8 Ağustos 2025 Cuma

 İskeleler

CADDEBOSTAN İSKELESİ

Caddebostan, Kadıköy ilçesinde 21058 nüfuslu bir mahalledir. Güneyinde deniz, doğusunda Suadiye, batısında Fenerbahçe, kuzeyinde  Göztepe ve Erenköy vardır. Bizans döneminde bir liman kasabasıymış. Osmanlı döneminde bostanlık alanların olduğu bölge. Kanun kaçakları boş alan çok olduğu için buralarda saklanırmış. Bu sebepten Cadıbostanı adıyla anılmış. Cumhuriyet döneminde yerleşim olarak fazlaca kullanılmaya başlanınca Cadıbostanı adı Caddebostan olmuş.

                                                        Caddebostan İskelesi

1910 yılında denize yaklaşık 70 m uzanan iskele yapılır ve işletmeye açılır. Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi şehir hatları işletmesini devralmıştır. 1923 yılında Cumhuriyetin ilanından sonra adı Türkiye  Seyr-i Sefain İdaresi olur. İşletme  Avrupa  ve Anadolu yakaları ile Adalara vapur çalıştırmaya başlar.

Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi'nin İskeleleri (Eski Türkçe Olduğuna Göre 1928 Öncesi)

1926 yılında iskelenin Kadıköy tarafında bir plaj açılır. 1928 yılında plajın iskele tarafında lokantası da olan ikinci bir plaj açılır. Aynı dönemlerde ikinci plajın iskele tarafında kır kahvesi açılır. Burası 1940’lı yıllarda Ayten Gazinosu adını alır. 1950’lerin sonlarında Orhan’ın Gazinosu ve 1957 yılından sonra 1996 yılına kadar Caddebostan Maksim Gazinosu olur.

Maksim adı 19. Asrın sonlarında 20 asrın başlarında yaşamış, türlü maceralar sonunda Türkiye’ye gelip Taksim’de Maxim adında caz kulübü açmış olan Maxim Frederick Bruce Thomas’ın adından geliyormuş. Bu mekan Gazinocular Kralı olarak bilinen Fahrettin Aslan tarafından 1961 yılında Maksim adıyla gazino olarak açılıyor.

Göztepe tarafındaki Cemil Topuzlu Köşkü 1900 tarihlidir. Caddebostan’ın en ünlü eski eseri deniz kıyısındaki 1906 tarihli Ragıp Sarıca Paşa Konağı’dır. Hemen yanında kızına ait Tevhide Hanım Konağı bulunur. Konakların kara tarafında yolun karşı sırasındaki tek katlı taş bina ise yaverlerin oturması için yapılmıştır.

Ragıp Sarıca Paşa Köşkü, Koyda İki Plaj, Maksim Gazinosu ve İskele

Bağdat Caddesi üzerindeki iki camiden bahsetmek istiyorum.  Çınardibi durağındaki Mihrimah Sultan Camii 1560 yılında yapılmış. O zamanlar Hac Yolu olan Bağdat Yolunda... Tarihini bilemediğim bir zamanda cami yıkılıyor ve yok oluyor. Yerinde yazlık Çiçek Sineması yapılıyor. Ben 1960’lı yıllarda bu sinemaya giderdim. 1984 yılında arsanın vakıf malı olduğu anlaşılıyor. 1986 yılında bir hayırsever tarafından tarihteki ismiyle şimdiki cami yapılıyor.

1899 yılında inşa edilen Galip Paşa Camii’ni her kes biliyordur. Ethem Efendi Caddesiyle Bağdat Caddesinin kesiştiği köşede.

1985 yılına kadar Sahil Yolu açılmamıştı. Cemil Topuzlu Caddesi Caddebostan’a gelir oradan İskele Sokağa saparak Bağdat Caddesine çıkardı. Cemil Topuzlu’nun bitme noktası 13 nolu Kadıköy-Caddebostan otobüslerinin son durağıydı. İskelenin çalıştığı yıllarda kimi yolcular vapurdan iner otobüse biner, kimi yolcular otobüsten iner vapura binerdi. Kimi de çevredeki evine gider-gelirdi.

1950’lerin sonlarında en küçük teyzemin kocası İskele Sokağa sapınca sağdaki ikinci bahçeli evi satın almıştı. Karşısında Ozan isimli yazlık sinema vardı. Tüm akrabalar ‘Kadıköy’e sapa değil mi?’ Diye düşünmüştü. Ama Ali enişte anne tarafımdaki tek tüccardı. Bakırköy’de kasaplık yapıyor, ticareti biliyordu. Sonraki yıllarda o evi kat karşılığı müteahhitte vermiş, daireler ve altındaki dükkanı almıştı. 1980’lerde akşamları arabayla eve dönerken kendisini boş dükkanın önünde sandalyede otururken görürdüm. Yani o yıllarda oralarda dükkan tutan yoktu.

1960’ların sonları... Bir gün Fenerbahçe DDY kampından 5 arkadaş denizden yüzerek Caddebostan plajına gelmiş sonra da karadan asfaltta ayaklarımız yanarak koşa koşa geriye dönmüştük. Gençlikle delilik arasında ne küçük bir fark varmış diye düşünüyorum şimdi.  

1960’lar… Caddebostan İskelesi'ne vapur seferlerinin sona erdiği yıllardır. 1967 yılında iskelenin disco-clup-restoran olarak kullanıldığını kullananlar anlatmıştı bana. 

1970’lerin ikinci yarısı. Caddebostan Maksim’de dünya yıldızı Rafealla Carra konseri var. Eşimle nişanlıyız. Plajın karşısındaki binalardan birinde otururlardı. Oralarda dolaşırken Maksim Gazinosu civarında birileri yanımıza yaklaştı ve ‘Raffealla Carra konserine girmek ister misiniz?’ Diye sordu. Ücretsiz davet ediyorlardı. İşimiz vardı ‘Hayır’ dedik. Belli ki iyi tanıtım yapılamamış veya ücretler fazla yüksek tutulmuştu. Salon doldurulamayınca sanatçıya ayıp olmasın diye tipi düzgün kişileri bedava içeri sokuyorlardı.  

1980’lerde tek tük dükkanlar açılıyordu İskele Sokakta. Örneğin Sahan Kebabı çok beğenirdim. Küçük bir dükkandı o yıllarda. Bir de karşısında adını anımsayamadığım ünlü bir dönerci vardı.

1980’li yıllara kadar yazlık Caddebostan Budak Sineması tüm Kadıköylülerin kullandığı en önemli açık hava sinemasıydı. Sadece film seyredilmez konserler de olurdu orada. 1984 yılında sinema alanına tek katlı üç adet altıgen şeklinde binadan meydana gelen Caddebostan Kültür Merkezi (Kadıköy Belediyesi Kültür Merkezi) yapıldı. Çok şirin ve fonksiyonel bir yapıydı. Diğer yandan deniz dolduruluyor dolayısıyla yalılar bahçeli ev haline giriyordu.

Günümüze iskeleden hiçbir iz kalmamıştır. Maksim Gazinosunun yerinde market, plajın yerinde apartman sitesi bulunmaktadır. 13 numaralı Kadıköy-Caddebostan otobüsü seferden kaldırılmış, orası sahil yolu otobüsleri için ara durak olmuştur. Sakinliğiyle tercih edilen İskele Sokak ise Barlar Sokağı adıyla İstanbul’un en gürültülü patırtılı sokaklarından biri haline girmiştir. Budak sinemasının yerinde yapılan tek katlı kültür merkezinin yerinde CKM adıyla obez bir bina vardır bugün.

1966 ve 2021 Yılları Hava Fotoğrafı

Caddebostan İskelesi 1910’lardan 1960’lara kadar hizmet verdi… O yılların iskele çevrelerinde köy ölçeğini bile tutturamayan yerleşimler bulunuyordu. İnsanlar bu noktalardan şehir merkezi olan Avrupa yakasına götürülüyor ve getiriliyordu. Sefayla ve de keyifle…

Ben o günleri yaşayan mutlu insanlardanım…

ARİF ATILGAN 2025 AĞUTOS

https://atilganblog.blogspot.com/2025/08/caddebostan-iskelesi-caddebostan-kadkoy.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/caddebostan-i%CC%87skelesi%CC%87

19 Temmuz 2025 Cumartesi

 Yaşam

KAYBOLAN ESKİ ARKADAŞLAR

1965 yılı üniversitedeki ilk yılımdır. İTÜ futbol takımının seçmeleri olduğu yazısı asıldı ilan tahtasına. Gittim tabii. Anadoluhisarı sahası. 65 kişi kalmış aklımda. Çift kale maç. Hoca eski GS’li milli bek Saim. 1956 yılındaki 3-1 lik Macaristan maçında sonradan oyuna giren (Arap) Saim. Uzatmayayım. Birkaç gün sonra ilan tahtasına seçilenlerin listesi asıldı. Ben de varım. Diğer dokuz kişi başka kulüplerde lisanslı. Bir tek benim hiçbir yerde lisansım yok. O sebeple amatör kümedeki takım için de lisansım çıkıyor.

İşte o seçmelerde Uğur’la tanışıyorum. FB genç takımında oynuyor. Kimya bölümünde ve tesadüf Kadıköy’de oturuyor. Bakıyorum. Liseden futbolcu arkadaşım Haydar da onların sınıfında. Bir süre sonra görüyorum ki kimyacıların büyük bölümü Kadıköy’de oturuyor. Yani benim üniversitedeki arkadaşlarım kimyacılar oluyor.

O gruptan Engin’in emekli albay babası Kadıköy’de Münih birahanesinin arka sokağındaki Ege Kıraathanesini çalıştırıyor. Dolayısıyla genellikle orada buluşur oluyoruz.

Bu alışkanlık okulu bitirince de devam ediyor. Farklı olarak artık meyhanelere de takılıyoruz. Cebimiz para görmeye başlıyor çünkü. Bilen bilir. O binaların önünde de arkasında da içkili lokantalar ve kahvehaneler bulunur.

Bizler 68 kuşağıyız. Kimse farkında değildir. Ben yazayım. İşsizlikle cezalandırılan kuşaktır bizim kuşak. İş aramayanı yoktur neredeyse. Aslında bizler de hep serbest çalışmak isterdik ya. Bir yerde memur olayım duygusu memur olanlarda bile yoktu emin olun. Ben ÇBS’de işe girmiştim. Tanıdık da yok torpil de yok. Gazete ilanından… Büro Karaköy’de, fabrika Alibeyköy’de. Fabrikada laboratuar için kimya mühendisi aranıyordu. Uğur’a söyledim. Görüştü patronlarla. İşe girdi. Girdi de 3 gün sonra çıktı. Demiş ki patrona ‘Ben petrol rafinerisinde çalışmak istiyorum. Kusura bakmayın.’ Şaban Çavuşoğlu da sever böyle şeyleri. ‘Kara altını merak ediyorsun demek. Yolun açık olsun.’ Demiş ona. Uğur epey kahvehaneye takıldı diğerleri gibi. Sonra kendisi tiner imalatı yapmaya karar verdi. Avrupa yakasındaki gecekondu semtlerinden birinde bir bodrum kat kiralamış. Kazana üsten tiner hammaddelerini koyuyorr alttaki musluktan imalatı tenekelere dolduruyordu. Musluğun altına bir de terazi koymuş. Bir kefesinde17 kiloluk ağırlılkları koymuş. Diğer kefeye boş tenekeyi. Musluğu açıyor. 17 kilo olunca tartı kıpırdıyor. O anda vanayı kapatıp tenekeyi indiriyor. Etiket yapışıyor, imalat tamamlanıyor.. Gülmeyin. Fabrikalarda da bu iş böyleydi o yıllar. İki de işçi bulmuştu. Sadece dolu varilleri bodruma indirmenin çok zor olduğundan şikayetçiydi. Ben de ona üç uzun boruyla ceraskal yapmayı önerdim. Bilmiyormuş. Çok sevindi. Yaptırmış. Müthiş kolaylık olduğunu söyledi. Bir akşam yiyip içme paramı ödeyiverdi. ‘Hayrola’ dedim. ‘Danışmanlık ücreti’ dedi.

Sonra Haydar da onunla ortak oldu. Kağıthanede eski Şakir Zümre sobalarının olduğu arazideki tek katlı binalardan birine yerleştiler. Şakir Zümre burada uçak yapmak istiyormuş ta engel olunmuş. Konuyu dağıtmayayım. Bilginiz olsun sadece. Biz onlara şakadan ‘fabrikatör’ diyorduk. ‘Yapmayın’ diyorlarsa da hoşlanıyorlardı. Sonra her ortaklıkta olan oldu. Ayrıldılar. Haydar ‘Mühendisler’ markasını devam ettirdi. Uğur ise ‘Aromatik Kimya’ diye ağır ve anlamlı bir marka koydu kendi üretimine.

Ben de işten ayrılmış mimarlık bürosu açmıştım. İnşaat ta yapıyorum. Bir yandan da askerden gelen kardeşime iş olsun diye nalbur dükkanı açmıştım. ÇBS’de pazarlama öğrenmiştim ya. Uğur ‘ortak olalım’ diyor. ‘Kardeşimi yalnız bırakamam’ diyorum. Ama ortaklıkların da devamlılığı olmuyordu. Dedim ki ‘Bizim de aramız bozulur. Sen yap. Ben satayım.’

Sonraki yıllarda yine aynı sınıfta olan Ercan’la Okay çalıştıkları Maltepe sahilindeki Rikket marley fabrikasından ayrılıp tiner-vernik yapmaya başladı. Onlar da kısa süre sonra ayrıldılar ve ayrı ayrı yapmaya başladılar.

Ben hepsinin malını sattım. Başka markalar da sattım. Ünlü fabrikaların bayiliğini aldım. Rikket marleylerin de bayiliğini aldım.

Haydar ortaklıktan ayrılırken mal verdikleri sağlam tanınmış bir firmayla çalışmaya devam etti. Ondan koptuk. Ama tenise merak saldığını, önce öğrendiğini sonra hocalığını yaptığını duyuyordum. Hırslı bir arkadaşımızdı zaten. Örneğin o bilardo bilmiyordu. Benimle oynarken avans vermem gerekiyordu normal olarak. Almazdı yenileceğini bile bile. Ama birgün beni yenmişti.   

Uğur 4. Levent Sanayi sitesinde büyük bir yer tuttu. Gelişti. Sonra da Kurtköy’de arazi satın alıp fabrikasını oraya taşıdı. Şaka değil resmen fabrika. Daha da gelişti. Ama ticaret bizi de dargın yaptı sonunda. Yıllar önce yine onların sınıfından Faruk’la konuşmuştum. ’İflas etti. Trakya’da kendine çiftlik gibi bir şey yaptı. Orada yaşıyor’ demişti.

Ercan kendince birşeyler yapmış ve sonra bırakmıştı.

Okay Ispartalıydı. Ticaret o taraftakilerin genlerinde vardır. Erco markasıyla üretim yaptı. Kartal sanayi sitesinde ikinci kattaki küçük bir yerde başladı. Gelişti. O da Kutköy’de arsa satın alıp prefabrik bir fabrika binası kurdu. Sonra Tuzla’da OSB’de fabrikası olduğunu duydum. Yani işleri iyiymiş.  

Bunları neden yazdım?

Geçtiğimiz günlerde gazetede bir haber ilgimi çekti. Bodrumda lüks bir sitedeki boğulma olayı anlatılıyordu. ‘Sağlık odası yapılacak mekan büfe yapılmasaydı boğulan kişi belki de kurtarılırdı’ diyor haberde. FB Yüksek Divan Kurulu üyesi Haydar Yanıkoğlu imiş vefat eden kişi. Kendi kendime ‘bizim Haydar mı acaba’ diye düşündüm. Faruk’u aradım. Konuyu anlatınca ‘O’dur ama araştırayım, beş dakika sonra arayayım seni’ dedi. Aradı ve ‘Oymuş’ dedi. Tabii sohbet ettik uzun uzun. Son bir yıl içinde Uğur’u ve Ercan’ı da kaybetmişiz. Canım sıkıldı. Faruk onların rahatsızlıklarını anlatıyordu detaylarıyla. Ne fark ederdi ki? Gitmiş adamlar. Telefonu kapatırken ikiz kardeşi Tarık’ı da kaybettiğini söyledi. Yine şaşırdım. Tarık’ı ilk tanıdığım günü anımsadım. Kadıköy’de PTT yakınında “Faruk’u” görmüştüm. ‘Ne haber?’ filan gibi şeyler sormuştum. O da bana anlamsız bakışlarla cevaplar vermişti. ‘Kızdırdım mı farkında olmadan’ diye düşünmüştüm. Sonraki ilk karşılaşmamızda baktım ki bizim Faruk bildiğim Faruk. ‘Geçen gün niye öyle donuk donuk konuştun benimle’ diye sorduğumda şaşırdı. O gün o saatte başka bir yerde imiş. Sonra birden aklına geldi ‘Sen benim ikizim Tarık’la mı konuştun yoksa?’ dedi. Güldük. Meğer ikiz kardeşler böyle tuhaflıklara alışık olurlarmış. Tanımadığı birine uzun uzun durumu anlatacağına vaziyeti idare ederlermiş. Sonra Tarık’la da tanıştık. O doktordu.

Tatsız konuya girmişken yine  onların sınıftan yıllar önce kaybettiğimiz Engin’i ve Haldun’u da yazayım. Engin’in Yunus Çimento fabrikasında ciğerleri bozulmuştu. Eski GS’li milli voleybolcu Haldun ise kendine hiç bakmayan bir arkadaşımızdı.

Teyzemin damadı (rahmetli) Cemal enişte Eczacılık Fakültesi dekanı idi. Mimar olduğum ilk yıllarda demişti ki ‘Toplum denilen kalabalığın içinde çevreni ite kaka kendine bir yer edineceksin.’ Çok zordu ama hepimiz o zorluğun üstesinden gelmiştik.

Çok iyi arkadaşım olan Uğur’la küstük bir de. Ben ona hakkımı helal ediyorum. Hepsine helal ediyorum. Engin, Haldun,Uğur, Ercan, Tarık ve Haydar… Aydın, yurtsever, zıpkın gibi arkadaşlardı. Ama hem de melek gibi çocuklardı. Allah Rahmet Eylesin hepsine.   

ARİF ATILGAN 2025 TEMMUZ

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/07/kaybolan-eski-arkadaslar-1965-yl.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kaybolan-eski%CC%87-arkada%C5%9Flar

 


15 Temmuz 2025 Salı

 İskeleler

SUADİYE İSKELESİ

Suadiye, Kadıköy ilçesinin bir mahallesidir. Doğusunda Bostancı, batısında Erenköy, kuzeyinde Şemsettin Günaltay Caddesi (Minibüs caddesi) ve güneyinde Marmara Denizi bulunur.

Osmanlı zamanında Anadolu yakasındaki tek yol Bağdat Yoludur. Yani şimdiki Bağdat Caddesi… Çevre bağlık bahçeliktir. 1872 yılında Haydarpaşa’dan Pendik’e ray döşenir ve tren çalışmaya başlar. Suadiye’ye istasyon yapılır. Tüm istasyon çevrelerinde olduğu gibi burada da yerleşim çoğalır.

1880’lerin sonlarında İdare-i Mahsusa zamanında Anadolu Yakası’nda Pendik’e kadar vapur çalışmaya başlar ama Caddebostan ve Suadiye iskeleleri henüz yoktur.

1905 yılında zamanın Maliye Nazırı Reşat Paşa genç yaşta ölen kızı Suad Hanımın anısına bir cami yaptırır. Adını Suadiye Camii koyar. Bir süre sonra çevrede yerleşim çoğalır. Buraya da camiinden dolayı Suadiye Mahallesi denir.

1910 yılında Seyr-i Sefain İdaresi kurulur. Ama yine Suadiye iskelesi yoktur.

1929 yılında jandarma binbaşılığından emekli olan Mustafa Güler isimli şahıs Suadiye sahilinde satın aldığı 80 dönümlük araziye plaj ve tesislerini inşa eder. Daha sonraki yıllarda plajın üst kısmına Suadiye Oteli yapılır.

1933 yılında AKAY İdaresi şehir hatlarını üzerine alınca iskeleler çoğaltılır. Yeni yapılan Suadiye İskelesi’ne de vapur çalışmaya başlar. AKAY’ın açılımı Adalar, Kadıköy, Anadolu yakası ve Yalova kelimeleridir.

                                Suadiye İskelesi’nde Suadiye Vapuru. 1965 Sonrası.

İskele kıyıdan yaklaşık 100 m açıktadır. Diğer bazı iskeleler gibi burada da vapurların yanaşabileceği derinliğe ancak bu şekilde ulaşılmış. Suadiye Plajı’nın sahibi gazetelere ilan verip Avrupa Yakasındaki vatandaşların Köprü İskelesinden vapurla Suadiye’ye kolay ve rahat gelebileceklerini açıklar.

1939 Tarihli Vapur Tarifesi Kapağı

29 Haziran1934 günü Suadiye İskelesi tarihi bir gün yaşamıştır. Dönemin İran Şahı Rıza Pehlevi Atatürk’ün misafiri olmuş, ikisi birlikte Sakarya motoruyla Suadiye İskelesine gelmiş, Plaj Gazinosunda istirahat etmişler. Yıllar sonra burası Suadiye Aile Çay Bahçesi sonra da Çüş isimli mekan olmuştur.

                                                  Şah Rıza Pehlevi ve Atatürk.

1950’lerde Köprü’den kalkan vapur Moda, Kalamış, Caddebostan, Suadiye, Bostancı’ya gider ve dönermiş.

1960’lı yılların ikinci yarısında iskele kapatılır. Yukarıdaki ilk fotoğrafta Suadiye vapuru görülüyor. Bu vapur 1965 yılında denize indirildiğine göre iskelenin çalışması 1965-1970 arasında sonlandırılmıştır. Ancak Suadiyeliler iskeleyi hava almak amacıyla kullanmaya devam ederler.

1971 yılında İskeleyi kiralayan Suadiye Yelken Kulübü sağ taraftaki çakıllık alanı da düzenleyip kullanmaya başlar.

Suadiye Yelken Kulübü

1980’li yıllarda deniz doldurulup 1985 yılında sahil yolu açılınca SYK belki de dünyadaki tek deniz kıyısı tesisi olmayan yelken kulübü durumuna girer.

1966 Yılında İskele ve 2025 Yılında İskeleden Kalan Kalıntı

Birkaç anımı anlatayım o yılları iyi canlandırabilmek için.

Bağdat Caddesi ve çevresi 1970’lerde henüz apartmanlaşmamıştı. Bahçeli evler çoğunluktaydı. Örneğin, sadece Göztepe-Şaşkınbakkal arasındaki bazı binaların altında dükkan vardı.

Şaşkınbakkal’da tren yolunun biraz yukarısında kardeş olan arkadaşlarımız Emin ve  Ender otururdu. Emin üniversiteden kimyacı arkadaşımız, Ender de onun iktisatçı kardeşiydi. Bostancı’daki sandalımız kışın onların tek katlı evlerinin bahçesinde dururdu. Yaz başında diğer arkadaşlarla orada toplanır sandala önce zımpara çeker sonra ahşapların aralıklarına  üstübüyle kalafat yapar sonra astar ve boya sürerdik. En sevmediğim kısım en zor tarafı olan zımpara işiydi. O işi hakkıyla yapmadan da sonrakiler sağlıklı olmazdı. Aramızda bu işi en iyi yapan Ender’di. Boya işi bitince küpeşte ve iç taraflar verniklenir, altına zehirli çekilir ve sonunda borda  çizgisi yapılırdı. Yani teknenin suda kalacak alt kısmı zehirli boyayla boyanır onun üst sınırına mavi boyayla ince bir çizgi çekilirdi. Borda çizgisi… İşte o çizgiyi sadece ben  çekerdim. Zira içlerindeki tek mimar bendim. Sonra da bir kamyonetle Bostancı’ya götürülüp denize indirilirdi. Emin’le Ender’in babası Hacı Amca bize şakalar yapar anneleri ise terliyken su içmememizi tembihlerdi.

Suadiye’den Bostancı’ya giderken tren yolu ile Bağdat Caddesi arasında büyük bir alan vardı. Taç Spor tesisleri denilen bu alan sürücü kursu olarak kullanılırdı. Karşı sırasında da bahçesinde süs havuzu olan bir ev. Bayılırdım böyle evlere.  

Taç Spor Tesisleri Sürücü Kursu İdi.

Denize inen her sokak kıyıda biterdi. Deniz doldurulup sahil yolu yapılmamıştı henüz. Böyle bir sokakta, deniz kıyısından ikinci evin bir katını 4-5 arkadaş kiralamıştık. Hepimiz bekardık ve para kazanıyorduk artık. İki katlı evin ayrı merdivenle çıkılan ikinci katıydı. Orada sabahlara kadar yaptığımız içkili muhabbetlerde memleketi kurtarırdık. O sohbetlerde çokça konuştuğumuz ‘Aydın İhtilali’ konusunu hala hiçbir yazarın işlediğine rastlamadım.

Suadiye Plajı ise eşimle tanıştığımız yerdir. 1970’lerin ikinci yarısı… Özeldir.

Suadiye İskelesi’nin kalıntısı var bugün... Denizde ucu kalmış. Israrla ‘Ben buradaydım’ diyor insanlara.  

Suadiye İskelesi’nden Kalan.

İskelenin kalıntısı dışında yukarıda yazdıklarımın hiçbiri bugün yok. Kalabalık, trafik, binalar hatta yüksek binalar var. Bahçeli evler, yalılar mazide kalmış. Havuzlu evler diyeceğim de yanlış anlaşılacak. Yüzme havuzu sanılacak. O yıllarda süs havuzu olurdu bahçelerde. İçinde kırmızı balıkları olan. Yukarıda bahsettiğim… Hiçbiri yok artık.

Beni tanıyanlar bilir. Derdim Kent Hafızasını canlı tutmaktır. İskele bahane… 

ARİF ATILGAN 2025 TEMMUZ

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/07/suadiye-iskelesi-suadiye-kadkoy.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/suadi-ye-i-skelesi

 

 

 


4 Temmuz 2025 Cuma

 Kent Hafızası

DONDURMACILARIM

1960 yılının haziran ayı. Yeldeğirmeni Kemal Atatürk Ortaokulu’nda okuyorum. Bitirme sınavlarına giriyoruz. O yıllarda ilkokulun, ortaokulun ve lisenin son sınıfını bitirirken sınavlar olurdu. O gün Tarih-Coğrafya-Yurttaşlık Bilgisi sınavı var. İçeride öğretmenimiz Nevzat Aydınlı ve iki tane de diğer sınıfların hocası bulunuyor. O yıllarda diğerlerine ‘mümeyyiz’ denirdi. Sorulara doğru cevap veriyordum. Sonunda şimdi anımsayamayacağım bir soru soruldu. Cevabı biliyorum ama ‘Ya yanlışsa’ diye söyleyemiyorum. Ortam geriliyor. Nevzat beyin öğrencileri bilir. Öğrenci kalacaksa sıkıntıdan bir sigara yakar. Bunu ders yılında da sık sık söylerdi zaten. Ben sustukça yüzü ciddileşiyor. Sonunda sigarasını paketten çıkarıp ağzına koyuyor. İçimden ‘yandım’ diyorum. Ama aklıma gelen cevabı da bir türlü söyleyemiyorum. Bulunduğumuz sınıf Taşlıbayır Sokağı’na bakıyor. Sokaktan arada bir seyyar satıcılar geçiyor. Kimi ‘Pyaaaaaaeesoaaaan (Patates Soğan)’, ‘Zerzaaatçı (Zerzevatçı)’, ‘Skileralyooooom (Eskiler Alıyorum)’, ‘kaaaayciiii (Kalaycı)’, ‘Lastikaaaapçiii (Plastik Kapçı) gibi… Plastik Kap satıcısının sesi devamlı geliyor. Belli ki yorulmuş. Dinleniyor. Arada bir bağırmaya devam ediyor. Diğer öğretmenlerden erkek olanı ‘Yahu ne satıyor bu adam? Alın bütün malını da kurtulalım şundan.’ Diyor. Ben hangisi neci gayet iyi anlıyorum da kendi derdimle meşgulüm. O sırada en beklediğim ses gelmez mi? ‘İşneklataymak (Vişne çikolata kaymak)’. Üstü tenteli mavi dondurma arabasıyla Abdullah Ağbi. Kadın öğretmenin canı çekiyor sanırım. ‘Dondurmaa Kaymak’ diye o da tekrarlıyor Abdullah Ağbinin bağırtısını. Yaz başlamış. Hava sıcak. Çocukların en bayıldığı şey. Dondurma. Hele Abdullah Ağbinin dondurması. Canım çekiyor. ‘Ne olursa olsun söyleyeyim şu aklımdaki cevabı da dışarı çıkayım. Abdullah Ağbi gitmeden yetişeyim.’ Diyorum içimden ve söyleyiveriyorum aklıma gelen cevabı.

Nevzat Bey’in içinden ‘Oh’ çektiğini hissediyorum. Sigarasını yakmıyor. Tekrar paketine sokuyor. O da ben de diğer öğretmenler de hep birlikte rahatlıyoruz. Sevgili hocam ‘Heyecanlandırdın beni’ diyor. Diğer hocalar da bir şeyler söylüyor. Dışarı çıkıyorum. Arkadaşların sorularına da cevaplar veriyorum. Sonunda Dondurmacı Abdullah’ı kaçırıyorum.

                                                      Sokak Dondurmacısı

Esas konumuza gelelim.

Dondurma… O yıllarda yapılana su dondurması denirdi. En basit anlatımla… İç içe silindir şeklindeki iki kazanın iç taraftakine meyve püresi ile su konur, kaplar arasına buz parçaları doldurulur, içteki kap sağa sola elle çalkalanarak malzemenin karışım şeklinde donması sağlanır. Kaymaklı dondurma sütle, çikolatalı dondurma süt ve kakaoyla yapılır. Bir  de şeker tabii ki. Usul aynı. O kapları dondurma arabasına koyarlar. Erimeyi geciktirmek için havlulara sarıp izolasyon yaparlardı. Bu yüzden dondurmacılar aradaki buz ve kazandaki dondurma erimeden ürünü satıp bitirmek için acele ederlerdi. Genellikle ter içinde olurlardı bu sebeplerden.

1957’ye kadar Fatih’te oturuyorduk. Dondurmayla tanışmam orada olmuştur. Saraçhane’de alt geçit ile belediye binası yoktu henüz. Kavşağın Fatih Kaymakamlığı tarafında masalarda dondurma yenen bir bahçe vardı. Babam bazı akşamlar oraya götürürdü bizi ailecek. Dondurma bardağında, metal düz dondurma kaşığıyla yerdik. 10 yaşımda Yeldeğirmeni’ne taşındık. Sonrasında da Abdullah Ağbinin dondurması…

Üniversite yıllarımda delikanlı olmuştum ya… Erkek adam dondurma mı yerdi? Yumuşak, tatlı bir şey. Kızlar ve  çocuklar yerdi onu. Yani çevreye uymuş, dondurma yemeyi bırakmıştım.

                     Torunum Küçükken. Hem Kız Hem Çocuk. Mutluluğa Bakar Mısınız?

Ta ki evlenene kadar. Eşim her kadın gibi dondurmaya bayılıyor. Dolayısıyla ben de tabii ki. Bazen eve de paket şeklinde alıyoruz üstelik. Bu sebepten iyi dondurmayı anlar oluyorum ve öylesini bulduğumuzda da oraya dadanıyoruz.

O günlerden bugünlere iyi dondurmacı olarak bellediklerimizi sıralarsam eğer… Moda’da Ali Usta (1980’ler), yıllarca Kınalıada’ya denize gittiğimizde mutlaka uğradığımız dondurmacı Ömer Usta (1980-1990’lar), Bostancı Kasaplar Çarşısı’nda Hafız Amca (1980’ler), Onun yanında çalışan bir çocukken büyüyüp ayrılan ve ilk dükkanını Nokta durağı yolunda açan bugünün ünlü dondurmacısı Yaşar Usta (1990’lar), Esenköy’de meydandaki dondurmacı (1990’lar), Ezine’de oradakilerin pek önemsemediği belediyenin yanındaki çay bahçesinin dondurmacısı (2000’ler), Suadiye Kurudere Sokağı’ndaki dondurmacı (2010’lar) ve Yalova’nın Balım-Tadım dondurmacısı (2020’ler)… Bazıları artık yerinde yoktur belki ama her birine belli sürelerde abone olmuşuzdur.

                                                 Dondurmacı Hafız (Hıfzı) Yorgun

Günümüzde teknik ilerledi. Elle değil elektrikle karıştırılıyor dondurma kazanları. Bir de seyyar dondurmacılar pek yok artık. Dolayısıyla eriyecek diye koşturan satıcı da yok. Dükkanlarda soğuk hava tesisatı var. Malzemeyi bitirme derdi kalmamış.

Ama eski su dondurmasını bulamazsınız günümüzde. Su dondurması yediğinizde susamazdınız. Hatta susuzluğunuzu giderirdi o dondurma. Bugünküler öyle değil. Onlara çabuk kıvam alması için krema katılıyor. Krema uzun süre erimemesine de yarıyor. Bu yüzden günümüzde dondurma yediğinizde üzerine su içesiniz gelir. Bir de kremanın halisliği meselesi var ki o konumuzun dışında kalsın. Yine de fikir vermek için söyleyeyim. Eşim krema satın almaz, süzme yoğurt ile kendine özel bir üretim yapar.

Kadınlar ağızlarının tadını iyi biliyor. Onlara uyan çocuklar da… Oğlumun ve torunumun dondurma yemelerini unutmam mümkün değildir. Hele kız olan torunumun.

Son söz… Ey erkekler dondurma güzel bir lezzettir. Farkına varın. Uzak kalmayın.

ARİF ATILGAN 2025 HAZİRAN


28 Haziran 2025 Cumartesi

 İskeleler

BOSTANCI İSKELESİ

Bostancı, Kadıköy ilçesinin bir mahallesidir. Doğuda Maltepe, kuzeyde Ataşehir ilçeleriyle komşudur. Batısında Suadiye mahallesi, güneyinde deniz bulunur. Bostancı İskelesi derin suya ulaşmak için uzun bir yürüyüş yolunun ucuna inşa edilmiştir.

Bostancı İskelesi

Bostancı’nın Bizans dönemindeki adı Poleatikon olup bu ad daha önceki Bithynia krallığından kalmadır. O dönemlerden kalan kalıntıların çoğu yol vs yapımı dolayısıyla kaybolmuştur.

4. Murad’ın 1638 yılında Bağdat seferine çıkmasıyla Bağdat Yolu adını alan istikamet Çamaşırcı Deresi üzerindeki Bostancıbaşı Köprüsü ile devam etmektedir. Köprü Hicri 930 (Miladi 1523-1524) yılında İhsan Ağa isimli kişi tarafından yapılmıştır. Mimar Sinan Köprüsü söylentisi yanlıştır. Özellikle 1970’li yıllardan sonra araba sayısının artması dolayısıyla üzerinde bazı harabiyetler oluşmuştur.

Bostancı Köprüsü

Derenin Kadıköy tarafında Bostancı Derbendi (Karakolu) kurulmuş. 2. Mahmud (1808-1839)  döneminde bu yapının yerine ahşap karakol binası yapılmıştır. Yine burada namazgâhlı 2. Mahmud Çeşmesi (1831-1832) vardır. Namazgahı günümüze kalamamış. Ayrıca Suadiye tarafında Kadıköy’ün hatta belki de İstanbul’un en eski kitabeli çeşmesi olan 1550 tarihli Çatalçeşme bulunur.

Üstte Bostancı Karakolu (1890), Altta 2. Mahmud Çeşmesi (1940lar)

Bostancıbaşı Derbendi (karakolu) bu noktadan şehre girenlerin kontrol edildiği kamu kurumudur. Bostancı denilen askerler hem asayiş hem de bahçe işleriyle ilgileniyormuş. Onlardan dolayı çevreye Bostancı denilmiş.

1912-1913… İskelenin bulunduğu koyda antik bir liman olduğu belirlenmiş. Nitekim iskele o kalıntı üzerine inşa edilen eklemelerle denize yapılan uzantının ucuna konmuştur. İskelenin uç noktası karadan yaklaşık 135 m mesafededir. Yığma kagir bir yapıdır. Üzerinde o yılların modasına uygun küçük bir kubbe yer alır.

1970’lerde Havadan Görünüş

Buradan denize dökülen dereye, iki yanındaki arazinin Çamaşırcı Kuloğlu Mustafa Bey’e ait olması dolayısıyla Çamaşırcı Deresi adı verilmiş. İstasyonun üst tarafında Mimar Kemalettin Beyin eseri, bugün halk eğitim merkezi olarak kullanılan 1913 tarihli İbrahim Paşa İlkokulu bulunur. Yine Kemalettin Beyin eseri olan, 1914-1915 yıllarında yapılmış caminin adına da Kuloğlu Camii denmiş. Bostancı İstasyonu da semtin önemli tarihi eserlerindendir. Aslında Vukela Caddesi de bir tarihi eserdir ya… Onu da siz araştırın artık.

İbrahim Paşa Mektebi ile Kuloğlu Camii

1934 yılında Bostancı’ya tramvay çalışmaya başlamıştır. Kadıköy’den gelen hat Bostancı Karakolu ve 2. Mahmud Çeşmesi’nin çevresinden tur atarak tekrar Kadıköy’e dönerdi. Aynı düzende otobüs te çalışırdı. Kadıköy-Bostancı tramvayı ve otobüsünün numarası 4 idi. Tramvay 1966 yılında kaldırıldı.

1976 Tarihli Hava Fotoğrafı. Kırmızı İşaretli Otobüs-Tramvay Tur Yolu. Ortasında Karakol ve Çeşme. Denize doğru İskele Yolu.

1978 yılında iskele elden geçirilir…

1980’li yıllarda kıyılar doldurularak sahil yolu açılmıştır. Eski mendirek kaldırılıp daha büyük mesafeli yeni mendirek yapılmış. Yeni durumda iskelenin ucu karadan yaklaşık 80 m mesafededir artık.

2006 yılında İBB tarafından tekrar elden geçirilen iskelenin sudan yüksekliği 1.5 m, önündeki derinlik 4 metredir.

   2021 Yılı Hava Fotoğrafı

Bostancı İskelesi 1. Ulusal Mimarlık dönemi yapılarındandır. Geniş saçakları, Bursa kemerleri ile dikkat çeker. İçindeki 4 odadan biri bekleme salonu olup diğerleri görevlilere aittir. Diğer yandan mimarı bilinmeyen binalarımızdandır. Ancak Bartın Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünden Araştırma Görevlisi Kıvanç Koçak’ın 2023 yılında yaptığı ‘İstanbul'un Kadıköy İlçesinde Yer Alan Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi Eğitim Yapıları Üzerine Bir Değerlendirme’ başlıklı çalışmasında bu iskelenin Mimar Vedat Tek’in eseri olduğu yazılmış.

Oldukça fazla anımın olduğu yerdir Bostancı ve iskelesi.

1970’li yıllarda arkadaşlarla ortak kayığımız iskelenin yanındaki mendirek içinde dururdu. Onlar ona teknemiz derdi. 4.75 m uzunluğunda, ahşap ve kürekle kullanılan o şirin varlık benim için kayıktı. İskeledeki çımacı Dursun Reis’in oğlu Süleyman ilgilenirdi oradaki teknelerle. Süleyman, askere gidinceye kadar Küçükyalı Lisesinde öğretmenlik yapan kimya mühendisi arkadaşlarımın öğrencisiydi. Bizim tekne torpilliydi yani. Kıyıya paralel İdealtepe’ye veya Suadiye’ye kadar giderdik kürek çekerek. Balığa çıktığımızda ise demir atmadan olta attığımız için Kınalıada kıyısına kadar sürüklenirdik farkında olmadan. Karanlığa kalan dönüşümüz heyecanlı ve zahmetli olurdu. Bostancı açıklarına kadar deniz kıpırtılı ve rüzgar açığa doğru eserdi. Zorlardı yani. Bostancı çakarına gelince aniden su sakinleşir havuz gibi olurdu. Ama oraya gelmeden kerteriz noktalarımızla istikametimizi ayarlamamız gerekirdi. Aksi takdirde Suadiye veya Küçükyalı kıyısında bulabilirdiniz kendinizi. En belirgin kerteriz işareti Bostancı İskelesi ve çevresindeki yeme-içmecilerin renkli ışıklarıydı. İskelenin başlangıcında deniz üzerindeki çay bahçesi, iç tarafında Saksonyalılar Gazinosu, karşısında Pilsen Restoran, onun yukarısında Salih Baba’nın Yeri, karakolun arkasında Buhara Et Lokantası bulunurdu…

Bugün iskelenin yanındaki dükkanlarda bulunan balıkçılar, o yıllarda dere üzerindeki köprünün ucunda seyyar tezgah açarlardı. Eşimle flört durumlarındayken orada buluşur, Bağdat Caddesi’ne yürür, Divan Pastanesi’nde sütlü kakao içerdik. Balıkçılar, ‘Daha gelmedi. Bekle.’ Derdi hangimiz erken geldiyse… Kasaplar Çarşısındaki Dörtler Et Lokantası’nda yediğimiz etin tadı damağımızda kalmıştır hep. Çarşıdaki Günaydın Kasabı ülkemize iki ünlü etçi kazandırmıştır. Cüneyt Asan (Günaydın) ve Nusret Gökçe (Nusret).Biraz ileride Dondurmacı Hafız vardı. Altıntepe’de apartman komşumuzdu Hafız Amca. Onun yanında çalışan çocuk bugünün ünlü Dondurmacısı Yaşar Usta’dır. O kısacık mesafede Yumurcak, Teksin, Derya ve Bostancı Plajları bulunurdu. Bostancı Plajının yanında yazlık sinema da vardı üstelik. Turgay’ın Tavernası, sinema, istasyonun üst tarafında çay bahçesi… Buradaki anılardan da bir kitap çıkar anlayacağınız.

İskele Yolu Gezinti Yeriydi

Bugün Bostancı’ya geldiğinizde eski halinden eser bulamazsınız. Tarihi Karakol yok. Çeşme ve kitabesi İstasyon tarafına alınmış. Eski meydan kaybolmuş. Kıyı doldurulmuş, iskele çevresindeki çay bahçeleri, restoranlar yok. İskele üzerinde akşam turu atamıyorsunuz. Giriş yol sınırına konmuş. Kasaplar Çarşısı bambaşka bir şekil almış. En önemlisi o günlerdeki çevre yok.

Her taraf çok kalabalık. Geleceğe anı kalmaz bu ortamdan. Ben güzelim şehrin kentleştirilmesini sevemiyorum. Yeni durumuna hiç mi hiç alışamıyorum.

ARİF ATILGAN 2025 HAZİRAN

Not: Ölçüler yaklaşıktır. Goggle’dan hesaplanmıştır.

https://atilganblog.blogspot.com/2025/06/bostanci-iskelesi-bostanc-kadkoy.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/bostanci-i%CC%87skelesi%CC%87

 

15 Haziran 2025 Pazar

 Köşe Yazısı

BABALAR

Yazar, annelerin güçlendiğini babaların sessizleştiğini yazıyor. Anneler babalık görevlerini de yapıyorlarmış artık. Sonra da bir uzman psikologla yapılan röportaj var. Otoriteyi ele alan anneler, babalara baba kimliğini öne çıkarabilmeleri için destek vermeliymişler.

Sevgili dostlar yukarıdaki satırlar bir gazetede okuduğum yazıdan alıntıdır. Tabii yazarın da yazıda bahsedilen uzman psikoloğun da kadın olduğunu yazmama gerek yok.

Babalar Gününde Babalar Günü yazısını bir kadın yazar yazıp içerideki ek  “bilimsel bilgilenmeyi” de bir kadın psikolog yapıyorsa...

Anne kadındır, baba erkektir halbuki.

Savaş olur. ‘Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar öldü’ denir. Erkekler?.. 'Onlar zararlı süne yaratığıdır. Üzülmeye değmez.' diyecekler de utanıyorlar sanırım. 

                                                             Oğul ve Baba.

Neyse. Babalara geleyim.

Onlar evin direğidirler. Sakın ‘Hadi canım?’ filan demeyin. Babalar evin ve evdeki kişilerin her birinin her sıkıntısını çözmeyi doğal görevleri kabul etmişlerdir. Yaptıkları işi yürümek, konuşmak gibi o kadar sıradan kabul ederler ki değil anlatıp-analtılıp poh pohlanmak, kendilerini kendi akıllarına bile getirmezler. Ailesinin geçimi, konforu, mutluluğu tamamen onların üzerindedir. Bunlar için maddi-manevi her şeyi yapmak zorunda olduklarını bilirler. Onların programı öyle ayarlanmıştır. Öne çıkmazlar. Aksine hep diğerlerini öne çıkarırlar. Amaçları diğerlerinin mutlu olmasıdır. Abartmıyorum. Gerçekten böyledirler. O zaman ‘Oh be’ derler keyifle.

Bir baba işte çalışmasıyla övünebilir mi? Pekiyi ‘Ben artık sıkıldım. İşi bırakıyorum’ diyebilir mi? Babalık fıtratında yoktur ki böyle şeyler. Dedim ya… Programları öyle  programlanmış. Her şeyi yapar hiçbirşey yapmamış görünme maharetindedirler onlar.

Bakmayın siz medyada hep kötü babaların haber yapılmasına. Az olan şeyler haber değeri taşır. Gerçi medyadaki erkek sayısı da eser miktardadır ya.

‘Baba üzülmez ve de ağlamaz’ denir hep. Öyle bir üzülür ve de ağlar ki… Ama yalnızken. Aileye zayıflık duygusu vermek istemez. O sebepten onlara ‘duygusuz’ denir bir de.

Dede olurlar. Bu sefer çocuklarının yanında torunlarını da düşünürler. Ama torun onların duygularının dışa taşmasını sağlar. Dedeler zaman zaman üzüntü ve sevincini belli edebilirler.

Babasız kalmak bir çocuğa öyle bir koyar ki… Evin maddi-manevi ana direği yok olur çünkü. Bu anlamda şehit çocuklarının asla yalnız bırakılmamaları gerektiğine inanıyorum. Onların babaları kahramandırlar. Vatan için, millet için ölmüşlerdir.

Babalar, Babalar Gününü filan pek takmazlar aslında. Onlar işlerine yani görevlerine bakarlar. Eski yıllardan birinde okumuştum. Babalar Gününde daha çok hediye alınıyormuş. Farkında bile değildirler halbuki. Öyle  bir beklentileri yoktur. Onlar sadece ailelerini önemserler.

Ne olur babaların babalığını tartışmayın. Ne olur babaları ve günlerini erkeklere yazdırın. Ben de yazımın başlığını Babalar değil Babalar Günü koyacağım o zaman.

Tüm babaların Babalar Günü kutlu olsun... Aramızda olmayanları ise rahmetle analım ve onlara birer fatiha okuyalım...

ARİF ATILGAN 2025 HAZİRAN

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/06/yazs-babalar-yazar-annelerin.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/babalar


11 Haziran 2025 Çarşamba

 İskeleler

ORTAKÖY İSKELESİ

Ortaköy, Beşiktaş ilçesine bağlı 9121 nüfuslu bir mahalledir. Güneyinde Beşiktaş kuzeyinde ise Arnavutköy iskeleleri bulunur. Adı antik çağda Arkheion (Argion), Bizans döneminde Ayios Fokas imiş. Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlayan yerleşim dere vadisinin ortasında olduğu için buraya Ortaköy denmiş.

Ortaköy’deki Hüsrev Kethüda Hamamı (1565) ile Yahya Efendi Türbesi (1571) Mimar Sinan’ın eserleridir. Ortaköy veya Mecidiye Camii (1853), Ayios Fokas Kilisesi, ETZ Ahayim Sinagogu birbirine çok yakın dini binalardır. 1871 yılında Çırağan Sarayı yapıldığında bölgede artan nüfus dolayısıyla derenin iki yanına duvar yapılır.

Çırağan Sarayı 1910 yılında yanmış. Uzun yıllar Beşiktaş için Şeref Stadı olmuş. 1980’lerde otel yapılmış. Feriye Saraylarında ise bugün Kabataş Lisesi ve Galatasaray Üniversitesi bulunuyor.

1800’ü yılların sonlarında 2. Abdülhamid, Naime ve Zekiye isimli kızlarını evlendirir. Onlara burada birer yalı verir. Daha sonra evlenen 5. Murad’ın kızı Hatice’ye de yine burada bir yalı hediye eder. Ortaköy Camii yakınında olan Naime Sultan ile Hatice Sultan yalıları Çifte Saraylar adıyla anılır. Çevreleri de aynı adla anılır. Zekiye Sultan Yalısı daha kuzeyde olup 1940 yılında yanmıştır. Onun yanına Lido Oteli yapılmış. Otelin önünde ülkemizin ilk yüzme havuzu yapılmıştır. 1964 yılında eski Genel Kurmay Başkanı Ragıp Gümüşpala bu otelde ölmüştür. 2002 yılında tesis Reina isimli gece kulübüne dönüştürülmüş.

İskeleye gelirsek…

1851 yılında ilk iskele Abdülmecid Camii’nin üst tarafına ahşap olarak inşa edilir.

1889 yılında çürüyen iskele kazıkları değiştirilir. Isınmak için kömür sobası kullanılmaktadır.

1909 yılında yıkılarak Abdülmecid (Büyük Mecidiye veya Ortaköy) Camii’nin güneyine yenisi inşa edilir.

                                                                        İskele

1910 yılında saat konulur.

23 Mart 2002 tarihinde beton kazık sistemiyle yenilenir.

İskelenin tüm alanı 202.95 m2’dir. Yolcuların bölümü 166.55 m2, büro kısmı 22.88 m2’dir. Yanaşma yeri uzunluğu 10.30 m, su derinliği 8.75 m, denizden ortalama yüksekliği 0.90 m’dir. Galata Köprüsü’ne uzaklığı 3.2 deniz milidir. (Yaklaşık 5.92 Km.)

                                                         İskelenin Havadan Görünüşü                                                      

1970 yılında 1. Boğaz Köprüsü projesi içersinde derenin üzeri kapatılır. Oluşan caddeye Dereboyu Caddesi adı verilir.  

                                                  Derenin Caddeye Dönüşümü

1970’lerin ikinci yarısı… Ortaköy’ün merkezi yerleşimi yol ile deniz arasında kalan bölümdür. Buradaki ahşap evlerden birinde iki kardeş olan arkadaşlarım otururdu. Bazen Bostancı’da balık tutar, diğer arkadaşlarla birlikte onların evinde toplanırdık. Ailesini rahatsız etmemek için biz çatıdaki Cihannüma’da oturur, rakı-balık yapardık geç saatlere kadar. Bir gün demişti ki arkadaşım “Buradaki evler tek tek satın alınıyor”. Şaşırmıştık. “Olur mu? Sanmam.” filan demiştik. Ama bir süre sonra tüm alan değişivermişti. Her taraf iskan fonksiyonundan ticaret fonksiyonuna dönüşmüştü. Yeme-içmeci ağırlıklı bir alan olmuştu güzelim boğaz mahallesi yerleşimi.

Ben İstanbul aşığı bir insan olarak çok üzülüyorum. Doğanın kanunu olarak tabii ki insanlar değişecek. Ama yerleşimler değişmemeli. Yıllar sonra da gitseniz bir semte, aynı yapılarda aynı yaşamı görebilmelisiniz.

Değişen kent parçaları sebebiyle bir süre sonra hafızasız bir toplum olacağız.

ARİF ATILGAN 2025 HAZİRAN

https://atilganblog.blogspot.com/2025/06/ortakoy-iskelesi-ortakoy-besiktas.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ortak%C3%B6y-i-skelesi