27 Nisan 2018 Cuma


AYİA TRİADA RUM ORTODOKS KİLİSESİ (KADIKÖY)
Arif Atılgan

1887 yılında inşasına başlanan Kilise, 15 yıl sonra 1902 yılında açılmıştır. Eski adıyla Bahariye yeni adıyla General Asım Gündüz Caddesiyle Hacı Şükrü Sokak arasında yer almaktadır. 3000mt2 arsa üzerinde 800mt2 ye oturan yapının mimarları G. Zahariadis ve Belissarios Makropoulos’tur. Açılış töreni Patrik 3. Yovakim ve Kadıköy Metropoliti Yermenos tarafından yapılmıştır. Yermenos Kilisenin bahçesinde gömülüdür.

Ayia kutsal demektir. Triada ise Baba-Oğul-Kutsal Ruh anlamını taşır. Burada baba Tanrı, oğul İsa, kutsal ruh ise Tanrının Ruhu anlamındadır. Üçü birden Tanrıyı temsil eder.

Tepeden bakıldığında kilise haç şeklindedir. Ancak 4 kalın ayak ile taşınan kubbe ve ona destek olan yarım kubbeler cami mimarisindeki taşıyıcı sistemi anımsatır. Dıştan bakıldığında göze çarpan iki gösterişli çan kulesi ana yapıyı desteklemektedir.

                                                    Kilisenin Dışarıdan Görünüşü

Girişteki narteks bölümünün sağ tarafında Ayia Ekaterini Ayazması bulunur. Depodan kullanılan kutsal su eskiden Modadaki Ekaterini Ayazmasından getirilirmiş. Günümüzde ise damacanayla suculardan satın alınan su önce okunarak kutsal hale getiriliyor, sonra depoya dolduruluyor. Asıl adı Dorotea olan Ekaterini’ye İsa’ya inandıktan sonra ‘taçlandırılmış taç’ anlamındaki adı verilir. Hıristiyanlık uğruna canından olan Ekaterini yaptığı fedakârlıklar dolayısıyla azize kabul edilmiştir. Kilisede görüştüğüm papaz ve diğer görevli kendisinden ısrarla Katerina diye bahsettiler.

                                                          Ayia Ekaterini Ayazması

Narteksten sonra iç mekâna yani nef bölümüne geçiliyor. Buradaki oturma yerleri diğer Ortodoks kiliselerinde görüldüğü gibi yanlarda yer alan açılır kapanır ahşap sandalyelerdir. Girişte soldaki kartal heykeli dostluğu, başının üzerindeki haçlı taç ise kiliseyi simgeler. İçeride çeşitli dini sembol olan resimler bulunmaktadır. Ancak en dikkat çekeni kiliseye adını veren Baba-Oğul-Kutsal Ruh resmidir. Resimde baba ile oğulun arasındaki uçan kuş kutsal ruhu temsil eder. Aynı görüntü üst kattaki balkonun arkasında da vitray olarak resmedilmiştir.

                                               Baba-Oğul-Kutsal Ruh

Tavanda bulunan kemerlerdeki çift başlı kartal resimleri anlamlıdır. Roma İmparatorluğunun simgesi batıya bakan kartaldır. Doğu Roma kurulduktan sonra onların simgesinin de doğuya bakan kartal olması istenmiş. Ancak Bizans Patriği hem doğuyu hem batıyı temsil ettiklerini göstermek amacıyla her iki istikamete bakan çift başlı kartal figürünü kullanmış. Burada da çift başın üzerinde kiliseyi simgeleyen üzeri haçlı taç bulunmaktadır.

                                         Çift Başlı Kartal Ve Üzerinde Haç Olan Taç

Aslında çift başlı kartal Türklerin de doğu ve batının hâkimi oldukları anlamında kullandığı simgelerdendir.

İçeride solda Vaiz Kürsüsü, karşısında Metropolit Kürsüsü bulunur. Metropolit geldiğinde burada otururmuş. Bu bana camilerdeki Hünkâr Mahfilini anımsattı. Metroplit Koltuğunun yanında bir ve karşısında iki adet olmak üzere önemli ziyaretçiler için üç adet daha koltuk vardır.

Apsis, Kutsal Bölüm olup buraya herkes giremez. Cemaat azaldıkça balkonların kadınlar bölümü olduğu unutulmuş.

                                                          İçerden Görünüş

Ayia Triada Kilisesinin bahçesi parmaklıklı duvarla çevrilidir. Dışarıdan bakıldığında bakımlı ve güzel bahçenin içindeki bina etkileyicidir. Bu bakımdan bahçeleri yüksek duvarlarla çevrili olan diğer kiliseler Ayia Triada’yı örnek almalıdırlar.

Çocukluğumda bu yapı dikkatimi çekerdi. Küçük bir kentte olsa oldukça ilgi göreceğini düşünürdüm. İstanbul gibi çok sayıda ve çok önemli tarihi eserlere sahip bir ilde bulunması şansızlığıydı sanki.
ARİF ATILGAN NİSAN 2018

19 Nisan 2018 Perşembe


GÖLYAZI
Arif Atılgan

Gölyazı, Bursa-İzmir yolunun 35. kilometresinde ana yoldan 7km içerdedir. Ulubat Gölünde, 11HA civarında alanı olan küçük bir adacıktır. Karaya köprüyle bağlanmıştır.

Anadolu’da Apollon Tapınağı bulunan 9 yöre bulunuyormuş. Gölyazı bunlardan biridir. Bu sebepten Apollonia adıyla anılmış. 2400 yıllık geçmişi olan antik kenttir.

                                                    Gölyazı Adası

1302 yılında, Orhan Gazi döneminde Aygut Alp’in oğlu Emir Kara Ali tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Fetih sonrası Hıristiyan nüfusa dokunulmamış, getirilen Türklerle birlikte yaşamaları sağlanmıştır. Yeni gelenler, göçebelikten yerleşik düzene geçenlere verilen Manav adıyla bilinir.

Manavlar ile eskiden beri yaşayan Rumlar 1919-1922 arasındaki Kurtuluş Savaşında köyü boşaltmışlar. Manavlar daha sonra geri dönmüş, Rumların bir kısmı Yunanistan’a gitmiş.

1924 yılındaki Mübadelede ise köydeki Rumlar Yunanistan’a gönderilmiş. Onlara karşılık Yunanistan’ın Selanik kentinde yaşayan Türkler buraya getirilmiş. Cumhuriyet sonrası adanın adı Gölyazı olarak değiştirilmiş. Neden Gölyazı konduğunu bulamadım.

Gölyazı'da kalan Rumlar, Manavlar ve son gelen Mübadiller hep birlikte burada 100 yılı aşkın süredir yaşamaktadırlar.

Gölyazı’da yaşayan kadınlar ‘Selanik’ten gelenlerin balıkçı olanları buraya yerleştirilmiş.’ demektedirler. Burada kadınlar da gölde balık tutarlar.

Gölyazı’ya ilk olarak 2012 yılında gitmiştim. O tarihteki izlenimlerimi yazmak isterim.. Adaya girmeden anakarada 700 yılı aşkın ömrü olan tarihi çınar ağacı bulunmaktadır. Ağacın özsuyunun aktığı söylenir. Ben altında pınar olduğu bilgisini edinmiştim. Yukarı çıkan su ağacın üzerinden akar. Bu bakımdan Ağlayan Çınar adı konmuş. Ağlayan Çınarın yanındaki balık lokantasında göle karşı oturuluyordu. Yaklaşık 100mt lik bir köprüyle Adaya çıktığınızda Ali Babanın tezgâhıyla karşılaşırdınız. Ali Baba kendi ürettiği ürünlerini satardı. Denemek için satın aldığımda tedirgin olmuştum. Ama aldığım ürünlerin hepsi nefisti. Özellikle Turna Havyarı Taraması.. Gölyazı’da yaşayanlar kendilerine özeldir. Tarımla, hayvancılıkla, balıkçılıkla uğraşırlar. Kolaylıkla yapılan 1km lik Ada yürüyüşünde alçak evlerin önünde teneke kutulara konmuş çiçekli sokaklar oldukça çekici ve samimidir. İnsanları hoşsohbettir. Balıkçılar öğlene doğru balıkhaneye getirdikleri balıkları müzayede ile satarlar. Müzayededen sadece lokantalar değil vatandaşlar da balık satın alırlar. Adanın girişindeki çay bahçesinde tüm adalılar oturup serinlerler.

Gölyazı, Bursa’dan Balıkesir istikametindeki seyahatlerimde kesinlikle uğrayıp dinlendiğim özel noktalarımdandı.

                                      2012 Yılında Ali Baba ve Ürünleri

                              2012 Yılında Adada Sokak Görüntüsü

2018 yılının nisan ayında (geçtiğimiz hafta) burayı seveceğini düşündüğüm torunumla Gölyazı’ya gittik.. Adada Canlandırma Çalışmaları yapılıyormuş. Ağlayan Çınarın özsuyu veya pınarı kurumuş. Ağlamıyor artık. Yanındaki balık lokantası da yıkılmış. Orayı meydan yapmışlar. Doğal Gaz getirmek için sokaklar kazılmış. Evlerin önündeki çiçekler yok. Zaten evler de değişmeye başlamış. Yer yer kaçak inşaatlar var. Çoğu ev, yeme-içmeci olmaya başlamış. Adanın tarihiyle ilgili bilgi bulmak için Turizm Bürosunu sordum. Vagon şeklinde bir yapı gösterdiler. Kapalıydı. Hafta sonu açıkmış. Ali Babanın rahmetli olduğunu önceki gelişlerimden biliyordum. Yine de gözüm aradı. Meydandaki çay bahçeleri turistik olmuş. Biri çaya 3TL, diğeri 1TL aldı. Adanın içinde olduğu kadar dışında da birçok yeme-içmeci açılmış. Açıkçası hiçbirine girmek içimden gelmedi. İzbe yerler. Tarihi kalıntılarla ilgili hiçbir bilgi yok. Ortalıktalar. En kötüsü burada yaşayanlar kendilerince “turizmci” olmuş. Gözleri parlıyor. Bu manzarayı ilk Bodrumlularda görmüştüm. Marmaris, Fethiye, Alaçatı daha birçok yerde. Hepsi bir süre sonra o güzel evlerini, sokaklarını, en önemlisi yaşantılarını kaybetmişlerdi. Pişman olmuşlardı. Buradakilere de söyledim. ‘Yakında İstanbul, Ankara’dan gelenler evlerinizi de adanızı da sizden alırlar.’ Dedim. İnanmadıklarını bakışlarından anladım. İnanmalarını beklemiyordum zaten. Yaşayacakları süreci anlatmadım uzun uzun. Daha önce Kadıköy’de, Yeldeğirmeni’nde, Moda’da yaşayanlara da aynı şeyleri söylediğimde inanmamışlardı. Bana kızanlar bile olmuştu.

Birkaç yıl önce Adanın tamamını satın almak isteyenler olduğunu okumuştum bir yerlerde. O da olur artık. Ada gidici bence.

                            2018 Yılında Yukarıdaki Sokağın Görüntüsü

İstanbul’da denizle iç içe büyüdüm. Başta Marmara Denizinin olmak üzere birçok denizin balıklarını tattım. Ancak yediğim en lezzetli iki balık türü, Van Gölünün İnci Kefalı ile Ulubat Gölünün Turna Balığıdır.  

İnsanlar yaşantılarının değerini bilebilseler..
ARİF ATILGAN NİSAN 2018

14 Nisan 2018 Cumartesi


KADIKÖY’DE ZAMAN
Arif Atılgan

Eski Kadıköy’de yaşamış olan Kadıköylüler…

Kesinlikle 1914 yılında inşa edilen Şehremaneti binasına girmişlerdir. Okula kayıt için Sağlık Müdürlüğünde aşı olmuşlar veya Kaymakamlıktan, Belediyeden bir belge almışlardır.

1926 yılında yapılan İskele binasından da vapura binmişlerdir. Her vapur onların ayrı dünyalarıdır. Vapuru kaçırıp 10 dakika sonraki vapura binenler sanki bambaşka bir dünyanın içine girmiş gibi olmuşlardır.

1927 yılında yapılan Hal binasının içindeki kargaşayı görmüşler, binanın içindeki Fen İşleri bürosuna uğramışlardır.

1930’lu yıllarda düzenlenen Parkta gezmişler, Âşıklar Yolunda yürümüşler, Evlendirme Dairesinde nikâh izlemişler, hatta çoğu orada evlenmişlerdir.


Postanede mektup, sırasındaki ve arka sokağındaki meyhanelerde iki tek atmışlardır.

Küçük Tarihi Çarşının içinde alış verişle kendilerini kaybetmişler, camilerinin ve kiliselerinin içine girmişler, ezan ve çan seslerinin birbirine karıştığını işitmişlerdir.

Bahariye Caddesinde sinemalara gitmişler, sinema öncesi pastane ve büfelerde bir şeyler atıştırmışlardır.

Yazlık sinemalardaki tahta sandalyelerde keyifle oturmuşlar, hem film hem de gökteki yıldızları izleyerek hayallere dalmışlardır.

Moda Deniz Kulübünün içindeki canlı müziği içerden değil Moda İskelesinden izlemişlerdir.

Moda Plajının tahta iskelelerinde yürümüşler, Kadıköy’ün tüm plajlarının kumuna kendilerini gömmüşlerdir.

Küçük Moda’da diskoda eğlenmişler, Alman Kampında ‘sevgili’ heyecanı yaşamışlardır.

Yahudilerin hamursuzunu, Hıristiyanların paskalyasını, Müslümanların ramazanını hep birlikte hissetmişlerdir.

Ramazanda Selimiye Kışlasından gelen top sesiyle oruçlarını açmışlar, camilerinde teravi namazı kılmışlardır.

Tarihi ağaçlarının altında oturmuşlar, hışırtılarıyla serinlemişlerdir.

Küçük Çamlıca’daki O Ağacın Altında ve Acıbadem Yokuşunun çevresindeki yeşilliklerde haşlanmış yumurta ve kuru köftelerle piknik yapmışlardır.

İlçelerindeki Otosan Fabrikasının ülkemizin ilk otomobil fabrikası olduğunu fark etmemişlerdir bile.

Bağdat Caddesinde volta atmışlar, pastanelerinde oturmuşlardır.

Bayramlarda Kuşdili Çayırındaki Bayram Yerine gitmişler, harçlıklarını bitirmişler, tekrar büyükleri ziyaret edip harçlık biriktirmişlerdir.

700 yıllık Karacaahmet Mezarlığına bir şekilde gitmeyeni yoktur.

Eski tahta tribünlü Fenerbahçe Stadının içinde maç seyretmek için stadın çevresindeki duvardan atlamışlar, açık tribün arkasındaki alanda mahalle maçı yapmışlardır. Ama hepsi 23 Nisan veya 19 Mayıs Bayramlarında stadın zeminine ayak basmışlardır.

Yeldeğirmenliler kendi içlerinde yaşamışlar, Özen Sinemasını özenle korumuşlardır.

Ayrılık Çeşmesi sokaktakiler Ayrılık Çeşmesi Mezarlığının ürkütücü halini hissetmişler, yıllar sonra Marmaray için yıkılan 18 evlerine üzülmüşlerdir.

Koşuyolu’nun kırlık halinde yaşamışlar, Validebağ Korusunun doğal halini görebilme şansına sahip olmuşlardır.

Kurbağalıdere’den sandal kiralamışlar, Yoğurtçu Parkta nefes almışlardır.

Hasanpaşa semtinin insanlarını tanımışlar, Havagazı Fabrikasının gazının kokusunu koklamışlar, bu sebepten bu havaliye Gazhane demişlerdir.

Neredeyse her sokak başında bulunan İyi Su çeşmelerinden su içmişler, evlerine su taşımışlardır.

Derelerinin şırıl şırıl akışını izlemişlerdir.

Caferağa’da Adliye Bahçesinde top oynamışlar, Altıyoldaki Fenerbahçe Gazoz Fabrikasının gazozunu tatmışlardır.  

Mimar Melih Koray’ın binalarını beğenmişlerdir.

‘Deniz Otelini geçince..’ veya ‘Deniz Oteline gelmeden..’ diyerek yol tarifi yapmışlardır.

1984 yılında Kadıköy’ün ilk seçilmiş Belediye Başkanı Osman Hızlan’ı başkan olmadan önce de bir Kadıköylü olarak tanımışlardır.

Hava kararınca Haydarpaşa-Kadıköy arasındaki koyda seyreden vapurların ışıklarıyla gelin gibi süzülüşlerini hayranlıkla izlemişlerdir.

Bütün bunlar, daha fazlasıyla Kadıköy’de Zaman kitabımda yer alacaktır. K-İletişim Yayınları sahibi Kadir Toprakkaya 2018 Nisan ayında kitabımın okuyucularıyla buluşacağını müjdelemektedir.
ARİF ATILGAN ŞUBAT 2018  

Not: Yeni çıkan Kadıköy Gazetesi için köşeyazımdır. Son paragrafı K-İletişimin ricasıyla yazdım.