Yeldeğirmeni
SONUÇ
Arif Atılgan
Buraya kadar
yazdıklarım Yeldeğirmeni’yle ilgili okuduğum ve yaşadığım bilgilerden
derlenmiştir. Son bölümde yazmış olduğum tüm bilgilerden yararlanarak
Yeldeğirmeni’nin günümüze kadarki öyküsünü kendi yorumumla ortaya koymak
istiyorum.
Yeldeğirmeni’ni
de sınırları içine alan Haydarpaşa Çayırı Osmanlı’nın İstanbul’u almasından
itibaren imparatorluk tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Bunu 1553 yılında
Sadrazam Haydarpaşa’nın bu çayırda inşa ettiği evden ve 1600 yılında inşa
edilmiş olan Ayrılık Çeşmesi’nden anlayabiliyoruz.
Haydarpaşa
Çayırı Osmanlı Ordusu’nun süvarilerinin, Talimhane Düzlüğü ise piyadelerinin
talim yeri olarak görülüyor. Yeldeğirmeni bu iki aktif alanın arasında oluşan
bir yerleşim olarak dikkat çekmektedir.
1600 yılında
Ayrılık Çeşmesi’nin yanındaki namazgâhı ile birlikte yapıldığına dikkat
edilirse henüz bir camiyi dolduracak cemaat oluşmamıştır. Veya 1612 yılında Kadıköy’de
Osman Ağa Camii’nin inşa edildiğine bakarsak Yeldeğirmeni’nin Kadıköy
Çarşısı’na yakın kısımlarında daha yoğun yerleşim oluştuğu anlaşılabilinir.
1774-1789
yıllarında bu semte adını veren 4 adet yeldeğirmeni’nin inşa edildiğini
görüyoruz. Bu yeldeğirmenleri belli ki semtte bir istihdam alanı oluşturmuş ve
insan sayısını arttırmıştır. Nitekim 1793 yılında yine namazgâhı olan Ladikli
Ahmet Ağa Çeşmesi (Servili Çeşme) bunu doğrulamaktadır.
1789-1807
yılları arasında 3. Selim zamanında sokaklar meydana gelmiştir. 1836 yılında
Rasim Paşa Camii’nin ilk şekliyle inşa edildiğine bakıldığında artık yerleşik
bir nüfus yoğunluğunun varlığı belli olmaktadır. Bu durum bir camiyi dolduracak
cemaat oluşmuş anlamına gelmektedir.
Hemen ardından
1845 yılında yapılan Kadıköy’ün ilk PTT Binası ve 1861-1876 yılları arasında
inşa edilen Aziziye Hamamı da bu durumu doğrulamaktadır.
Yeldeğirmeni’nde
gayrimüslimlerle ilgili bir gelişme henüz göze çarpmamaktadır. Bu tarihlerde
gayrimüslim varsa da bunların çok az sayıda olduğunu ve Kadıköy’deki
kiliselerden yararlandıklarını varsayabiliriz.
Gayrimüslimlerle
ilgili ilk bilgi, 1872 yılında Kuzguncuk
Dağhamamı’nda çıkan yangından kaçarak bu semte göç eden Yahudiler olarak
önümüze gelmektedir. Yahudiler 1875 yılında kendilerine okul ve 1899 yılında
sinagog inşa etmişlerdir.
Rumlar ise 1881
yılında Karakolhane Caddesi’nde Rum Ortodoks Kilisesi ve Okulunu faaliyete
geçiriyorlardı. Aynı kilisenin karşısında 1906 yılında açılan ST Louis İlkokulu
da Fransız eğitimi veren Hıristiyan Okulu olarak dikkat çekmektedir.
1895 yılında da
ST Euphemie Fransız Yatılı Okulu inşa edilmiştir. 1912 yılında yanındaki kilise
ile birlikte okula ek bina yapılmıştır.
Bütün bunlardan
anlaşılıyor ki Yeldeğirmeni 1800 lü yılların özellikle ikinci yarısında gerek
Müslümanların gerekse Hıristiyanların yoğun yaşadığı hareketli bir semt
olmuştur.
1900 lü yıllara
girildiğinde ise daha değişik bir hareketlenme izlenmektedir. Önce tüm Kadıköy
gibi Yeldeğirmeni’nin de sayfiye yeri olarak kullanılmaya başlandığını
belirtelim.
1906-1908
yılları arasında Haydarpaşa Garı’nın inşa edilmesi ile burada çalışan Alman
mühendis-mimarların ve İtalyan ustaların Yeldeğirmeni’ne yerleştiklerini
gözlemleyebiliyoruz.
1902-1914
yılları arasında Alman Okulu ile Almanların lojman-misafirhane olarak
kullandıkları bina ve İtalyanların kullandığı büyük bir apartman dikkat
çekmektedir. İtalyanların Kadıköy’de okulları da olduğunu dikkate alırsak bu
yıllarda Levantenlerin Moda’dan taşarak Yeldeğirmeni’nde de yaşamaya
başladığını düşünebiliriz.
Bu arada 1905
yılında Rasim Paşa Camii’nin yenilendiğini gözlemlersek, Müslümanların da
kalabalıklaştığını anlayabiliriz. Ancak bu yıllarda Hıristiyanların,
ibadethanelerinin yanı sıra okullarını açtıklarını, Müslümanların ise okulunun
olmadığını tespit edebiliyoruz.
Eğitime açılan
tüm Hıristiyan okullarında Türk öğrencilerin de kayıtlarını görebiliyoruz ancak
herhangi bir belgeye rastlanılmasa da mahalle mektebi geleneğinin Cumhuriyet
Devrinin ilk zamanlarında da devam ettiğini, dolayısıyla burada da
olabileceğini düşünmemiz yanlış olmayacaktır. İlk Türk Okulu olarak 1927
yılında Gazi Mustafa Kemalpaşa İlkokulu’nun eğitim için inşa edildiği
düşünülürse o yıla kadar Müslüman çocukları büyük bir olasılıkla Rasim Paşa
Camii bodrum katında ya da başka bir yerdeki mahalle mektebinde eski Türkçe eğitim
görüyorlardı.
Cumhuriyetin
ilanından sonra Yeldeğirmeni’nde en güzel günlerin yaşandığı kanısındayım.
Belki de 1950’li yıllardan sonrasına benim de şahit olmam bana bu duyguyu
veriyor olabilir. Ayrı dinlerdeki insanların Türküyle, Ermenisiyle, Rumuyla,
Yahudisiyle hep birlikte yaşadıkları renklilik düşünülürse bu konuda ne kadar
haklı olduğum meydana çıkar. 1960’lı yıllarda Anadolu’dan göç etmeye başlayan
Karadeniz’li ve Doğulu vatandaşlarımızın da eklenmesiyle bu renklilik daha da
artmıştır. Semtin denize bakan yamaçlarında apartmanlar, üst düzlüğündeyse
genelde ahşap olan alçak cumbalı evler oluşmuştu. Camii’nde ezan, kilisesinden
çan sesleri duyulur, herkes birbirinin dini inançlarına ve geleneklerine saygı
gösterirdi. Okulların hepsi 1935 yılından sonra Türk Okulu olmuş idi. ST Louis
İlkokulu ise 1955 yılından sonra ‘yetim çocuklar yurdu’ olarak hizmet vermeye
başlamıştı. Geceleri bekçi amcanın düdüğü ile birlikte bugün artık yok olmuş
tarihi karakol insanlara güven veriyordu. Özen Sinemasında unutulmaz filmler
seyredilmesinden başka Fenerbahçe Spor Kulübü’nün genel kurulları da
yapılıyordu. Nedim’in kahvehanesi henüz yıkılmamış, sık sık zamanın şöhretli
simalarını misafir ediyordu. Seçim zamanlarında ise siyasi parti liderleri
kahvehanelerde toplantı yapıyorlardı. Özellikle İsmet İnönü ve Bülent Ecevit’in
Nedim’in Kahvehanesi’ne gelişlerini semt sakinleri hala unutmamışlardır
herhalde. Dini ve milli günler, yaslar, sevinçler hep birlikte yaşanıyordu.
O yılları
yaşamış olan Yeldeğirmenliler kendilerini çok şanslı olarak görmüşlerdir.
1980-2010
yılları arasında tüm İstanbul gibi Yeldeğirmeni’nin de değiştiğini
gözlemleyebiliyoruz. Kat karşılığı inşaatçılık ile semtin eski evleri yıkılıp
apartman yapılmaya başlanıyordu. Öyle ki bu gelişmeden tarihi karakol binası ve
Nedim’in Kahvehanesi de nasibini alıyordu. Özellikle semte renk veren
gayrimüslimler gidiyorlar, yok oluyorlardı. O şirin Özen Sineması artık sinema
değildi. Yahudi Okulu soğuk hava deposu olmuştu. Kemal Atatürk Ortaokulu deprem
sonrası boşaltılmış birkaç yıl sonra tekrar öğrencilerine kavuşturulmuştu. Kiliseler
ise sadece bekçileriyle varlıklarını sürdürüyorlardı. Cami cahilce yapılan
tadilatlarla tanınmaz hale getiriliyordu. Çok değerli Art- Naoveau süslemeli
apartmanların içinde ve dışında yanlış tadilatlar yapılıyordu. Tarihi Ayrılık
Çeşmesi Mezarlığı ve Ayrılık Çeşmesi Sokağı metro projesine kurban edilmek
isteniyor, tarihi çeşmeleri artık akmıyor, akan tek çeşme olan Kayışdağı
Çeşmesi’nin de orijinal mermeri değiştiriliyordu.
Ve insanlar da
değişiyordu.
Ama her şeye
rağmen Yeldeğirmeni yine de tarihi kimliğini hissettirmekte ve yeni
insanlarıyla bugünlere uyum sağlayabilmekteydi. İstanbul’un diğer eski semtleri
gibi kendisini yıpratmayan, yormayan müdahalelerle geleceğe geçmişi
taşıyabileceğini ifade etmekteydi.
Yeldeğirmeni
yardım beklemiyordu. Sadece kötü müdahalelerle yıpratılmamayı, kendisinin
yaralarını iyileştirip tekrar eskisi gibi olabileceğini ifade ediyordu bizlere.
Değişimse
değişim, gelişimse gelişim, asırlardır bunları yaşamıştı zaten Yeldeğirmeni...
Tam tersine
2010 yılında Yeldeğirmeni’ne Canlandırma Projesi yapıldı. Yüz yıllardan
bugünlere kendi kimliğiyle gelmiş semt 3-4 yıl içersinde Anadolu Yakasının
Cihangir’i haline getirildi. Yeme-İçme dükkânları, ofisler, atölyelerle birlikte
yeni insanlar geldi Yeldeğirmeni’ne. Yüz yıl öncesinden günümüze kalmış
Kadıköy’ün en eski tek sinema binası olan tescilli tarihi eser Özen Sineması ruhsatsız
bir şekilde tadil edilip hangar haline getirildi. Sinemalıktan çıkarılan bina
artık bambaşka amaçlarla kullanılmaya başlandı. Yurt dışından getirilen
ressamlara bina duvarlarına resimler yaptırıldı. Sonuçta semtin eski insanları
kendi semtlerinde olamamaya başladılar. Yeldeğirmeni’nin hafızası tahriş edildi.
Cami ve kilisenin restore edilmesi ise tahriş edilmiş hafızayı onaramamaktadır.
Bundan sonra
yapılacak tek şey var Yeldeğirmeni’ne: Semti kendi haline bırakmak.
ARİF ATILGAN
YELDEĞİRMENİ KİTABI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder