24 Haziran 2015 Çarşamba

VAN DEPREMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Arif Atılgan

Bu depremin gerçekleştiği günden beri aklıma takılan bazı konular bulunmaktadır. Olaydan hemen bir gün sonra Mimarlar Odası Van Şubesi Başkanı ile yaptığım telefon görüşmesinde Van'ın içerisinde 6 binanın yıkıldığını, çok sayıda yıkımın ise Erciş ve köylerde olduğunu öğrenmiştim. Van'ın içini biliyor, diğer bölgeleri pek bilmiyordum. Bu anlamda Van'ın içerisinde 6 binanın yıkılmış olması bana oldukça şaşırtıcı gelmişti. Farkında olmadan Şube Başkanı arkadaşıma, Vanlılar için baş sağlığı ve geçmiş olsun dileğimden sonra “Van'daki binalar oldukça güvenli imiş.” demiştim.

Marmara Depremi'nde, depremden bir gün sonra bölgede yıkılan binalarla ilgili raporları tutan, ayrıca hasarlı binaların tespitini yapan mimar, inşaat mühendisi, yer bilimci ve hukukçu meslek insanları ile oluşturulan, gönüllü bilirkişi ekiplerinde yer almıştım. O depremde 100.000 bina yıkılmış, 20.000 vatandaşımız hayatlarını kaybetmişti. Yani depremin ne olduğunu bilen bir kişiydim. Bu sebepten olsa gerek Van'dan gelen bilgiler bir türlü beni tatmin etmiyordu.

Nitekim geçtiğimiz günlerde bölgeye giden bazı arkadaşlarımızın yaptığı bilgilendirmeler bu tedirginliğimde haklı olduğumu ortaya çıkarmıştı. Arkadaşlarımın ilk tespiti kentte 7,2'lik bir deprem görüntüsü olmadığı şeklinde idi. Evet yıkılan binalar ve çok üzüldüğümüz can kayıpları vardı ama 7,2 büyüklüğünde bir depremin Van'da taş üstünde taş bırakmaması gerekirdi. Zira bölgedeki 60.000 binanın 50.000'inin ruhsatsız ve niteliksiz, ruhsatlıların ise en azından eski olduğu herkesçe bilinmekte idi.



O zaman anımsadım ki yetkili kurumlar ilk açıklamalarında depremin büyüklüğünü 6,6 olarak belirtmiş, daha sonra yabancı merkezler 7,2 olarak açıklama yapmış, yetkili kurumlarımız da 6,6 tespitini 7,2 olarak düzeltmişti.

Bugün bölgede çalışmakta olan özellikle yabancı yer bilimciler bu depremin 7,2'den bile yüksek büyüklükte olduğunu ifade etmekte imişler. Ancak onlar da yöredeki yıkımların böyle bir depreme göre oldukça az olduğuna şaşırmakta, sebeplerini araştırmakta imişler. Umarım en kısa zamanda bu konuda bilimsel açıklamalarını yaparlar.

Burada kişi ve kurumların açıklamalarına yorum getirmeden sadece kendi düşünce ve duygularımı yazmak istiyorum.

Öncelikle bilinmelidir ki daha önce 19 ilimizde geçerli olan Yapı Denetimi ülkemizin tamamında 1 Ocak 2011 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanmıştır. Dolayısıyla Van, yeni uygulama yapılan illerden biri olduğundan buradaki binaların neredeyse tamamı Yapı Denetimi ile inşa edilmemiştir.

Ayrıca ifade etmek isterim ki sanki bu depreme biraz siyaset karışmaktadır. Görülüyor ki bu Deprem iktidara Van'da da, İstanbul'da da, tüm Ülke'de de bazı faaliyetler yaptıracaktır. Medyada geçerli olan ‘İstanbul'a kar yağarsa Türkiye'ye kış gelmiştir’ tarzı ile olsa gerek, Van'da olan deprem yetkililere İstanbul'da olacak depremi konuşturmaya başlamıştır.

Başbakan ile eski TOKİ Başkanı yeni Çevre ve Şehircilik Bakanı'nın, Kentsel Dönüşüm Yasası'nın tanıtımından ve uygulamasından bahsetmeye başlamaları bu durumu kanıtlamaktadır. Aslında farkındalar mı bilmiyorum ama onlara muhalefet edenler de bir şekilde tuzağa düşmekte ve konuşmalarıyla iktidarın ekmeğine yağ sürmektedirler.

Önce herkes bilmelidir ki 1975 Yapı Yönetmeliği Marmara Bölgesi'ni 2. Derece Deprem Bölgesi kabul ederek hazırlanmıştır. 1998 yılındaki Yönetmelik ise bölgeyi 1. Derece Deprem Bölgesi kabul etmiştir. Bu çok önemli bir farktır. Zira deprem bölgeleri fay hattına olan mesafelerine göre derecelendirilirler. Yeni yönetmelikte gerek taşıyıcı sistem ölçülerinde ve gerekse donatı miktarlarında önemli fazlalaşmalar olmuştur. Ayrıca inşaat malzemesi kalitelerinde ve hatta literatüründe bile farklar oluşmuştur. Örneğin: Yuvarlak demir ortadan kalkmış yerine nervürlü demir gelmiştir. Bu da çubuk uçlarına kanca yapılmaması sorununu ortadan kaldırmıştır. Çakıllarda, organik bir madde olması sebebi ile basınca mukavim olmayan midye kabuklarının bulunması sorunu ise hazır beton ile sona ermiştir. Eski yönetmelik zamanında B160 diye dökülen ama çeşitli sebeplerden dolayı B60 civarı gerçekleştirildiği söylenen beton cinsi bugün literatürde bile yoktur.

Yani eğer statikçiniz rahat uyu derse rahat uyumak gerekir. En azından şu bilinmelidir ki 1998 yılında yeni bir yönetmelik hazırlanması, kâğıt üzerinde bilimsel anlamda 1975 yönetmeliğinin yeterli olmadığının kanıtıdır. Evet, daha önce düzgün yapılmış binalar depremde sağlam kalabilir. Ama gerçek asla unutulmamalıdır.

12 Kasım 1999 tarihinde binaların çoğunun yıkıldığı Düzce Depremi'nden sonra ODTÜ'lü bir hoca, hazırladığı bilirkişi raporuna ‘Burada yıkılan binaların neden yıkıldığı değil, yıkılmayan binaların neden yıkılmadığı araştırılmalıdır.’ cümlesini yazmıştır.

Marmara Depremi'nde, benim de görev aldığım bilirkişi ekibinin tutmuş olduğu yıkım raporlarından edindiğim tecrübeye göre binaların yıkılması tek sebepten değil, aksine 7-8 sebebin birlikte oluşmasından dolayı gerçekleşmektedir.

Örneğin:
- Fay hattının üzerinde bulunmak,
- Yumuşak zeminde 2 kat yapılacak yere 7-8 kat yapmak,
- Yumuşak kat olması,
- Kısa kolon olması,
- Yeterli donatı olmaması,
- Etriye olmaması,
- Yuvarlak demirlerde kanca bulunmaması,
- Kolon demirlerinin filizlerinin kısa olması,
- Beton malzemesinde çakıl yerine midye kabuğu veya çamur bulunması,
- Betonun dökülürken iyi karıştırılmaması,
- Betonun döküldükten sonra iyi sulanmaması, gibi.

Ayrıca binalar inşa edildikten sonra bazı kullanım hataları da yıkıma sebep olabilmektedir. Örneğin: Çeşitli amaçlar için kolon kiriş kesilmesi veya tıraşlanması, bodrum katlarda korozyon sebebi ile demirlerin çürümüş olması gibi.

Sonuç olarak bir sorunu gidermeye çalışırken önce sorunu tüm açıklığı ile masaya yatırmak gerekir. Her açıdan konu tartışılıp anlaşıldıktan sonra çözüm formülleri aranmalıdır.

Ülkemizde deprem sorunu vardır. Özellikle Marmara Bölgesi'nde 1998 yılından önce inşa edilmiş olan bütün binalar depreme karşı riskli durumdadır.

Burada tek kabahatli kurum 1975 Yapı Yönetmeliği'ni geçerli sayan Devlet olmaktadır. Dolayısıyla riskli binaların yenilenmesi ve kentin güvenli hale getirilmesi görevi de Devlet'e düşmektedir.

Ancak üstü kapalı olarak ifade edilmek istenen şey Devlet'in bu işin ekonomisini üzerine almak istemediği şeklindedir. İşte o zaman Devlet'in dışında bu işin nasıl yapılacağı açıkça tartışılmalı ve kamuoyu aydınlatılmalıdır.

Ne kamu idaresinin ne de toplumun zararlı çıkmayacağı formüllerin bulunabileceğini umuyorum.
ARİF ATILGAN Kasım 2011 Arkitera


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder