3 Ağustos 2014 Pazar


Ekonomik Kriz
Arif ATILGAN

Bu sayıda Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Anadolu 1. Bölge Temsilciliği Bölgesi içersindeki bir konuyu yazmak yerine dünyadaki ekonomik krizden bahsetmek istiyorum. Çünkü bu seferki krizin çıkış sebebi bizim iş alanımız olan inşaat sektörü olmaktadır. Ve beklenen kriz sonrası her zaman olduğu gibi faturayı halkın ödeyeceği düşüncesi şimdiden beni çok sinirlendirmektedir.

Konuya girmeden önce bazı terimleri açıklamakta fayda vardır sanırım.

Hedge Fon: Serbest fon, riskten sakınan fon anlamlarına geliyor diyebiliriz. Kolay denetlenemeyen, hızlı hareket eden bu fonlar çok getiri getirebileceği gibi zarar da ettirebilmektedir.

Subprime Krediler: Geliri olmayan, ödeme güçlüğü riski olabilen, kredibilitesi düşük kesimlere verilen kredilerdir.

Mortgage Krediler: İpoteğe dayalı konut kredileridir.

Subprime Mortgage Krediler: Yüksek riskli ipotekli konut kredileridir.

Konuyu daha iyi açıklayabilmek için krizin merkezi olan ABD’den bir örnekleme yapmakta yarar vardır. Bu ülkede kurulmuş 100 birimlik bir Hedge fonun bu 100 birimle herhangi bir bankadan 110 birimlik Subprime Mortgage senetleri satın aldığını düşünelim. Bu fonu yönetenler daha sonra elindeki 110 birimlik senedi başka bir bankada kırdırarak ellerine geçen sermaye ile tekrar Mortgage senet satın almaktadırlar. Sıkıntı, liberalizmin merkezi olarak kabul edilen ABD’de bile bu tekrarın kaç defa olduğunun hesaplanamamasıdır. Yani aslında sistem kuralsızdır.

Bu örnekteki aktörlerin durumlarını araştırdığımızda ne düşündüklerini şöyle tanımlayabiliriz:

Ev satın alanlar, borç ödeyecekleri süre içersinde satın aldıkları evin değerinin artacağı, dolayısıyla istedikleri zaman kazanarak vazgeçebilecekleri düşüncesiyle bu işe girmişler ve bu sebepten kendilerini riskte görmemektedirler.

İnşaat yapanlar, satışlar devam ettiği müddetçe fiyatların artacağını en azından düşmeyeceğini, dolayısıyla da satışların hiç bitmeyeceğini düşünmektedirler. Bu şekilde iyi kazançlarının devam edeceğini aldıkları kredilerin sorunsuz ödenebileceğini hesaplamaktadırlar.

Kredi veren finans kuruluşları, satışlar devam ettikçe ve fiyatlar arttıkça ödemeler sorunsuz olmakta, verdikleri kredilerden iyi kazanmaya devam etmektedirler.

Devlet, inşaat sektörü sayesinde en vasıfsız insanlara bile istihdam sağlamaktadır. Ayrıca bu sektörden dolayı birçok sektörde de alışveriş hareketi olmakta, bol kazanan halk mutlu bir şekilde tüketmektedir.

Yani alışveriş devam ettiği müddetçe sorun yoktur. Peki, ama ülkemizde de yaşadığımız bütün krizlerden önce benim küçük beynimle düşündüğümü hiç kimse düşünmemekte midir?

Herkesin kazandığı bir oyun yoktur, kesinlikle kaybeden biri veya birileri vardır veya olacaktır.

Nitekim piyasada doygunluk başlayınca, satışlarda durgunluk, fiyatlarda düşüş, kredilerde geriye dönememe sorunları ortaya çıkmaktadır. İşte ABD Merkez Bankası’nın piyasaya 1 trilyon dolar sürmesiyle başlayan, diğer ülkelerin de sürdükleriyle 3,5 trilyon doları bulan nakit para, ekonomideki köpüğün yerini doldurmak içindir. Yani Hedge fonun ilk 100 birimden sonra piyasaya verdiği karşılıksız kredilerin riskini ortadan kaldırabilmek gayretidir.

Ülkemizdeki görüntüye baktığımızda, son on yılda bir anda isimlerini yeni duyduğumuz büyük inşaat şirketlerinin ortaya çıktığını tespit edebiliriz.1990’lı yıllarda bazılarının küçük inşaatçı olarak sektörde çalıştığını gördüğümüz bu kişiler bugün gökdelenler, kasabalar, kentler yapmaktadır. İşin esasını araştırdığımızda ise, içlerinde yabancı ortaklık kuranların da olduğu bu kişilere ucuz veya bedava (tahsisli) arsa bulunduğu, bu arsalara rantlı imar durumu verildiğini, sağlanan kredilerle de inşaat yapmalarının sağlandığı açıklıkla tespit edilebilmektedir. Belli ki bu kredilerin neredeyse tamamı bizim bankalarımıza yabancı bankalardan aktarılmaktaydı. Satışlar devam ettiği sürece alınan senet veya nakitler kredi alınan bankaya aktarılmakta ve bu şekilde sistem sorunsuz olarak çalışmaktaydı. Yani çark döndüğü müddetçe mutluluk zinciri hatasız çalışmaktaydı.

Doğal olarak ilk önce ABD’de kendini hissettiren ekonomik kriz tüm dünyaya yayılmıştır. Ülkemizde de yavaş yavaş kendini belli eden krizin özellikle 2009 yılında iyice hissedileceği ekonomistler tarafından yazılmaktadır.

O zaman ne olacaktır?

İşler iyi giderken medyada yetenekli, harika kişiler olarak başarı hikâyelerini izlediğimiz bu inşaatçılar batacak mıdır? Eski filmlerdeki gibi intiharlar mı olacaktır? Veya ellerine keser alıp sıfırdan yeniden mi başlayacaklardır?

Hiçbiri olmayacaktır. Daha önceki ekonomik krizlerde olduğu gibi bu inşaat şirketlerinin borçlarının da halk tarafından ödeneceği formül bulunacaktır. Üstelik halkın haberi bile olmadan. Aslında tüm dünyada da bu böyle olmaktadır. Bütün merkez bankalarının piyasaya sürdükleri paraların aynı merkez bankalarına tekrar geri dönmesi ülke halklarına çıkarılan ek vergilerle sağlanacaktır.

Her zaman olduğu gibi yine kapitalist sistemin “kazanç bireysel, zarar toplumsal” prensibinin uygulanacağı belli olmaktadır. Halklar ise Freadmen ile Keynes’in ekonomik görüşlerini karşılaştırarak oyalanacak, bu arada kim bilir kaçıncıya başkalarının zararını ödediklerini unutacaklardır.

Öte yandan, kentlere verilen kalıcı zararlar sebebiyle neslimiz, ileriki nesiller tarafından hiç de iyi anımsanmayacaktır.

Türkiye’nin yaşadığı önemli ekonomik krizler, 1929-31, 1958-61, 1978-81, 1994, 1998-2001 yıllarında yaşananlardır. Bunlardan son dört tanesinin canlı tanığı olduğumu belirtebilirim. Çok küçük yaşlarda olmama rağmen 1961 yılından aklımda kalan tek şey boşalan devlet kasası için halktan yardım istenmesi ve bu kampanyaya katılan annemin, babamın Hazineye yardım olsun diye altın nikâh yüzüklerini bağışlayıp yerine beyaz renkli nikel yüzükler almalarıydı. Her ikisi de ömürlerinin sonuna kadar o yüzükleri gururla takmışlardı.

Sonraki üç tanesini ise yetişkin olarak yaşadım. Üzülerek belirtmem gerekirse her defasında sıfırdan başlayan, halk olmuştu. Özellikle sonuncusunda bütün medya 50 milyar doların bankacılık sektöründe, 50 milyar dolarınsa kamu idarelerindeki yolsuzluklarda battığını uzun uzun yazmıştı. Daha sonra bu batık kişilerin VIP salonlarında ağırlandığını, değersiz arazilerine rantlı imar hakları verilerek borçlarının ödenmesini sağladıktan başka kazanca bile geçirildiklerini yine bütün medyadan izlemiştik.

Bugünlerde yaşamaya başladığımız, 2009 yılında yoğun olarak yaşayacağımızın ifade edildiği ekonomik krize devletin ve bankaların etkilenmeyecek şekilde hazır olduğu, ancak bu sefer reel sektörün hazırlıksız yakalandığı, ekonomistler tarafından açıklanmaktadır. Bu reel sektörün içindeki inşaat sektörü hem bizim mesleğimizin içinde bulunması açısından hem de ABD’de krizin başlangıcına sebep olması bakımından bizleri ilgilendirmektedir.

Bu anlamda krize bizi ilgilendiren tarafından bakmak ve önümüzdeki yıl olabileceklerle ilgili tahminlerimi şimdiden meslektaşlarımla paylaşmak istedim. Umarım bu yazdıklarım sadece benim sanrılarım olarak kalır...
Kasım 2008 Mimarlara Mektup

Sevgili Dostlar
2009 yılında ekonomik kriz beklemişim. 2014 yılındayız, henüz birşey yok. Bu durum beni sevindirir. Ancak bizim sektörümüz olan inşaat sektörü ile ilgili çeşitli şeyler söylenmekte. Ayrıca ekonomi yazarları özel sektör borçlarının daha da arttığını yazmaktadırlar. Yine de kriz olmasını istemem. Yukarıdaki yazımı bu konuda aydınlatıcı bir yazı olduğunu düşünerek yayınlıyorum.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder