21 Aralık 2024 Cumartesi

 İstanbul İskeleleri

BEYKOZ İSKELESİ

Es­ki ta­rih­ler­de Bey­koz, bey­le­rin ve pa­di­şah­la­rın av köşk­le­ri­nin bu­lun­du­ğu bir çev­re imiş. MÖ 700’lü yıl­lar­da bu­ra­da ya­şa­yan Trakların kra­lı­ Ami­kos’un adıyla anı­lmış. 1402 yı­lın­da Yıl­dı­rım Ba­ye­zit ta­ra­fın­dan Os­man­lı top­rak­la­rı­na ka­tıl­mış­. Bu ta­rih­ten son­ra Ko­ca­eli bey­le­ri­nin ika­met et­me­si do­la­yı­sıy­la, “bey­le­rin kö­yü” an­la­mın­da, “bey” ve Fars­ça “köy” de­mek olan “kos” ke­li­me­le­ri­nin bir­leş­me­siy­le “Bey­kos” adı­nı al­mış­tır. “Bey­kos” da­ha son­ra “Bey­koz” ola­rak dil­le­re yer­leş­miş­tir. Günümüzde İstanbul’un ilçesidir.

Cumhuriyet dönemindeki yerleşim üç fab­ri­ka ile oluş­muş­tur. Bey­koz De­ri ve Kun­du­ra Fab­ri­ka­sı, Pa­şa­bah­çe Te­kel Fab­ri­ka­sı ve Pa­şa­bah­çe Cam Fab­ri­ka­sı.

1812 yılında Beykoz’da deri imalathaneleri kurulmuş. Basit atölyeler zamanla gelişmiş, çeşitlenmiş ve 1933 yılında Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası haline gelmişler.

1900’lü yılların başında Paşabahçe’de mum üretimi yapan bir tesis 1922 yılında alkollü içki üretimine başlamış. 1933 yılında bu tesisi devlet satın almış ve Paşabahçe Tekel Fabrikasını kurmuş.

Osmanlı döneminde kent içerisindeki cam atölyeleri yangın tehlikesine karşı Paşabahçe’ye aktarılmış. 1934 tarihinde de Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası kurulmuş.

Üç fabrikanın işçileri boğaz vapurlarıyla işe gelip-gidiyorlarmış. Daha sonra Beykoz civarına taşınmayı tercih etmişler.

Bu iş­çi­le­re ka­mu ida­re­sin­de ça­lı­şan­lar­la es­naf da ka­tıl­dı­ğın­da Bey­koz’da 15-20 bin ki­şi­nin ça­lış­tı­ğı tes­pit edi­le­bi­lir. Onların bak­tı­ğı ai­le fert­le­ri ile 80-100 bin ci­va­rı insanla1980 yı­lı­na ka­dar ge­linmiş. Nüfus 2000’li yıl­lar­da 216 bin­le­re ulaş­mış­tır.

2000’lerden sonra burada bir dönüşüm gözlenmektedir. Önce üç fabrika kapatılmış. Sonra da yeni yapılan lüks konutlara zengin kesimden insanlar taşınmış. Eskiler ise semtlerini terk etmek zorunda kalmışlar.

Beykoz’un en bilinen yeri padişahların av alanı olduğu için Hünkar Çayırı denilen 38 Bin Metrekarelik Beykoz Çayırı’dır. Aslında çayır  ortadan geçen bir yolla bölünmüş. O yolun adı Yarbay Yukichi Tsumura Caddesidir. O, 1. Dünya Savaşı sırasında Sibirya’da esir tutulan 1012 Türk askerini, komutanı olduğu Heimei-maru isimli gemisi ile kurtaran Japon komutandır.  Caddenin üst kısmına sonraki yıllarda tesisler yapılmış.

Çayır, Hünkar İskelesinin arkasında olduğu için bu adı almış. Burada 1833 yılında Osmanlı-Rus İmparatorlukları arasında yapılan anlaşmaya Hünkar İskelesi Anlaşması denir. Hünkar İskelesi, Hünkar Kasrının denize açılan kapısına denir.

Ayrıca Ahmet Mithat Efendi Yalısına da küçük kayıklar yanaşırmış.

1851 yılında Şirket-i Hayriye tarafından ilk iskele bugünkü yerine ahşap olarak inşa edilmiş.

1890 yılında bu iskele yetersiz kalınca Kirkor Kalfa tarafından yeni iskele yapılmış.

1903 yılında aynı iskele yine Kirkor Kalfa tarafından tamir edilmiş.

1989 yılında iskelenin ahşap ayakları ve binası betonarme yapılmış. Bina ahşap kaplanmış.

2002 yılında yıpranan ahşap kaplamalar yenilenmiş.

Beykoz İskelesinin köprüden uzaklığı 9.45 mil (17.5 kilometre) olup posta vapurları buraya 55 dakikada ulaşırlar.  

İskelenin tüm alanı 513.45 m2, yolculara ait açık alan 321.45 m2, yanaşma yerinin uzunluğu 16.30 metre olup su derinliği 6.50 metreyi bulmaktadır. Denizden ortalama yüksekliği ise 1.30 metre civarındadır.

Beykoz İskelesi

1970’li yıllarda araba sahibi olmuş, Boğaz Köylerini gezmeye başlamıştım. Beykoz’un çayırını, paça çorbasını ve cevizini merak ediyordum. Çayır gerçekten büyük bir yeşillikti, içtiğim çorbayı beğenmiştim, ceviz ise ilçe dışında daha çoktu sanki.

                                                 1-Çayırın Tesis Yapılan Kısmı, 2-Yarbay Yukichi Tsumura Caddesi, 3-Beykoz Çayırı, 4-Ahmet Mithat Efendi Yalısı, 5- Bugünkü Beykoz İskelesi, 6-Hünkar Kasrı        

Pek kimse bilmez. Beykoz’un dalyanlarında tutulan kalkan balığı ünlüdür. Dalyanlar denizdeki geniş bir alana direkler arasına ağ gererek kurulur. Ağın etrafına dikilen direklerin en az birinde gözetlemeci nöbet tutar. Dalyana balık sürüsü girdiğinde diğerlerine işaretle haber verir. Sonra ağ kapatılır ve balıklar sandala alınır.

Bu konuyu araştırırken medyada bir haber okudum. Boğaz kenarlarında denizde tapulu alanlar olduğu fark edilmiş. Bu alanlar dalyan kurulan alanlardır. İstanbul’dakilerin bir kısmını bilirim. Çoğunluğu boğazdadır ama başka kıyılarda da vardı. Örneğin Fenerbahçedeki Dalyan semti adını oradaki dalyanlardan almıştır.

Nereden nereye… Beykoz İskelesi derken dalyanlara kadar geldik. Bir başka iskele hikayesinde buluşmak dileğiyle…

ARİF ATILGAN 2024 ARALIK

https://atilganblog.blogspot.com/2024/12/iskeleleri-beykoz-iskelesi-eski.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/beykoz-i%CC%87skelesi%CC%87


 Not: Alttaki yazıdan buradaki dönüşüm öğrenilir.
 DÖNÜŞEN BEYKOZ
https://atilganblog.blogspot.com/2014/01/donusen-beykoz.html

 


10 Aralık 2024 Salı

 Köşe Yazısı

KENTTEN KÖYE GÖÇ

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/i-stanbul-a-ta%C5%9Fra-etki-si

https://atilganblog.blogspot.com/2015/06/kentmektuplar-varoslar-arif-atlgan.html

https://atilganblog.blogspot.com/2014/08/fikirtepe-arif-atlgan-1950-ylndan.html

Üstteki LİNK’lerde İstanbul’daki gecekondulaşmanın yani Köyden Kente göçün öyküsünü anlatmıştım. Bu yazıda ise Kentten Köye göçü anlatmak istiyorum.

2020’lerden sonra…

Dünyayı saran covid salgını dolayısıyla 2020 Mart ayı ile 2021 Nisan ayı arasında sokağa çıkma yasağı getirilmişti. O dönemde bazı kişiler yazlıklarına gittiler. Oralarda zaman geçirmeyi tercih ettiler. Bazıları devamlı kaldılar. Kentin kalabalığından uzak olmanın tadını almışlardı.

Öteden beri kentten köye göç olacağını düşünüyordum. Nitekim bu yıl bazı medya yayınlarında düşündüğüm şeyin gerçekleşmeye başladığını okudum. Kentlerde yaşayanlar kalabalıktan ve pahalılıktan kaçıyorlardı. Kentte yaşamak zordu artık. Sadece mali bakımdan değil sosyal bakımdan da zordu. Eski komşu, arkadaş, esnaf yoktu artık. Herkes her yerde zaman geçiriyordu. Zira kentin bir ucundan kolaylıkla diğer ucuna gidilebiliyordu.

Bundan 50 yıl önce Kırdan Kente göç yaşanmıştı. Bu bilerek ve yöneterek gerçekleştirilmişti. Yazının başındaki LİNK’lerde bunu anlattım. Şimdi ise tersine göç oluyor. Herkes bilmelidir ki bu da bilerek ve yöneterek gerçekleşiyor. Günümüzdeki köylerde su, kanal ve elektrik var. Hatta doğalgaz bile var çoğunda. Üstelik oralarda inşaat yapmak için belediyeden ruhsat alınmıyor. Muhtarlıkla hallediliyor işler. Dolayısıyla imar durumu vs olmadan yapılan binalar eski gecekonduların moderni gibi oluyor. Bakın bakalım köylere… Gelişmiş gecekondu mahallesi gibiler. Bu durum yetkililerin ilgisi veya ilgisizliğiyle ilgilidir. Benim ilgim başka…

Günümüzde Bir Köy

İstanbul’u örnek alalım.

1950’lerde başlayıp 1980’lere kadar süren köyden kente göç İstanbul’da varoş dediğimiz yerleşimler oluşturmuştu. Daha sonra Tapu Tahsis Belgesi ve imar durumu verilmesi ile tüm gecekondu alanları imarlı yerleşimler haline sokuldu. İstanbullu veya kentli denilen sınıf yok oldu. Kentli-Köylü denebilecek bir topluluk oluştu. Bu yeni insan kitlesi bugünlere geldi. Amaç onları eğitmek ve gerçek Kentli sınıfı yaratabilmek olmalıydı bence. Yani kendi hakları kadar başkalarının haklarını da bilen ve koruyan insanlar olabilmek.

Ama ne yapılıyor?..

Kentte yaşamayı zorlaştırarak o insanlar köylere gönderilmek isteniyor. Çünkü İstanbul değerleniyor. Buraları yeniden planlanacak. ‘Koruma’ amacı yerine ‘yenileme’ hatta ‘yeniden inşa etmek’ tercih edilecek. Bunun bahanesi de hazır zaten. Deprem beklentisi dolayısıyla Kentsel Dönüşüm yapmak. Yani insanın kanının değiştirilmesi gibi bir şey... Kentin kanı ise orada yaşayanlardır.

Köylerde neler olacak pekiyi?

Öncelikle şunu bilmeliyiz. Köydeki yaşam kentteki gibi değildir. Örneğin mesai saati yoktur. Siz inekleri veya koyunları çayıra otlatmak için götürdüğünüzde mesai saatim doldu diyerek dönemezsiniz. Sığırlar gün batımına kadar otlarlar. Dönüldüğünde önce sütleri sağılır sonra sabaha kadar istirahat etmeleri sağlanır. Koyunlar ise akşam sağılır, gece tekrar otlamaya çıkarılır dönüşte sabaha kadar istirahate bırakılır. Sabah önce sağılır sonra otlamaya çıkarılır. Tarım vs de kendine özeldir. Bunlar köylere özel şartlardır. Siz kentliyi köye soktuğunuzda oradaki düzen bozulur. Nitekim kentten gelenlerin yoga, spor, etkinlik vs anlamında başka faaliyetlerle ilgilendikleri yazılıp çizilmektedir. Köylü giderek onlara uyacaktır. Dolayısıyla köy hayatı bitecektir. Ve… Köylü-Kentli bir sınıf oluşacaktır.

Ayrıca kırlık alanlarda fabrikalar, OSB’ler yapılması da bu dönüşümü hızlandırmaktadır.  

Nitekim… Köylerin kaçak yapılarla dolmaya başlaması buraların artık köy değil mahalle konumuna girdiklerinin göstergesidir. Yöneticiler de bir süre sonra bu durumu kabul edecek ve resmiyete dökeceklerdir. Sonuçta köyler tükenecektir.   

Son yıllarda herkes D vitamini satın almaktadır. Bedava D vitamini güneşte bulunur. Çayıra çıkmayan yani güneş altında gezip güneş altındaki otları yemeyen hayvanlarda D vitamini olamamaktadır. Ne ette ne sütte ne de yumurta da… Seralardaki sebze meyvede de farklı bir durum yoktur. Neyse… Bu konuyu uzmanlarına bırakalım. Ama bilelim ki zararını hep birlikte göreceğiz.

Elli yıl önce kentlerde oluşturulan Kentli-Köylü insanları kentli yapamadan köylere gönderiyoruz. Bu sefer de köylerde Köylü-Kentli bir sınıf yaratacağız.   

Sonra da İstanbul’a yeni gelenlere İstanbul daha pahalıya satılacak. Ben bunları 25 yıldır söylüyor ve yazıyorum.

Köylere fabrikaların işçi servis araçları yakışmamaktadır. Aksine sığırlar, koyunlar, kümes hayvanları, çobanlar ve traktörler yakışmaktadır. 

İstanbullu köylere gönderilecek… İstanbul’a yeni sahipler gelecek... Başka kentlerde de sırası geldikçe benzer şeyler olacak... Diğer yandan tarım ve hayvancılık fabrikasyon hale sokulacak.

Kent Mücadelesinin dışında Köy Mücadelesi de gerekecek sanırım. Ben başlatmış olayım…

ARİF ATILGAN 2024 ARALIK

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/12/yazs-kentten-koye-goc-httpsarifatilgan.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kentten-k%C3%B6ye-g%C3%B6%C3%A7