30 Ocak 2015 Cuma


Yeldeğirmeni



KIR KAHVESİ SOKAĞI
Arif Atılgan
Öteden beri kentlerin, ilçelerin, semtlerin, sokakların isimlerinin nereden geldiğini merak etmişimdir. Örneğin: Anadolu’daki kasabalarda semt veya sokak ismi olarak Dibek Taşı’na çokça rastlarız. Dibek Taşı çeşitli ebatlarda olabilen içi oyulmuş bir taştır. Bu taşı ortak kullanan sokağın insanları onun içersinde buğday mısır gibi tahıllarını un haline getirirlermiş. Bu bölgelere de genellikle Dibek Taşı ismi verilirmiş.
Bu isimlerin keyfe göre değiştirilmesini hiç doğru bulmam. Aksine o isimlerin koyulma hikâyelerinin aranmasının doğru olacağını düşünürüm.

İşte bu anlamda Yeldeğirmeni’nde Kır Kahvesi Sokağını da merak ederdim. Kentin ortasında Kır Kahvesi nasıl olurmuş diye düşünürdüm. Kır Kahvesi Sokağı İskele Sokağının en üst bölümünü tren yoluna paralel kesen sokaktır. Geçtiğimiz günlerde İskele Sokağının tren yoluna bitişik son parselinde yaşayan bir dostumun bana gönderdiği, pulu düştüğü için tarihini saptayamadığımız ancak 1800 lü yılların son çeyreğine ait olduğunu tahmin ettiğimiz bir krokili tapu merakımı giderdi.

                   Kır Kahvesi Sokağı Ve Kır Kahvesinin Bulunduğu Yerin Bugünkü Durumu

İskele Sokağının tren yoluna dayandığı noktada, sağdaki evin arsasının 1800 lü yılların son çeyreğindeki tapusu idi bu. Ev sahipleri tarafından Osmanlıca yazıları çevrilmiş olan krokinin üst kısmında bulunan evde ‘Zenci Said Ağanın Menzil ve Bahçesi’, hemen alt tarafında bulunan binada ise ‘Kahvesi’ ibareleri bulunmakta.

a- Zenci Said Ağanın Menzil ve Bahçesi, b- Kahvesi, c-İhsan Beyin Hane Ve Bahçesi, d-Arife Hanımın Arsası, e-Şimendifer Hattı, f-İskele Sokağı

Menzilhaneler Osmanlıda 16. Yüzyıldan itibaren, posta teşkilatının kurulduğu yıllar olan 19. Yüzyıl ortalarına kadar kullanılan bir nevi postacılık teşkilatı imiş. Mektupları atlı görevliler götürüyorlarmış. Onların gittikleri güzergâhlar bölümlere ayrılır, bölümler arasında Menzilhane denilen bir nevi Postane diyebileceğimiz yapılar bulunurmuş. Görevli gelen atlılar burada atlarını ve kendilerini dinlendirirlermiş. Ama en önemlisi getirdikleri postaları gideceği yöreye göre diğerlerine verip kendileri de kendi bölgelerine ait olanları alıp dönerlermiş.

İlk menzil teşkilatının Üsküdar-Kartal arasında kurulduğu, en bilinen Menzilhanenin Üsküdar İnadiyede bulunan olduğu söylenir. Üsküdar’da İnadiye semtine Karacaahmet Mezarlığı arasından inen Gündoğumu Caddesinin eski adı Menzilhane Yokuşu imiş.

Bu anlamda Yeldeğirmeni’nde de bir Menzilhane bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Menzilhanenin yakınında bulunan kahve ise oraya gelenlerin dinlendiği Kır kahvesi imiş. Zaten buradaki evde bugün yaşayan ailenin bir önceki kuşağının fertleri, aile büyüklerinin buradaki Kır Kahvesinden bahsettiklerini söylerlermiş. Yine aynı aile büyüklerinin anlattığına göre bahçede bulunan büyük bostan kuyusu burada geniş bostanlıklar olduğunu belli etmekteymiş. Yani Kır Kahvesi hem belge ile hem de sözlü tarih sohbetleri ile kanıtlanmaktadır.

Menzilhane binasının üst tarafındaki Arife Hanımın arsasına daha sonra Hasan Paşa Köşkü yapılmış. Köşkte yaşayan ailenin oğlu arkadaşımdı. O köşke çok gitmişliğim vardı. Bugün o köşkün yerinde 1970 li yıllarda inşa edilen apartman bulunmaktadır. İhsan Beyin Hanesi yazan parselde de bugün bir apartman bulunmaktadır.

Menzilhane ve Kır Kahvesinin bulunduğu arsada1800 lü yılların sonlarında yeni bir ahşap ev inşa edilmiş. Bugüne kalabilmiş olan o evde Kaynak ailesi yaşamaktadır. Zaten yukarıdaki yazıyı da onlardan aldığım bilgilerden derledim. Yüz yılı aşkın yaşı olan evin özellikle demiryoluyla sınır olan bahçesi insanı günümüz dünyasından koparacak derecede doğal ve sakin.

Kır Kahvesinin Yerinde Olan Yüz Yıllık Ev

Menzilhane oluşumunun 1830 lu yıllardan itibaren posta teşkilatına dönüştüğü bilinmektedir. Bu bilgiden hareketle Kır Kahvesi isminin 1800 lü yılların ilk yarısından itibaren kullanıldığı sonucunu çıkarabiliriz.

Kır Kahvesi Sokağı

Herkes bilsin ki Yeldeğirmeni’ndeki Kır Kahvesi Sokağının yerinde gerçekten bir Kır Kahvesi bulunmaktaymış. Üstelik Kır kahvesi Sokağının en az 150 yıllık, buradaki evin ise en az 100 yıllık geçmişi olduğu belli olmaktadır. 
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI





















Yeldeğirmeni



YAZANSOY AİLESİNİN EVİ
Arif Atılgan
Bugünkü Yazansoy ailesi fertleri benim kuşağımdan insanlar. Uzun süre yaşadıkları Evi dedeleri 1908 (1326) yılında inşa ettirmiş. Ev 1905 yılına ait Goad Planlarında görünmüyor ancak 1938 yılına ait Pervititch planlarında görünüyor.  Aile o yıllarda Eyüp’te yaşıyormuş. Yeldeğirmeni’nin alt tarafında Haydarpaşa Çayırına bakan, tren yolunun bitişiğinde bulunan bu ahşap ev o yıllarda yazlık olarak inşa edilmiş. Üç kat toplam 147 M2 olan evi inşa eden Eyüp Sultan Camii Baş Türbedarı Hafız Ahmed Efendinin babası Osmanlı döneminin ünlü hattatlarından Raşit El-Eyyübi, kardeşi yine Osmanlı döneminin ünlü hattatlarından Halid bin Raşid olması dolayısıyla daha sonra ailenin soyadı Yazansoy olmuş.

Yazansoy Ailesinin Evi

                                             Hattat Raşid Efendinin Nüfus Kâğıdı
Ailenin bugün yaşayanlarının bir önceki kuşağından dinledikleri anılar arasında, Birinci Dünya Savaşı bitimi olan 1918 yılından sonra Haydarpaşa Çayırında kamp kuran kırmızı ceketli İngiliz işgal kuvvetlerinin görüntüleri bulunmakta. Onların bira şişesi kapaklarıyla oyun oyanarlarmış. 1950 li yıllara kadar buraya Eyüp’ten yazlığa gelinmiş. Evde bulunulan bir zamanda babaannenin felç geçirip yatalak olmasından sonra burada devamlı yaşanmaya karar verilmiş ve aile Yeldeğirmeni’ne taşınmış. Aile fertleri ve yardımcıları bu evde yıllarca hep birlikte yaşamışlar.
Yeldeğirmeni’nde yazlık nasıl olur sorusunu bugünkü aile fertleri bile zaman zaman kendilerine sormakta. Hâlbuki o yılların planlarına ve yapılan sözlü tarih sohbetlerine bakıldığında çevrenin tam da yazlık bir yer olduğu belli olmaktadır. Haydarpaşa Garı tarafına yüründüğünde yaklaşık 150MT sonra deniz kıyısına varılıyor. Üstelik kıyı henüz doldurulmamış kumsal durumunda. O yıllarda Kadıköy’ü Üsküdar tarafına bağlayan yol evin aşağısından, tren yolunun altından İbrahimağa üzerinden geçiyor. Evin tam karşısında Haydarpaşa Çayırı ve çayırın ortasından geçen Haydarpaşa Deresi, tren yolunun hemen sağ tarafında namazgâhlarıyla birlikte Saraçlar Çeşmesi ve Ayılık Çeşmesi bulunmakta. 

1905 Goad Planında Henüz İnşa Edilmemiş Evin Yeri

Ayrılık Çeşmesi ile İbrahimağa Camisi arasında bulunan Saraçlar Çeşmesi, arkasındaki kır kahvesiyle ve namazgâhıyla, önündeki akan çeşmesiyle, çeşmenin yalağında yüzen ördeklerle, çeşmeye gelen insanlar ve çeşitli canlılarla seyre değer renklilikte imiş. Hatta buradaki kahvede aynı zamanda doktor olan yazar Süheyl Ünver öğrencilik zamanı olan 1915-1920 yılları arasında ders çalışırmış.

Saraçlar Çeşmesi

Evin sağ karşısındaki manzaranın içersinde bulunan Saraçlar Çeşmesi 1920 li yıllardaki yol yapımında üzeri doldurularak yolun altında bırakılmış. Bugünkü Marmaray’ın yolları ve köprüleri yapılırken alttan çıkarılıp bir yere konsaydı çok iyi olurdu diye düşünüyordum ama tamamen yok edildi maalesef.

Ayrılık Çeşmesi de arkasındaki namazgâhı ile aynı canlılıkta imiş belli ki. Bugün sadece gövdesi duran Çeşme yolların arasında sıkışmış kalmış. Namazgâhı ise arkasında adeta yok olmuş durumda.

Evin Bugünkü Hava Fotoğrafında Yeri

Aile fertleri önlerindeki Haydarpaşa Çayırı Caddesinin adının Orgeneral Şahap Gürler Caddesi olarak değiştirilmesine tepkililer. Çünkü: Belki de bu şekilde evlerinin yapılma sebebi olan Haydarpaşa Çayırı adı tamamen ortadan kaldırılmış olmaktadır.

Kır Kahvesi Sokağı ile ilgili yazımda bahsettiğim cadde-sokak isimlerinin değiştirilmemesi düşüncemin doğruluğu ortaya çıkıyor. Kent içersindeki isimlerin değiştirilmemesi, yeni isimlerin yeni yerlere verilmesi doğru yöntem olarak kabul edilmelidir. Bugün bile yeni kuşak insanlarına burada bir zamanlar Haydarpaşa Çayırı olduğunu zor anlatabilirsiniz. Hâlbuki Haydarpaşa Çayırı Caddesi ismi halen geçerli olsaydı günümüz insanlarına zamanında burada bir çayırın var olduğu anımsatılmış olacaktı.

Ev uzun süredir kullanılmıyor. Bu sebepten bazı zararlara uğramış. Örneğin: İçerdeki büyük buzlu camlı kapılar ile cumbanın dışındaki Osmanlıca yazılı levha çalınmış. Ayrıca kaldırımlar yapılırken evin mermer alt basamağı sökülüp atılmış. Ancak Ev, ahşap merdivenleri, orijinal helâ taşlı tuvaleti, mutfağı, gömme dolabı ile insana eskiyi yaşatıyor adeta. Ev ile oranlı büyüklükte olan, kuyusu da bulunan bahçedeki meyve ağaçlarının üzeri meyve dolu. Özellikle üç yöne de bakabilmeyi sağlayan cumbası hala sağlam.

Yazansoy ailesinin evi gösteriyor ki 1900 lü yıllarda Yeldeğirmeni semti ama özellikle semtin etekleri olan Kadıköy-Haydarpaşa arasındaki deniz kıyısı ile Haydarpaşa-İbrahimağa arasındaki Haydarpaşa Çayırı tarafı uzun yıllar sayfiye yeri olarak kullanılmış. Renkli ve güzel doğa manzaralı durumuyla, 3 katlı ahşap haliyle, içersinde dört kuşak aile fertlerinin ve yardımcılarının birlikte yaşadığı bir evmiş burası. Bugün artık kullanılmıyorsa da, içersi biraz hırpalanmışsa da, tüm anılarıyla yüz yıldır ayakta durmaktadır Yazansoy’ların evi.
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI

29 Ocak 2015 Perşembe

Yeldeğirmeni



ANKARA HAN (SUNGET APARTMANI)
Arif Atılgan

Çocukluğumun geçtiği Yeldeğirmeni semtinde en beğendiğim bina şimdiki adı Sunget Apartmanı olan Ankara Han’dır. Bu ilginç binanın iç bahçesinde, orada oturan arkadaşlarımla oyun oynamayı çok severdim. Hayatımda hiç han görmemiştim. Han mimarisini filmlerde gördüğüm kadar biliyordum. Ama o apartmanı her zaman, özellikle iç bahçesinde oynarken,  han gibi hissetmişimdir.

                                    Eski adıyla Ankara Han, Yeni Adıyla Sunget Apartmanı

Yeldeğirmeni ile ilgili araştırma yaparken bu binaya da giderek, orada yaşayanlardan binayla ilgili bilgi almak istemiştim. Burada eskiden beri yaşayan bir kişi olduğunu söylediler. O kişiye gittiğimde çocukluğumda o bahçede oyun oynadığım ilkokul arkadaşımın annesiyle karşılaştım. İsmet Teyze yıllar öncesindeki gibi karşıladı beni.. Kendisiyle hasret giderdik.

                                   Sunget Apartmanında Bir Ömür Geçiren İsmet Günsev

1906 Goad Haritalarında bina Schuller-Pedotti Apartmanı olarak görünüyor. Schuller adı o yıllarda yeni açılan Alman Okulunda (Osmangazi İlkokulu) bir profesörün adı. Yani öğretmen.. Pedotti soyadı ise Tuzla’da bir tuğla fabrikasının sahiplerine ait. Muhtemelen bu iki kişi binayı yapmışlar ve Yeldeğirmeni’nde yaşayan Almanlara kullandırmışlar. Haydarpaşa Garında çalışan Alman mühendislerin burayı lojman-misafirhane olarak kullandıkları belli oluyor. Birbirinden ayrı iki eşit blok olması ve bahçede iki müştemilatın olması ortakların binayı ve müştemilatları ayrı ayrı paylaştıklarını belli ediyor.

                                       1906 Haritalarında Schuller-Pedotti Apartmanı

1930 lu yıllarda hazırlanmış olan Pervititch Sigorta Haritalarında Ankara Han olarak gösterilen binanın bugünkü adı Sünget Apartmanıdır. Ön tarafta 3 katlı 2 blok olan apartmanın ortasından blokları ayıran, arkadaki iç bahçeye ve müştemilatlara geçmeyi sağlayan yol bulunmaktadır. Binalara ahşap merdivenlerle çıkılmaktadır. 

                                                Pervititch Haritasında Ankara Han

Binanın arkasındaki iç bahçenin arka sınırında, 2 ayrı müstakil daireden meydana gelen bir müştemilat vardır. Bahçede ise ikisi de tek katlı olan kömürlük ve ortak çamaşırhane–banyo bulunmaktadır. Dairelere sadece WC konmuş, banyo konmamış. İnsanlar banyo ve çamaşır yıkama ihtiyaçlarını bahçedeki ortak banyo-çamaşırhaneyi kullanarak gideriyorlarmış. Buradan anlaşılıyor ki burası ilk yıllar misafirhane, daha sonra devamlı oturulan lojman olarak kullanılmıştır.

Zaman zaman burada yaşamış olan Almanlar veya onların geride kalanları binayı ziyarete geliyorlarmış. O zamanlar Almanlarla ilgisi olduğu ifade edilen Kurt Kiremit Fabrikası sahiplerinin bu binayı yaptığı söyleniyor.

Almanlar gittikten sonra Türkler tarafından satın alınan bina bugüne kadar bu şekilde kullanıla gelmiştir. Bugünkü adı Sunget Apartmanı olan binada oturanların tamamı, İsmet Teyze hariç kiracı olarak yaşamaktadırlar.

Binayı Türkler kullanmaya başladıktan sonra bahçedeki ortak banyo-çamaşırhanede bir gün cenaze yıkamışlar. Bu cenaze yıkanmasından sonra burası bir daha kullanılmamış ve her daire kendi içindeki WC leri banyoya çevirerek konutlarını bu şekilde kullanmaya başlamışlar.

Tren yoluna çok yakın olan binada oturanlar, tren yolu kenarına giderek trenle İstanbul’a gelip giden Atatürk’e el sallarlarmış. Ayrıca Karakolhane Caddesi’nden Haydarpaşa Çayırı Caddesi’ne inen yokuştan özellikle kış mevsiminde kayarak devrilen tramvayları da unutamadıklarını anlatıyorlar.

Komşuluk ilişkilerinin üst düzeyde olduğu o yıllarda bu binanın içindeki komşulukları anlatmaya kelime haznem yetersiz kalıyor.

Apartmanın girişinden arkadaki müştemilata giden yolda 100 yıllık pişmiş tuğlalara basarak yürüdüğünüz, bu nefis binanın çürüyüp yok olmamasını diliyorum.

Yeldeğirmeni Kitabımı yazdıktan sonra İsmet Teyzeyi kaybettik. Bu tip insanların kaybedilmesi çocukluğunuzdan bir şeyleri alıp götürüyor. Onu ve bugün aramızda olmayan diğer semt büyüklerimizi saygıyla anıyorum.
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI





19 Ocak 2015 Pazartesi


Yeldeğirmeni


YELDEĞİRMENİ SİNEMASI (ÖZEN SİNEMASI )
Arif Atılgan

Kadıköy’de ilk sinema ve tiyatro gösterileri Halid Ağa Caddesi’nin yanındaki Mısırlıoğlu ve Zamboğlu Bahçelerinde yapılırmış. Dik yokuş olan Yavuztürk Caddesi’ne çıkarken sol taraf Mısırlıoğlu adında bir Ermeni’ye aitmiş. Bu kişinin ölümünden sonra mirasçıları gelir elde etmek için bahçeyi sinema ve gazino işletmecilerine kiraya vermişti. Halid Ağa Caddesi ve Söğütlüçeşme Caddesi arasında kalan bu geniş alanda Mısırlıoğlu Malikânesi’nin mutfağı ve ahırı sinema olarak kullanılmıştı.

Mısırlıoğlu’nun arazisinin hemen yanındaki Bayramyeri Sokak’tan Altıyol’a kadar olan alan ise Zamboğlu isimli bir Rum bankere aitmiş. Bu alan da Zamboğlu’nun mirasçıları tarafından sinema ve gazino işletmecilerine kiraya verilmişti. Yazlık sinema olarak kullanılan bu alanda, daha sonraki yıllarda Bayramyeri kurulmaya başlanmıştır.

Kadıköy’de ilk sinema binası 1900 lü yılların başında inşa edilen, ilk ismi Febüs olan Apollon Tiyatrosu’dur. 1920 yılında ilk Türk Kadın Tiyatro Sanatçısı Afife Jale’nin sahneye çıktığı bu bina 1930 yılında Hale Sineması ismini almıştır. Hale Sineması 1961 yılında yıkılmış, yerine Reks Sineması inşa edilmiştir.

Apollon Tiyatrosu ile birlikte Kadıköy’de 2 sinema binası daha hizmet vermekteydi. Birisi Kuşdili Çayırı’nda bir müddet Tramvay Deposu, daha sonra İtfaiye Binası olarak kullanılan hangardaki Kuşdili Sineması, diğeri ise Yeldeğirmeni’nde Duatepe Sokağı’nın tren yoluna bitişik kenarındaki Yeldeğirmeni Sinemasıydı.

                                            Özen Sinemasının Eski Orijinal Görünüşü.

Yeldeğirmeni Sineması Duatepe Sokak boyunca, geceleri ışıklı ampullerini yakarak semte renk verirdi. Her ne kadar kitaplarda ahır gibi, hangardan bozma benzetmeleri ile tarif edilse de Yeldeğirmeni Sineması içinde balkonu ve locaları olan bir sinema binası idi.

Yeldeğirmeni, Kuşdili ve Apollon (Hale) Sinemalarını Sroçkin isminde Yahudi asıllı bir Rus işletiyormuş. Sroçkin tasarruf amacıyla tek film makarasını üç parçaya bölerek, matine saatlerini de ayarlayarak tek makara film ile üç sinemada birden aynı filmi oynatmaktaymış. Aralarda film makaralarını bir çocuk koşarak diğer sinemaya yetiştiriyor, çocuk geciktiğinde ise aralar uzayabiliyormuş. Ayrıca o zamanlarda Anadolu Yakası’na henüz elektrik gelmediği için, sinema elektriğini kendilerine ait bir dinamo ile elde ediyormuş. Özellikle Sroçkin sinemayı devrettikten sonra eskiyen dinamo sebebiyle motor sık sık arıza yapar filme ara verilirmiş. Böyle zamanlarda motor dairesinde çalışan genç ise alamadığı haftalığını alabilmek için kapris yaparmış. Seyircilerin yalvarmaları ile alacağının bir kısmını tahsil eden delikanlı arızayı giderir, biraz sonra film tekrar oynamaya başlarmış.

Kısa bir süre Ünlü Sineması, daha sonra Özen Sineması adını alan Yeldeğirmeni Sineması 1970 li yıllara kadar semte hem hizmet hem de canlılık vermiştir. Zamanın en iyi ve en tercih edilen filmleri, sessiz film devrinden başlayarak, bu sinemada sinemaseverlere gösterilmiştir.

1960 lı yıllarda Fenerbahçe Spor Kulübü’nün bazı Genel Kurullarının Özen Sineması’nda yapılması bu sinema ile ilgili anılarım arasındadır.

Yeldeğirmeni’nde büyümüş, bu sinemada Tarzan, Ben-Hur, Susuz Yaz, Senede Bir Gün, Vurun Kahpeye gibi birçok ünlü filmi seyretmiş bir kişi olarak binanın tekrar sinema olmasını o kadar çok isterim ki…

2000 li yıllarda afiş-tabela atölyesi olarak kullanılan bina Kuşdili’ndeki orijinalliğini kaybetmiş Tramvay Müzesi Binasını saymaz isek Kadıköy’ün günümüze kalmış en eski sinema binasıdır. O yıllarda içindeki balkonu bile yerinde duran sinema küçük bir elden geçirme ile tekrar esas işlevine döndürülebilirdi.

Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 2. Bölge Müdürlüğünün mülkiyetinde olan binada 2010 yılında bazı inşaat faaliyetleri olduğunu görmüş ve o yıllarda başkanlığını yaptığım Mimarlar Odası Anadolu 1. Bölge Temsilciliği olarak 5 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna başvuruda bulunmuştuk. Özel bir firmaya kiralandığını duyduğumuz binada kaçak tadilatlar yapılmaktaydı. Bu başvuruda hem inşaat faaliyetlerinin durdurulmasını hem de Özen Sinemasının korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edilmesini talep etmiştik. Nitekim ilgili kurul taleplerimizi uygun görmüş hem inşaat faaliyetlerini durdurmuş hem de 26. 08. 2010/ 2753 Karar Tarih ve No su ile Özen Sinemasını tescil etmişti. Ancak bina kiracının yaptığı tadilatlı şekli ile kalmıştı.

                           Özen Sinemasının 2010 Yılında Yapılan Tadilat Sonrası Görünüşü.

2013 yılında ise bu sefer tescil edilmiş olan binada tekrar inşaat işlemleri olduğu görülmüştü. Araştırıldığında binanın 2012 yılından itibaren Kadıköy Belediyesine ait KASTAŞ'a kiralandığı öğrenilmişti. Bina yapılan tadilat çalışmaları ile yeni bir şekle bürünmüştü.

                           Özen Sinemasının 2013 Yılında Yapılan Tadilat Sonrası Görünüşü

2013 yılından sonra bina TAK ismiyle bazı etkinlik ve çalışmalarda kullanılıyor. Özen Sinemasının eski fotoğrafına ve Pervititch Haritalarındaki planlarına bakıldığında binanın demiryolu tarafındaki kısmının sonradan eklendiği belli olmaktadır.                   

Paris’in Montmartre mahallesinde 1800 lü yılların sonlarında yaşamış ünlü ressam Henri de Toulouse-Lautrec’in atölye olarak kullandığı evi de Özen Sineması gibi mimari değeri olmayan bir binadır. Hatta tarz olarak ikisi birbirine çok benzemektedir. Ancak Lautrec’in evini hiçbir özgüven eksikliğine kapılmadan aslı gibi korumuşlar ve müze yapmışlar.

                                  Montmartre’da Ressam Henri de Toulouse- Lautrec’in Evi.

Özen Sineması en üstte bulunan fotoğraftaki gibidir. Üstteki iki büyük ferforje, üzerlerine gelecek saçak ile altındaki film afişlerini korumak içindir. Giriş katının iki yanındaki küçük pencereler gişeler, üst katın ortasındaki yan yana iki küçük pencere ise makine dairesidir. Eski halini gösteren fotoğraf ile sokulan yeni hali arasında en ufak bir benzerlik yoktur. Bu sinema günümüzde küçük sinema salonlarının arandığı bir dönemde tekrar sinema haline getirilmelidir. Ayrıca tiyatrocuların salon aradığı bir zamanda tiyatro olarak ta kullanılabilinir.

İnanıyorum ki Özen Sineması eski kimliğine kavuşturulacaktır.
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI







  

14 Ocak 2015 Çarşamba


Yeldeğirmeni

 

OSMANGAZİ İLKOKULU (ALMAN OKULU) YANINDAKİ BİNA
Arif Atılgan

Bu bina Alman Okulu’ndan yani Osmangazi İlkokulundan sonra inşa edilmiştir. Ancak iki bina o derece uyumludur ki adeta birbirleriyle irtibatlı duygusu vermektedirler.
 
 
                                            Osmangazi İlkokulunun Yanındaki İlginç Bina

2005 yılında semtteki Rum Ortodoks Kilisesi Papazıyla yaptığım sohbette edindiğim sözlü bilgiye göre, bu binanın üst katı Okulun din adamı için lojman ve alt katı da kilise olarak kullanılmıştı.

1905 tarihli Goad Planını incelediğimizde Okulun var olduğu ancak yanındaki bu bina ile bu binanın yanındaki binanın henüz inşa edilmediği, parsellerinin boş olduğu görülmektedir.
 
                                             1905 Tarihli Goad Planında Okulun Yanı Boş.

1936 tarihli Pervititch Planını incelediğimizde ise her iki parsele binalar yapıldığını, Okulun yanındaki bu binanın okula uygun olarak ön cephesinin parsel çizgisinin gerisinde, bir sonraki diğer binanın ise bütün binalar gibi parsel çizgisinde önde inşa edildiği görülmektedir.
 
                                  1936 tarihli Pervititch Planında Bina Okulla Aynı Çizgide.

Pervititch Planındaki Okulun Planına baktığımızda sanki aydınlık boşluğu yandaki binayla irtibatlı gibidir. Zaten ‘avlu’ anlamında Fransızca ‘cour’ yazmaktadır. Ayrıca Binanın önü Okulun önü gibi boştur.
 
                                             Pervititch Planında Okul Ve Yanındaki Bina.

Yeldeğirmeni’nde Sinagog, Katolik Kilisesi, Ortodoks Kilisesi bulunmaktadır. Protestan Kilisesi yoktur. Hâlbuki burada Alman Okulu vardır ve Almanlar da Protestanlığı akla getirirler. Bütün bu bilgiler ışığında baktığımızda bu binanın alt katı Protestan Kilisesi üst katları da papazların lojmanı olarak kullanılmış olabilir diye düşünülebilmektedir.

Ancak yine de bu konuda herhangi bir belge bulamadığımı belirtmek isterim. Konuya değinmekteki amacım, benden sonraki Yeldeğirmeni araştırmacılarına ilginç bir apartmanı hatırlatmaktan başka bir şey değildir.
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI

 

 

 

8 Ocak 2015 Perşembe


Yeldeğirmeni


OSMANGAZİ İLKOKULU (ALMAN OKULU)
Arif Atılgan
1868 yılında İstanbul’da yaşayan Almanların Galata’da açtıkları Alman Okulu 1896 yılında yakınında bulunan bugünkü binasına taşınmıştı. O yıllarda Anadolu yakasındaki öğrencilerin bu okula gitmeleri çok zordu. Hâlbuki Anadolu yakasında Haydarpaşa’dan başlayan demiryolu inşaatı sonucu kurulan Demiryolu Şirketinde çalışan Alman ve Türk aileler bulunuyordu.  Özellikle Alman mühendis ve mimarların çocukları için o zamanki adıyla Haydarpaşa bugünkü adıyla Yeldeğirmeni semtinde bir okul açılması kararlaştırılmıştı. Açılacak bu okul Yedikule’de açılan diğer okulla birlikte Galata’daki Alman Okulunun şubeleri olacaktı.
1903 yılında Demiryolu Şirketi Yeldeğirmeni semtinde arsa tahsis etmiş ve bu semtte bir okul inşa edilmesi için 2.500TL yardım yapmıştı. Ayrıca Alman Elçiliğinin desteği ile Alman İmparatorluğundan 6.500 mark ve Alman endüstrisinin yardımları ile inşa edilen bu okul 134.000 Marka mal olmuştu. Bu arada Galata’daki okula emeği geçen Osmanlı Bankası Müdürü Wülfing ve Mimar Kapp Von Gülstein’in bu okula da emekleri geçmiş, Alman Lisesinin ek binasının mimarı Schwatlo(w) da projesini ücretsiz hazırlamıştır. Okul 22 Ekim 1903 tarihinde Alman İmparatoriçesinin yaş gününde Alman Büyükelçisinin de katılımıyla açılmıştır. Öğrencileri Alman ve Türk çocuklarıdır. Okulun arsasının tapusu Anadolu Demiryolları Genel Müdürü Edouard Huguen’in üzerine kayıtlıdır.
                                                          1903 Yılında Alman Okulu
Yeldeğirmeni’ndeki Alman Okulu açıldığı ilk yıl 4 sınıfta temel eğitim, anaokulu, 4 öğretmen için lojman ve servis bölümleri fonksiyonlarını bulunduruyordu. Okulun o yıllardaki Vaziyet Planında Ana binasından başka bahçesinde bir de müştemilatı bulunmaktadır. Daha sonraki yıllarda zemin katta biri müdür odası olmak üzere 40 m2 lik 4 adet sınıf ile 25 m2lik 1 adet sınıf, birinci katta 40m2 lik 4 sınıf ile 25m2 lik depo, ikinci katta tek mekân 40m2 lik ana sınıfı, bodrum katta depo, kömürlük vs servis hacimleri oluşturulmuştur.
Günümüzde bahçedeki müştemilat yoktur. Zemin katta müdür odası, müdür yardımcısı odası, 1 öğretmenler odası, ana sınıfı, çok amaçlı toplantı odası, takı-tasarım sınıfı; birinci katta 4 sınıf ve kütüphane; ikinci katta tek sınıf; bodrum katta ise kalorifer dairesi, fen laboratuarı, bilgisayar odası, mutfak, WC ler bulunmaktadır.
                                                       2006 Yılında Osmangazi İlkokulu
Benim Osmangazi İlkokulunda okuduğum 1957-1959 yıllarında bahçedeki tek katlı bina tuvalet olarak kullanılıyordu. Bodrum katta ise kömürlük ve depodan başka okuldaki öğrencilerin başarılı işlerinin sergilendiği bir müze oluşturulmuştu. Bu mekâna benim de tabiat bilgisi dersi için yaptığım basit ama çalışan bir telgraf makinesi işim kabul edilerek konmuştu.
                                                 1959 Yılında Osmangazi İlkokulu 5. Sınıfı
2014 yılının şubat ayında Osmangazi İlkokulundan, öğrencilerle söyleşi yapmak için davet almıştım. Sevinerek Okuluma gittim. Söyleşi yapacağım sınıfa girdiğimde bütün öğrenciler ellerindeki Yeldeğirmeni kitabımı yukarı kaldırarak beni karşılamışlardı.  O gün çocuklarla çok keyifli bir gün geçirdim. Yıllar sonra ilkokulumda böyle bir gün yaşamak beni çok duygulandırmıştı. 
15 Haziran 2014 tarihinde Okulda mezunların katıldığı bir etkinlik yapıldı. Aynı gün Kemal Atatürk Lisesinin de mezunlarının simit-çay etkinliği vardı. Ben Osmangazi İlkokulunda yaptığım konuşmada ‘Aynı sokaktaki ilkokula Osmanlı İmparatorluğunun, ortaokula Türkiye Cumhuriyetinin kurucularının adının verilmesi anlamlıdır. İki okul birlikte düşünülmelidir. Bu anlamda hiç değilse bulundukları İskele Sokağının Osmangazi İlkokulundan yukarısı trafiğe kapatılmalı ve bu bölüm çocuklar için ‘oyun sokağı’ yapılmalıdır. 2015 yılından itibaren iki okulun simit-çay etkinliği de bu sokakta birlikte yapılmalıdır.’ Demiştim. Umarım yetkililer dikkate alırlar.
                     20 Şubat 2014 Tarihinde Osmangazi İlkokulundaki Etkinlikten Bir Görüntü 
Okulun tarihi ile ilgili çeşitli yazılarda 1914 yılında bir süre Söğütlüçeşme’de Ali Şamil Köşküne üç sınıflı, daha sonra Altıyol’da bir binaya beş sınıflı olarak taşındığı notlarına rastlanılmaktadır. Diğer yandan okulun 1902-1914 yılları arasında Gar İnşaatı’ndan artan malzemeler ile inşa edildiği şeklinde bilgiler de bulunmaktadır.
1918 yılında 1.Dünya Savaşı bittiğinde mağlup taraf olan Almanların ülkemizi terk etmesiyle bu okul Osmanlı-İngiliz Mektebi olmuştu. Zira artık Kadıköy’e, özellikle Haydarpaşa’ya İngilizler yerleşmeye başlamıştı. Ancak 1935 yılında diğer tüm yabancı okullar gibi bu okul da Türklere bırakıldı. 1 Türk Lirasının 2-3 Alman Markı değerde olduğu o yıllarda Maarif Vekâleti’nin Almanlardan 35.000 TL karşılığı satın aldığı bu okul daha önce paralı olduğu için ilk Türk Koleji unvanı ile eğitimine devam etmişti. 1940 yılında ise normal okul statüsüne geçerek 11. İlkokul adını almıştı.
1950 yılında Osmangazi İlkokulu adını alan bu şirin eğitim yuvası, bugün de bu isimle eğitim hizmetine devam etmektedir. Yani Okul, eğitime başladığı ilk günden itibaren sırasıyla Almanlara, İngilizlere ve Türklere ev sahipliği yapmıştır.
Okulun bahçeden çekilmiş 1903 yılındaki fotoğrafı ile günümüzdeki fotoğrafını karşılaştırarak bazı yorumlarda bulunmak istiyorum. 1903 yılındaki fotoğrafta zemin kattaki 7 pencerenin boş delik halinde olduğu görülmektedir. Buradan zemin katın o yıllarda başka okullarda da yapılan kapalı teneffüshane olarak planlandığı anlaşılmaktadır. Okulun yeni fotoğrafında ise bu deliklere pencere takılmıştır. Buradan da daha sonra okulun zemin katında sınıflar oluşturulduğu belli olmaktadır. Önceki doğramalar Protestanların da kullandığı tipte Katolik haçı şeklindedir. Yeni pencerelerde ise onlara uygun olmayan doğramalar düzenlenmiştir. Buradan da bu pencerelerin okulun 1935 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne geçmesinden sonra yapıldığı ve doğramaların şeklinin haç şeklinde olmamasına dikkat edildiği belli olmaktadır. İncelediğim okulun eski planlarının da beni böyle bir iddiaya zorladığını açıklamak isterim.
                                2014 Yılında Okulun Bahçesi Ve Farklı Pencere Doğramaları
20/ 07/ 2006 tarihinde İstanbul 5 Nolu Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Kadıköy Kaymakamlığı ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün başvurusu üzerine yaptığı incelemeden sonra Okulu 2. Derece koruma gurubuna alarak,  bakım ve basit onarım yapılması kararını vermiştir. Osmangazi İlkokulu 2013 yılına kadar İstanbul İl Özel İdaresinin mülkiyetindedir. 2013 yılının Kasım ayında Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 2. Bölge Müdürlüğünün Kadıköy Tapu Müdürlüğüne yazdığı bir yazı ile Osmangazi İlkokulu taşınmazının tapusunun Selimi Evvel Vakfı adına tescil edilmesi istenmektedir.
Diğer yandan son yıllarda zaman zaman Osmangazi İlkokulunun öğrenci azlığı sebebiyle eğitime kapatılması haberleri duyulmaktadır. Yüz yıldan fazla bir süredir semtimizde çocukların eğitimine hizmet eden Okulun mülkiyeti üzerinde yapılan değişiklik bir nevi özelleştirilmesi anlamını taşımaktadır.
Günümüzde evlerinden uzaktaki okullara, ders saatinden saatlerce önce evlerinden çıkıp, servis araçlarında uyuklayarak gitmek zorunda kalan öğrenciler bulunmaktadır. Osmangazi İlkokulu gibi okullar bulundukları semtin çocuklarına eğitim verirler. Bu şekilde en ideal ilköğretimin okula evlerinden yürüyerek gidebilen çocuklara verilebileceğinin kanıtıdırlar.
Bu tip yapılar ve içerlerindeki işlevler kentlerin hafızasıdırlar. Onları korumalıyız.
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI


7 Ocak 2015 Çarşamba


Yeldeğirmeni
 


SAİNT LOUİS İLKOKULU
Arif Atılgan

1864 yılında Sultan Abdülaziz’in İstanbul Emiri Emin Paşa’ya verdiği fermanla Moda’da Saint Joseph Kolejinin inşaatına izin alınmıştı. Fermanın kaybedilmesi üzerine 1870 yılında yine Sultan Abdülaziz, Vezir Hüsnü Paşa’ya ikinci bir ferman vermiş ve bu şekilde okul inşaatına başlanmıştı. Saint Joseph Kolejinde eğitim 1870 yılında bugün olmayan ilk ahşap binada henüz inşaat bitmeden başlamıştı. Parça parça yapılan binaların sonuncusu yıkılan ilk ahşap binanın yerine 1895 yılında yapılan taş binadır.

Ancak o yıllarda Kadıköy’ün yoğun yerleşim bölgesi olan o zamanki adıyla Haydarpaşa’daki bugünkü adıyla Yeldeğirmeni’ndeki çocukların Moda’daki okula gidip gelmeleri oldukça zor oluyormuş. Özellikle ilkokul çocukları, henüz ulaşım araçları olmadığından, Moda’ya gidemiyorlarmış. Bu sebepten Hıristiyan ve Musevilerin çoğunlukta olduğu Yeldeğirmeni semtindeki çocuklar için burada Saint Joseph Koleji’nin ilkokul kısmı inşasına karar verilmiş. 1906 yılında Karakolhane Caddesi No:53 te açılışı yapılan bu okulun adına Saint Louis İlkokulu konmuş.
                                                                          


                                                  Saint Louis İlkokulunun Ön Cephesi

Saint Louis İlkokulu 4 katlı oldukça gösterişli bir taş binadır. Arka cephesindeki Taşlıbayır Sokağı’na kapısı açılan geniş bir bahçesi olan binanın, bu bahçeye bakan zemin katı portik şeklinde inşa edilmiş. Bu mekânı öğrenciler yağışlı havalarda teneffüshane olarak kullanıyorlarmış.

        Binanın Saint Louis İlkokulu Olarak Kullanıldığı Yıllarda Arka Bahçe Ve Portikli Teneffüshane.

                   Günümüzde Binanın Arka Bahçesi Ve Kapatılmış Olan Portikli Teneffüshane.

Bu okulların hepsinin içinde veya yakınında kilise olduğunu görüyoruz. Zira bu okullarda misyonerlik faaliyeti de yapılıyordu. Saint Louis İlkokulu da Rum Ortodoks Kilisesi’nin tam karşısına yapılmıştı. Ayrıca yine çok yakınında bulunan Saint Euphemie Fransız Okulu’nun bitişiğinde de Katolik kilisesi bulunmakta idi.

Diğer yabancı okulların tümü gibi bu okul da 1935 yılında eğitimi Türklere terk ederek 12. Mektep adını almıştır.

Yılları konusunda yazılı bulamadığım ancak şifahi aldığım bilgilere göre 1940 yılında Mustafa Kemal İlkokulu olan bina, 1950-1955 yılları arasında İbrahim Ağa İlkokulu, 1955 yılından sonra Yetim Çocukları Yetiştirme Yurdu olarak kullanılmıştı. 1970 li yıllarda Kız Yetim Çocuklar Yurdu, 1990 lı yılların sonundan itibaren Sokak Çocuklarını Barındırma Yurdu, 2010 lu yıllarda Göçmenler Barınma Yurdu, 2014 yılında ise Çocuk Ve Gençlik Merkezi olarak kullanılmaktadır.

Bugün ön cephe girişi iptal edilmiş, zemin kattaki portikli bölüm kapatılarak yemekhane yapılmış olsa da hala eski güzelliğini ve heybetini koruyan bir bina olarak göze çarpmaktadır.

İki yanı bitişik olan bu binanın ön ve arka cephelerinde Hıristiyanlığı simgeleyen art- nauveau süslemeleri, içerisinde ise merdivenleri, yer döşemeleri, kapı ve pencereleri hala orijinal haliyle durmaktadır.

Yeldeğirmeni’ndeki binaların çoğunluğunun cephesinde aynı figürün süsleme olarak kullanıldığı dikkat çekmektedir. Bu figür en belirgin olarak Saint Louis İlkokulunun cephesinde kullanılmış. Bu anlamda bir araştırma yaptığımda bu şeklin eski Mısır Tanrılarına ait Ank denilen anahtara benzediği görülüyor. Eski Mısır’da Ank iki Dünya arasının, Cennetin, ölümsüzlüğün anahtarı gibi çeşitli anlamları olan bir semboldür. Hıristiyanların da bu sembolü kullandıkları bellidir. Bu binada, sanki gül figürü ile Meryem Ana ve alttaki Ank figürü ile O’nun elindeki cennetin anahtarları simgelenmiş gibi hissedilmektedir. Binanın yapılmasıyla ilgili olarak bu anlamda belge bulamadığım için kesin böyledir diyemiyorum. Ancak araştırılmaya değer bir benzerlik olduğuna dikkat çekmek istiyorum.

                                                      Cephe Süslemelerindeki Figürler.

                                                                       Ank

1950 li ve 1960 lı yıllarda Osmangazi İlkokulunda ve Kemal Atatürk Ortaokulunda okurken sınıflarımızda Yetiştirme Yurdundan arkadaşlarımız da vardı. Onlardan Yurttaki çocukların okulu bırakırlarsa 18 yaşında, devam ediyorlarsa okul bitince Yurttan çıkarıldıklarıyla ilgili kural olduğunu öğrendiğimde çok kötü olmuştum. Kendimi onların yerine koymuş, sokakta kalmışım gibi hissetmiştim. Yurtlu çocukların kendi aralarındaki arkadaşlıkları kendilerine özel kardeşlikler gibi idi. Bir de Yurdun Erkek isimli bir köpeği vardı ki semtte Yurtlu çocukları tanır onları korurdu.

Günümüzde Binanın ön cepheden girişinin iptal edilip, arka bahçeden girilerek kullanılması bu tip tarihi binalarda sık karşılaşılan bir kullanım şeklidir. Ancak tarihi binaların kullanımının bu şekilde değiştirilmesi bana göre hoş bir alışkanlık değildir.
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI

   

 

 

 

 

2 Ocak 2015 Cuma


Yeldeğirmeni


RUM ORTODOKS KİLİSESİ VE OKULU (AYİOS YEORGİOS RUM ORTODOKS KİLİSESİ)
Arif Atılgan

2007 yılında, Rum Ortodoks Kilisesiyle ilgili olarak okuduğum yayınlardan başka Kilisenin papazından da bazı şifahi bilgiler almıştım. Bu bilgilere göre 1881 yılında Karakolhane Caddesi’ndeki Kilisenin şimdiki yerinde eğitim veren bir Rum Okulu bulunmaktaymış. Büyük bir ihtimalle okul kilise olarak ta kullanılmaktaymış. Nitekim 1906 yılına ait Goad Planlarında bu bina görünmektedir.

Önce Okul, hemen bitişiğindeki yeni inşa edilen üç katlı cumbalı binaya taşınmış. Daha sonra eski bina, incelediğim yayınlardan anlayabildiğim kadarıyla, 1927 yılına kadar kilise olarak kullanılmış, 1927 yılında ise yıkılıp yerine yeni kilise inşa edilmiş. 1937 yılına ait Pervititch Planlarında da yeni bina görünmektedir.
                                                                                             
                                                             Rum Ortodoks Kilisesi

Bahçesinde 15 mt yükseklikteki demir ayaklar üzerinde bulunan çan kulesindeki çan ise zamanın ünlü çan ustası Samatyalı Zilciyan Usta tarafından dökülmüş ve yerine monte edilmiştir. Kule ilk yapıldığında iki katlı imiş. Ayakları tren rayıdır. Ek yeri yoktur. Har biri tek parçadır.
                                              
                                                         Kilisenin Bahçesindeki Ünlü Çan

Kendine özel kiremit örtülü kubbesi bulunan bu Kilisenin, mozaik tekniği ile yapılmış olan iç duvar süslemeleri ve resimleri ayrıca dikkat çekmektedir. İçindeki vaiz ve despot kürsüleri ise ahşaptır.

                                                                  Kilisenin İç Görünüşü

Okul olarak kullanılan üç katlı binanın altında Garabet’in berber dükkânı bulunmaktaydı. Bu dükkândan yetişen bazı ustalar daha sonra kendileri berber dükkânı açmışlardı. Doğrusu Ben buradaki okul faaliyetini pek fark etmemiştim. Belki bizden eskiler daha net anımsıyorlardır.

                                                       Kilisesinin Yanındaki Okul Binası

Kilisenin içi hala gösterişli halini korumaktadır. Ancak çanının kullanılmamaktan ve bakımsızlıktan çürüdüğü rahatça gözlemlenebilmektedir. Hâlbuki bu çanın çaldığı günleri benim gibi birçok eski Yeldeğirmenli rahatlıkla anımsar.
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI


1 Ocak 2015 Perşembe


Yeldeğirmeni
 
 

HAYDARPAŞA ÇAYIRI
Arif Atılgan

Haydarpaşa Çayırı şimdiki Gar binasından Acıbademe kadar uzanan, içersinde Haydarpaşa Deresi bulunan büyük bir çayırdır. Anadolu Yakasının en büyük çayırı olan bu alanın adının nereden geldiğini araştıralım isterseniz.

Osmanlı Padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman ve Oğlu II.Selim’in her ikisine de sadrazamlık yapmış olan Hadım Haydarpaşa, 1553 yılında bu alana yazlık bir ev yaptırmıştır. Bu evin yapılmasından sonra alan Haydarpaşa’nın Bahçesi diye anılmaya başlanmıştır.

1594 tarihli bir mevacip (ücret) defteri kaydı bu tanımlamayı doğrulamaktadır. Zira bu mevacip defterinde çevreden Bahçe-i Haydarpaşa olarak bahsedilmektedir.

1807 yılında Padişah III.Selim’in yine Haydarpaşa isimli Sadrazamı Selimiye Kışlası inşasında büyük gayret göstermiştir. III.Selim, sadrazamının çalışmalarına karşılık kendisini onurlandırmak amacıyla, bu alana onun adını vermiştir. Yani 1807 yılına kadar Haydarpaşa’nın Bahçesi diye anılan çayır, bu tarihten itibaren resmen Haydarpaşa Çayırı adını almıştır.

Haydarpaşa Çayırı sadece Osmanlının Süvari Birliklerinin talim alanı olarak kullanılmakla kalmamıştır. Burada tarih boyunca birçok sosyal etkinliklerde yapılmıştır.

Çayırın Kadıköy tarafında, şimdiki köprünün başlangıç kısımlarında küçük bir çarşısı bulunmaktaydı. Bu çarşıda bulunan Bomonti Bira Bahçesi daha sonraki yıllarda Moda Plajı üzerindeki Alman Kampı diye bilinen alanda açıldı ve orada ünlendi. Ama maalesef bugün artık orada da yok ve tarihe karıştı.

Ayrıca, Haydarpaşa Çayırı’nda düğünler, panayırlar, eğlenceler ve başta güreş olmak üzere çeşitli spor etkinlikleri yapılırdı.

Örneğin: Sultan Abdülmecid’in oğulları V.Murad ve II.Abdülhamit’in sünnet düğünleri burada yapılmıştır. Düğün çayırın İbrahimağa tarafında Sultan II. Mahmut döneminde (1808-1839) yaptırılan ve kalıntıları yakın zamanlarda ortadan kalkmış olan köşkte yapılmıştır. Ancak Haydarpaşa Çayırı’nda yapılmış ve dünya basınına da konu olmuş olan en ünlü etkinlik Sultan Abdülmecid’in kız kardeşi Adile Sultan’ın 1844 deki düğünüdür. 19 yaşındaki şair Adile Sultan Tophane Müşiri Mehmet Ali Paşa ile evlenecektir. Bu düğünde o zamanlar İstanbul’da bulunan ünlü baloncu İtalyan asıllı Comasgi bir gösteri uçuşu yapacaktır. 7 gün 7 gece sürecek olan bu düğünün en ilgi çekici tarafı da bu uçuş olacaktır zaten.

Comasgi daha önce İstanbul’da iki uçuş yapmıştı. Birincisi yine Haydarpaşa Çayırından olmuş ve Yalova’da bir köye inmişti. Köylülerin şaşkın bakışları karşısında yanındaki Padişah fermanını göstermiş ve bu şekilde bir kayıkla İstanbul’a gönderilmesini sağlamıştı. İkinci uçuşunu Taksim’den yapmış ve Safra köyü isimli bir köye inmişti.

Bu, Comasgi’nin üçüncü uçuşu olacaktır. Comasgi, kendisine gösteri sırası geldiğinde balonunun iplerini çözmüş ve havalanmaya başlamıştır. Havalandıktan bir saat sonrasına kadar İstanbul semalarında izlenebilen Comasgi, daha sonra tekrar yükselmeye başlamıştır.

Ve o günden sonra Comasgi’den hiçbir haber alınamamıştır.
ARİF ATILGAN YELDEĞİRMENİ KİTABI

 



                         Haydarpaşa Çayırında Piknik (Haydarpaşa’da Geçen Yüzyıl kitabı)

                                                             Haydarpaşa Çayırı