25 Şubat 2015 Çarşamba

Haydarpaşa



1-GİRİŞ
Arif Atılgan

Haydarpaşa denildiğinde genellikle akıllara Gar Binası ve Çevresi gelmektedir. Belki bazı insanlar çevresinden kasıtla trenleri ve liman tesislerini de düşünüyor olabilir.

Hâlbuki Haydarpaşa, tarihte Yeldeğirmeni’ni, Limanın üzerinde kalan İngiliz Mezarlığı’nı ve Çevresini, İbrahimağa ve Acıbadem’i içersine alan büyük bir alanın adıdır. Bu büyük alanda 19. Yüzyılda İngiliz Mezarlığı ve Yeldeğirmeni Semtleri, 20. Yüzyılda ise Acıbadem Semti oluşmuştur. 1872 yılında döşenen tren rayları İbrahimağa ile Yeldeğirmeni’nin arasından geçmiş Söğütlüçeşme İstasyonu’na ulaşmıştır. Söğütlüçeşme’den de Bostancı ve ilerisine devam etmiştir. Gar inşa edildikten sonra önüne iskele de yapılmış ve trenler ile vapurlar ilişkilendirilmiştir.

Haydarpaşa diye bildiğimiz İskele, Gar Binası, Gar Tesisleri, Liman Tesisleri 100 yıldır aynı durumda bulunmaktadır. Burası ile ilgili anılarımı düşündüğüm zaman ilk aklıma gelen hiç bir değişikliğin olmamasıdır. Limana gemiler yanaşır yüklerini indirir bindirir; Gara trenler gelir insanları indirir bindirir; İskelesine yanaşan vapurlar ise trenle gelen veya trenle gidecek insanları indirir bindirir. Bu durum yıllardır olduğu gibi benim çocukluğumda da devam etmiştir.

Çocukluğumda bu tip tarihi kamu binalarının Dünya’nın oluşumundan beri var olduklarını hayal ederdim. Çünkü: Bu binalar insana güven vermektedirler. Onların içine girdiğinizde kendinizi size ait olan bir mekânın içersinde hissedersiniz. Zaten evsizlerin de geceleri buralarda sabahlamaları bu düşüncenin kanıtı değil midir?

Çoğu insanımız Haydarpaşa’yı İstanbul’a trenle ilk geldiklerinde görmüşlerdir. Ben o duyguyu hiç bilemiyorum. Doğrusu merak da ediyorum. Zira ben oralarda büyüdüm. İlk gördüğüm günü hatırlamıyorum bile. Bazen limana girip balık tuttum, bazen dalgakırana gidip denizde yüzdüm, bazen de trene binip bir yerlere gittim. Bende askere Haydarpaşa’dan trenle gittim ve daha birçok yolculuğumu buradan başlattım veya burada bitirdim.

Çocukluk yaramazlıklarımızda oldu buralarda.

Örneğin: Kadıköy’den Selimiye’ye doğru giden yokuşta Tıbbiye Caddesinden yukarı çıkarken sağda boş bir arsada top oynardık. İntaniye Arsası olarak anılan bu arsanın hemen cadde kenarında, yeraltına inen bir tünelin demir kapağı bulunmakta idi. Kilitli olmayan bu kapağı kaldırır, gemici merdiveni şeklinde yapılmış olan demir merdivenlerden aşağı inerdik. Bir iki kat aşağı inen bu dehlizin, biraz aşağıda bulunan bugünkü Diş Polikliniğinin altından tren raylarının olduğu bölgeye kadar inmekte olduğu söylenmekte idi. Orada da rayların bulunduğu alana açılan demir parmaklıklı bir kapısının bulunduğu bilinmekteydi. Buralarda çeşitli tüneller olduğunu söylerler, bizi merak ve heyecan içersinde bırakırlardı. Sığınak düzeninde yapılmış bu dehlizlerin bir tanesi de burası idi herhalde.

Bugün Haydarpaşa’da değişiklik olarak, Gar’ın Kadıköy tarafında denize dik uzanan ahşap ayaklar üzerindeki demiryolu iskelesinin artık olmadığını söyleyebiliriz. Bu iskele, vagonların onlar için özel yapılmış raylı vapurlara bindirilmesine yaramakta idi. Bugün bu işlev Limanda Garın bitişiğindeki alanda yapılmaktadır. Diğer değişiklikler ise Kadıköy’den Tıbbiye Caddesi’ne çıkan Köprünün ortasından Gar’a doğru giden diğer Köprünün ve Yine Gar’ın Kadıköy tarafında Haydarpaşa-Kadıköy arasında yolcu taşıyan sandalların bugün artık olmamalarıdır. Sadece Sandal İskelesi yerinde durmaktadır.

Dalgakıranı, Limanı, Garı, Gar Tesisleri ve İskelesi ile yüz yıl öncesi olduğu gibi benim çocukluğumda da, bugün de aynı şekilde durmakta ve çalışmaktadır Haydarpaşa. Ne yalan söyleyeyim bu durum insana büyük bir huzur, güven ve mutluluk vermektedir. Hani eskiden evlerimizde yaşayan büyüklerimiz vardır ya. Onların evin başköşesinde oturmaları, zaman zaman ev halkına karışmaları ne kadar hoş bir duygu ve güven verirdi bizlere. Haydarpaşa da Kadıköylülere yıllardır aynı duyguları yaşatmaktadır.

Çocukluğumuzda Haydarpaşa Garı’na şimdiki gibi Et-Balık Kurumu tarafından gidilmezdi. Tıbbiye Caddesindeki tren yolu köprüsünün ortalarından, rampa şeklinde olan yukarıda bahsettiğim diğer Köprü ile Gar Alanındaki büfelerin hizasına kadar gelinirdi. Zira aşağıdaki DDY ye ait olan alana halkın girmesi yasaktı. Et-Balık Kurumu tarafında DDY liler için özel bir demir kapı bulunmakta idi. 1960 lı yılların sonlarında bu kapıyı halka da kullandırmaya başlamışlardı. Ancak demir kapı özellikle geceleri kapalı oluyor, o zamanlar da Tıbbiye Caddesine doğru çıkan köprünün orta hizalarına kadar yürüyüp, oradan Gara doğru giden diğer köprüyü dolaşmak gerekiyordu ki bu durum çok yorucu ve güvensiz oluyordu. 1970 li yıllarda aynı zamanda araçların da Gara gidebilmelerini sağlayan bu köprü yıkıldı, dolayısıyla o taraftaki yol iptal edildi. Et balık kurumu yanından hem araçlar hem insanlar için bugün kullanılan yol açıldı.

Bu yeni yolun yanına 1998 yılında bir cami inşa edildi.

Yukarıda bahsettiğim köprü 1940 lı yıllarda inşa edilmişti. Ondan önce tren yolu üzerinde bulunan tahta bir köprünün halk tarafından kullanıldığı bilinmektedir.

Eski buhar kazanlı trenlerin istim ve dumanından etrafa saçılan kurumlarını da unutmak mümkün değildir. Yolcu vagonları lokomotife ve birbirlerine büyük demir kancalarla eklenmiş olurdu. Vagondan vagona geçerken arada açık bir sahanlıktan geçilirdi. İşte o sahanlıklarda durursanız veya trenin dumanı çıkarken geçecek olursanız her tarafınız kurum içinde kalabilirdi.

Zira bu sistemde yanan kömürün dumanında oldukça fazla kurum bulunmakta idi. Buharlı kazanların çalışma prensibinde ocağa kömür atılıyor, yanan kömür ocağın üzerindeki su dolu kazandaki suyu buharlaştırıyor, o buhar da basıncı ile tekerlekleri döndürmeye yarayan silindirleri hareket ettiriyordu. Yani bugünün teknikleri ile karşılaştırdığınızda adeta oyuncak gibi.

İstim ise kazanda kaynayan suyun buharına denirdi. Tren durduğunda kazanın içinde sıkışan buhar dışarı koyuverilir, aniden çıkan buhar kendine has bir ses çıkarırdı.

O yıllarda Gar’ın üst katındaki lojmanda Gar Müdürleri ikamet ederlerdi. Ve bugün de insanlara hizmet vermekte olan Gar Lokantası Gar’ın ilk günlerinden beri orada bulunmakta idi.

Gar Alanı’nın içersindeki büfeler 1970 li yıllarda yapılmıştı. Demek oluyor ki o yıllardan sonra bu tip tesislerde büfelere de ihtiyaç duyulmaya başlanmış.

Kadıköy’de Mühürdar Sahiline yeni inşa edilen otel binası adeta Haydarpaşa’nın etkin siluetini yok etmek için düşünülmüştü.

28 Kasım 2010 tarihinde Haydarpaşa Gar’ında yangın çıktı. Çatısı tamamen yandı.

Haydarpaşa’dan Pendik’e kadar olan bölge Kadıköy olarak anılırdı. Kadıköylüler Avrupa Yakasına geçtiklerinde İstanbul’a gidiyorum derlerdi. İşte o Kadıköy’ün Simgesi Haydarpaşa Garı Binası idi. 100 yılı aşkın bir zamandır Kadıköy’ü bekler adeta o bina.

Bu binalar kentlerin hafızalarıdır ve kentleri değerli kılan da onlardır.
ARİF ATILGAN HAYDARPAŞA KİTABI

                                             1970 li Yıllarda Yıkılan Diğer Köprü (Solda)







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder