Mimar
Mektupları
MİMARLAR
Arif
Atılgan
İnsanlığın
en eski mesleğini yapmakta olan mimarlar, çeşitli alanlarda topluma hizmet
vermektedirler. Tasarım ağırlıklı olan, projecilik olarak bilinen alan
mimarların en eski ve en belirgin uğraşı alanıdır. Bu yazıda cumhuriyetin
ilanından bugüne kadar geçen süreçteki projeci mimarlarla ilgili bir
değerlendirme yapmak istiyorum.
Mimarlar
Odasının eski genel başkanlarından ve Anadolu 1. Bölge Temsilciliğinin ilk
seçilmiş başkanı olan rahmetli Nurdoğan Özkaya bana bir anısını anlatmıştı..
Bir tarihte İstanbul’a dünyanın önde gelen bir mimarı gelmiş. Kendisiyle sohbet
ederken O’na ‘dünyanın önemli mimarlarından biri olmayı nasıl başardınız?’
şeklinde bir soru sorulmuş. Ünlü mimar bu soruya cevap olarak ‘ilk önce kendime
iş buldum’ demiş. Gerçekten yeteneklerinizi gösterebilmek için önce
uygulayabilmeniz gerekmektedir.
Belediyelerin
oluştuğu 1920 li yıllardan itibaren 1950 hatta 1960 lı yıllara kadar mimar olanların
bu anlamda şanslı olduklarını düşünebiliriz. Zira ülkemizdeki mimar sayısı 1950
li yıllarda 1500, 1960 lı yıllarda 3000 lerdedir ve oldukça azdır. Bu sebepten o
yıllardaki mimarlar kamu idarelerinde çalışmışlar, kamu idarelerine iş
yapmışlar, kamu idarelerinin yarışmalarına katılmışlar, mimarlık fakültelerinde
hocalık yapmışlar, özele yaptıkları işlerde de rant amaçlı olmayan eserler gerçekleştirmişlerdir.
Yani bu meslektaşlarımızın işverenleri onlardan hep mimarlık talep etmişlerdir.
Kendilerinden mimarlık talep edilen işlerinin olması, onların mutlu bir şekilde
mesleklerini yapmalarını sağlamıştır. Yeteneklerini bildiğimiz, her birini tek
tek tanıdığımız bu büyüklerimiz olumlu iş ortamları sebebi ile daha da iyi
meslek insanları olabilme fırsatını elde etmişlerdir.
1970
li yıllarda ülkede mimar sayısı 10000 lere gelmiş, kat karşılığı inşaatçılık
diye yeni bir iş alanı ortaya çıkmıştır. O yıllarda bu işi yapan kişiler mimarların
doğru uyarılarının onlara fazla maliyet getirdiğini düşünmüşler ve
meslektaşlarımızın inşaatlarının içersine girmesini istememişlerdir. Bu
zorlamanın sonucunda mimarlar, çoğunlukla inşaatları için proje hazırlayarak
ruhsat aldıkları müteahhit adı verilen bu kişilerin belediyelerde işlerini
takip eden teknik elemanlar durumuna sokulmuşlardır. Maalesef o yıllarda müteahhitler,
belediyelerdeki işlerini en kısa zamanda ve kendilerinin lehine sonuçlandıran mimarlara
iyi mimar demişlerdir.
1980
li yıllarda ülkeye getirilen liberal sistem ve en yetkili ağızlardan yapılan
yakışıksız kamu çalışanı tarifleri tüm sektörler gibi bizim sektörümüzün de kamu
kurumlarındaki işlerinin tatsızlaşmasına sebep olmuştur. Bu arada mimar sayısı
20000 lere doğru yaklaşmıştır.
1990
lı yıllar inşaat sektörünün en olumsuz yıllarıdır. Bu yıllarda inşaat yapımı
sürecinin içersindeki teknik elemanların dışındaki aktörler adeta hadlerini aşmışlar,
kendilerini teknik eleman sanarak hareket eder olmuşlardır. Sektörümüzdeki en kötü
örnekler bu yıllarda gerçekleştirilmiştir. 17 Ağustos 1999 tarihindeki deprem
bu dönemin sonu olmuştur. 20000 insanımızı kaybettiğimiz 100000 binamızın
yıkıldığı deprem, yapı sektörünün olumsuz gidişini durdurması ve akılları başa
toplama uyarısı açısından oldukça etkili olmuştur. Depremden sonra yapı
yönetmeliği, malzemeler, yapı yapma sistemi ama en önemlisi kafalar
değişmiştir. Olumlu ve olumsuz tarafları bulunan yeni sistemde artık eskisi
gibi inşaat yapılamamaktadır. Mimar sayısı 25000 leri aşmış 30000 lere doğru
gitmektedir.
2000
li yıllarda 40000 lere dayanan Mimarlar Odasına kayıtlı mimarımız olmuştur.
İnşaat sektörü kısa bir duraklamadan sonra 2000 lerin ortalarından itibaren
hızlanmış, yeni malzemeler ve yeni düzenlemelerle eskisinden değişik bir
şekilde devam etmektedir. Sektörümüzün yeni döneminde iki gurup mimar
görebilmekteyiz. Birinci gurup 10000 lerce m2 inşaat alanlı dikkat çeken projeleri
gerçekleştiren, toplumda ‘önemli’ olarak tanımlanan mimarlarımızdır. Dikkat
edildiğinde bu guruptaki meslektaşlarımızın bir kısmının 1960 lı yıllardan
önceki mimarların ikinci kuşak çocukları olan meslektaşlarımız olduğunu
görebilmekteyiz. İkinci guruptakiler ise belediyelerde çeşitli formalitelerle
uğraşan, en fazla 1000-2000
m2 inşaat alanlı parsel ölçekli işleri yapan
meslektaşlarımızdır. Her iki guruptaki meslektaşlarımıza empati yaparak
sıkıntılarını anlamaya çalıştığımızda, sanırım birinci guruptakilerin en önemli
sıkıntılarının kendileriyle ilgili empati yapan birilerinin bulunmaması konusu
olduğunu anlarız. İkinci guruptakilerin ise maddi sıkıntılarından da önemli sıkıntıları
olarak, resmi ve yarı resmi kurumlarla aralarındaki ilişkilerle ilgili aksaklıklar
olduğunu tespit edebiliriz.
Bu
arada proje bürolarında ücretli çalışan bazı meslektaşlarımız bulunmaktadır.
Onlar sıkıntıları olan ama sesleri pek çıkmayan mimarlarımızdır. Ancak bu
alanda fark edilmeyen ve sayıları giderek çoğalan bir gurup meslektaşımız daha vardır
ki onlar mesleğini taşeron olarak çalışarak yapan mimarlarımızdır. En zor
durumda bulunanların onlar olduğunu belirtmekte yarar olduğunu ifade etmek istiyorum.
Diğer meslektaşlarına gerek tasarım gerekse çizim yaptıklarını duyduğumuz bu
meslektaşlarımız iş garantileri, mesai saatleri, izin günleri, sosyal
güvenceleri olmadan çalışmaktadırlar. Mimarlığın giderek ücretlileştiğini
söyleyenler esas mimarlığın taşeronlaştığını fark etmelidirler.
Aslında
bir de ‘günümüzde en iyi mimar mimarlık yapmayan mimardır’ diyen idealistler bulunmaktadır.
Günümüzün tuhaf kapitalist sisteminde belki de en haklı durumda olanlar
onlardır. Yeni kapitalist sistemdeki sektörümüzde, borçsuz-mülklü insanlar
borçlu-mülksüz hale sokularak sermayeye iş ve kazanç alanı açılmaktadır. Yani
müşteri olmayan insanlar zorla müşteri yapılmaktadırlar. Diğer taraftan kent
topraklarına yapılaşma ile rant kazandırılmakta, yaşanamayacak yerleşimler
yaratılmakta, insanlar devamlı şantiye ortamında yaşatılmakta ve tüm ekonomik
sistem bu şekilde oluşturulmaktadır. Bu düzenin en önemli aracısı da mimarlar
olmaktadır. Bu açıdan idealist meslektaşlarımızın davranışlarının saygıyla
karşılanması gerektiğini düşünüyorum.
2000
li yılların ortalarında arabamı götürdüğüm serviste bekleme salonunda
gazeteleri karıştırıyordum. Bir aralık, açık olan televizyonda mimarlık sözleri
geçince başımı kaldırıp izlemeye başladım. ‘Önemli’ meslektaşlarımızdan biri
ile röportaj yapan kişi O’na ‘mimar olmak isteyenlere ne önerirsiniz?’ sorusunu
yöneltmişti. Meslektaşımız ise bu soruya ‘mimar olmak isteyenin her şeyden önce
zengin bir sosyal çevresi olmalıdır’ şeklinde cevap vermişti. Meslektaşımız
samimi bir şekilde tek cümle ile gerçeği anlatmıştı. Aslında günümüzde mimar
olmayan bazı kişilerin de zengin sosyal çevreleri dolayısıyla mimarlık alanında
iş yapabildiklerini görebilmekteyiz.
Mimarlar
Odasında gerçekleştirilmesini arzu ettiğim çalışmalardan bir tanesi ‘mimarlığı
zengin bir sosyal çevresi olmayanların da rahatlıkla yapabilmelerinin
sağlanması’ konusu idi. Meslekte fırsat eşitliğini sağlayacak ortamların
sağlanmasının oldukça önemli olduğunu düşünmekteyim. Ülkemizde 100000 mimarın
rahatlıkla istihdam edilebileceğine inanıyorum. Bu açıdan bütün
meslektaşlarımızın mutlulukla çalışabileceği ve yaşayabileceği ortamların
sağlanabileceğini düşünüyorum.
Mimarlık
özel bir meslektir ve mimarlar da özel insanlardır. Bütün mimarlara bu duygu yaşatılabilirse
mimarların meslek örgütünün de daha güçlü olacağına inanıyorum. Zira mesleğini
mutlu bir şekilde yapan mimarlar, örgütüne daha çok katılacak ve faaliyetlerini
daha çok destekleyeceklerdir.
ARİF
ATILGAN MİMDAP AĞUSTOS 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder