30 Eylül 2015 Çarşamba

KENT VE TERÖR
Arif Atılgan

Kentler tarım ve hayvancılık dışında uğraş alanları olanların yaşadığı yerleşimlerdir. Kentlerde nüfus yoğunluğu yüksek olur. Kişi başına düşen kamu hizmetlerinin maliyetini düşürmek için düşey yerleşim tercih edilir. Kentlerde kalabalık yaşantı “özgürlük” getirir, “özgürlük” ise suç işlenmesini kolaylaştırır. Diğer yandan apartmanlarda birbirlerine duvar kalınlığı kadar yakın yaşayan insanlar birbirlerini çok kolay rahatsız edebilirler. Yani birbirlerine karşı kolaylıkla suç işleyebilirler. Hâlbuki seyrek yerleşimli köylerde az nüfus olduğu için otokontrol vardır. Dolayısıyla kolay suç işlenemez.

Kentlilerin gösteri, yürüyüş, basın açıklaması, protesto anlamında sorunlarını diğer insanlara ve yetkililere duyurma yöntemleri bulunmaktadır. Bunlar:
-Sivil İtaatsizlik: Yasalara aykırı davranmadan yasaların uygulanmasını engellemek. Örneğin: Çok kişinin postaneden mektup atarak diğer insanların mektup atmalarını engellemeleri ve bu arada sorunlarını duyurmaları.
-Anarşizm: Karşı çıkarak, kargaşa çıkararak ortamı yönetilemez hale getirmek, bu şekilde isteklerinin yapılmasını sağlamak.
-Terör: İsteklerini elde etmek için cana ve mala zarar vererek her türlü şiddet ile topluma ve yetkililere mesaj vermek. Terör zor yönetilebilecek bir olaydır. Terörist bir taraf için suçlu iken diğer taraf için kahraman durumundadır.

Terör yüzyılımızda savaş yöntemi haline getirilmiştir. Artık meydan veya cephe savaşları yapılmamaktadır. Taraflar birbirlerini terör örgütleri vasıtasıyla yıpratmaktadırlar. Dolayısıyla 21. Yüzyılda artık terörün hep olacağını kabul etmek gerekir.
  


Ülkeler terörle yaşamanın yollarını bulmak zorundadırlar. Özellikle suç işlemeye uygun ortamı olan kentler, teröre karşı güvenli hale getirilmelidirler.

Bizler, nedense, sorunları yaşamadan önce değil yaşadıktan sonra çözüm aramayı karakter edinmiş milletiz. 1980 lere kadar gecekondu ve varoşlar oluştu, planlı yerleşimler yapmaya başladık. Seller oldu, derelerin üzerini kapatarak büyük bir kanal elde etmenin dere ıslahı olmadığının farkına vardık ve dereleri gerçekten ıslah etmeye başladık. Deprem oldu, Yapı Yönetmeliğini değiştirdik ve tüm afetlere karşı güvenli kent yaratma çalışmasına başladık.

21. Yüzyılda ülke gündeminde terör ağırlıklı olarak yer almaktadır. Terör insanları tedirgin etmekte, normal yaşantılarından uzaklaştırmaktadır. İnsanlar terör korkusuyla kalabalıkların olduğu sinema, tiyatro, stadyum, çarşı, toplu taşıma araçları gibi ortamlara girmekten çekinir olmaktadırlar. Sanırım artık teröre karşı güvenlikli-güvenli kentler yaratma çalışmasına başlanmalıdır.

20. Yüzyıl sonlarında tüm dünyada Kentlerde Güvenlik tartışılmaya başlandı. Dünya Sağlık Örgütü, Sağlıklı Kentler hareketini başlattı. Sağlıklı Kenti ‘Temiz, güvenli, yüksek kaliteli fiziki çevre’ olarak tarif etti. Ancak 11 Eylül 2001 tarihinde ABD deki Dünya Ticaret Merkezinin ikiz kulelerine yapılan terör saldırısı sonrasında ’Güvenlikli Kent’ kavramı tarif edilmeye başlandı.

Güvenlik, toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca emniyetli şekilde yaşayabilmesi demektir. Ancak yaşadığımız apartman veya sitenin güvenlikli olması güvenli yaşamak için yetersizdir. Zira suç işleyecek olanlar o sitelerin içersine girmenin formüllerini kolay bulmaktadırlar. Hâlbuki az katlı binalardan meydana gelen mahallelerde insanlar birbirlerini tanıyabilmektedirler. Dolayısıyla otokontrol olmakta suç işleyecek olanlar kolaylıkla ayrışabilmektedirler. Ayrıca sadece yaşadığımız konutun güvenlikli olması bizim güvenli yaşadığımız anlamına gelmez. Zira kentin tamamında yaşamaktayız, her taraf güvenli olmadıkça güvenli ve güvenlikli olmayız.

Güvenlikli ve güvenli kentler yaratmak için:
-Kentin tamamı planlı bölge olmalı,
-Yaşayan fiziki çevreler oluşturulmalı,
-Sokaklar, kamusal koridor vs geçiş yerleri geniş ve aydınlık olmalı,
-Kamera sistemlerinden yararlanılmalı,
-Suç işleyecek olanlar istihbaratla suç işlemeden yakalanabilmeli,    
-İşsizlik önlenmeli, gençlere önem verilmeli,
-Kolluk kuvvetleri yeterli hale getirilmeli,
-Güvenlik özel şirketlerden çok kamu kurumlarıyla sağlanmalı,
-Birbirini tanıyan insanların yaşadığı mahalleler oluşturulmalı,
-En önemlisi mutlu yaşayan toplum yaratılabilmeli.

Bütün bu yazdıklarım benim kişisel fikir yürütmelerimdir. Sadece konuya dikkat çekmek amacındayım. Esas olan kurumların fikirleridir. Kent planlaması Şehir Plancılarının, bina planlaması Mimarların görevidir. Şehir Plancıları Odası, Güvenlikli-Güvenli Kentler nasıl oluşturulur? Mimarlar Odası, Güvenlikli-Güvenli Binalar nasıl oluşturulur? Başlıklı oturumlar, yuvarlak masa toplantıları, paneller belki sempozyumlar düzenlemelidir.  

Bilinmelidir ki güvenli olmayan kent kent değildir. Güvenlik olmadan özgürlük, özgürlük olmadan barış olmaz.
Arif Atılgan Ekim 2015





25 Eylül 2015 Cuma

KURBAN BAYRAMI
Arif Atılgan

Kurban Bayramının içersindeyiz. Uzun süredir günümüzde yaşanan kurban kesme konusuna olumlu bakmadığımı söylemek isterim.

Eski yıllarda hem nüfus hem de kurban kesen az olurdu. Ekonomik durumu iyi olanlar kurban keserlerdi. Mahallelerde zengin ve fakir birlikte yaşadığı için de kurban eti ihtiyacı olan kişilere ulaştırılabilirdi.

Son yıllarda hem nüfus hem de kurban kesen çok fazlalaştı. Ekonomik durumu iyi olan olmayan herkes kurban kesmektedir. Ayrıca mahalle yapısı da kaybolduğu için fakir kişiler belli olmamakta, kurban kesen insanlar adeta birbirlerine kurban eti ikram etmektedirler. Sonuçta ihtiyacı olanlara kurban eti ulaşamamaktadır.

                                                Eski Yıllarda Kurban Taşınması

Diğer yandan Bayram süresince her mahallede hatta her sokakta ‘Kurban Kesim Yeri’ adıyla adeta birer mezbaha kurulmakta, yerleşim alanları kan ve koku içinde kalmaktadır. Buralarda o kadar çok kesim yapılmaktadır ki kanallar, dereler, denizler kana bulanmakta ve her taraf kıpkırmızı olmaktadır. Sahiplerinden kaçan kurbanlık hayvanlar etrafa tehlike saçmaktadırlar. Bir hayvanın kesilmesini görmekten rahatsız olanlar bu manzaraları görmekten kurtulamamaktadırlar. Diğer yandan kurban kesenlerin bir kısmı da yaptıkları işin nedenini bilmemekte, kurban etini kendileri tüketmektedirler. Giderek bu işin sektör olmaya, dini tarafının unutulmaya başlandığı gözlemlenmektedir.

Bayramın birinci gününün önemli haberi ise Hac görevini yerine getiren hacı adaylarının Kutsal Topraklarda saçma sapan bir kazaya kurban gitmeleri ve 1000 e yakın hacı adayının bu kazada öldükleri haberiydi. Görülüyor ki hacca gitmek te ölçüsünden çıkmıştır. Hac görevinin kuralları vardır ve dinen bu kuraları yerine getirenlerin hacca gitmeleri öngörülür.  En önemli kural da ekonomik durumunun iyi olabilmesidir. Günümüzde talep çok fazla olmaktadır. Gidebilecek gidemeyecek her kes hacca gitmek istemektedir. Müslümanlığın önemli şartlarından olan hac farizası giderek turistik bir role bürünmeye başlamıştır. Zaten Kâbe çevresinde, Kâbe manzaralı yüksek katlı oteller inşa edilmesi de bunu göstermiyor mu?

                                                        Eski Yıllarda Şeytan Taşlama

Oradaki yerel idarecilerinin doğru düzgün yapamadıkları düzenlemeler sebebiyle bu tip hac kazaları sık olmakta ve giderek ölü sayısı yüksek olanları yaşanmaktadır. Bu kazadan 13 gün önce de bir kule vincin devrilmesiyle yine çok kişi hayatını kaybetmişti. Son 25 yılda buradaki kazalarda 3500 kişinin öldüğü belirtilmektedir. Haccın eda edilebilme şartlarından birisinin, yolda ve hac yerinde selamet ve emniyet olması, olduğu bilinir.

Müslümanlıkta kurban ibadettir. Hac ise 5 şartından bir tanesidir. Kimsenin dini inancına karışmak istemem. Böyle bir davranış asla haddim değildir. Sadece kurban ve hac konularında insanların bir süre bu isteklerine ara vermeleri hayırlı olacaktır düşüncesindeyim. Bu bahaneyle iki konunun nasıl yapılmasının tartışılması yararlı olacaktır.

Herkesin Kurban Bayramını Kutlarım.
Arif Atılgan


20 Eylül 2015 Pazar

ERTAN KUNTER’İ KAYBETTİK

1960 ların başlarıydı. Kapalı tribünü ahşap olan eski Fenerbahçe Stadında Yeldeğirmeni-Acıbadem maçı oynanıyordu. Yeldeğirmeni’nin sağaçığı Ertan Ağbiydi. Küçük fiziğiyle çok iyi oynuyor bir de gol atıyordu. İri fizikli santrafor Yavuz Ağbi gol sonrası O’nu adeta kucağına alarak kutluyordu. O, ilk defa orada dikkatimi çekmişti. Muhitte büyüklerimizdendi. Küçük olduğumuz için içeri giremediğimiz fırının karşısındaki Nedim’in Kahvesinde O’nu dışarıdan görürdüm. Sakin, abartılı davranışı olmayan bir insandı.

İyi oynadığım için çocuk halimle büyüklerin arasında oynatılır, bu yüzden o yıllarda Fenerbahçe’nin küçük fizikli sağaçığı Mustafa’nın lakabı olan Mikro lakabıyla çağrılırdım. Yine bir gün Halitağa Caddesinde tren yolu köprüsüne gelmeden soldaki arsada büyükler top oynarken beni de almışlardı bir takıma. Ertan Ağbi de oynuyordu. Onunla oynamak havalandırmıştı beni.

1970 li yıllarda TRT nin TV yayınları başlamıştı. Siyah beyaz TV de maçlar şifresiz naklen yayınlanıyordu. Ertan Ağbi o yayınlarda spor muhabiri olarak yer alıyordu. TV deki ilk spor muhabirlerindendi. Hatta belki de ilkti.

Eski adıyla muhit yeni adıyla semt insanları ünlü de, zengin de olsalar büyüdükleri çevreden kopamazlar. Tabii muhit muhitlikten çıkmamışsa.. Oradaki kahvehaneye, meyhaneye, berbere, fırına, bakkala, manava takılmadan yapamazlar. Ertan Ağbi de hep semtimizdeydi.

O beni, ben büyüdükten sonra tanımıştı. Ben O’na Ağbi derdim, O bana siz diye hitap eder ‘Nasılsınız?’ derdi. Yıllar geçtikçe sakin, beyefendi kişiliği daha da belirginleşmişti.

1 Şubat 2015 tarihinde Yeldeğirmeni’nde ortaokulun yanındaki restore edilerek Sanat Merkezi haline getirilmiş olan tarihi kilisede semtimizle ilgili sunum yapacaktım. Sunum sonrası eski Yeldeğirmenlilerin anılarını kaydetmek istiyordum. Bir çok eski semtlimiz gibi Ertan Ağbiyi de davet etmiştim. ‘Tabii gelirim’ demişti. Sonraki günlerde, ‘Bir hastane durumu olabilir ama yine de gelmeye çalışacağım’ demişti. Etkinliğe gelememişti. Belindeki fıtıkla ilgili operasyon sırasında pankreasında kötü bir sorun görmüşlerdi sonradan öğrendiğim kadarıyla.

Daha sonraları da zaman zaman görüşüyor, kısa sohbetler yapıyorduk. Semte çok sık gidemiyordum. O’nu son gördüğümde ilkbaharın sonlarıydı sanırım.  Her zamanki gibi kahvenin cam kenarına oturmuştum.  O, yan masada gazetelere bakıyordu. Rahatsız etmedim. İşini bitirip başını kaldırdığında beni görmüş ‘Nasılsınız?’ demişti. ‘Sağol Ertan Ağbi, iyiyim’ demiştim. Tadı yoktu. Sohbete girmeden kalkmış, ‘İyi günler’ demiş ve gitmişti.

Bir daha görüşmedik, vedalaşmışız o gün.

Yalova’ya yeni geldim, TV den O’nu kaybettiğimizin haberini öğrendim. Cenazesine katılamayacağım. İstanbul’dan gelmemiş olsam gelişimi bir gün ertelerdim. Lütfen özellikle tüm eski Yeldeğirmenliler katılsın.

Ertan Kunter semtimizde yetişmiş gerçek beyefendilerdendir.

‘Güle güle Ertan Ağbi’. 

Hepimizin Başı Sağolsun.
AA




17 Eylül 2015 Perşembe

2015 YAZILARI

1-BİR ANI
2-YELDEĞİRMENİ’NDE CİNAYET
3-TORUN
4-KADIKÖY TARİHİ ÇARŞIDA CANLANMA

5-VALİDEBAĞ KORUSU VE İDEALTEPE 50. YIL PARKI

6-KORUNAMAYAN ÖZEN SİNEMASI VE TAK

7-KENTTEKİ DEĞİŞİMLER

8-KARAKOLHANE CADDESİ

9-CANLANAN YELDEĞİRMENİ

10-KADIKÖY BEEDİYESİ’NİN AKLIMDAKİ KADIKÖY TOPLANTISI

11-KENTLEME VE KENTLİLEŞME

12-KADIKÖY’DEKİ ESKİ RAMAZANLAR

13-KÖYLER VE KÖYLÜLER

14-KADIKÖY’DE MURAL SANATININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

15-KADIKÖY’DE ESKİ ŞEKER BAYRAMLARI

16-TAZICILAR OCAĞI
17-HACI MEHMET KÖYÜ

18-HACI MEHMET OVASI

19-DEPREM

20-KOKAN KURBAĞALIDERE

21- YALOVA’DA KAMBER BABA VE EMİR BAYIRI

22-YALOVA'NIN KIYILARI
http://atilganblog.blogspot.com.tr/2015/09/yalovanin-kiyilari-arif-atlgan-yalova.html

23-ERTAN KUNTER'İ KAYBETTİK
http://atilganblog.blogspot.com.tr/2015/09/ertan-kunteri-kaybettik-1960-larn.html

24-KURBAN BAYRAMI
http://atilganblog.blogspot.com.tr/2015/09/kurban-bayrami-arif-atlgan-kurban.html

25-KENT VE TERÖR
http://atilganblog.blogspot.com.tr/2015/09/kent-ve-teror-arif-atlgan-kentler-tarm.html

26-CİHANGİRLEŞEN YELDEĞİRMENİ
http://atilganblog.blogspot.com.tr/2015/10/cihangirlesenyeldegirmeni-arif-atlgan.html

27-FENERBAHÇE OLAYI
http://atilganblog.blogspot.com.tr/2015/10/fenerbahceolayi-arif-atlgan-3-temmuz.html

28-YALOVA'DA ÜÇ BEYAZ VİLLA
29-BAĞDAT CADDESİ
31-KUMLAR VE ÇAKILLAR
http://atilganblog.blogspot.com.tr/2015/10/kumlarve-cakillar-arif-atlgan.html

32-AVRUPA MEDENİYETİNİN KARAYA VURMASI
33-TERMAL KAPLICALARI
YALOVA’NIN KIYILARI
Arif Atılgan

Yalova ilimiz 847 Km2 yüzölçümü ile ülkemizin en küçük ilidir. Buna karşın 105 Km uzunluktaki kıyısıyla ülkemizin en uzun kıyılı illerinden biri olma özelliğindedir. Uzun yıllar İstanbul’un ilçesi olarak kalmış olan Yalova 1995 yılında il olmuştur. 220.000 nüfusu vardır. Nüfus yoğunluğu Km2 ye 260 kişi olup, 98 kişi olan Türkiye ortalamasının 2,6 katıdır. Bu anlamda 6. Kalabalık ilimiz olmasına rağmen Merkezin dışında bu durum pek hissedilmez.

Yalova’nın 6 ilçesi olup altısının da denize kıyısı bulunmaktadır. Bunlar doğudan batıya doğru Altınova, Çiftlikköy, Merkez, Çınarcık, Termal, Armutlu ilçeleridir.  Altınova, Çiftlikköy, Merkez ilçelerinin kıyısı kumsaldır. Çok minik kıyısı olan Termal ile Çınarcık ve Armutlu kıyıları ise çakıllıktır.


Altınova’nın kıyıları tersane ve sanayi tesisleriyle kaplıdır. Dolayısıyla denize girilemez. Çiftlikköy sahilinin bir bölümünde sanayi tesisleri, askeri alan bulunmaktadır. Sahilinin diğer bölümü ana caddeye uzak olduğundan daha çok buralarda yaşayanlar tarafından kullanılmaktadır. Merkez ilçede kıyı yola yakındır. Yer yer doldurulmuş olan Merkez ilçe kıyısının bir bölümü Atatürk’ün Yürüyen Köşkünden İDO feribot iskelesine kadar olan bölümdür. Daha sonra İDO deniz otobüsü iskelesinin batısında çay bahçelerinin önündeki kalan kıyı vardır. Yine merkez ilçe içersinde TİGEM plajları bulunmaktadır. Termal, Çınarcık ve Armutlu ilçeleri ise merkeze uzak kalmakta daha çok orada yaşayanların kullanımındadır.
  

Yalova’nın kumsalındaki kum birçok kıyıdaki kumdan daha kalitelidir. Örneğin: Şile’nin kumu gibi çok ince değildir, uçuşmaz gözünüze kulağınıza girmez. Akdeniz’in bazı bölgelerindeki kumlar gibi iri taneli değildir, vücudunuza batmaz. Anımsayanlar varsa, İstanbul’daki eski Kalamış sahili kumsalının kumu gibidir. Çınarcıktan başlayan çakıllığın çakılları ise Esenköy ve Armutluda irileşir. Yani denize en rahat ve keyifli girilecek bölüm Merkez ilçedeki kıyılardır.

Marmara denizinde yaz mevsiminde poyraz rüzgârı esmektedir. Dolayısıyla Yalova sahilleri gibi denizin güneyindeki kıyılar yaz mevsiminde dalgalı olmaktadır. Ancak esas sorun denizin bütün yosun, denizanası, çöp vs sinin sahile vurmasıdır. Yalova’da görüldüğü kadarıyla TİGEM gibi tesis olan yerlerde kıyı bu çöplerden temizlenmekte, diğer taraflar kendi haline bırakılmaktadır. Özellikle Merkez ilçede denize girmek isteyenler için şartlar oldukça zordur. Hâlbuki Merkez ilçenin kıyıları Yalova’nın vitrinidir. Yalova’nın en görünen ve en denize girilecek yeri buralarıdır.

Kıyıda şezlong kiralayanların dahi önü yosunluk olmaktadır. Şezlong kiralama mukavelesine kıyıyı temizlemek zorunluluğu getirilebilir. Oradaki her çay bahçesi kendi önünü temizleyebilir. Kamu kurumları da üzerlerine düşen görevi açığa bariyerler koyarak yerine getirebilirler. Petrolü bile diğer yanına geçirmeyen bariyerler olduğu bilinir. Bu arada şezlonglarda aile bölümü olmasına ise başta kadınlar karşı çıkmalıdır.


Yalovalılar yıllardır denize arkalarını dönerek yaşamışlar. Uzun yıllar geçimlerini tarım ve hayvancılıkla uğraşarak sağlamışlar. Kıyıya mendirek yapıldıktan sonra son yıllarda denizle tanışık olmaya başlamışlar. Ancak sahillerdeki görüntü henüz yeteri kadar denize ısınmadıklarını gösteriyor. Belli ki kamu kurumlarından denizle ilgili talepleri bulunmuyor.

1960 lı yıllarda Hacı Mehmet Köyünde ağbimle dereden balık tutmuştuk. Eve getirdiğimizde tüm akrabalarımız balıklara tuhaf şeylermiş gibi bakmışlardı. ‘Bunları yiyecek misiniz?’ diye sormuşlardı. Biz kızartmaya başlayıp ortalığa güzel kokular çıkınca da yanımıza gelip iştahla yemişlerdi. Yine o yıllarda denizden midye toplamıştım. Ancak midyeyi hiçbir şekilde onlara yedirememiştim. O yıllarda Yalovalıların çoğu balığı, midyeyi tanımıyorlardı.

Kaç kişinin dikkatini çekmiştir bilemem ama Yalova’da güneş denizden doğar, denize batar. Bu bakımdan özellikle kıyılar güneşten en fazla yararlanan alanlardır. Yalova bugüne kadar bir kısmı dolgu alanı bir kısmı sanayi, tersane, askeri tesislerle doldurulan bölümleriyle kıyılarının değerini bilememiş. Bu sebeple olsa gerek, Yalova’da turizm Araplara dönük gelişmiş. Hâlbuki tersi olsaydı Yalova önemli yaz turizmi kentlerimizden olurdu. Vitrin olan Merkez ilçe başta olmak üzere kıyıları bu anlamda değerlendirildiğinde Yalova’nın Marmara Bölgesinin Marmaris’i olabileceğini düşünmek hayal değildir. Yeter ki bakir kalan dağları, dereleri, köyleri korunsun, kıyıları bakımlı tutulsun.
ARİF ATILGAN EYLÜL 2015



8 Eylül 2015 Salı

HACI MEHMET KÖYÜ
Arif Atılgan

1999 Depreminde bütün dünya ağır kayıp yaşanan Yalova’nın Hacı Mehmet Ovası'nı öğrendi. Hacı Mehmet Ovası Hacı Mehmet Köyü'ne aittir. İstanbul’da doğup büyüdüğüm için bu köyün dedemin, babamın, benim köyüm olduğunu hiç aklıma getirmemiştim. Deprem bana köyümü anımsattı ve köyümü yazmaya karar verdim.

                                    Safran Köyden Hacı Mehmet Köyü Görünüşü

1923 yılında yapılan Lozan Anlaşması'nda Türkiye ve Yunanistan arasında din esasına göre vatandaşların zorunlu göçe tabi tutulması, bilinen adıyla mübadele konusu bulunmaktadır. Bu anlamda Yunanistan’daki Müslüman Türklerle Türkiye’deki Hıristiyan Rumlar zorunlu göç ile yer değiştirilmişlerdir. Mübadele değişim demektir. Göç ettirilenlere Mübadil denmiştir. Yunanistan’a 1.000.000'un, Türkiye’ye ise 500.000'in üzerinde mübadil geldiği yazar kitaplarda. Mübadele kapsamına sadece İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayan Rumlarla Batı Trakya’da yaşayan Türkler alınmamışlardır.

1912 yılında Osmanlı'nın kaybettiği Balkan Savaşı sonrası, Balkanlarda yaşayan Osmanlı Tebaası Müslüman Türkler bir anda başka devletin azınlık statüsündeki vatandaşları olmuştu. 1922'de Yunanistan Ordusu Anadolu’dan mağlup ayrılınca da Anadolu’da yaşayan Rumlar Yunanistan’a göç etmeye başlamıştı. Onlar Yunanistan’daki Müslüman Türklerin ev ve arazilerine yerleştiriliyorlardı. İşte bu durum dolayısıyla 1923 yılında yapılan Lozan Barış Anlaşması'na Mübadele ile ilgili ek sözleşme maddeleri konmuş. Mübadele ağırlıklı olarak 1924 yılında yaşanmıştır.

Mübadele ile yer değişen Mübadillere genellikle birbirlerinin yerleri verilmiş. Örneğin: Yunanistan’dan Türkiye’ye gidenlere Türkiye’deki Yunanistan’a giden Rumların ev ve arazileri, Türkiye’den Yunanistan’a gidenlere ise Yunanistan’daki Türkiye’ye giden Türklerin ev ve arazileri verilmiş.

Anlatılanlara göre, Mübadeleden çok önce Osmanlı ordusuyla Yunanistan’ın Selanik-Drama yöresine giden askerler Kütahya’nın Demirciören Köyü'nden gençlermiş. Onların bir kısmı orada yerleşmiş ve köye geldikleri köylerinin adını koymuşlar.

1924 yılında Selanik ilinin ilçesi (kasabası) olan Drama’nın Demirciören Köy’ünden İstanbul’a gelen mübadillerin bir kısmı Anadolu yakasında Maltepe ilçesine yerleştirilmişler. Bunların diğer kısmı ise o yıllarda İstanbul’un İlçesi (kasabası) olan Yalova’ya yerleştirilmişler. Yalova’da bildiğim kadarıyla Elmalık ve Hacı Mehmet Köyleri Drama’nın Demirciören Köyü'nden gelen mübadillerin yerleştiği köylerdir.

Çoğunlukla Türkiye’den Yunanistan’a gidenlerin acıları anlatılır, yazılır, çizilir. Hâlbuki Yunanistan’dan Türkiye’ye gelenler de acılar yaşamıştır. Dedem, Babaannem ve dört erkek çocuğu da bu mübadillerin içerisindedir. O yıllarda büyük kardeş olan babam 13 yaşlarındadır. Her şeyi çok net hatırlayan babamın bu konuda anlattıklarını dikkatsiz dinlemem en büyük pişmanlığımdır. İstanbul’a trenle gelmişler. Sanırım trene kadar dağlarda yürümüşler. Detayları hep kaçırmama rağmen o insanların bir kısmının yollarda ağaç kabuğu, ot, süpürge tohumu, hatta at gübresinin içindeki tane hali bozulmamış buğdayları ayıklayıp-yıkayıp-kurutup-kavurup yedikleri anlattıklarından aklımda kalan bazılarıdır.

Onlara önce Maltepe’de Dragos Tepesi verilmiş. Hepsi isyan etmiş, ‘Burası tepelik kayalık bir yer. Biz ekip biçecek yer isteriz’ diyerek. Bunun üzerine Yalova’da bir Rum Köyü olan Hacı Mehmet Köyü'ne getirilmişler.

Köye adı verilen Hacı Mehmet o civarda çiftliği olan bir kişi imiş. Yalova merkezine 5 Km mesafede olan Köy güneyde Samanlı Dağları tarafında Kurtköy, doğuda Bursa Yolu tarafında Safran Köy, batıda Termal tarafında Kadıköy ve kuzeyde Yalova tarafında Hacı Mehmet Ovası arasında kalmaktadır. Yalova Stadı'na kadar uzanan Hacı Mehmet Ovası Köy sınırları içerisindedir.

                                          Uydudan Hacı Mehmet Köyü Görünüşü

Hacı Mehmetliler Yalova’ya geldiklerinde Yunanistan’da yaptıkları-bildikleri işlerle uğraşmışlar. Tütün, buğday ekmişler ve hayvancılık yapmışlar. Bunda tütün ve buğdayı devletin, sütü ise yoğurthanenin satın almasının rolü çok önemli. Çünkü: Müşteri aramak derdi yok. Mısır, karpuz, domates, biber gibi ürünleri ise kendileri için yetiştirmişler. İlginç bir notu eklemek isterim. Rum köyü olan Hacı Mehmet Köyü'nde çok sayıda zeytin ağacı varmış. Hacı Mehmetlilerse zeytini bilmiyorlarmış. Ağaçtan koparıp yemeye çalıştıklarında acı tadı olan zeytini bir türlü yiyememişler. Bu ağaçların tamamını, Köyü terk eden Rumların kendilerini zehirlemek için bıraktıklarını düşünerek kesmişler.

Dedem ve Babaannem dört çocuğu ile köydeki 1 dönüm bahçe içine tek katlı bir göz odalı kerpiç bir ev yapmışlar. Evin önüne köy fırını, biraz ileriye de ocak. Ocak, şimdiki barbekünün yere oturan daha büyük hali. Bahçenin en uzak köşesine ise helâ yapılmış. Helânın duvarları diken çalılar, kapısı ise sarkıtılan bir bez olmuş. 1940'lı yıllarda amcalarım evlenip eve gelinler gelmeye başlayınca yol kenarına iki katlı yığma ev yapılmış. İlk yapılan kerpiç ev ise ahır haline sokulmuş. Uzunlamasına üç aksa bölünmüş yeni evde iki yanda ikişerden dört oda, ortada ise iki cepheye kapıları olan sahanlık bulunmaktadır. İki katın planı aynı. Odalarda ‘Dolap Banyo’ ve ‘Ocak’ var. Alt kattaki mekânlar depo, mutfak vs anlamında değerlendirilmiş.  Üst katta her oda bir ailenin olmuş. Biri dedemle babaannemin, üçü aileleriyle üç amcamın.

                                                    1940 larda Yapılan Ev

Ailenin büyük oğlu olan babam İstanbul’a gidip Yüksek Muallim Mektebinde okumuş. Okulda annem ile tanışıp evlenmişler ve İstanbul’da yaşamışlar. Bizler İstanbul’da büyüdük. Sadece yaz tatillerinde Yalova’ya gidiyor bir süre orada kalıyorduk.

Köy hayatını bilirim. 1960'lara hatta 1970'lere kadar Köy'de su-elektrik yoktu. Aslında Yalova merkezinin dışında su-elektrik yoktu. Derede çamaşır yıkanır, derenin suyu içilir, hayvanlar da derede sulanırdı. Su evlerde bulunan bir toprak küp içerisine doldurulur, o küpten içilirdi. Daha sonraları köye bir çeşme yapılmıştı. Hacı Mehmet Köyü'nün güneyinden akarak Hacı Mehmet ovasından geçip denize dökülen dereye Koca Dere derdik. Şimdiyse Safran Deresi deniyor. Köydekiler sanırım geldikleri Drama’da kullandıkları kelimeleri kullanırlardı. Kızan (erkek çocuk), mari (kız çocuk), şayka (çivi), gari (artık bundan sonra), kıçıdım (onur), üvendire (öküz arabası sürerken kullanılan ucu çivili sopa), bagı (aptal, deli), yemeni (ayakkabı), mintan (gömlek), moruk (böğürtlen), ırak (uzak), yedeklemek (at, eşek, öküzü önden ipinden tutup götürmek), kobak (mısır), urgan (hayvanları bağlamakta kullanılan kalınca sağlam ip), diğren (biçilen ekinleri toplamaya yarayan büyük çatal şeklinde alet), lenger (içinde bütün koyunun pişirilebileceği büyüklükte yayvan kap), haydamak (hayvanları yürütmek, götürmek)  gibi.

Bugün 250 hane ile 1.000'e yakın nüfusu olan Hacı Mehmet Köyü'nde yollar asfalt olup elektrik, su, kanal vs her şey bulunmakta. Özellikle 1999 depreminden sonra bazı evler yenilenmiş. Ama yine de ev sayısı az ve yüksek ev yok. Köy görüntüsü kaybolmamış, köy havası hissediliyor. Dedemin yaptırdığı ev duruyor. Sadece iki yanına amca çocuklarım tarafından iki ev daha yapılmış. Köydekiler çoğunlukla sigortalı olabilmek için artık kentteki işlerde çalışmayı tercih ediyorlar. Eskisi gibi her evin bahçesinde 1 at, 1 eşek ile 1 at veya öküz arabası yok. Otomobil, kamyon, kamyonet, minibüs var. Bayram vs özel günlerde trafik tıkanabiliyor. Kahvehane ve bakkalın olduğu bina ile karşısındaki caminin bulunduğu meydan yine Köy Meydanı. Bu meydanın eskisinden farkı Yalova’ya giden minibüslerin ilk durağı olması. 1980'li yıllardan itibaren Köy'den Yalova’ya taşınanlar son yıllarda Köy'ün kıymetini anlayıp Köy'e taşınmakta veya yakınlarında arazi alıp içine yaptıkları evde keyif için bahçecilik yapmakta. Köy'de yaşlılar kendi çaplarında tarım yapıyorlar. Köylülerin Yalova Pazarına ve marketlere gidip ev ihtiyaçlarını satın almaları insana biraz garip geliyor.

                                                            Köy Meydanı

Bazen Köy kahvesinde oturup çay içerim. Yandaki bakkalı her gördüğümde küçüklük anılarım depreşir. Evde yapılan kara ekmeği sevmez o yıllarda ‘şehir ekmeği’ veya ‘beyaz ekmek’ adıyla bilinen alıştığım ekmeği aldırırdım buradan. Bazen de tavukların folluğundan aldığım bir yumurtayı götürüp 25 Kuruş yerine geçirterek leblebi alırdım. Köylerde yumurta para yerine geçiyordu o yıllarda.

Yalova’da Hacı Mehmetliler için çeşitli tanımlamalar yapılır. Bir tanesini beğenmiştim. Paylaşayım: Atatürk Yalova’da meclis kurulmasını ister. Der ki ‘Bütün köyleri dolaşıp en akıllısını seçin, sadece Hacı Mehmet’te yolda rastladığınızı getirin’. Yorum yapmak bana düşmez.. 

Hacı Mehmet Köyü'nde Rum evi kalmamış. Bu durum garip karşılanmamalı. Zira Yalova Kent Hafızası bakımından biraz sıkıntılı kentimiz. Burada en belirgin eski eserler Atatürk’e ait olanlar dersek abartmış olmayız sanırım.

Bugün sadece küçük amcam yaşıyor. 90 lı yaşlarını aşmış olan amcama Köy'e geliş anılarını sorduğumda, kendisinin o yıllarda bebek olduğunu söylüyor. Bir şey anımsamıyor yani. Kendi bildiklerim, o günleri yaşayanları dinleyenlerden dinlediklerim ve araştırdıklarımdan yola çıkarak bu yazıyı hazırladım. Umarım yazdıklarım bu konuda bilgisi olanları harekete geçirir ve Hacı Mehmet Köyü'nün geçmişini daha detaylı olarak ortaya çıkarabiliriz.  
ARİF ATILGAN AĞUSTOS 2015

Not: 25 Temmuz 2020 tarihinde Mümin Atılgan'ı kaybettik.


3 Eylül 2015 Perşembe

YALOVA’DA KAMBER BABA VE EMİR BAYIRI
Arif Atılgan

Kamber Baba mevkii Hacı Mehmet Ovasının Stadyuma dayandığı sınırın batısındaki sırtlık kısımdır. Kamber Babanın üst sınırından geçen yolun üstündeki tepeleri kapsayan alan ise Emir Bayırı mevkiidir. Yıllardır bu isimlerin nereden geldiğini çevredekilere sorduğumda sağlıklı bir açıklama alamamışımdır.

1950 li yılların sonlarında Kamber Babanın Yalova’ya sınır olan son kısmındaki sülalemize ait araziye amcamlar bir mandıra yapmışlardı. Kamber Baba o zamanlar ıssız,  sapa bir bölgeydi. Buraya koyunlarla gelen çoban köpekleri araziyi yabancılara karşı korumuş oluyorlardı. Bir süre sonra mandıranın 50 Mt ilerisine tek katlı bir ev yapılmış ve küçük amcam ailesiyle buraya taşınmıştı. Evin sağ karşısına da kerpiçten büyük baş hayvanlar için ahır yapılmıştı. Ancak ileriki yıllarda bu ahır yıkılmış, evin sol karşısına briketten bir ahır yapılmıştı. Bunların hepsini tek tek anımsıyorum. Hatta ilk defa kerpiç üretimini o zaman görmüştüm.

         1970 lerde, Deniz Kıyısındaki Birkaç Sokak Hariç Bu Fotoğraftaki Hiçbir Bina Yoktu

O yıllarda bütün bu alanda sadece amcamların evi, mandıra ve ahır vardı. Bir de biraz aşağıda terk edilmiş metruk tarihi bir su değirmeni bulunmaktaydı. Aslında yüksek kotta olan değirmene su, Safran Deresinden ayrılan bir bent ile sağlanıyordu. O yıllarda stadyum yoktu. Stadyumun yerinde bulunan top sahası ise amcamın kiraladığı mera idi. Evden iskele dâhil bütün Yalova görülürdü. Zira Fatih Caddesine kadar hiçbir yapılaşma yoktu. Fatih caddesi de Kara Mürseldeki Nato Tesislerinde çalışan Amerikalıların 1-2 katlı evlerinin olduğu bir yerleşimdi. Ne Kamber Babada ne de Emir Bayırında elektrik, su vs hiçbir altyapı yoktu.

Kamber Babayı araştırdığımda sağlıklı bir bilgi edinemedim. Sadece ilgili bazı vatandaşlarımızla yaptığım sözlü sohbet bilgilerine göre, buradaki Tarihi Değirmenin Kamber Baba isimli bir zatın olduğunu öğrendim. Kamber Baba Alevilere özel bir isim. Kendisi buraya Müslümanlığı yaymak için gelmiş. Buradan hareketle o yılların 1924 mübadele yılları olduğunu düşünebiliriz. Kamber Baba daha sonra burayı terk etmiş, kendi memleketine dönmüş. Ne zaman terk ettiğini öğrenemedim. Ancak 1950 li yıllarda değirmenin metruk halde olduğunu biliyorum. Dolayısıyla 1940 lı yıllar olabilir. Kendi memleketinin Erzincan, Tunceli veya Balkanlar olduğuna dair bilgiler edindim. Kamber Babanın değirmeninin yeri kendi mülkü değilmiş, devletin arazisiymiş. Bu sebepten kendisi burayı terk ettiğinde değirmenin arsası Milli Emlake, oradan Belediyeye oradan da şimdi burada değirmenin yerinde yapılmış olan Cem Evine verilmiş. Aslında Değirmen Binası 2000 yılında tescil edilmiş. Keşke korunabilseydi.

                                     1950 lerin Sonlarında yapılan Ev, Ahır, Mandıra

Emir Bayırı için de yıllardır askerlere emir verilen tepe vs anlamında şeyler söylenmektedir. Burayı araştırdığımızda ise Osmanlının ilk dönemlerine kadar gidiyoruz.

Mürsel Bey Osmanlının ilk Kaptan-ı Deryası sayılır. 1326-1327 de adının verildiği Karamürseli fethetmiştir. Kara lakabı kahramanlık yapan kişilere verilmektedir. Bu sebepten kendisine Kara Mürsel denmiştir. O öldükten sonra yerine yanında yetişmiş olan Emir Eli Bey Kaptan-ı Derya olmuştur. Emir Ali Beye de Kahramanlığı sebebiyle Kara lakabı takılmış ve Kara Emir Ali Bey denmiştir. Emir Ali Bey şimdiki İmralı Adasını fethetmiş, adanın adı Emir Ali Beyin adından türetilmiştir.  Marmara Adalarını, Armutlu, Yalova’yı fethetmiştir. Kara Emir Ali Beyin 1338 de Yalova’da askerlerini çıkardığı tepelik yer şimdiki Emir Bayırıymış. Buradan Bizans donanması gözlenirmiş. Hatta burada Kale şehir olarak kurulmuş olan ilk Yalova’nın kalesinin gömülü olduğu da iddia edilmektedir. Bundan 700 yıl önce Emir Bayırının deniz kıyısında bir tepe olduğunu düşünmeliyiz.

1960 lı yıllarda Emir Bayırında koyunlar otlatılır, öğlen sıcağında tepedeki iki meşe ağacının gölgesinde dinlendirilirlerdi. Tepenin arka tarafında da Harman Yeri kurulurdu. Bugün birçok bina bulunan bu alandaki mandıraya o yıllarda kurtların indiğini, bir defasında 15 koyunu telef ettiklerini söylesem inanan olur mu bilemem.

                                          1950 lerin Sonlarında Yapılan Ev

Gerek ev, gerekse mandırayla ahır hala yerlerinde duruyor. Yalovalıların, binaların arasında kaybolmuş gibi duran bu küçük yapıları gördüklerinde, 1960 lı hatta 1970 li yıllarda bile buraların vahşi hayvanların dolaştığı ıssız yerler olduğunu bilmelerini istedim. Halkın ‘gelişme’ dediği, benim ‘yapılaşma’ dediğim ‘kentleşme’ böyle bir şey işte.

Daha önce Hacı Mehmet Köyünü yazmıştım. Köy olarak kaldığı için olsa gerek bugün yine yeşillikler içinde seyrek bir yerleşim. Kamber Baba ve Emir Bayırı ise kentin içine girdiği için olsa gerek bugün yoğun yapılaşmış bir yerleşim. Köy kalmakla kent olmanın farkı da bu olsa gerek. 
ARİF ATILGAN EYLÜL 2015

Not: Hacı Mehmet Köyü ve Hacı Mehmet Ovası yazılarım alttaki LİNK lerden okunabilir.
HACI MEHMET KÖYÜ
HACI MEHMET OVASI

2 Eylül 2015 Çarşamba

2014 YAZILARI

1-BU FOTOĞRAF YELDEĞİRMENİ’NİN ESKİ FOTOĞRAFI DEĞİLDİR

2-MODA PLAJI

3-KÜÇÜK MODA
4-KUŞDİLİ ÇAYIRI
5-İSTANBUL’UN SEMTLERİNE ÖZEL GIDALAR
6-İÇ DIŞ KAVRAMI
7-HASANPAŞA CAMİSİ
8-PATRİCİLER VE PLEBLER

9-GÖZTEPE İSTASYONU

10-İKİ HABER VE SOY(SUZ)LULAŞTIRMA

11-İSTASYONLAR VE KÖPRÜLER

12-OSMANGAZİ İLKOKULU KAPANIYOR(MU)

13-MELİH KORAY BİNALARI VE KENTSEL DÖNÜŞÜM

14-YOĞURTÇU PARKI

15-BİZİM KADIKÖY


16-MELİH KORAY ZİYARETİ

17-YENİ KADIKÖY

18-MELİH KORAY BİNALARININ KORUNMASI ÇALIŞMASI

19-İNŞAAT SEKTÖRÜNDE UYGULAMA

20-ÜZÜLÜYORUM

21- MALTEPE KÜÇÜKYALI’DAKİ KARAYOLLARI ARSASI

22-CHP İLE İLGİLİ DUYGULARIM

23-KURBAĞALIDERE

24-MİMAR MELİH KORAY

25-TAKSİM TOPLANTILARI

26-YALOVA’DA AĞAÇ KESİLMESİ

27-MELİH KORAY BİNALARININ KORUNMASI

28-184. TAKSİM TOPLANTISI

29-HÜSEYİN AĞA ÇEŞMESİ
http://atilganblog.blogspot.com.tr/2014/12/huseyin-aga-cesmesi-arif-atlgan-huseyin.html

30-ACIBADEM