KM2 yüzölçümü, 17.000
nüfusu olan ilçede neredeyse güneşsiz gün olmamakta, kış yaşanmamaktadır.
İlçede zeytinyağı
üretimlerini saymazsak hiç sanayi tesisi yoktur. Tarım ve turizmle geçinilir.
İrili ufaklı bük denilen koyları, yemyeşil ormanları, tertemiz denizi ile bir
doğa harikası denebilir. Datça’da zeytin, zeytinyağı, arıcılık, bal, badem
ağaçları ve çeşit çeşit bademler akılda kalan özelliklerdir.
Datça’nın bugüne kadar
bakir kalması yolunun sapa olması dolayısıyladır.
Datça henüz büyük
kentlerden gelenler tarafından, öncelikle ticari hayat olarak, zapt edilmemiş.
Bu sebepten yerli halkı ile muhatap olunmakta. Ancak onların turizmi yeteri
kadar öğrendikleri söylenemez. Bu özellikleri dolayısıyla da biraz sorun
yaşanabilmektedir. Yine de yabancılaşmadan kendi bakirliği içersinde olmaları
buraya bir tat katmaktadır. Örneğin: Knidos’a gitmek için minibüs durağına
gittiğinizde şoförün gelmediğini, bunun üzerine babasının da gelip diğer
şoförlerle birlikte ilçede onu aradığını, sonra delikanlının ‘uyuya kaldım ne
olmuş yani’ diyerek geldiğini görebiliyorsunuz. Sonra da yolda konunun
muhabbeti ile gitmeyi yaşayabiliyorsunuz.
Diğer yandan komşu ilçe
Marmaris’in yakın köyleri olan Selimiye ile Bozburun’a gitmek için önce
Datça’dan Marmaris’in merkezine gidip, oradan kalkan araçlara binmek zorunda
bırakılıyorsunuz. Hâlbuki Selimiye ve Bozburun Datça ile Marmaris’in ortasında
bulunmaktadır. Yani Datça’dan oraya gitmek daha çabuk ve pratik olabilecektir.
Datça yöresel
yiyecekleri, yerli halktan oluşan esnafları, doğal deniz kıyıları, balık
lokantaları, köyleri ile Bodrum,
Marmaris gibi turistik bölgelerin 30-40 yıl önceki ilk hallerini
andırıyor. Bunun için diğerleri gibi kent
haline dönüşmeden görülmeye ve yaşanmaya değer bir yöre olduğuna işaret etmek
isterim.
ARİF ATILGAN EKİM 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder