17 Mayıs 2020 Pazar


BİZİM KADIKÖY
Arif Atılgan
1970 li yıllardaydık. Okulları bitirmiş, işe güce başlamıştık. Şaşkınbakkalda denize dik inen sokaklardan birinde kıyıya ikinci evin üst katını birkaç arkadaş kiralamıştık. Zaman zaman orada buluşalım, kendimiz olalım diye.. İki katlı evin ikinci katına dışarıdan ayrı bir merdivenle çıkılıyordu. Ben ilk arabamı almıştım. Bir arkadaşımızda da babasının arabası vardı. Bir de Bostancı'da iskelenin yanındaki tekne barınağına koyduğumuz 4.75 MT boyunda bir sandalımız. Ona bazısı kayık bazısı tekne diyordu. Bence o “tekne” idi. Kürekle denize açılıp yüzüyor veya balık tutuyorduk. Teknemiz motorlu değildi, zira o yıllarda motorlu tekne oldukça lüks bir şeydi. Arkadaşlarımın çoğu kimya mühendisi olduğundan “teknenin” adı ‘Simya’ konmuştu. Henüz sahil doldurulmamış, kıyıdaki evler yalılıktan çıkıp bahçeli ev olmamışlardı. İstikbal denen merdivenin ilk basamağına basmaya çalışıyor, ilk defa kendimizi kendimizce şımartıyorduk.
O evde sabaha kadar yer içer ülkeyi ve dünyayı konuşurduk. Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’ filmindeki çiftlik evinde sohbet eden üç erkek bana o geceleri anımsatmıştı.

Balığa çıkmak için erkenden kalkmak gerektiğinden o zamanlarda hiç yatmamayı dolayısıyla o geceyi ortak evimizde sofrada muhabbet ederek geçirmeyi tercih ederdik. O yıllarda çapari denilen yemsiz olta kullanılmamakta balık yemle tutulmakta idi. Balıkların bayıldığı yem ise Kurbağalıderenin ağzındaki pis bataklıktan çıkardığımız kurtlar olurdu. Paçalar sıvanır, kötü bir ayakkabı giyilir, suda biraz ilerlenir, kürekle dipten çıkarılan balçığın içinden kurtlar bir kovaya konurdu.

Yine bir gün aynı programla Dereağzından çıkardığımız kurtlarla Bostancı iskelesinin tam ağzına arabamızı park edip “teknemizle” balığa çıkmıştık. Balık sabah ve akşam serinliğinde çıktığından o saatlerin arasındaki zamanda denize girmiş, eğlenmiş ama oldukça fazla balık tutmuştuk. Akşam iskelenin en kalabalık saatinde karaya çıkışımızda görmüştük ki arabamızın park yeri kimseyi rahatsız etmemişti.

Diğer arkadaşlara balığın bereketini haber verememiştik. Zira iletişim bugünkü gibi değildi. Sadece iskeledeki çay bahçesinde rastladığımız bir arkadaşımızla birlikte dört kişi olmuştuk. Genelde Şaşkınbakkaldaki evimize gidip balıkları kendimiz pişirirdik. Bazen de Ortaköy’de deniz tarafındaki ahşap evlerden birinde oturan diğer bir arkadaşımızın evinin cihannümasında soframızı kurardık. O gün fazla balıkları değerlendirmek için Çengelköy Meydanında deniz kıyısında olmadığı için meyhane konumunda kalmış olan mekâna gittik. Yanlış anımsamıyorsam Necati'nin Yeri.. O gece balıklarımızı lokantaya vermiş karşılığında ücret ödemeden yemiş, içmiştik.

Bu küçük anımı paylaşmamın sebebi Kurbağalıdere-Bostancı arasındaki değişimi ve değişecekleri hayalimizde resmedebilmek içindir. O yıllarda Kuşdili çayırı henüz ağaçlık ve çayırlık halini korumaktaydı. Bugün, otopark halini bile aratacak manzarada. Kurbağalıdere'nin iki yanında balıkçıların ağları ile ıstakoz sepetlerinin kurutulduğunu görebilirdiniz. Yoğurtçu Parkı küçük bir koruluk, karşı kıyısı ise sazlık bir alandı. Dere pisti.

Bugün Yoğurtçu Parkı şantiye yapılmak isteniyor, karşı kıyı ise bir büyük spor kulübünün tesisi olmuş. Sadece dere yine pis. Kalamış sahili kumsal idi. Bugün sahil doldurulmuş. Hâlbuki kumların çakılların milyonlarca yılda oluştuğu, onların yeryüzündeki mücevherler olduğu bilinmeliydi.  Sadece Kalamış Sahili değil Bostancıya kadar olan kıyı tamamen doldurulmuş, yalılar bahçeli ev olmuşlar. Şaşkınbakkaldaki evimize hiç bakmadım, herhalde yerinde bir apartman bulunmaktadır. Bostancı'da “teknemizi”  bıraktığımız barınak ve iskele civarı ise eski halini bizim bile anımsayamayacağımız şekilde değişmiş. Sadece denizimiz inatla en lezzetli balık olan istavriti bolca barındırmaya devam ediyor. Ortaköy ve Çengelköy’deki değişimi ise anlatmaya gerek yok. 

1980 Öncesi Kuşdili Çayırında Ağaçlar

   
2014 Yılında Kuşdili Çayırı

Daha büyük resme bakarsak. O yıllarda İstanbul’un nüfusu 2.500.000 iken bugün 15.000.000 olmuştur. Kadıköy’ün nüfusu ise 360.000 iken bugün içerisinden Ataşehir çıkarıldığı halde 500.000 olmuş. Tüm Türkiye’de 900.000 araç varken bugün sadece İstanbul’da 3.000.000 araç bulunmakta..  İstanbul’da halkın kullandığı küçük tekneler için barınaklar bulunuyor, henüz gemi büyüklüğündeki tekneler için marinalar oluşturulmamış.. O yıllardaki gençler ülkeyi ve dünyayı sohbet etmeyi seviyor, gerçekleştirdikleri hayalleri ise tekne alıp İstanbul’un deniziyle haşır neşir olmak. Bostancı İskelesinin önüne araç park edilebiliniyor, Ortaköy Sahili dönüşmemiş, Çengelköy Meydanında meyhane var, Şaşkınbakkal’da iki katlı evler bulunmakta, sahil doldurulmamış, yalılar gizemini korumakta.

1980 Öncesi Kalamış Kumsalı Ve İskelesi

2014 Yılında, 1980 Öncesi Kalamış Kumsalının Aynı Yerden Görüntüsü

Bundan sonrası için ise Kuşdili Çayırına AVM, Kurbağalıderenin içlerine kadar teknelerin gireceği turistik çevre, Yoğurtçu Parkına şantiye, Kalamış’a Yat Limanı planı gibi çeşitli somut çalışmalar yapıldığı dikkat çekmektedir. Diğer yandan Fenerbahçe’deki DDY ve bitişiğinde bulunan Dalyandaki askeri tesislerin özelleştirilmesi konuları da sıkça gündeme gelmektedir. Bu haberler gösteriyor ki yakın gelecekte sahil Bostancı’ya kadar aklımıza gelmeyecek birtakım planlarla değişime uğratılacaktır.

1980 Öncesi Bostancı İskelesi Tekne Barınağı

2014 Yılında, 1980 Öncesi Bostancı İskelesinin Aynı Yerden Görüntüsü

1950 li yıllardan sonra sık sık yurt dışına gidip gelen arkadaşlarım olmuştur. Kendilerinden dinlediğim en önemli tespit, tarihi geçmişi olan kentlerin hep aynı kaldığı, esnaf dükkânlarının bile değişmediği şeklindedir. Tespitlerinde abartı olabilir ama gerçek payının çok fazla olduğu da herkes tarafından bilinir.

İstanbul’dan on yıl ayrı kalan bir kişi geriye döndüğünde bırakın kenti tanıyamamayı kentte kaybolmaktadır. Hâlbuki İstanbul sekiz bin yıla varan tarihi geçmişi ile Dünyadaki birçok kentten çok daha değerlidir. Böyle bir kenti gözümüz gibi korumamız gerekmez mi?

Yukarıda yazdığım, Kadıköy’ün küçük bir köşesindeki anımda yaşananlar bugün yaşanabilir mi? Yakında anlattıklarımıza inanan bile olmayacak.

İnatla eski yıllardaki yaşam alanlarımızı anlatmaya devam edeceğim. Ta ki ben de unutuncaya kadar.
ARİF ATILGAN MİMDAP TEMMUZ 2014

4 Mayıs 2020 Pazartesi


YOĞURTÇU PARKI
Arif Atılgan
Süreyya İlmen, 2. Abdülhamid döneminin paşalarından Serasker Rıza Paşanın oğludur. O da asker olmuş ancak ordudan istifa ederek serbest çalışmayı tercih etmiştir. Kendisi birçok hayır işinde çalışmıştır. Onun çalışmaları, bundan 100 yıl önceki gönüllülük bugünkü adıyla STK çalışmasının o yıllardaki örneği olarak karşımıza çıkar.
1. Dünya savaşı sonrasında Süreyya İlmen Kızılay Kadıköy şubesinin Başkanıdır. Adını, üst köşesindeki 1810 yılında yoğurtçuların yaptırdığı söylenen Yoğurtçu Çeşmesinden alan Yoğurtçu Çayırı o günlerde bataklık durumdadır. Süreyya Paşa çevresindekilerle birlikte bu alanı bataklıktan kurtarmak ve ağaçlandırarak orman yapmak için kolları sıvar.
                                                                 Yoğurtçu Çeşmesi

Süreyya İlmen’in hayali Kadıköy’den Mühürdar-Moda üzerinden Kurbağalıdere’ye oradan da Fenerbahçe’ye kadar sahil yolu yapabilmekti. Kurbağalıdere’nin denize yakın kısmında insanları bir metelik ücret karşılığı derenin karşı kıyısına geçiren, bu sebepten adı metelik köprüsüne çıkmış bir sandal ve sandalcısı bulunmaktaydı. İlmen buraya da köprü yaparak Kalamış tarafına geçilmesinin sağlanmasını arzu ediyordu. Bu şekilde insanların yürüyerek deniz kenarının keyfini çıkarmalarını düşünüyordu.

                                           Eski Yıllardaki Yoğurtçu Çayırı Ve Dere Ağzı

Süreyya Paşa Yoğurtçu Çayırında öncelikle deniz kenarına rıhtım yapmak, içerde kalan bataklığı kurutmak için drenajlar yapmak, ağaçlar dikerek orman haline getirmek, ortasına pist yaparak o yıllarda hafta sonu tatil günü olan Cuma günleri bando mızıka topluluğunun konserlerini halka izletmek istemişti. Halkın, havagazı fenerlerinin aydınlattığı banklarda oturarak temiz hava alıp dinlendiği bir yeşil alan hayal ediyordu.

Ayrıca Hasanpaşa’da Havagazı tesislerinin bulunduğu yerdeki köprüden denize kadar, derenin Kuşdili Çayırı tarafına beton dökerek kanalizasyon tesis etmek istiyordu. Kanalizasyon denizin içersinde de akıntılı bir bölgeye kadar devam edecek, Gazhane köprüsünün yanındaki başlangıç noktasından ise gerektiğinde derenin suyu ile yıkanabilecekti. Bu kanalizasyona Haydarpaşa Mahallesinin yani şimdiki Yeldeğirmeni semtinin dışında kalan evler bağlanabilecekti.

İşe başlayabilmek için bir komisyon kurarak önce kendisi ve eşi için 100 er lira, üç çocuğu için 25 er liradan 75 lira koymuş, Fransa’da yaşayan anne babası ve iki kız kardeşinden de 300 lira alarak 575 lira toplamıştı. Daha sonra Kızılay’dan 500 lira bağış temin ederek toplam 1075 lira ile işe başlanmasını sağlamıştı. Ayrıca Parkı gösteren kartpostallar yaptırıp satarak, parkın Yoğurtçu Köprüsü tarafına bir Kızılay çadırı kurarak vatandaşlardan yardım toplamaya başlamıştı.    

O yıllarda İstanbul’da yayınlanan Karagöz gazetesi konuyu  ‘Kadıköylüler kendi işlerini kendileri görüyor’ adlı bir karikatür eşliğinde ‘Yoğurtçu bataklığını halk kurutuyor’ şeklinde haber yapmıştı. Bunun üzerine Ankara’dan İçişleri Vekili Fethi Beyden İstanbul Belediyesine yazı gelmişti. Yazıda, bu işleri belediyenin yapması gerektiği emrediliyordu. İstanbul Belediye Başkanı Haydar Bey işi durduruyor ve buraya kendilerinin park yapacağını ifade ediyordu.

1923 yılında başlayan bu çalışmalar için 1925 yılında yazılan raporda 1515 TL si toplanan yardımlar, 4000 TL si Belediyenin havalesi ve 5000 TL si Süreyya Beyin ilk verdiği bağışın üzerine ayrıca borç verdiği para ile şu işlerin yapıldığı görülüyordu:

300 MT si 4-5 MT lik kazıklar üzerinde olan 400 MT boyunda beton ile rıhtım yapılmış, rıhtım arkasına 8000 M3 toprak doldurulmuş, 400 MT beton dökülerek kapağı ile birlikte kanal yapılmış, 250 MT uzunluğunda 30 CM lik beton büz döşenmiş, 1000 MT bataklığı kurutmak için moloz taşından sıçan yolları tabir edilen drenaj yapılmış, 126 adet çınar ağacı dikilmiş, 50 adet bank satın alınmış, 400 MT kaldırım yapılmış, 10 adet havagazı feneri dikilmiş, 800 MT beton bordür taşı yapılmış, 12 M2 alanı olan memur kulübesi yapılmıştır.

1924 yılında İstanbul Belediye Başkanlığına Haydar Beyin yerine Operatör Emin Bey getirilince eksikler tamamlanıp Süreyya İlmen’in 5000 TL alacağı da ödenerek park 1925 yılında açılmıştır. Parkın planını Bahçeler Müdürü Reşat Bey yapmıştır.

Adını Yoğurtçulardan alan Yoğurtçu Çeşmesi, adını Yoğurtçu Çeşmesinden alan Yoğurtçu Çayırı ve adını Yoğurtçu Çayırından alan Yoğurtçu Parkının hikâyesi böyledir.

                                            Günümüzdeki Yoğurtçu Parkı VE Dere Ağzı

Yoğurtçu Parkı Kadıköy’de geçmişten günümüze kalabilmiş ender yeşil alanlardan birisidir. Bugünlerde İBB atık suların Kurbağalıdere’ye akmasını önlemek için dere kenarına bir kolektör döşemek istemektedir. 3 MT çapındaki kolektör derenin ağzındaki büyük rögara bağlanacaktır. Atık su buradan Moda’nın altındaki büyük tünel ile Mühürdar’daki arıtma tesisine akıtılacaktır. Ancak bunun için Yoğurtçu Parkının altından kanal geçirmek yani burada kanal kazı çalışması yapılmak istenmektedir. O zaman buradaki 100 yıllık ağaçlar zarar görecekler büyük bir ihtimalle kuruyacaklardır. Belki de şantiye alanı haline girecek olan park giderek ortadan kaldırılacaktır.

Bu bölgedeki çalışmalarla ilgilenen Kuşdili Platformuna göre bu kanalın Yoğurtçu Parkı Caddesinin altından geçirilmesi daha doğru olacaktır. Ayrıca kolektör borularının üstten kazılarak değil dipten ittirilerek döşenmesi gerekmektedir. Eğer caddenin altından mümkün değilse parkın az ağaçlı bir bölgesinden yeterli derinlikte aynı usulle yapılması doğrudur. Ancak yine de uygulamadan önce Orman Mühendislerinden ağaçların köklerine zarar gelmeyeceğine dair bir rapor alınması gerekmektedir.

Yoğurtçu Parkının İçersindeki Şantiye

Yoğurtçu Parkı 1970 li yıllara kadar içersinde çalı bitkileri de bulunan doğal ortamlı bir koruluk durumundaydı. Derenin karşı kıyısındaki şimdiki Fenerbahçe Dere Ağzı tesislerinin bulunduğu alan ise gerçekten sazlık ve bataklık bir alandı. Sazların arasındaki patika yollardan geçerek Kalamış Sahilindeki kumsala veya dere ağzındaki sandalcılardan kiraladığımız sandallarla açık denize giderek denize girerdik.

Kamu kurumları kamunun yani halkın mutluluğu için görev yaparlar. Bu sebepten gerçekleştirecekleri en iyi hizmetler kamuya danışarak yapacakları hizmetler olmaktadır.
ARİF ATILGAN MİMDAP HAZİRAN 2014