VAN DEPREMİNİN
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Arif Atılgan
Bu depremin gerçekleştiği günden
beri aklıma takılan bazı konular bulunmaktadır. Olaydan hemen bir gün sonra
Mimarlar Odası Van Şubesi Başkanı ile yaptığım telefon görüşmesinde Van'ın
içerisinde 6 binanın yıkıldığını, çok sayıda yıkımın ise Erciş ve köylerde
olduğunu öğrenmiştim. Van'ın içini biliyor, diğer bölgeleri pek bilmiyordum. Bu
anlamda Van'ın içerisinde 6 binanın yıkılmış olması bana oldukça şaşırtıcı
gelmişti. Farkında olmadan Şube Başkanı arkadaşıma, Vanlılar için baş sağlığı
ve geçmiş olsun dileğimden sonra “Van'daki binalar oldukça güvenli imiş.”
demiştim.
Marmara Depremi'nde, depremden bir
gün sonra bölgede yıkılan binalarla ilgili raporları tutan, ayrıca hasarlı
binaların tespitini yapan mimar, inşaat mühendisi, yer bilimci ve hukukçu
meslek insanları ile oluşturulan, gönüllü bilirkişi ekiplerinde yer almıştım. O
depremde 100.000 bina yıkılmış, 20.000 vatandaşımız hayatlarını kaybetmişti.
Yani depremin ne olduğunu bilen bir kişiydim. Bu sebepten olsa gerek Van'dan
gelen bilgiler bir türlü beni tatmin etmiyordu.
Nitekim geçtiğimiz günlerde bölgeye
giden bazı arkadaşlarımızın yaptığı bilgilendirmeler bu tedirginliğimde haklı
olduğumu ortaya çıkarmıştı. Arkadaşlarımın ilk tespiti kentte 7,2'lik bir
deprem görüntüsü olmadığı şeklinde idi. Evet yıkılan binalar ve çok üzüldüğümüz
can kayıpları vardı ama 7,2 büyüklüğünde bir depremin Van'da taş üstünde taş
bırakmaması gerekirdi. Zira bölgedeki 60.000 binanın 50.000'inin ruhsatsız ve
niteliksiz, ruhsatlıların ise en azından eski olduğu herkesçe bilinmekte idi.
O zaman anımsadım ki yetkili
kurumlar ilk açıklamalarında depremin büyüklüğünü 6,6 olarak belirtmiş, daha
sonra yabancı merkezler 7,2 olarak açıklama yapmış, yetkili kurumlarımız da 6,6
tespitini 7,2 olarak düzeltmişti.
Bugün bölgede çalışmakta olan
özellikle yabancı yer bilimciler bu depremin 7,2'den bile yüksek büyüklükte
olduğunu ifade etmekte imişler. Ancak onlar da yöredeki yıkımların böyle bir
depreme göre oldukça az olduğuna şaşırmakta, sebeplerini araştırmakta imişler.
Umarım en kısa zamanda bu konuda bilimsel açıklamalarını yaparlar.
Burada kişi ve kurumların
açıklamalarına yorum getirmeden sadece kendi düşünce ve duygularımı yazmak
istiyorum.
Öncelikle bilinmelidir ki daha önce
19 ilimizde geçerli olan Yapı Denetimi ülkemizin tamamında 1 Ocak 2011
tarihinden itibaren uygulanmaya başlanmıştır. Dolayısıyla Van, yeni uygulama
yapılan illerden biri olduğundan buradaki binaların neredeyse tamamı Yapı Denetimi
ile inşa edilmemiştir.
Ayrıca ifade etmek isterim ki sanki
bu depreme biraz siyaset karışmaktadır. Görülüyor ki bu Deprem iktidara Van'da
da, İstanbul'da da, tüm Ülke'de de bazı faaliyetler yaptıracaktır. Medyada
geçerli olan ‘İstanbul'a kar yağarsa Türkiye'ye kış gelmiştir’ tarzı ile olsa
gerek, Van'da olan deprem yetkililere İstanbul'da olacak depremi konuşturmaya
başlamıştır.
Başbakan ile eski TOKİ Başkanı yeni
Çevre ve Şehircilik Bakanı'nın, Kentsel Dönüşüm Yasası'nın tanıtımından ve
uygulamasından bahsetmeye başlamaları bu durumu kanıtlamaktadır. Aslında
farkındalar mı bilmiyorum ama onlara muhalefet edenler de bir şekilde tuzağa
düşmekte ve konuşmalarıyla iktidarın ekmeğine yağ sürmektedirler.
Önce herkes bilmelidir ki 1975 Yapı
Yönetmeliği Marmara Bölgesi'ni 2. Derece Deprem Bölgesi kabul ederek
hazırlanmıştır. 1998 yılındaki Yönetmelik ise bölgeyi 1. Derece Deprem Bölgesi
kabul etmiştir. Bu çok önemli bir farktır. Zira deprem bölgeleri fay hattına
olan mesafelerine göre derecelendirilirler. Yeni yönetmelikte gerek taşıyıcı
sistem ölçülerinde ve gerekse donatı miktarlarında önemli fazlalaşmalar
olmuştur. Ayrıca inşaat malzemesi kalitelerinde ve hatta literatüründe bile
farklar oluşmuştur. Örneğin: Yuvarlak demir ortadan kalkmış yerine nervürlü
demir gelmiştir. Bu da çubuk uçlarına kanca yapılmaması sorununu ortadan
kaldırmıştır. Çakıllarda, organik bir madde olması sebebi ile basınca mukavim
olmayan midye kabuklarının bulunması sorunu ise hazır beton ile sona ermiştir.
Eski yönetmelik zamanında B160 diye dökülen ama çeşitli sebeplerden dolayı B60
civarı gerçekleştirildiği söylenen beton cinsi bugün literatürde bile yoktur.
Yani eğer statikçiniz rahat uyu
derse rahat uyumak gerekir. En azından şu bilinmelidir ki 1998 yılında yeni bir
yönetmelik hazırlanması, kâğıt üzerinde bilimsel anlamda 1975 yönetmeliğinin
yeterli olmadığının kanıtıdır. Evet, daha önce düzgün yapılmış binalar depremde
sağlam kalabilir. Ama gerçek asla unutulmamalıdır.
12 Kasım 1999 tarihinde binaların
çoğunun yıkıldığı Düzce Depremi'nden sonra ODTÜ'lü bir hoca, hazırladığı
bilirkişi raporuna ‘Burada yıkılan binaların neden yıkıldığı değil, yıkılmayan
binaların neden yıkılmadığı araştırılmalıdır.’ cümlesini yazmıştır.
Marmara Depremi'nde, benim de görev
aldığım bilirkişi ekibinin tutmuş olduğu yıkım raporlarından edindiğim
tecrübeye göre binaların yıkılması tek sebepten değil, aksine 7-8 sebebin
birlikte oluşmasından dolayı gerçekleşmektedir.
Örneğin:
- Fay hattının üzerinde bulunmak,
- Yumuşak zeminde 2 kat yapılacak
yere 7-8 kat yapmak,
- Yumuşak kat olması,
- Kısa kolon olması,
- Yeterli donatı olmaması,
- Etriye olmaması,
- Yuvarlak demirlerde kanca
bulunmaması,
- Kolon demirlerinin filizlerinin
kısa olması,
- Beton malzemesinde çakıl yerine
midye kabuğu veya çamur bulunması,
- Betonun dökülürken iyi
karıştırılmaması,
- Betonun döküldükten sonra iyi
sulanmaması, gibi.
Ayrıca binalar inşa edildikten sonra
bazı kullanım hataları da yıkıma sebep olabilmektedir. Örneğin: Çeşitli amaçlar
için kolon kiriş kesilmesi veya tıraşlanması, bodrum katlarda korozyon sebebi
ile demirlerin çürümüş olması gibi.
Sonuç olarak bir sorunu gidermeye
çalışırken önce sorunu tüm açıklığı ile masaya yatırmak gerekir. Her açıdan
konu tartışılıp anlaşıldıktan sonra çözüm formülleri aranmalıdır.
Ülkemizde deprem sorunu vardır.
Özellikle Marmara Bölgesi'nde 1998 yılından önce inşa edilmiş olan bütün
binalar depreme karşı riskli durumdadır.
Burada tek kabahatli kurum 1975 Yapı
Yönetmeliği'ni geçerli sayan Devlet olmaktadır. Dolayısıyla riskli binaların
yenilenmesi ve kentin güvenli hale getirilmesi görevi de Devlet'e düşmektedir.
Ancak üstü kapalı olarak ifade
edilmek istenen şey Devlet'in bu işin ekonomisini üzerine almak istemediği
şeklindedir. İşte o zaman Devlet'in dışında bu işin nasıl yapılacağı açıkça
tartışılmalı ve kamuoyu aydınlatılmalıdır.
Ne kamu idaresinin ne de toplumun zararlı
çıkmayacağı formüllerin bulunabileceğini umuyorum.
ARİF ATILGAN Kasım 2011
Arkitera
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder