18 Ağustos 2014 Pazartesi


Mimarlara Mektuplarım



17 AĞUSTOS 1999 DEPREMİ’NİN ONUNCU YILI
Arif Atılgan 

Büyük Marmara Depremi’ni on yıl geride bırakmış bulunuyoruz. Bu depremde 100.000 bina yıkılmış 20.000 insan canından olmuştu. Özellikle ilk yıllarda yapılan birçok toplantıda deprem ve depremden yola çıkarak afet bilinci insanlarda oluşturulmuştu.

Doğrusu yapılan açıklamalar, verilen demeçler insanlarda ‘şerden hayır doğacak’ umudu oluşmasını sağlamıştı. Özellikle yakın yıllarda beklenen yeni depremde en çok etkilenmesi söylenen İstanbul’un ve diğer kentlerin kısa zamanda rehabilite edileceği düşünülüyordu. İnsanların sağlıklı yerleşimlerde güvenli binalarda mutlu bir şekilde yaşayacakları bekleniyordu.

Aradan on yıl geçmesine rağmen hala değişen bir şeyin olmaması anlamlı ve üzücüdür.

O yıllarda bazı akademisyenler İstanbul’un yenilenmesi için 10 Milyar Doların yeteceğini ifade ediyorlardı. Oysa bu gün gazetelerde deprem vergileri ile 30 Milyar Dolara yakın bir paranın toplandığı yazmaktadır. Ancak halk için yapılan hiçbir şey bulunmamaktadır.




Depremde yıkılan binaları yapanların yargılanması cezalandırılması doğaldır. Ancak o binaların inşa edilebilmelerine olanak sağlayan, riskli zeminlere kentleri yerleştiren planları yapan, bu bölgeyi 2. Derece Deprem Bölgesi sayan kamu görevlilerinin akıllara bile gelmemesi anlamlıdır. Hâlbuki onların yaptıkları hatalar sebebi ile hatasız inşa edilen binalar da depremde yıkılmıştır.

Düzce’de düzenlenmiş bir bilirkişi raporunda ‘burada yıkılan  binaların neden yıkıldığı değil, yıkılmayan binaların neden yıkılmadığı araştırılmalıdır’ ifadesi kullanılmıştır..

Kamu görevlilerin hatasını halk mı ödemelidir yoksa kamu idaresi mi? Yine de halkımız deprem vergileri ödeyerek üzerine düşeni fazlası ile yerine getirmiştir.

Peki, halk için düşünülen herhangi bir şey var mıdır? Görüldüğü kadarı ile vardır: Kentsel Dönüşüm.

Ana fikri gerçekten dönüşüm olan, sadece binaları değil insanları da dönüştürmeyi hedefleyen Kentsel Dönüşüm Kavramı halka şifalı ilaç gibi sunulabilmiştir. Dönüşümün ilk unsuru olarak kabul edilen insanlar bile öyle inanmışlardır ki kendilerinden başka her şey dönüşecek, dolayısıyla sadece onlar kazançlı çıkacaklardır.

Toplum olarak aynaya bakabilme cesareti gösterilebilmelidir. Yıllardır toplumsal ve kamusal düşünmek yerine kişisel düşünmeye öncelik tanıyan bir insan yapısı yaratılmıştır. Böyle bir insan yapısında itiraz yoktur ve onun ikna edilmesi kolaydır.

Esas itirazı olan insanların işi zordur. Onlar yıllardır ‘biz demiştik’ demekten usanmış ve yorulmuşlardır.

Deprem sonrası bazı belediyeler ile Mimarlar Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası olarak bölgelerinde ortak çalışmalar yapmıştık. Yaşadıkları binaların deprem sonrasındaki durumu hakkında bilgilenmek isteyen vatandaşların isteklerini yerine getiriyorduk. Bu çalışmalar sonunda gördüm ki en lüks semtlerdeki en lüks binalarda bile önemli sorunlar bulunmaktadır.

Bugün yani depremin üzerinden tam 10 yıl geçtikten sonra bu sorunlar giderilmiş midir? Eğer giderilmemiş ise halk için yapılan nedir? Bu durum halka ‘sen başının çaresine bak’ demek değil midir?

Depremin 10.yılı dolayısı ile verilen demeçlerden birinde, insanların binaları dolayısıyla rahat uyku uyuyamamaları gerektiği ifade ediliyordu.

Belli ki halkımıza kenti terk etmek ‘havuç sopa’ taktiğinin havucu, terk etmez yerinde kalırsa riskli binalarda yaşamak ise sopası olarak gösterilmektedir.

Konuya ironi yaparak bakarsak eğer:

Sanki deprem yapay olarak birileri tarafından gerçekleştirilmiş gibi geliyor bazen insanın aklına.

Deprem sebep gösterilerek o kadar plan proje ortaya çıkarıldı ki depremden sonra.
ARİF ATILGAN Eylül 2009 Mimarlara Mektup



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder