YELDEĞİRMENİ’NDEN ANIMSAMALAR
Arif Atılgan
Geçtiğimiz günlerde Yeldeğirmeni’nin en eski esnafı Terzi Salamon Seviş’i
kaybettik. Salamon Ağbi elli yılı aşkın bir zamandır Yeldeğirmeni’nde zenaatını
sürdürüyordu. 2005 yılında Yeldeğirmeni kitabım için araştırma yaparken O'nunla da sohbet etmiştim. O arada belimi sıkan bir pantolonum vardı. 'Getir onu tamir edeceğim' demişti. Mükemmel bir şekilde etti de. O pantolonu anı olarak saklıyorum ve kullanıyorum da.
Salamon Seviş Dükkânında
Bu acı olay bana büyüdüğüm semtin eski esnaflarını hatırlattı doğal olarak.
Bakkal Albert, Lostra Salonu çalıştıran Jak Usta, bugünkü tanımıyla işportacı
sayılacak olan Arnavut Dede, aslında avukat olan Bakkal Sabahattin, Kuru
Kahveci Halil, Simitçi Fırıncı İhsan, Ekmek Fırıncısı Mehmet ve Ortağı, Bakkal
Remzi ve Kardeşi Muzaffer, bacanak olan Mustafa ve Rıfat Ağabeyler’in Çamlıca
Bakkaliyesi, Balıkçı Halit, Meyhaneci Halit, Nedim’in Kahvesi, bugün yaşayan en
eski esnaf olan Muslukçu (Tesisatçı) Artin Usta, Sütçü Bulgar Ailesi, Berber
Bekir, Buzcu Pire Mehmet, Hallaç (Yorgancı), Kundura Tamircisi Yusuf, Totocu
Çetin, her gün aynı saatte evimizin önünden geçen Sokak Simitçisi, Kalaycı
Niyazi, sokak satıcısı ama bugünkü tanımla seyyar satıcı olan Dondurmacı Abdullah,
her sabah kapılarımızın altından gazetelerimizi atan Gazeteci Yılmaz, kısaca
süb dediğimiz süpanglesiyle meşhur Florya Pastanesi, Tuhafiyeci Yani, kilolu
hali ile amuda kalkıp dolaşabilen Manav Hasan Polo, içi dikenli sepetler
içerisindeki cam damacanalarda Çamlıca Suyunu getiren Sucu, İbrahimağa’da
yetiştirdiği sebzeleri atına yükleyip satan Zerzevatçı Ali, sesinden çok
çıngırağı ile bilinen Yoğurtçu, herkesi tek tek tanıyan Postacı, o yıllarda
taksi yerine kullanılan Faytonlar ve Faytoncular.
1985 Yılında Bazı Esnaflar Sabahattin Ağbinin Bakkal Dükkânının Önünde.(Kurukahveci Acem Halil, Lokantacı Hamdi, Bakkal (Avukat) Sabahattin Ören, ?, İlhami, ?, Gitarist Turgut, ?.)
Her biri ile ilgili çeşitli anılar anlatılabilecek olan bu insanlar semtin ve
semtlinin hem hizmetkârı hem de rengi olurlardı. Örneğin: Semtte hiç kimsede
telefon yokken bile esnaf dükkânlarındaki sohbetlerle haberler en kısa zamanda
tüm insanlara yayılabilirdi. Hele Fenerbahçe–Galatasaray maçlarından sonra
mağlup taraf Fenerbahçe ise Galatasaraylı esnafın küçük bir tabut yapıp üzerini
sarı lacivert renkli kâğıtlarla kaplaması, Galatasaray mağlupsa bu sefer
Fenerbahçeli esnafın üzeri sarı kırmızı kâğıtlarla kaplı bir kovayı
dükkânlarının önüne asmaları çocukluk anılarımdan hiç çıkmamaktadır.
Her evde bulunan en önemli eşya ise özellikle çorapların yamanmasında
kullanılan tahta yumurtalar idi o zamanlar.
Renkli esnafları, mutlu insanları ile orta hallilerin yaşadığı dingin bir
semtti Yeldeğirmeni. Bu dinginliğe ve mutluluğa sebep olan en önemli
etkenlerden biri de semtin binaları idi doğal olarak. Denize bakan yamaçlardaki
Yahudilere ait yığma apartmanlar İstanbul’un ilk apartmanlarıdır diyebiliriz.
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’na doğru olan üst düzlükte ise daha çok Türkler’e
bunun yanında Ermeni ve Rumlar’a da ait olan iki katlı cumbalı ahşap veya ahşap
üstü sıvalı evler bulunmaktaydı. Camisinden ezan, kilisesinden çan sesleri
gelen, her kesimin dini günleri diğerleri tarafından saygı ile karşılanan
dengeli ve sakin bir yaşam sürerdi o yıllarda Yeldeğirmeni’nde.
Bu gün az katlı binaları çoğunlukla kat karşılığı müteahhitlere gitmiş, ama
yığma taş apartmanları kat karşılığı kazançlı olmadığı için olsa gerek günümüze
kalabilmiştir. Kilisesi, sinagogu, camisi, okulları, hamamı, çeşmeleri ve
apartmanları ile hala eski günlerini anımsatabilmektedir Yeldeğirmeni. Bu
binalar aracılığı ile eskiler eski günleri düşlerine tekrar
getirebilmektedirler.
Ben semtimin sokaklarında saatlerce dolaşıp yaşadığım günleri hayalimde
canlandırmaktan büyük keyif alırım. Aslında o günleri yaşamayanlar da bu
binalar vasıtasıyla yaşadıkları kentin geçmişini öğrenebilmektedirler. Şüphe
yoktur ki benim gibi başka insanlar da yaşadıkları semtlere bu şekilde duygusal
bakmaktadırlar.
Ancak Yeldeğirmeni’ne bir proje olarak bakanlar da olabilmektedir. Bu kişiler
semtin tamamını yıkmayı ve daha yoğun olarak yeniden yapmayı düşünebilirler.
Hatta ada ölçeğinde binalar yapıp eskilerin cephelerini bu büyük ölçekteki
yenilerin önüne resmederek, hem yeni binalarda bu güne göre geniş hacimler elde
etmeyi hem de cephelerde eskiyi yaşatmayı sağlamış olduklarını düşünebilirler.
Bu arada semtte yaşayan insanlar yok sayılır, bir şekilde evlerini ellerinden çıkarmaları
da sağlanabilir. Bu şekilde geçmişle hiçbir bağlantısı olmayan binaların
oluştuğu ve burada hiçbir anısı olmayan insanların yaşadığı yeni bir yerleşim
meydana getirebilirler. Sanki yabancıların her yaptığı doğru imiş gibi onlardan
örnekler bularak içlerini de rahatlatabilirler. Ama eminim ki kendileri de
kendilerine itiraf ederler ki, yapılan hafızasız bir yerleşim yaratmaktan başka
bir şey değildir. Üstelik böyle bir proje yapmak çok kolaydır. Çünkü:
Yapacağınız şey, her tarafı dümdüz ettikten sonra yeni bina yapmaktan başka bir
şey değildir.
Hâlbuki esas yapılması gereken iş gerçekten zordur. Zira amaç hem insanı hem de
binaları koruyabilmek olmalıdır. Bunun için ada bazında değil parsel bazında
koruma anlayışını kabul etmek gerekmektedir. Her yeri yıkıp yeniden yapmak
yerine, binaları tek tek ele alıp, mümkünse yıkmadan aslına uygun restore etmek
düşünülmelidir. Yani yenileyerek koruma değil korunarak yenileme anlayışı ile
hareket edilmelidir.
Yeldeğirmeni’nde büyümüş bir kişi olarak, eski tabirle, ödüm kopmaktadır
yenilemecilerin bu semti de korumaya kalkmalarından.
Bazen Kentsel Dönüşüm yıkımlarında çalışan iş makinelerinde, o mahallede oturan
insanların çalışmakta olduğu görülmektedir. Sanki 5366 Sayılı Yasa, bu
kişilerin psikolojik rahatsızlığını mimarlara da yaşatmak için hazırlanmış diye
düşünmemek elde değildir.
Şaka bir yana bu evlerin her taşında, tuğlasında, tahtasında, camında
binlerce anı ve iz yapışmış kalmıştır. Bunların hepsini hurda, çöp yerine koyup
süpürüvermek kolay bir şey değildir. İnsanın içini acıtır, acıtmalıdır.
Bu bahane ile belirtmekte yarar vardır ki, bir gün böyle bir amaç olur ise eğer
uzak dursunlar Yeldeğirmeni’nden. Burada sadece h=5 kat kaldırılsın, semtimiz
yavaş yavaş kendini onarır, kimse endişe etmesin.
İşte semtli, eski tabirle muhit çocuğu olmak böyle bir şey olsa gerek.
Sevdiğiniz birini kaybetmek size semtinizle ilgili bu kadar çok şeyi
anımsatıyor, düşündürüyor.
ARİF ATILGAN ARKİTERA TEMMUZ 2008
Sevgili Dostlar
Bugünlerde maalesef korktuklarım gerçekleşmeye
başlamaktadır. Semt canlandırılmış ardından soylulaştırılmış, tarihi Özen
Sineması kaçak bir şekilde tadil edilmiş, 100 yıllık sokak olan Ayrılık Çeşmesi
Sokağı Ağaçlandırılacak Alan yapılmış, bütün bunlar ironik bir şekilde kaçak
bina olan Özen sinemasının içinde planlanır olmuştur. Burada TAK çalışması
başladığından beri ardı ardına bu gelişmeler gerçekleşmiştir. Yine ironi yaparcasına kaçak Özen
Sinemasında sinema gösterisi düzenleniyormuş.
Beni endişelendiren esas konu son 5-6 yıldır
Yeldeğirmeni’nde yaşayan eski dostlarımdan duyduklarımdır. Artık bu fısıltıyı
yüksek sesle duyurmak gerekmektedir. Bu yazıyı yazdığım tarihte (2008) semtin Tarlabaşı
gibi yenileneceği söylentisi vardı. Ancak son yıllardaki söylenti,
Yeldeğirmeni’nin de Fikirtepe gibi yüksek emsal ile yapılaşacağıdır. Semtte burayı da
toptan yıkıp müteahhitlere yüksek binalar yaptırılacağı konuşulmaktadır. Böyle bir uygulamanın Moda'yı, Kadıköy'ü de aynı akıbete sürükleyeceği bellidir.
'Ateş Olmayan Yerden Duman Çıkmaz', 'Yerin Kulağı Vardır' gibi atasözlerimiz olduğunu biliyoruz. Lütfen yetkililer bu söylentilerin doğru olmadığını
açıklasınlar.
AA 24/06/2014
AA 24/06/2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder