GİRİŞ
Kadıköy’den Haydarpaşa’ya uzanan
sahilin kara tarafındaki yerleşim alanı Yeldeğirmeni semtidir.
Ben bu semtte büyüdüm. Burada geçen yıllarımdan dolayı kendimi çok şanslı hissediyorum. Bugün eski mahalle arkadaşlarımla sohbet edip o günleri andığımızda hepimizin mutluluktan gözlerinin parladığını görüyorum.
Sokaklarımız arnavutkaldırımı
tanımıyla bilinen tarzda taş döşenmişti. Bu sokaklar bizim doğal parkımızdı
sanki. Oysa semtimizin yakınları çayırlarla doluydu. İbrahimağa, Çiftlik, Acıbadem
gibi.
Evler ise iki tip idi
Yeldeğirmeni’nde; denize bakan yamaçlarda daha çok yığma yapı taşıyıcı
sistemiyle yapılmış apartmanlar, Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’na doğru olan üst
düzlükte ise genellikle iki katlı ahşap evler göze çarpardı. Bunların bazıları
dışarıdan kâgir bina gibi görünseler de aslında bağdadi denilen ahşap üstü sıva
şeklinde inşa edilmişlerdi.
Her ailenin aşağı yukarı aynı
ekonomik seviyede olduğu bu orta hallilerin semti Yeldeğirmeni’nde komşuluk
ilişkileri de üst düzeyde idi.
Bugün kaç kişi bilir, yemeğin
kokusu komşuya gitti diye mutlaka bir tabak komşu hakkı gönderme âdetini?
Hiç kimsenin evinde buzdolabı
yoktu. Yiyecekler teldolaplarda saklanırdı o zamanlar. Turşu, reçel yapılması
ise gerçekten sebze ve meyveleri uzun süreli saklayabilmek içindi.
Yiyecek ve içecekleri soğutma
işlemi ise bahçelerdeki kuyularda yapılırdı. Bir de Duatepe Sokaktaki buzcudan
kilo ile buz alınırdı bu işlem için. Buzcularda uzun dikdörtgen prizma
şeklindeki buzlar talaşların içinde tutulur, testere ile kesilerek tartılır ve
ipe bağlanarak satılırdı.
İp deyince aklıma geldi. O
zamanlar pek bol olan uskumru balığından kurutularak yapılan çirozların Balıkçı
Halit’in dükkânında iplere dizilerek sergilendiğini unutmak mümkün mü?
Hiçbir evde telefon yoktu. Telefon
esnaflarda bile çok seyrek bulunurdu. Onlar da telefonu toptancıya sipariş
vermek için kullanırlardı zaten. Başkasında olmayınca birkaç kişideki telefonun
işlevi olmuyor normal olarak.
Ama bütün semtte iletişim üst
düzeyde sağlanıyordu. Dükkânlardaki alışveriş esnasında yapılan sohbetlerle her
çeşit haber semtte en kısa sürede yayılabiliyordu.
Her sokağın köşe başını bekleyen
delikanlılar vardı. Zaman zaman birbirleriyle kavgada etseler, semtin dışında
herkes birlik olur, birbirini tutardı. Büyüklerimiz ağabey, abla, amca, teyze
gibiydi.
O yıllardan kalma bir karakter
oluşmuştur bende. Kimseye kolay kolay ağabey, abla diye hitap etmem. Hitap edeceksem
eğer, kesinlikle karşımdaki kişi tahsili ne olursa olsun saygı duyduğum biri
olmalıdır.
Yedek subaylığım sırasında semtte
bir ağabeyim astsubay olduğu için bana selam vermeye kalkmıştı da, hemen anlamazlığa
gelip ‘merhaba ağabey’ demiştim.
Onlar ve o günler yok şimdilerde.
Semtimizde Türkler, Ermeniler, Yahudiler,
Rumlar hep birlikte yaşardık. Birbirimizi sever, sayardık.
Ne iyi arkadaşlarımız, ne iyi
arkadaşlıklarımız vardı.
Semtin bir futbol takımı olduğu
gibi, her sokağın da kendi takımı vardı. İşte bu durum futbol rekabetini
semtten hiç eksik etmezdi.
Esnaf herkesi tanır, kime nasıl davranacağını
iyi bilirdi.
Semtin kabadayısı da vardı doğal
olarak. Arap Kemal. Ama asla mafya babası değildi O. Kabadayılık her semtte
bulunan bir kişilikti o yıllarda ve de bu iş bilekle olurdu. Kabadayı silah
kullanmazdı.
Yaşı ilerleyince bileğin yerini
saygı almıştı. O yine semtin kabadayısıydı. Zaten onlar da son kabadayıydılar.
Semtin kahvehaneleri ayrı bir
çeşniydi, her kesimin kahvehanesi ayrıydı. Ama bunların arasında Nedim’in
Kahvesi ayrıcalıklıydı herkes için. Hepimiz o bahçeli tek katlı binaya
girebileceğimiz günü hayal ederdik bir yandan büyürken.
Henüz flört, sevgili, çıkma, arkadaş
gibi tanımlar bulunmamıştı o zamanlar. Çok masum bir şekilde ‘konuştuğum kız’, ‘konuştuğum
çocuk’ denirdi. Ama asla kızlar erkeklere değil, erkekler kızlara konuşma
teklif ederdi.
Semtte sıkıntılı günler de olmaz
değildi. Örneğin: Her evin arka bahçesindeki kümeslere bazen gelincik, sansar
gibi hayvanlar dadanır ve bu durum uzun süre sohbet konusu olurdu.
İşte böyle bir semtte büyürken, bugünkü
sivil mimari merakım oluşmuş herhalde.
Büyüyüp de “adam” olunca, küçüklüğümde
hayran olduğum bu gizemli binaları araştırdım.
Bir tarih çıktı ortaya, bu küçük
semtin çok eski tarihi. Mimarisiyle, insanıyla, yaşamıyla.
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder