Prof. SEMAVİ EYİCE İLE KASIM 2016 TARİHİNDE YAPTIĞIM RÖPORTAJ -2-
Arif
Atılgan
Sayın Semavi Eyice ile 2016 Yılının Kasım ayında evinde
buluşarak bir sohbet gerçekleştirmiştim. Kendisini 28 Mayıs 2018 tarihinde
kaybettik. Kamuya mal olmuş bir insandı. Bu sebepten sohbetin tamamını tüm
ilgilenenlerle paylaşmayı doğru buldum. Ancak 50 sayfa civarında olduğu için
bölüm bölüm yayınlayacağım.
Açık siyah yazılar Semavi Eyice’nin, koyu siyah yazılar
benim (Arif Atılgan) konuşmalarımdır.
Prof. Semavi Eyice ve Ahmed Nejat Gülgun (Rasim
Ppaşanın torunu) ile Eski Yeldeğirmenliler Panelindeyiz.
Tam aşağı kadar inmeden, sahile kadar inmeden
hatta orada en altta hala ahşap bir ev bulunuyor.
Evet, oradaki evde Rum kocakarıları otururdu ve
neyin nesiydiler bilmiyordum. Zannederim o evde Kadıköy’ün en eski evlerinden
biriydi. Ve birde Askerlik Şubesi vardı ve Askerlik Şubesinin bulunduğu
sıradaki en eski evlerden biriydi orda. Yani 250 senelik falan vardı o.
Doğru hocam o yok şimdi artık. Ama aşağıdaki
ev hala duruyor onu restore ediyorlar. Ahmet Haşim de bir ara o evde oturmuş
galiba.
Ahmet Haşim Benim bildiğim Bahariye’deydi.
Saint Joseph’in yukarısındaki sokağın ucunda oradaki bir apartmanda oturuyordu.
Hocam Adnan Giz’in kitabında okumuştum. Ahmet
Haşim’e gelen bazı mektuplarda İskele Sokak numara 2 diye yazarmış. O hala iki
numara, o evi yazıyor. Bir ara oturmuş olabilir orada.
Son uçtaki evde otururdu işte. Apartman gibi
bir yer vardı. Tam köşede Moda Yokuşuna gelmeden, gene Fransızların okuluna
gelmeden ondan sonra orada otururmuş. Çünkü biz bir gün öğle yemeği için çıktık
eve giderdik. …….. / Sabah yedide okula gelirdik öğleyin yemek için taa
Haydarpaşa’ya eve giderdik, tekrar geri dönerdik ve tekrar derse devam ederdik.
Ondan sonra akşam beş beş buçukta okuldan çıkardık.
Hocam çok enteresan Haydarpaşa diyorsunuz ama
Yeldeğirmeni demiyorsunuz.
Hayır biz Haydarpaşa derdik.
Gerçektende Yeldeğirmeni’nin eski adı
Haydarpaşa’dır. Tarihte de okulların eski kiliselerin hep adı Haydarpaşa Okulu,
Haydarpaşa Kilisesi diye geçer adları. Yani doğru eski adı. Zaten Yeldeğirmeni
de Haydarpaşa Çayırı’nın içindeymiş eskiler hep Haydarpaşa diye bilirler, söylerler orayı. Doğru söylüyorsunuz. Şimdi hocam Yeldeğirmeninde okudunuz
sonra?
Ondan sonra Galatasaray’a geçtim.
Peki hocam, Yeldeğirmeni’ndeki anılarınızdan
biraz bahseder misiniz? Osmangazi İlkokulunun adı 11. İlkokul iken orada
okudunuz. O zamanlar henüz daha yabancı hocalar var mıydı?
Yoktu ama o zamanlar Almanlar olduğu gibi
bırakmışlar. Mesela derse yardımcı birtakım alet edevat vardı. Onlar
Almanlardan kalmaydı. Mesela güneş ve etrafında dönen seyyarelerin olduğu bir
alet vardı. Bir mekanizması vardır ve onu çevirdikçe tüm mekanizmanın hepsi
işlemeye başlardı onların. Ama hurdasını çıkarmışlar tabi. Ondan sonra
Almanlardan kalma daha bir takım ders malzemesi filan vardı hala orda.
Orada bahçede bir bina vardı. Bende orada
okudum. Şimdi o bina yok. Bahçede olan bir bina. O bina bizim zamanımızda
tuvalet olarak kullanılıyordu. Şimdi kaldırmışlar onu tamamen. O da Almanlardan
kalma bir bina. Peki hocam kitaplarda yazar ki dört tane Yeldeğirmeni varmış.
Bir tanesi de Osmangazi İlkokulunun bahçesinin oralardaymış. Sonradan oradan
hiçbir iz kalmamış. Siz hiç hatırlıyor musunuz?
Öyle bir iz var mıydı sizin okuduğunuz zamanlarda.
Yoktu. Yalnız işte bizim bahçelerimizde filan
bizim evde de vardı o. Normal ev kuyuları vardı, bahçe kuyuları. Korkunç bir su
seviyesi. Dehşetli aşağıdaydı. O kâfi gelmiyormuş gibi su miktarı da korkunç
derinlikteydi. Biz hatta merak ederdik o kuyuyu da gazete kâğıdını tutuşturur
kuyudan aşağıya atardık. Ondan sonra o giderdi giderdi giderdi su seviyesi çok
aşağıdaydı.
Ondan sonra. Bizim yalnız Kenan Ağbi
dediğimiz oldukça cesur bir akrabamız vardı. O birkaç defa o kuyunun dibine
indi. Daha doğrusu buzdolabı yok o zamanlar evlerde. Sebze, et alındığı zaman
özellikle et, bir but komple alınırdı. Buzdolabı görevini görsün diye oraya
sallandırırdık sepetle.
Daha sonra üzümdü bilmem neydi toptan
alınırdı kocaman bir sepetle. Ondan sonra bir gün sepet koptu ondan sonra gitti
aşağıya. Onun üzerine çengellerimiz vardı sırf o kuyu için. Kuyuya bakan alt
katta bodrumda demir bir penceresi vardı. O çengel orada hazır dururdu onu
oradan attık filan hani ne çıkacak diye. Ondan sonra bizim üzüm sepetine
takılmadı o. Demek ki aşağısı daha genişmiş onun.
Onun üzerine fakat içinden bir tane güğüm
çıktı. İşte şurada salonda dururdu güğüm. Ondan sonra sanata çok meraklı,
rahmetli oldu bir çocuk vardı. Bizim fakülteye de geldi gittiydi o. Ondan sonra
onun babası bakırcıydı. Subay emeklisiymiş filan fakat bakırcılar çarşısında
dükkânı da vardı. Onun üzerine bir gün bana gelmişti filan o evi boşalttıktan
sonra merdiven altına bir yere tıktıydım o yığını. Bu çocuk gördü onu. ’Ya hoca
o ney’ dedi. Dedim işte ‘hurda bir güğüm suyun içinden çıktı. Kim bilir kaç
sene kuyunun dibinde kalmış’ filan. ‘Ya’ dedi ‘ver onu bana ben sana onu tamir
ettireyim’ falan dedi. ‘Parlatma da yaptırayım’ dedi.
Bunun üzerine güğüm gitti ve epey kaldı onda
bir seneye yakın. Sonra bir gün rastladım dedi ki ’Ya hocam al şu güğümünü’
dedi.’Arabanın bagajında gidiyor geliyor’ dedi. ‘Her yere’ dedi. Onun üzerine
’Ya dedim sende eve bırakıver’ dedim ’ne olacak’ dedim ’evi biliyorsun’ falan.
Sonra bıraktı getirdi. Ondan sonra baktık düzelmiş o ezik yerleri falan. Kapağı
da kopmuştu. Onu da yapmış.
Gayet uzun boylu böyle ince ve uzun olan
değişik tipte bir güğüm yani alıştığımız bildiğimiz güğümlerden değil. Onun
üzerine ’bu güğüm nerenin güğümü’ falan dedim. ’Bu’ dedi ‘eskiden Bursa Mudanya
havalisi köylülerinin kullandıkları bir güğüm’ dedi. ’Başka yerde bulunmaz
Anadolu’nun’ dedi. O bu işin ustasıydı. Sonra bende onu artık kullanmadım tabi.
Salonda dururdu o parlatılmış düzeltilmiş bir vaziyette. Yani kuyuda iyi aransa
epey öteberi çıkacak. Öyle görünüyor. Belki bizim üzüm küfesi de çıkacak
oradan. (Gülüşmeler)
Siz Yeldeğirmeninden ortaokuldayken mi
taşındınız?
Efendim ben aşağı yukarı Lisedeyken taşındık
biz buraya. Önce bir iki yaz geldik. 1939’da babam dedi ki biraz dedi tehlikeli
dedi. O Kadıköy’deki ev. Çünkü dedi tren yolunun tam yanında dedi. Birinci
antre çok yakın buraya çok patlayıcı bomba attılar. Hatta şey yaptılar tren
yolu tahkim için Almanya’dan gelen patlayıcı maddeler oradan vapura yüklenir.
Daha sonra vapurla gelir oradan da trene yüklenir. Oradan da Anadolu’ya sevk
edilirmiş. Onun üzerine biz de buraya geldik.
Daha önce burada Sayfiye Evi vardı. Daha
önceki köşkünüz.
Yalnız fakat oranın bir işte şeyisi vardı.
Hanımlar filan akşamüstü muhakkak çoluk çocuklarını alırlar Haydarpaşa Çayırına
çıkarlardı. Bazıları da bilmezler raylardaki makasların üzerine otururlardı. E
tabi makasta çalışmazdı onlar üzerine oturunca. Tabi makasçı da zor durumda
kalır gelir rica eder ya yapmayın etmeyin oturmayın falan filan diye. Ya şunun
üzerine sacdan bir tane kılıf yapın oturanda bir zarar vermez böylece. Onu da
düşünemez bir türlü Demir Yolları idaresi.
Yani Lisedeyken taşındığınıza göre 1940’lı
yılları buldu mu taşınmanız?
Evet, yani 1939’dan 1940’a geçen kış. Eşyalar
orada duruyordu. Onun üzerine babam dedi ki eşyayı biz arabalara yükleyelim
buraya getirelim dedi. Getirdik. Ondan sonra artık bir daha da dönmedik oraya.
Kiraya verelim dedik. Önce derli toplu kiracılar geldi. Ondan sonra kalite
gittikçe düştü. Öylesine düştü ki bizden evin bütününü 25 liraya bizden kiralıyor adam ondan sonra oda oda 15 liraya 20 liraya
kiraya veriyor.
Ondan sonra öylede bir durum ki bazen işte
kirayı ödediği falanda yok kimsenin. Daha sonra sonra bir iki defa rahmetli
annem gitmiş ben gittim filan ondan sonra bir şey verdikleri yok. Onun üzerine
bakmış sefalet içinde bir odada bir aile oturuyor filan. Çocukları var yeni
doğmuş. Ondan sonra kadının yastığının arasına annem para bırakıvermiş.
(Gülüşmeler) Ya dedi böyle dedi falan derken bir gün kiraya vermeyelim dedik.
Kalsın kilitleyelim dursun. Ondan sonra duruyordu falan derken babam askerdi
benim deniz subayıydı. Sonra bir arkadaşı yanında da bir başka arkadaşını almış
geldi onun üzerine dedi ki ben kefil oluyorum dedi bu arkadaşa dedi evi kiraya
dedi buna dedi kiraya ver dedi.
Bir albay kefil olduğu kişi de. Gayette süslü
falan bir hanımı var. Oğlu var güzel giyimli falan filan. Bunlar geldiler
topluca ricaya. Pekâlâ dedik anlaştık uyuştuk. Daha sonra bunlar taşındılar
eve. Ondan sonra birkaç ay iyi gitti. Arkasından albay galiba Askerlik Şubesi
Başkanıymış bir yerler de. Biraz galiba bir şeyler çevirmiş ondan dolayı
askerlikten ihraç edildi. Ondan sonra Anadolu’da bir yerlerde arazi almış orda
çiftçilik yapıyormuş. Bunun üzerine adama mektup yazıyoruz. Kira yok. Ondan
sonra içerde oğlu oturuyor. Ondan sonra kılığı kıyafeti değişti. Şoförlerle
möförlerle ahbap. Sonra bir gün Yeldeğirmeni taraflarının Kürt fakat gayet
enteresan gece bekçileri vardı. Yeldeğirmeninde harap bir yer olan daha doğrusu
bitirilmemiş bir Rum evi vardı. Harp zamanı inşaatına başlanmış iki kat filan
yapılmış tuğladan fakat öyle kalmış.
Hangi ev nerede acaba hocam?
Efendim o Yeldeğirmenine saptıktan sonra
sağdan diğer bir yol daha gelir ve Yeldeğirmenine kavuşur o yolun köşesindeydi.
Bir ev tuğladan, yarım kalmış bir bina. Onun üzerine onun alt katını işte
üzerini filan biraz kapamışlar. Ailecek orada otururlardı. Şöyle heybetli bir
adamdı. Şöyle kalın sesli falan esmer.
Ondan sonra o buraya eve geldi.’Aman beyim’
dedi ‘orası sizin ev bir felaket’ dedi. ’İçinde barınanlar yatanlar kalkanlar
rezalet’ dedi. ’Yani mahallelide şikâyet ediyor’ dedi ‘biz de illallah dedik’
filan ’bir ilgilenin orayla’ dedi.
İkinci
Bölüm Sonu. Devam edecek..
ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN EYLÜL 2018
Blogumdan
yazı yayınlayanların üst satırdaki ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN imzasıyla
yayınlamaları gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder