KADIKÖY’DE
ESKİ RAMAZANLAR
Arif Atılgan
1950 li yılların
sonlarından itibaren Kadıköy’de ramazan aylarının nasıl yaşandığını anımsarım. Eski
ramazanlarda, gündüz saatlerinde ortama adeta bir ağırlık çökerdi. İftar vakti
yaklaştığında sakin saatler biter, esnaflar ve evler hareketlenmeye başlardı.
Daha çok yufkacı, kasap, bakkal, tatlıcı ve manavlarda alışveriş olurdu. Balık
ramazan ayında pek tercih edilen yiyecek değildi. İftar vakti yaklaştığında bir
yandan evlerde yemek hazırlıkları yapılır bir yandan insanlar fırınlarda pide
kuyruğuna girerlerdi. Zira herkes akşamüstü çıkan sıcak pidelerle iftar yapmak
isterdi.
İftar vaktine doğru
olan hareketliliği, sahil yerlerine gelen gemilerdeki yolcularını bekleyenlerin
telaşlı haline benzetirdim. Hani gemiden beklenenler çıktığında bekleyenler ve
gelenler sarmaş dolaş olurlar, ortamda genel bir mutluluk havası etkin olur ya.
İftar saati de beklenen gemidir sanki.
Kadıköy çarşısında da
aynı saatlerde hareket başlardı. İşlerinden dönerek vapurdan inenlerin de ziyaretiyle
çarşıdaki dükkânlar bir anda hareketlenirdi. Çarşı içindeki balıkçılar
ramazanda pek tercih edilmezler, insanlar daha çok kasaplara yönelirlerdi. Kadıköy
Çarşısındaki Batu Fırında pide kuyruğu olurdu. Beyaz Fırın, Tatlıcı Cafer, Şekerci
Şöhret, Hacı Bekir, Antep Baklavacısı tatlısı istenen dükkânlardı. Tabii bugün
hala hizmet veren Fehmi’nin Lokantası ile Üsküdar’daki Kanaat Lokantasını
saymazsak olmaz. Onların nefis sulu yemekleri oruç tutanların iftar saatinde
aradıkları lezzetlerdi. Başçavuş Sokak’taki işkembe çorbacıları ise ramazanda sakin
kalan dükkânlardandı. Güllaç, kadayıf, kemal paşa tatlısı, şekerpare gibi
tatlılar yufkacıdan alınarak hazırlanan tatlılardı. Börek de yufkacıdan alınan
yufkanın evde çeşitli karışımlarla tepsiye dizilmesiyle yapılırdı.
Çarşıdan Bir Köşe
Meyhaneler ramazan
ayında ya dükkânı kapatırlar ya da camlarına kâğıt yapıştırırlardı. Kadıköy’deki
PTT’nin arka sokağında bir arada bulunan meyhaneler de aynı şekilde davranır ve
daha sakin, sessiz olurlardı. Kahvehanelerin ise çoğunluğu sahur vaktine kadar
açık olurlardı. Bazı müdavimler kahvehanede iftar açar ve sahura kadar orada kalırlardı.
İftar zamanı, radyodan
gelen gong sesinden daha çok en yakın camiinin ezan sesi duyularak veya
şerefelerinde yanan ışıkları görülerek anlaşılırdı. Ama yine de Selimiye
Kışlasından gelen top atışı sesi en inandırıcısı olurdu. İftar yemeklerinde
ölçü biraz kaçardı. Yemek sonrası erkeklerin bir kısmı teravi namazına
giderlerdi. Namaza gidenler namaz sonrası kendi arkadaşlarının bulunduğu
kahvehaneye uğrarlar, bazıları sahur vaktine kadar orada vakit geçirirlerdi.
Evlerde ise radyolardaki ramazan programları dinlenir, konuklar geldiyse
onlarla sohbet edilirdi. En sevilen program ise eski kanto müziklerinin olduğu
programlardı. 1970 li yıllardan sonra televizyon çıkmış, kantonun tek
temsilcisi Nurhan Damcıoğlu en çok izlenilir olmuştu.
Esnafların içinde oruç
tutanlar iftarını dükkânlarında açarlar, sonra da dükkâna gelen arkadaşlarıyla
sohbet ederlerdi. Bazı esnaf dükkânının önünde ise sebil masası kurulur
herkesin bedava su içmesi sağlanırdı. Gayr-i Müslimler Müslüman komşularının
ramazan ayına saygı gösterirler onların yanında bir şey yememeye gayret
ederlerdi.
1960 lı yıllara kadar çoğu
evde yer sofrası kurulduğunu belirtmek isterim. İftar genellikle su veya
zeytinle açılırdı. Hurmayı iftariyelik olarak pek anımsamıyorum. Bir de şimdiki
gibi kalabalık ve gösterişli iftar davetlerini anımsamıyorum. O yıllarda
mahallelerde zengin ile fakir birlikte yaşadığı için fakirler başkalarına belli
edilmeden iftara çağırılır veya doyurulurdu. Ayrıca eş-dost ile yapılan iftar
yemekleri de 2-3 aileyi geçmeyen sayıda olurdu. Çocuk yaşımda dikkatimi çeken
bir görüntü, iftar sonrası sigaralarını tüttürenlerin yüzlerinde görülen keyfin
dışarıdan bile hissedilir oluşuydu. Bir de ramazana yakıştırdığım tatlının
tulumba tatlısı olduğunu söylemeliyim.
Yeldeğirmeni’nde iki
fırın vardı. Birincisi Karakolhane Caddesinde Nedim’in Kahvesinin karşısında bulunan
ekmek fırını, ikincisi ise İzzettin Sokakta Havranın yanında bulunan francala
fırını idi. Beyaz renkli nefis francalasının tadını hala unutamadığım bu
fırının pideleri de ayrı lezzette olurdu. Dolayısıyla buradaki kuyruk daha uzun
olurdu. Bu arada pide kuyruğundaki bakışmalar sonrası oluşan gönül
kıpırtılarını da göz ardı etmemeliyiz.
O Yıllardaki Yeldeğirmeni Esnaflarından Bir Gurup
Günümüzde bu
fırınlardan birincisi, ortaklardan Mehmet Ağbi tarafından bu sefer Ortodoks
Kilisesinin sağ yanında uzun yıllar işletilmiş olup, hala faaliyetine devam
etmektedir. Diğer ortak Nihat Ağbi ise Kadıköy’de İskele Camiinin kapısının
yanında bugün artık olmayan Lokman Fırınını açıp uzun yıllar çalıştırmıştı.
İkincisi olan Havranın yanındaki francala fırını ise kapanalı uzun yıllar oldu.
Fırınların ramazan
ayında çok yaptığı bir hizmette evlerde tepsilere hazırlanan börek, tatlı vs
lerin fırında pişirilmesiydi. Zira o yıllarda bu konudaki ev araçları yeterli
değildi. Fırıncı tepsiyi alır, numara koçanındaki iki numara kâğıdından birini
tepsiye koyar diğerini getirene verirdi. Akşamüstü tepsiyi almaya giden elindeki
numara kâğıdını fırıncıya verir, fırıncı o tepsiyi bularak sahibine teslim
ederdi.
Benim kahvehane
alışkanlığım pek yoktur. Kardeşim Yeldeğirmeni’nde Nedim’in Kahvesinin
müdavimiydi. Kahvehanedeki bazı kişiler iftar saatine iftariyelikleriyle gelip
orada iftar yaparlarmış. Daha sonra sahura kadar çay-kahve sohbeti, çeşitli kâğıt
oyunu ve tombala oynanırmış.
1980 li yıllarda
açılmış olan ve artık Yeldeğirmeni tarihine geçmesi gereken Dallas Meyhanesinin
iki sahibi de Yeldeğirmen’li arkadaşlarımızdı. Arap Haydar ve İbrahim. Onlar
Ramazanda dükkânı kapatırlardı. Haydar, arkadaşı olan bazı müşterilerine zaman
zaman başka lokantalarda iftar yemeği verir, ille içki içmek isteyenleri ise arada
sırada başka bir meyhaneye götürüp isteklerini yerine getirirdi.
1990 lı yıllarda
işyerim Kadıköy’de idi. Akşam eve dönerken arabamla Yeldeğirmeni’nden geçer,
fırından ekmek alırdım. Çoğu zaman Mehmet Ağbi orada olurdu. Bir akşam oturduğu
yerden bana ‘Tezgâhın mermerine boyun yetmezdi, şimdi saçlarına ak düşmüş’
dedi. Ben O’nu tanıyordum ama O’nun Beni tanıyabileceğini düşünemiyordum. Onun
için de sözlerini anlamazlığa gelmiştim. Ama Mehmet Ağbi beni tanıdığını belli
edince çok duygulanmıştım. Gerçekten de fırının mermer tezgâhına boyum zor
yetişir, kendi kendime ne zaman büyüyeceğim diyerek tasalanırdım o yıllarda.
Bugün Arap Haydar gibi
eski arkadaşlarımız, Mehmet Ağbi gibi eski büyüklerimiz hayatta değiller.
O yıllarda da radyo ve televizyonda
veya insanların kendi aralarındaki sohbetlerinde eski ramazanlar anlatılırdı. Özellikle
Şehzadebaşındaki iftar-sahur arası eğlenceler.. Kim bilir, belki eski günlerin
anılması hoş oluyor. Belki de eski günler daima daha hoş yaşanmış zamanlar
oluyor.
ARİF ATILGAN HAZİRAN
2015
Yeldegirmenindeki fırının gerçek sahibi mustafa ataberk ti mehmet dediğiniz onun akrabasıydı ortağı degildi Kadıköy deki iskele caminin yanındaki lokman fırın ise mustafa ataberkin mülk ve işletme sahibiydi açılış işe 1931 di yani yeldegirmeni ve Kadıköy deki fırınları gerçek mülk sahibi ve işletme sahibi mustafa ataberk ti
YanıtlaSilAma biz yıllarca Mehmet ve Nihat Ağbileri gördük orada. sizin dediğiniz kişiyi hiç tanımıyoruz.
Sil