15 Haziran 2025 Pazar

 Köşe Yazısı

BABALAR

Yazar, annelerin güçlendiğini babaların sessizleştiğini yazıyor. Anneler babalık görevlerini de yapıyorlarmış artık. Sonra da bir uzman psikologla yapılan röportaj var. Otoriteyi ele alan anneler, babalara baba kimliğini öne çıkarabilmeleri için destek vermeliymişler.

Sevgili dostlar yukarıdaki satırlar bir gazetede okuduğum yazıdan alıntıdır. Tabii yazarın da yazıda bahsedilen uzman psikoloğun da kadın olduğunu yazmama gerek yok.

Babalar Gününde Babalar Günü yazısını bir kadın yazar yazıp içerideki ek  “bilimsel bilgilenmeyi” de bir kadın psikolog yapıyorsa...

Anne kadındır, baba erkektir halbuki.

Savaş olur. ‘Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar öldü’ denir. Erkekler?.. 'Onlar zararlı süne yaratığıdır. Üzülmeye değmez.' diyecekler de utanıyorlar sanırım. 

                                                             Oğul ve Baba.

Neyse. Babalara geleyim.

Onlar evin direğidirler. Sakın ‘Hadi canım?’ filan demeyin. Babalar evin ve evdeki kişilerin her birinin her sıkıntısını çözmeyi doğal görevleri kabul etmişlerdir. Yaptıkları işi yürümek, konuşmak gibi o kadar sıradan kabul ederler ki değil anlatıp-analtılıp poh pohlanmak, kendilerini kendi akıllarına bile getirmezler. Ailesinin geçimi, konforu, mutluluğu tamamen onların üzerindedir. Bunlar için maddi-manevi her şeyi yapmak zorunda olduklarını bilirler. Onların programı öyle ayarlanmıştır. Öne çıkmazlar. Aksine hep diğerlerini öne çıkarırlar. Amaçları diğerlerinin mutlu olmasıdır. Abartmıyorum. Gerçekten böyledirler. O zaman ‘Oh be’ derler keyifle.

Bir baba işte çalışmasıyla övünebilir mi? Pekiyi ‘Ben artık sıkıldım. İşi bırakıyorum’ diyebilir mi? Babalık fıtratında yoktur ki böyle şeyler. Dedim ya… Programları öyle  programlanmış. Her şeyi yapar hiçbirşey yapmamış görünme maharetindedirler onlar.

Bakmayın siz medyada hep kötü babaların haber yapılmasına. Az olan şeyler haber değeri taşır. Gerçi medyadaki erkek sayısı da eser miktardadır ya.

‘Baba üzülmez ve de ağlamaz’ denir hep. Öyle bir üzülür ve de ağlar ki… Ama yalnızken. Aileye zayıflık duygusu vermek istemez. O sebepten onlara ‘duygusuz’ denir bir de.

Dede olurlar. Bu sefer çocuklarının yanında torunlarını da düşünürler. Ama torun onların duygularının dışa taşmasını sağlar. Dedeler zaman zaman üzüntü ve sevincini belli edebilirler.

Babasız kalmak bir çocuğa öyle bir koyar ki… Evin maddi-manevi ana direği yok olur çünkü. Bu anlamda şehit çocuklarının asla yalnız bırakılmamaları gerektiğine inanıyorum. Onların babaları kahramandırlar. Vatan için, millet için ölmüşlerdir.

Babalar, Babalar Gününü filan pek takmazlar aslında. Onlar işlerine yani görevlerine bakarlar. Eski yıllardan birinde okumuştum. Babalar Gününde daha çok hediye alınıyormuş. Farkında bile değildirler halbuki. Öyle  bir beklentileri yoktur. Onlar sadece ailelerini önemserler.

Ne olur babaların babalığını tartışmayın. Ne olur babaları ve günlerini erkeklere yazdırın. Ben de yazımın başlığını Babalar değil Babalar Günü koyacağım o zaman.

Tüm babaların Babalar Günü kutlu olsun... Aramızda olmayanları ise rahmetle analım ve onlara birer fatiha okuyalım...

ARİF ATILGAN 2025 HAZİRAN

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/06/yazs-babalar-yazar-annelerin.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/babalar


11 Haziran 2025 Çarşamba

 İskeleler

ORTAKÖY İSKELESİ

Ortaköy, Beşiktaş ilçesine bağlı 9121 nüfuslu bir mahalledir. Güneyinde Beşiktaş kuzeyinde ise Arnavutköy iskeleleri bulunur. Adı antik çağda Arkheion (Argion), Bizans döneminde Ayios Fokas imiş. Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlayan yerleşim dere vadisinin ortasında olduğu için buraya Ortaköy denmiş.

Ortaköy’deki Hüsrev Kethüda Hamamı (1565) ile Yahya Efendi Türbesi (1571) Mimar Sinan’ın eserleridir. Ortaköy veya Mecidiye Camii (1853), Ayios Fokas Kilisesi, ETZ Ahayim Sinagogu birbirine çok yakın dini binalardır. 1871 yılında Çırağan Sarayı yapıldığında bölgede artan nüfus dolayısıyla derenin iki yanına duvar yapılır.

Çırağan Sarayı 1910 yılında yanmış. Uzun yıllar Beşiktaş için Şeref Stadı olmuş. 1980’lerde otel yapılmış. Feriye Saraylarında ise bugün Kabataş Lisesi ve Galatasaray Üniversitesi bulunuyor.

1800’ü yılların sonlarında 2. Abdülhamid, Naime ve Zekiye isimli kızlarını evlendirir. Onlara burada birer yalı verir. Daha sonra evlenen 5. Murad’ın kızı Hatice’ye de yine burada bir yalı hediye eder. Ortaköy Camii yakınında olan Naime Sultan ile Hatice Sultan yalıları Çifte Saraylar adıyla anılır. Çevreleri de aynı adla anılır. Zekiye Sultan Yalısı daha kuzeyde olup 1940 yılında yanmıştır. Onun yanına Lido Oteli yapılmış. Otelin önünde ülkemizin ilk yüzme havuzu yapılmıştır. 1964 yılında eski Genel Kurmay Başkanı Ragıp Gümüşpala bu otelde ölmüştür. 2002 yılında tesis Reina isimli gece kulübüne dönüştürülmüş.

İskeleye gelirsek…

1851 yılında ilk iskele Abdülmecid Camii’nin üst tarafına ahşap olarak inşa edilir.

1889 yılında çürüyen iskele kazıkları değiştirilir. Isınmak için kömür sobası kullanılmaktadır.

1909 yılında yıkılarak Abdülmecid (Büyük Mecidiye veya Ortaköy) Camii’nin güneyine yenisi inşa edilir.

                                                                        İskele

1910 yılında saat konulur.

23 Mart 2002 tarihinde beton kazık sistemiyle yenilenir.

İskelenin tüm alanı 202.95 m2’dir. Yolcuların bölümü 166.55 m2, büro kısmı 22.88 m2’dir. Yanaşma yeri uzunluğu 10.30 m, su derinliği 8.75 m, denizden ortalama yüksekliği 0.90 m’dir. Galata Köprüsü’ne uzaklığı 3.2 deniz milidir. (Yaklaşık 5.92 Km.)

                                                         İskelenin Havadan Görünüşü                                                      

1970 yılında 1. Boğaz Köprüsü projesi içersinde derenin üzeri kapatılır. Oluşan caddeye Dereboyu Caddesi adı verilir.  

                                                  Derenin Caddeye Dönüşümü

1970’lerin ikinci yarısı… Ortaköy’ün merkezi yerleşimi yol ile deniz arasında kalan bölümdür. Buradaki ahşap evlerden birinde iki kardeş olan arkadaşlarım otururdu. Bazen Bostancı’da balık tutar, diğer arkadaşlarla birlikte onların evinde toplanırdık. Ailesini rahatsız etmemek için biz çatıdaki Cihannüma’da oturur, rakı-balık yapardık geç saatlere kadar. Bir gün demişti ki arkadaşım “Buradaki evler tek tek satın alınıyor”. Şaşırmıştık. “Olur mu? Sanmam.” filan demiştik. Ama bir süre sonra tüm alan değişivermişti. Her taraf iskan fonksiyonundan ticaret fonksiyonuna dönüşmüştü. Yeme-içmeci ağırlıklı bir alan olmuştu güzelim boğaz mahallesi yerleşimi.

Ben İstanbul aşığı bir insan olarak çok üzülüyorum. Doğanın kanunu olarak tabii ki insanlar değişecek. Ama yerleşimler değişmemeli. Yıllar sonra da gitseniz bir semte, aynı yapılarda aynı yaşamı görebilmelisiniz.

Değişen kent parçaları sebebiyle bir süre sonra hafızasız bir toplum olacağız.

ARİF ATILGAN 2025 HAZİRAN

https://atilganblog.blogspot.com/2025/06/ortakoy-iskelesi-ortakoy-besiktas.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ortak%C3%B6y-i-skelesi

 

 

 

 

 

 


5 Haziran 2025 Perşembe

 Köşe Yazısı

ESKİ VE YENİ TATİLLER

1950’li ve 1960’lı yıllar… Mayıs ayı sonunda okullar tatile girer, eylül ayı sonunda açılırdı. Haziranda bitirme sınavları, eylülde bütünleme sınavları olurdu. Ayrıca o yıllarda ilkokulda da ortaokulda da lisede de son sınıflarda bitirme sınavları yapılırdı. 4 aylık bir yaz tatilimiz olurdu. Şehirler tenha olduğu için mevsimler hakkıyla yaşanırdı. Yaz mevsimi de haziranda başlamış olurdu.

İstanbul’un nüfusunun 1-2 milyon olduğu yıllar... İstanbullular tatile gitmezdi. İstanbul’a tatile gelinirdi. Zaten tatil dendiğinde başka bir şehirde yaşayan yakınlarınızın yanına konuk olmak gelirdi akla. Deniz tatili İstanbul’da yapılırdı.

Biz 1-2 hafta Yalova’ya Hacı Mehmet Köyü’ndeki akrabalarımıza giderdik. Annem ve Babaannem için Termal yanındaki Gökçedere köyünde pansiyon tutulur. Onlar 1 hafta Termal’de hamama giderlerdi. Halk Hamamlar derdi zaten kısaca. Biz çocuklar da Köyde kalırdık. Elektrik, su, vasıta yok. Tuvalet ise bahçenin ucunda etrafı dallarla çevrilmiş bir kabin. Ama doğa müthiş. Ağaçlar, hayvanlar vs.

İstanbul’da plajlar vardı. Paralı ve parasız olanlar… Paralı olanlar Moda, Fenerbahçe, Caddebostan, Suadiye vs. Parasız olanlar çakıllık Zağraf, kumsal Kalamış ve boş sahiller. Kurbağalıdere'den sandal da kiralayabilirdiniz. Kalamış İskelesi’nin merdivenlerinden de girebilirdiniz. Ben paralı-parasız plajlardan da, DDY kampından da, Haydarpaşa dalgakırandan da her yeri kullanmıştım.

                                                            Fenerbahçe DDY Kampı

1970’li yıllarda okulları bitirince arkadaşlarımızla satın aldığımız ortak sandalımızla Bostancı’dan ve daha birçok yerden denize girdim.

1975 yılında işe girdim. İlk defa o yıl tur şirketiyle tatile gitmek olduğunu öğrendim. Bir erkek bir de kız arkadaşım gitmişti ayrı zamanlarda. Tesadüf ikisi de Marmaris’e gitmişti. Şimdi var mı bilmiyorum. Duru Turizm vardı o yıllar…    

1979 yılında evlendim. Balayına İzmir Efes Oteli’ne gittik. Ama şehir sıktı bizi. Oradan Bodrum’a geçtik. Sıkı durun. Bodrum sadece denizden sonraki tek sokaktı. Minik beyaz evleri, lacivert denizi vs. Zeki Müren’in evi bayağı dışında idi. Zaten O da akşam serinliğinde kalenin oradaki meydana gelir kaldırımda oturup çevresiyle geyik yapardı. Oradan Marmaris’e gittik. 3-5 katlı oteller vardı. İstanbul’daki Sirkeci otellerine benzetmiştim. Bir otel bulduk yeni yapılmış. Son katı tamamlanmamış, sezonu kaçırmamak için bina bitmeden açılmış. Yine sıkı durun. Harem-Selamlık vardı.   

1980’ler… İstanbul’da Suadiye Plajı’na giderdik. Sonra kıyılar doldurulunca Sedef Adası’na ve sonunda Kınalıada’ya gitmeye başladık. Bir ara Şile, Ağva, Riva’ya gittik… Yani İstanbul’un her kıyısından denize girdim. Girerdik. Bu arada  tur şirketleri çoğalmaya  ve gazetelerde gezi ilanları çıkmaya başlamıştı.

Kıyılarda deniz  dolduruluyor ve de kanallar denize akıtılıyordu. Gelişiyorduk hem de. Artık insanlar yaz tatilinde şehri terk etmek, bir yerlere gitmek istiyordu. Bu ihtiyacı karşılamak üzere kurulmuş olan tur şirketleri de palazlanıyordu. Yeni bir tatil kültürü oluşuyordu. Bir yerlere gitmek şeklinde.

Tatil nedir?

Bana göre insan yaşamındaki değişiklik. En belirgini yer değiştirmek. Yani bir yerlere gitmek. Aslında aynı yerde kalarak ama yaşam şeklini değiştirerek te tatil yapılmış olunabilir. İşe gitmeden evde tembellik yaparak örneğin. Veya hep yaptığını yapmamak gibi. Sonunda beynin ve vücudun dinlenmesini sağlamak.

Eskiden İstanbullu İstanbul’da tatil yapardı. Bugün İstanbul’da tatil yapmak imkansız. Deniz yok. Daha doğrusu var da içine girmek için yok. Ayrıca İstanbullular İstanbul’da deniz olduğunun farkında değil haline sokuldular. Başka şehirdekilerin de onlardan pek farkı yok. Kimse kendi şehrinde yaşamıyor artık. Turizm turistik şehirleri başkalarının zapt etmesine sebep oldu. Halbuki turizmin amacı insanların gittiği yerlerde ora insanlarının yaşamını görmek ve olabildiğince onlar gibi yaşamak olmalıdır. Örneğin Bodrum’da Pazar yeri kurulurdu merkezde Bodrumlular kendi yetiştirdikleri ürünleri satardı. Şimdi Bodrum’da Bodrumlu var mı?

Uzun yıllar oldu. Bodrum başta olmak üzere bilindik tatil yerlerine gitmiyorum. Kendi gibi olan yerleri bulmaya çalışıyorum. O tip yerler de hızla azalıyor.

Tatilin şekli değişti. Kabul ediyorum. Ama İstanbul’un değişimini kabul edemiyorum. İstanbullu da değişti çünkü. Burada yaşayanlara deniz unutturuldu. Vapurda bile insanlar denizin üzerinde olduklarının farkında değiller. Zaten vapura da binmiyorlar ve zaten binecekleri vapur da yok. Metro var artık. Bineceğin durakta yer altına in ve ineceğin durakta yer üstüne çık. Köstebekler gibi.

Eski İstanbul bitti. Kabul. Ama İstanbul tatili ciltlere sığmaz aslında…

ARİF ATILGAN 2025 HAZİRAN       

  https://atilganblog.blogspot.com/2025/06/yazs-eski-ve-yeni-tatiller-1950li-ve.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/eski%CC%87-ve-yeni%CC%87-tati%CC%87ller