Kent Mektupları
GECEKONDULAR,
VAROŞLAR, SİTELER
Arif Atılgan
1950'li
yıllarda başlamış olan kırsal kesimlerden kentlere göç ile birlikte, kentlerin
çeperlerinde tenekelerden yapılan derme çatma barınaklar görülmeye başlanmıştı.
Kırdan kente göç etmiş olan, genç ama düşük ekonomik durumdaki bu insanların
yaşadığı barakalar, bir gecede konduruluverdiği için, onlara gecekondu adı
verilmişti. 1960'lı yıllarda, gerekli altyapı hizmetlerinden de mahrum olan
gecekondular kentleri adeta istila etmişlerdi. Ancak buralarda yaşayan
insanlar, geldikleri kırsal kesimlerde daha da mahrum şartlarda
yaşadıklarından, kentlerde alabildikleri alt yapı hizmetleri bile onlar için
lüks sayılabiliyordu. Örneğin: Musluktan su akması, evindeki lambanın
yanabilmesi bile onlar için oldukça lüks olanaklardı. O yıllarda hızla
gecekondular için ıslah projeleri yapılmaya başlanmıştı. Bunların başında
gecekondularda yaşayanlar için çok katlı konutlar inşa ederek, onları o
binalardaki insanca şartlara kavuşturabilmek bulunuyordu. Ancak bir süre sonra
görüldü ki bu insanlar alışkanlıklarından kopamıyorlar, tek katlı bahçeli
nizamdaki yaşantılarını bu çok katlı binalara taşımaya çalışıyorlardı. Sonuçta
çok katlı yapıların balkonlarında tavuk hatta inek beslendiği bile
gözlemlenmeye başlanmıştı. Bu durum üzerine daha gerçekçi projeler üretilmesi
zorunluluğu olduğunun farkına varılmıştı. Örneğin: Nüve konut adıyla
gecekonduların sadece ıslak hacimleri ile bir tek yaşam mekanı inşa edilerek bu
insanlara teslim ediliyordu. Bu şekilde her şeyden önce insanca ve alıştıkları
şekilde yaşamalarının sağlanması amaçlanıyor, ekonomik durumları düzeldikçe
ihtiyaç duydukları kapalı mekanları kendilerinin ilave etmesi isteniyordu.
1970'lerde ama ağırlıklı olarak 1980'li yıllarda bu
insanların ekonomik durumları iyileşmiş ve çocuklarına da ev ihtiyacı oluşmaya
başlamıştır. Ancak ekonomik durumları her ne kadar kente geldikleri yıllara
göre iyileşmiş olsa da, yine de kentin ruhsatlı bölgelerinde ev almaya yeterli
olamamaktadır. Bu sebepten kendilerince zorunlu olarak, gecekondularının yerine
dışı tuğlalı, çatısız, tekrar üzerine kat çıkmak amacıyla üzerlerinde demir
filizleri bırakılmış kaçak binalar yapmak zorunda kalmışlardır. Varoş adı
verilen bu yerleşimler ülkemize arabesk denilen yeni bir yaşama kültürü de
getirmiştir.
Günümüzde ise diğerlerinin aksine planlı ruhsatlı
olarak gerçekleştirilen, ‘site’ adı altında yeni bir yerleşim şekli insanlara
dikte edilmektedir. Siteler kent dışındaki geniş araziler, planlı hale
getirilerek inşa ediliyor. Zamanında çok düşük yapılaşma alanlarına sahip olan
gecekonduların arazilerinin yerleşime açılıp açılmayacağı tartışılmıştı. Ancak
genellikle, kentin içersinde ve dışarısında, kente gerekli olan yeşil alanlara
inşa edilmekte olan, üstelik çok yüksek yapılaşma alanlarına sahip sitelerin
arazileri tartışılmamaktadır. Siteler, etrafı duvarlarla çevrili, kapısında
güvenlik görevlilerinin bulunduğu, içersinde hoş çevre düzenlemeleri de olan
yerleşimlerdir. Buralarda genellikle altyapı hizmetleri kamu idaresi tarafından
sitenin kapısına kadar getirilmekte, site içersindeki arıza, hanelerin
tüketimlerinin hesaplanması vs. konularda site yönetimleri yetkili
kılınmaktadır. Yani site tek bir apartman gibi kabul edilmektedir. Yüzlerce
hatta binlerce maliki olan bir sitede, bu konuların nasıl halledilebileceğinin
hiç düşünülmediği bugün çıkan sorunlardan bellidir. Adeta günümüzün kendine
özel gettoları denebilecek bu yerleşimlerde, kamu idaresi kendini kamunun ve
idarenin dışına çekmektedir. Site içersinde yaşamakta olan insanlar adeta
tiyatro dekoru havasındaki ortamdan bir süre sonra bıkmakta, kendilerini site
dışına atmak istemektedirler. Ancak o zaman görmektedirler ki dışarıda gezecek
çarşı, sokak yoktur. Zira site kültüründe alışveriş çarşılardan değil alışveriş
merkezlerinden yapılmaktadır. Belirli merkezlerde bulunan alışveriş
merkezlerine ise ancak araçlar vasıtası ile gidebilmek mümkündür. Diğer
sitelere de girmek kendi sitelerine olduğu gibi yasaktır. Yaratılmak istenen bu
yapay kültürün müziği, edebiyatı, sineması da yakında çıkacaktır kesinlikle.
Ülkemiz insanının yıllardır alışmış olduğu yerleşim
şekli içersindeki çarşısı, esnafı, komşu sokağı ile oluşmuş olan mahalledir.
Asırlardır oluşan mahalle yapısında kentin her tarafı insanların ortak
alanıdır. Ayrıca mahalle yapısında kamu idaresi kentin her tarafındaki
insanlarına hizmetlerini tek tek götürmek durumundadır. Çarşı ise mahallelinin
alışveriş yaptığı, esnaf dükkanlarının bulunduğu caddedir. Mahalle ve çarşı
kültüründe insanlar, her yerde serbestçe gezebilmekte, dolayısıyla birbirlerini
tanıyabilmektedirler.
Bu anlamda konunun gelişimine bakarsak, gerek
gecekonduların gerekse varoşların aslında mahalle kültürüne uygun oluştukları
ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar gecekondularda ve varoşlarda kaçak, ruhsatsız
yapılaşma olmuşsa da, insanlar anonim olarak kendileri için yaşam alanları
oluşturduklarında, insan doğasına aykırı davranamamaktadırlar. Buralarda
sokaklar tüm toplumun kullanımına açık, esnafı, çarşısı ile insani ilişkiler
canlı durumdadır. Birbiri ile ilişki çersindeki halk daha güçlü, daha güvenli,
daha mutlu olabilmektedir.
Siteler, her ne kadar planlı, ruhsatlı da olsa,
insanın doğasına aykırı yerleşimler olarak göze batmaktadırlar. Çok hoş peyzaj
düzenlemeleri olan bahçesi de olsa, çok hoş iç mekanlara sahip konutları da
olsa, duvarların içersinde yaşamak zorunluluğu insanları bıktırmaktadır.
Örneğin: İşe gitmeyen kişiler buralarda yaşarken oldukça zorlanmaktadırlar.
Ayrıca genellikle arsalarının bodrumları tamamen inşaat alanı olarak
değerlendirilmektedir. Bu durum ise bahçelerde derine kök salamadıkları için
ağaçların yetişememesine sebep olmaktadır. Dolayısıyla, bahçelerine çim
ekilmekte ve ancak bodur bitkilerle süsleme yapılabilmektedir. Yakın gelecekte,
kentlerimizde yıllardır kendiliğinden doğasına uygun bir şekilde oluşan
ağaçları arboretumlarda görürsek şaşırmayalım.
Ülkemiz insanının yeşil alan kültüründe ise, çayır ve
bu topraklara ait çeşit çeşit çınar, çitlenbik, at kestanesi, meşe, çeşitli
meyve ağaçları bulunmaktadır. Siteler vasıtasıyla ülkemize getirilen kültürde
çayır yerine çim, bize özgü ağaçlar yerine ise yurt dışından alınan, bu iklime
uygun olmayan bir takım bodur ağaçlar bulunmaktadır.
Bugün halkımıza
aşılanmak istenen site yaşamında, insanlar sadece kendi sitesinde yaşayanları
tanıyabilmektedirler. Bu insanlar, zorlaşan yaşam şartları nedeniyle bir süre
sonra birbirlerinden de haberdar olamamakta, kendi dünyalarına kapanmak zorunda
kalmaktadırlar.
Özellikle varoşların oluştuğu zamanlarda kent
yerleşimleri ile ilgili bazı gerçekçi öneriler de yapılmakta idi. Bunların
başında kamu idaresinin planlı arsa üretmesi gelmekte idi. Bu öneri ile hareket
edilerek, yapılaşma yapılması mümkün olan arazilerde, planlı arsalar üretilse
ve kendi içlerindeki çarşılarıyla mahalleler yaratılsa idi, bugün daha sağlıklı
yerleşimler olabilirdi.
ARİF ATILGAN
Haziran 2010 Arkitera
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder