KENTLEŞME
VE KENTLİLEŞME
Arif Atılgan
Kent, tarım ve
hayvancılıkla uğraşmayan insan topluluklarının yaşadığı yerleşimlere denmektedir.
Bu açıdan tarihte ilk kent örnekleri zanaat ve ticaretle uğraşanların bulunduğu
yerleşimler olmuştur. Bu uğraşılar liman kentlerinde daha çok yaşandığı için
ilk kentler çoğunlukla limanların çevresinde oluşmuşlardır. Kentlerdeki
yapılaşma köylerdekinin aksine yatay değil düşey olarak gerçekleşmektedir. Zira
bu şekilde daha çok nüfus barınabilmekte, kişi başı alt yapı hizmetinin
maliyeti daha düşük olmaktadır. 18. ve 19. Yüzyılda buhar enerjisinin
bulunmasıyla makineleşme başlamış ve sanayi devrimi olmuştur. Sanayi devrimi
ile kentleşme yeni bir boyut kazanmış, artık sanayi tesislerinin civarında
kurulmaya başlamıştır. Kentlerde fabrika, işçi, patron, sendika gibi kelimeler
duyulmaya başlanmıştır. Ülkemizdeki kentleşme özel sektörün sanayi tesisleri
kurması için teşvik edildiği 1950 yılı sonrasında hissedilir olmuştur. 2000 li
yıllarda İstanbul, Ankara, İzmir gibi milyonların üzerinde nüfusa sahip mega
kentler klasik tarifleri ortadan kaldırmıştır. Buralarda arsalar çok
değerlendiği için sanayi tesisleri kalkmakta daha mütevazı kentlere
taşınmaktadır. Mega Kentlerde istihdamı hizmet sektörü sağlamaktadır.
1950 yılında Ülkenin
nüfusu 21 milyon iken köylerde yaşayanların oranı %75, kentlerde yaşayanların
oranı %25 idi. Bugün nüfus 76 milyona gelmişken köylerde yaşayanların oranı %23
lere kadar düşmüş, kentlerde yaşayanların oranı %77 lere dayanmıştır. 1950 li
yıllardan sonra kent çeperlerinde bulunan sanayi tesislerinde çalışmak için
kentlere göç eden kır insanları önce gecekondularını daha sonra betonarme
binalarını yapmışlardı. Gecekondulaşma
ile başlayan kentleşme giderek 1970 li yıllarda ruhsatlı binaların olduğu yerleşimler
haline dönüşmüştü.
1999 yılında yaşanan
deprem kentleşmenin ne derece sağlıksız bir şekilde kendiliğinden geliştiğini
bize anımsatmıştır. 20.000 can kaybı ve 100.000 binanın yıkılmasıyla yaşanan bu
afet bizlere yapılaşmanın rastgele yapılmaması gerektiğini acı bir şekilde öğretmiştir.
2000 li yıllarda artık yeni yapılan inşaatlar kontrollü yapılmaya başlanmış,
eski yapılanların ise yıkılıp yeniden yapılmaları için kentsel dönüşüm dâhil
çeşitli formüller düşünülmeye başlanmıştır. 1980 li yıllarda, sonraki yıllarda
yaşanacağı belli olan kentleşmeden dolayı geleceğin meslekleri olarak hukuk ve
psikoloji alanları gösterilmişti. Zira kentlere gelen insan kalabalığının
birbirleriyle sorunları olacak, diğer yandan yalnızlaşacakları için ruhsal
sorunlar yaşayacaklardı. Bu tahminler doğru çıkmıştır.
Bugüne kadar spontane
gerçekleşen kentleşmenin, bundan sonra 3 şekilde gelişeceği belli olmaktadır:
1-Kentsel Dönüşüm:
Kentlerin içersindeki topraklar değerlenmiş, buralarda daha üst gelir gurubu
insanlar yaşamak istemeye başlamıştır. Kentsel Dönüşüm sadece binaların değil
insanların da dönüşmesi amacını taşımaktadır. Kent içersine üst gelir gurubu
insanların gelmesi buraları pahalı yaşanan yerler haline getirecektir.
Dolayısıyla daha önce yaşayan mütevazı bütçeli insanlar yaşam alanlarını terk
etmek zorunda kalacaklardır.
2-Canlandırma
Projeleri: Kent içindeki tarihi ama bir süredir sakin kalmış yerleşimler
çöküntü alanı ilan edilerek canlandırılmaktadırlar. Tanıtım, reklam, pazarlama
ve sonuçta rantlandırma ile yapılan canlandırma sonucunda buralara yeni
fonksiyonlar ve insanlar getirilmektedir. Bu şekilde sözde ”soylulaşmış” olan
eski tarihi semtler artık orada yıllardır yaşayanların yaşayamayacağı yerler
olmaktadır.
3-Mega Projeler: Kent
içersinde öteden beri boş kalmış genellikle kamuya ait büyük alanlar mega
projeler için ayrılmaktadır. Bu alanlardaki tarihi bina ve tesisler de eski
fonksiyonlarından uzaklaştırılarak konaklama-ticaret-eğlence fonksiyonlarına
büründürülmektedirler. Mega projelerin gerçekleşeceği alan ve tesisler de
yüksek gelir gurubu insanlara hizmet edeceklerdir.
Görülmektedir ki
kentlerde öteden beri yaşayan, buraların sahibi olan insanlar yerleşim
alanlarını terk etmek zorunda kalacaklardır.
Toplumumuz önümüzdeki
10-15 yıl içersinde kentleşmeyi acı çekerek yaşayacaktır.
Kentlerde yaşayan
insanlara kentli denir. Kentlere gelen insanların kentlere uyum sağlama
sürecine ise kentlileşme denir.
2000 li yıllara kadar
yaşanan yoğun kentleşme sonrası kentlileşme önemli olmaya başlamıştır. Kentli
olmak kurallarla yaşamak kültürüdür. Kurallı toplumun ön şartı başkalarının
haklarına saygılı olmak, ortak alanlara, kamusal alanlara sahip çıkmak, oraları
korumaktır. Toplumumuzda ise görüntü hiç de öyle değildir. Apartmanlardaki
merdiven sahanlıklarından ormanlık alanlara kadar toplumun ortak alanları zapt
edilmekte veya kirletilmektedir. Kentlerde özgürce yaşamak ise her istediğini
yapabilmek serbestliği olarak algılanmaktadır. Yani herkes kendi kuralına
diğerlerinin uymasını istemektedir. Dolayısıyla toplumumuzda ne kadar insan
varsa o kadar kural olmaktadır.
1980 li yıllara kadar
köylerden kentlere, zorunlu göçün dışında yerleşmek belli bir sırayla olurdu.
İnsanlar önce köyünden kasabasına, sonra kasabasından kentine, daha sonra büyük
kentlere taşınırlardı. Bu süreç sırasında kentli olmayı içlerine sindirerek
öğrenmiş olurlardı. 1980 li yıllardan sonra direkt büyük kentlere taşınmaya,
oralarda geleneksel yaşantılarını sürdürmeye başlamışlardır.
Kentlileşme dolayısıyla
geleceğin mesleği eğitimcilik olacaktır. Zira kentlerde yaşayabilmek ve AB
kriterleri gereği iş bulabilmek için insanların sertifika alacakları eğitim
görmeleri gerekmektedir.
İnsanlar sözde değil
özde kurallı toplum olmayı içlerine sindirmeyi başarabilmelidirler. Ülkemizde
kentleşme kendiliğinden olunca kentlileşme de kendiliğinden olmuştur. Planlı bir
kentleşme olmayınca kent kültürü popüler kültür olarak gelişmiştir.
Kentli, sosyal kültürel
yaşamın içinde olmak dolayısıyla kentin alan ve mekanlarını kullanmak
durumundadır.Bugüne kadar komik bir şekilde gerçekleşen kentlileşme,
Kentli-Köylü bir toplum oluşturmuştur.
Önümüzdeki 10-15 yılda
gerçekleşecek kentleşmenin ise nasıl bir kentlileşme yaratacağı merak
edilmektedir.
ARİF ATILGAN Haziran
2015
Kentleşme demek köyleşmeden farklı olarak altyapının ve donatıların tamamlanması demektir. İnsanların en fazla kar getiren yapıların değil, en iyi koşullarda yaşayacakları yapıların yapılması demektir. İnşaat sektörünün bir yatırım aracı olması esas üretici sanayi ve ticari yatırımların geri plana itilmesi anlamına gelir, batı ülkeleri özellikle sanayilerinin gelişmesi için gayrimenkul rantlarını vergi ve diğer tedbirlerle kontrol altına almışlardır.
YanıtlaSil