16 Haziran 2015 Salı

KADIKÖY’DE ESKİ RAMAZANLAR
Arif Atılgan

1950 li yılların sonlarından itibaren Kadıköy’de ramazan aylarının nasıl yaşandığını anımsarım. Eski ramazanlarda, gündüz saatlerinde ortama adeta bir ağırlık çökerdi. İftar vakti yaklaştığında sakin saatler biter, esnaflar ve evler hareketlenmeye başlardı. Daha çok yufkacı, kasap, bakkal, tatlıcı ve manavlarda alışveriş olurdu. Balık ramazan ayında pek tercih edilen yiyecek değildi. İftar vakti yaklaştığında bir yandan evlerde yemek hazırlıkları yapılır bir yandan insanlar fırınlarda pide kuyruğuna girerlerdi. Zira herkes akşamüstü çıkan sıcak pidelerle iftar yapmak isterdi.

İftar vaktine doğru olan hareketliliği, sahil yerlerine gelen gemilerdeki yolcularını bekleyenlerin telaşlı haline benzetirdim. Hani gemiden beklenenler çıktığında bekleyenler ve gelenler sarmaş dolaş olurlar, ortamda genel bir mutluluk havası etkin olur ya. İftar saati de beklenen gemidir sanki.

Kadıköy çarşısında da aynı saatlerde hareket başlardı. İşlerinden dönerek vapurdan inenlerin de ziyaretiyle çarşıdaki dükkânlar bir anda hareketlenirdi. Çarşı içindeki balıkçılar ramazanda pek tercih edilmezler, insanlar daha çok kasaplara yönelirlerdi. Kadıköy Çarşısındaki Batu Fırında pide kuyruğu olurdu. Beyaz Fırın, Tatlıcı Cafer, Şekerci Şöhret, Hacı Bekir, Antep Baklavacısı tatlısı istenen dükkânlardı. Tabii bugün hala hizmet veren Fehmi’nin Lokantası ile Üsküdar’daki Kanaat Lokantasını saymazsak olmaz. Onların nefis sulu yemekleri oruç tutanların iftar saatinde aradıkları lezzetlerdi. Başçavuş Sokak’taki işkembe çorbacıları ise ramazanda sakin kalan dükkânlardandı. Güllaç, kadayıf, kemal paşa tatlısı, şekerpare gibi tatlılar yufkacıdan alınarak hazırlanan tatlılardı. Börek de yufkacıdan alınan yufkanın evde çeşitli karışımlarla tepsiye dizilmesiyle yapılırdı.

                                                                 Çarşıdan Bir Köşe

Meyhaneler ramazan ayında ya dükkânı kapatırlar ya da camlarına kâğıt yapıştırırlardı. Kadıköy’deki PTT’nin arka sokağında bir arada bulunan meyhaneler de aynı şekilde davranır ve daha sakin, sessiz olurlardı. Kahvehanelerin ise çoğunluğu sahur vaktine kadar açık olurlardı. Bazı müdavimler kahvehanede iftar açar ve sahura kadar orada kalırlardı.

İftar zamanı, radyodan gelen gong sesinden daha çok en yakın camiinin ezan sesi duyularak veya şerefelerinde yanan ışıkları görülerek anlaşılırdı. Ama yine de Selimiye Kışlasından gelen top atışı sesi en inandırıcısı olurdu. İftar yemeklerinde ölçü biraz kaçardı. Yemek sonrası erkeklerin bir kısmı teravi namazına giderlerdi. Namaza gidenler namaz sonrası kendi arkadaşlarının bulunduğu kahvehaneye uğrarlar, bazıları sahur vaktine kadar orada vakit geçirirlerdi. Evlerde ise radyolardaki ramazan programları dinlenir, konuklar geldiyse onlarla sohbet edilirdi. En sevilen program ise eski kanto müziklerinin olduğu programlardı. 1970 li yıllardan sonra televizyon çıkmış, kantonun tek temsilcisi Nurhan Damcıoğlu en çok izlenilir olmuştu.  

Esnafların içinde oruç tutanlar iftarını dükkânlarında açarlar, sonra da dükkâna gelen arkadaşlarıyla sohbet ederlerdi. Bazı esnaf dükkânının önünde ise sebil masası kurulur herkesin bedava su içmesi sağlanırdı. Gayr-i Müslimler Müslüman komşularının ramazan ayına saygı gösterirler onların yanında bir şey yememeye gayret ederlerdi.

1960 lı yıllara kadar çoğu evde yer sofrası kurulduğunu belirtmek isterim. İftar genellikle su veya zeytinle açılırdı. Hurmayı iftariyelik olarak pek anımsamıyorum. Bir de şimdiki gibi kalabalık ve gösterişli iftar davetlerini anımsamıyorum. O yıllarda mahallelerde zengin ile fakir birlikte yaşadığı için fakirler başkalarına belli edilmeden iftara çağırılır veya doyurulurdu. Ayrıca eş-dost ile yapılan iftar yemekleri de 2-3 aileyi geçmeyen sayıda olurdu. Çocuk yaşımda dikkatimi çeken bir görüntü, iftar sonrası sigaralarını tüttürenlerin yüzlerinde görülen keyfin dışarıdan bile hissedilir oluşuydu. Bir de ramazana yakıştırdığım tatlının tulumba tatlısı olduğunu söylemeliyim.

                                                 O Yıllardaki Pişirme Aracı Gaz Ocağı

Yeldeğirmeni’nde iki fırın vardı. Birincisi Karakolhane Caddesinde Nedim’in Kahvesinin karşısında bulunan ekmek fırını, ikincisi ise İzzettin Sokakta Havranın yanında bulunan francala fırını idi. Beyaz renkli nefis francalasının tadını hala unutamadığım bu fırının pideleri de ayrı lezzette olurdu. Dolayısıyla buradaki kuyruk daha uzun olurdu. Bu arada pide kuyruğundaki bakışmalar sonrası oluşan gönül kıpırtılarını da göz ardı etmemeliyiz. 

                                        O Yıllardaki Yeldeğirmeni Esnaflarından Bir Gurup

Günümüzde bu fırınlardan birincisi, ortaklardan Mehmet Ağbi tarafından bu sefer Ortodoks Kilisesinin sağ yanında uzun yıllar işletilmiş olup, hala faaliyetine devam etmektedir. Diğer ortak Nihat Ağbi ise Kadıköy’de İskele Camiinin kapısının yanında bugün artık olmayan Lokman Fırınını açıp uzun yıllar çalıştırmıştı. İkincisi olan Havranın yanındaki francala fırını ise kapanalı uzun yıllar oldu.

Fırınların ramazan ayında çok yaptığı bir hizmette evlerde tepsilere hazırlanan börek, tatlı vs lerin fırında pişirilmesiydi. Zira o yıllarda bu konudaki ev araçları yeterli değildi. Fırıncı tepsiyi alır, numara koçanındaki iki numara kâğıdından birini tepsiye koyar diğerini getirene verirdi. Akşamüstü tepsiyi almaya giden elindeki numara kâğıdını fırıncıya verir, fırıncı o tepsiyi bularak sahibine teslim ederdi.

Benim kahvehane alışkanlığım pek yoktur. Kardeşim Yeldeğirmeni’nde Nedim’in Kahvesinin müdavimiydi. Kahvehanedeki bazı kişiler iftar saatine iftariyelikleriyle gelip orada iftar yaparlarmış. Daha sonra sahura kadar çay-kahve sohbeti, çeşitli kâğıt oyunu ve tombala oynanırmış.

1980 li yıllarda açılmış olan ve artık Yeldeğirmeni tarihine geçmesi gereken Dallas Meyhanesinin iki sahibi de Yeldeğirmen’li arkadaşlarımızdı. Arap Haydar ve İbrahim. Onlar Ramazanda dükkânı kapatırlardı. Haydar, arkadaşı olan bazı müşterilerine zaman zaman başka lokantalarda iftar yemeği verir, ille içki içmek isteyenleri ise arada sırada başka bir meyhaneye götürüp isteklerini yerine getirirdi.
 
1990 lı yıllarda işyerim Kadıköy’de idi. Akşam eve dönerken arabamla Yeldeğirmeni’nden geçer, fırından ekmek alırdım. Çoğu zaman Mehmet Ağbi orada olurdu. Bir akşam oturduğu yerden bana ‘Tezgâhın mermerine boyun yetmezdi, şimdi saçlarına ak düşmüş’ dedi. Ben O’nu tanıyordum ama O’nun Beni tanıyabileceğini düşünemiyordum. Onun için de sözlerini anlamazlığa gelmiştim. Ama Mehmet Ağbi beni tanıdığını belli edince çok duygulanmıştım. Gerçekten de fırının mermer tezgâhına boyum zor yetişir, kendi kendime ne zaman büyüyeceğim diyerek tasalanırdım o yıllarda.

Bugün Arap Haydar gibi eski arkadaşlarımız, Mehmet Ağbi gibi eski büyüklerimiz hayatta değiller.

O yıllarda da radyo ve televizyonda veya insanların kendi aralarındaki sohbetlerinde eski ramazanlar anlatılırdı. Özellikle Şehzadebaşındaki iftar-sahur arası eğlenceler.. Kim bilir, belki eski günlerin anılması hoş oluyor. Belki de eski günler daima daha hoş yaşanmış zamanlar oluyor.
ARİF ATILGAN HAZİRAN 2015         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder