29 Aralık 2013 Pazar

SÜREYYA PAŞA SİNEMASI




Mimarlara Mektuplarım




SÜREYYA PAŞA SİNEMASI

Arif Atılgan


Süreyya Paşa, Sultan 2.Abdülhamid zamanı seraskerlerinden Rıza Paşa’nın üç oğlundan biri idi. Aileden zengin olan Paşa,1. Dünya Savaşı sonrası askerlikten ayrılmış, ticarete başlamış ve daha da varlıklı olmuştu. 1874-1955 yılları arasında yaşamış, milletvekilliği de yapmış olan Süreyya Paşa, Ülkeye batı kültürünü getirebilme gayretleri içersinde bulunmuş ve bu anlamda, Başıbüyük Süreyya Paşa Sanatoryumu, Maltepe Süreyya Paşa Plajı, Kadıköy Yoğurtçu Parkı, Moda Kanalizasyonu yapımları gibi çeşitli hayırlı işleri gerçekleştirmiştir.


Süreyya Paşa Kadıköy’de okulları geliştirmek için kurulmuş bir dernekte üye iken, bu derneğe yardım toplamak amacı ile etkinlik yapmak için Rum Kilisesine ait olan Hale Sinemasını kiralamak ister. Hale Sineması bu günkü Reks Sinemasının yerinde bulunan daha önceki sinemadır. Ancak Rum Kilisesi sinemayı kiralamaz ve bu duruma çok içerleyen Paşa, kendisi Kadıköy’de bir tiyatro binası inşa etmeye karar verir.

1923 yılında inşaatına başlanan ve 6 Mart1927 tarihinde açılışı yapılan bu bina Bahariye Caddesi ile Canan Sokak arasındaki 3000m2 lik arsaya 5500m2 kapalı alan olarak yapılmıştı. İlk yıllarında müdürlüğünü Nazım Hikmet’in babası Hikmet Bey yürütmüş, daha çok sinema olarak kullanılmıştı. Sinemada 880 koltuk bulunmaktadır. 1990 yılından sonra koltuk sayısı 770 e düşürülmüştür. 

O yıllarda Nazım Hikmet’in babası tetanos aşısı olmuştur. O sıralarda bir kuduz köpek tarafından ısırılır, kuduz aşısı yapamazlar, evde yatmaktadır. Eve ziyarete gelen Süreyya Paşa Hikmet Bey’e hesapları da sorunca Nazım Hikmet çok alınır ve babası öldükten hemen sonra Süreyya Paşa’ya “Hiciv Vadisinde Bir Tecrübe-i Kalemiye” şiirini yazar.
 
Mimarı bilinmemekte olan binanın cephesi, giriş holü ve fuayeleri Paristeki Champ’s Elysee Tiyatrosundan örnek alınmış, içi ise Alman Tiyatro binalarına benzetilmek istenmişti. Sahnenin tam karşısındaki loca Atatürk için hazırlanmış ancak Atatürk buraya hiç gelememiş, bu loca daha çok Süreyya Paşa tarafından kullanılmıştı. 1928 yılında Süreyya Opereti isimli bir Sanat Gurubu burada başarılı oyunlar sergilemiş, bu gurubun yetenekli ve güzel üyesi Suzan Lütfullah Sururi Hanım genç yaşta öldüğü için sinemanın girişine onun büstü yerleştirilmişti. Suzan Hanım günümüzün tanınmış sanatçısı Gülriz Sururi’nin annesi olup kızına hamile iken de burada sahneye çıkmıştır. Üst katta, sonraları Cep Sineması ve Tiyatrosu olarak kullanılan mekânda, balo salonu da düşünülmüş, gelin odası motor dairesinin bulunduğu çatı arasına konmuş ve buradan balo salonunun tepeden seyri sağlanmıştı. İç süslemeleri kendisine özel olan bina, hala kalitesinden bir şey kaybetmemiş olan betonu ile, ilk betonarme yapı örneklerinden olup, o yıllarda bile bu sistemle geniş açıklıkların geçilebildiğini herkese örnekleyebilmişti. Binanın içindeki resimler zamanın ressamı Naci Kalmukoğlu, heykel ve kabartmalar ise ilk Türk heykeltıraşı İhsan Özsoy tarafından yapılmıştı.

Süreyya Paşa Sineması
Champ’s Elysee Tiyatrosu
Süreyya Paşa ilk yıllarında işletmeciliğini kendisinin yaptığı bu sinemayı, 1950 yılında eşi Adalet İlmen Hanımla birlikte, ölünceye kadar geliri kendilerine verilmek kaydıyla Darüşşafaka’ya hibe etmişti.

1930 yılında ilk sesli film gösterilen Süreyya Sineması 31 Aralık 2005 tarihinde kapatılmış ve Kadıköy Belediyesi tarafından Darüşşafaka Cemiyetinden 49 yıllığına kiralanmıştır. Bu tarihte bina kendi işlevini kaybetmiş, içersine trikotaj atölyesi, mağazalar gibi bambaşka fonksiyonların yerleştirildiği bir konuma getirilmiş halde idi.

Süreyya Paşa Sineması Fuayesi
Champ’s Elysee Tiyatrosu Fuayesi

Cafer Bozkurt Mimarlık Ofisinin değerli çalışmaları ile yürütülen proje ve uygulama safhalarından sonra 14 Aralık 2007 tarihinde açılışı yapılan bu güzel salonda 565 koltuk bulunmakta, ayrıca 500 kişilik balo salonu da hizmete hazır durumda kullanıcılarını beklemektedir. Depreme karşı taşıyıcı sisteminin güçlendirildiği binada restorasyon projesi ile yapılan en önemli değişiklik bodrum katın ve sahnenin opera sergilenmesine göre düzenlenmesidir.

Çocukluk ve delikanlılık anılarımda Süreyya Sineması ve diğerlerinin çok geniş yeri vardır. Özellikle bu sinemanın makinisti arkadaşım olduğu için buraya fazlaca gider, çoğu zaman arkadaşımın yanında, makine dairesinde film seyrederdim. O yıllarda kömürlü sinema makineleri ile film oynatılır ve bu sebepten sık sık artı-eksi uçlu kömürlerin birbirinden uzaklaşması sebebi ile film kararırdı. Makinist arkadaşım kömür uçlarını yaklaştırarak tekrar ark yapmalarını sağlar, buradan oluşan ışığın hemen arkasındaki ayna vasıtasıyla objektife ve oradan perdeye ulaşması ile film devam ederdi. Bu müdahalede geç kalınırsa sinemanın ışıkları yakılarak ayar yapılması zorunlu olurdu. Bir de film koptuğu zamanlarda ışıklar yakılır, kopan film asetonla yapıştırılır, kaldığı yerden devam ettirilirdi. Sonraları yeni kömürsüz makineler çıktığında sanırım tüm sinemaların makinistleri rahat etmişlerdi. Zira filmi oynatmaya başladıktan sonra makinist yanındaki ile sohbet edebiliyor hatta dışarı çıkıp içecek almaya bile gidebiliyordu. Ancak film kopma arızaları yine devam ediyordu. Bir keresinde ben içerde yalnız iken film kopmuş, ne yapacağımı şaşırıp, acele dışarı çıkıp arkadaşımı çağırmıştım.

Benim gibi birçok eski Kadıköylünün güzel anılarının olduğu bu sinemanın yeniden hayata geçirilmesi bizler için büyük mutluluktur. Ayrıca gerçekten kültür seviyesi yüksek olan Kadıköylülere bir Opera Binasının gerekliliği öteden beri bilinmekte idi. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin kullanımında olacak olan bu bina Kadıköy Halkına layık gerçek bir Kültür Merkezidir. Büyük kapsamlı oyunlar için sahnenin küçük geleceği, onlar için ancak AKM deki sahnenin yeterli olduğu söylenmektedir. İlerde Kadıköy’e o ölçekte bir salonda yapılmalıdır. Ancak burası şu anda yeterlidir ve böyle bir salonu bizlere kazandıranlara başta Kadıköy Belediyesi olmak üzere teşekkür edilmelidir. Bu arada Kadıköy’ün İstanbul Valiliği İl Genel Meclisi Üyelerine de teşekkür etmek gereğini belirtmekte yarar vardır. Zira bu işe 11 Milyon YTL ödeneğin İl Özel İdaresinden sağlanması için gerekli İl Genel Meclisi kararını Kadıköylü üyeler çıkarmışlardır. Basından edinilen bilgilere göre bu para yetmemiş, üzerine Kadıköy Belediyesi tarafından bir miktar daha ilave edilmiştir.

Umarız bugün Kadıköy’ün en eski sinema binası olan ve halen tabela atölyesi olarak kullanılan Yeldeğirmeni Özen Sineması da aynı şekilde halkımıza kazandırılır.Süreyya Paşa Opera Binası sayesinde gerçek bir kültür merkezi görebildiğimiz için Caddebostan Kültür Merkezi’nin tabelası bizi biraz mahcup etmelidir herhalde. Görüldüğü gibi hep eleştiren, karşı çıkan değiliz. Bizler gerektiğinde iltifat etmeyi de bilebilmekteyiz. Yeter ki bu tip örnekler karşımıza çıkarılmış olsun.
ARİF ATILGAN Mayıs 2008 Mimarlara Mektup

22 Aralık 2013 Pazar


Kent Mektupları



SPOR (FUTBOL) KULÜPLERİ
Arif Atılgan
Mimdap’ın Gözlem Sütunundaki son üç yazımın konusu 3 büyük kulübümüzün statlarının tarihi geçmişleri idi. O yazı dizisini, bu araştırmaları yaparken dikkatimi çeken bir konuya eğilerek sonlandırmak istiyorum. Konu, futbolun siyasetle iç içe olması ve bunun sonucu olarak kulüplerin yasalara karşı ayrıcalıklı konumları.
Görülüyor ki 100 yıl öncesinde de spor ama özellikle futbol oldukça popülerdir. Dolayısıyla her popüler konu gibi futbol da siyasetle iç içe olmuştur. Dikkat edilirse devlet kendi arsasına kendi parasıyla stat inşa ediyor. Daha sonra bu stadı futbol kulübüne düşük bir ücretle kiralıyor. Bu yapılana da kamu hizmeti adı veriliyor. Kamu hizmeti olabilmesi için halkın bu tesislerde spor yapabilmesi gerekir. Böyle bir şey olmadığı gibi kulüpler o statlardan gelir de elde ediyorlar. Bu ayrıcalıklar için gösterilen tek sebep onların ülkeyi yurt dışında temsil etmeleri. 
Ülkemizdeki spor kulüplerinin dünyadaki en düşük vergi oranına sahip olanlarından olmalarına rağmen ödemeleri gereken vergileri af ettirmeye çalıştıklarını spor medyasından öğreniyoruz. Ayrıca kulüp yöneticileri de spor camiasından değil iş dünyasından kişiler olmaktadır. Kendi işyerlerinde ticari olarak başarılı olan bu insanlar nedense kulüp idaresinde aynı başarıyı gösteremiyorlar. Borç içindeki kulüpler devamlı devletten bir kolaylık bekliyorlar. Yönetici işadamlarının bu konumları da araştırılmaya değer. Eğer bu kişiler devletle yaptıkları özel işlerinde avantaj sağlıyorlarsa veya diğer işlerinde devletten onlara kolaylık sağlanıyorsa bunun anlamı ranttır. Öte yandan ekonomi yazarları borsada spor kulüplerine yatırım yapacak olanların iyi düşünmeleri gerektiği uyarısında bulunuyorlar.
                                                                    Fenerbahçe Stadı

Ancak konunun bizi ilgilendiren tarafı planlama ve imar alanlarında yaşanan bölümleridir. Spor kulüpleri imar rantlarından en üst seviyede yararlanmaktadırlar. Onların yaptıkları kaçak bina veya fazla inşaat alanlı projelere ya göz yumulur ya da tadilat planları çıkarılarak yasallaştırılmaları sağlanır. Kulüp ismi vermeyeceğim. Zira sadece büyük kulüplerde değil her kulüpte bu durum var. Amacım konuyu genel değerlendirmek. Örneğin: Fenerbahçe burnunda çeşitli spor kulüplerinin tesislerini, Fulya semtindeki yüksek binaları sıradan vatandaş yapabilir mi? Bir türlü anlayamadığım üst kullanım hakkı ne demektir?
Spor kulüpleri kamu arazilerini devletten spor tesisi yapmak için kiralıyorlar. Daha sonra oralara yaptıkları inşaatların TAKS ve KAKS sınırlamaları var mıdır? Diğer taraftan 1800 lü yıllarda Kuruçeşme’de denizdeki küçük kayalık alan, bugün bir ada olmuş üzerine çok katlı bina yapılması konuşulmakta. 
Statların bulundukları yerler inşa edildikleri zamanlarda kentin tenha yerleri iken bugün yoğun merkezleri olmuşlardır. Aslında kent planlanırken spor tesisleri bu derece merkezde yer almamalıdırlar. Dünyada kent merkezinde bulunan statlar vardır. Ancak o örneklerde otopark, toplu ulaşım sorunlarının başarılı bir şekilde çözüldüğü görülmektedir. Bir de oralardaki futbol seyircisi ülkemizdeki gibi çevreye zarar veren fanatik ve şiddet içeren yapıda değildir.
                                                Yeniden Yapılacak Olan İnönü Stadı Maketi
1970 li yıllara kadar İnönü Stadında iki maç üst üste oynandığından dört takımın taraftarı, 1900 lü yıllara kadar da iki takımın taraftarı, hep birlikte maç seyredebiliyorlardı. O yıllarda futbol seyircisi henüz fanatik değildi. Onlara tramvay ve belediye otobüslerinin biletçileri ‘hasta’ sıfatını vermişlerdi. Biletçiler, stat yakınındaki durağa geldiklerinde ‘hastaneye geldik inecekler insin’ diyerek bunu belli ederlerdi. Yani o yıllarda futbol seyircisi korkulan bir kitle değildi.
                                                          İspanya’da El Madrigal Stadı
Diğer ülkelerin çoğunda bu tip sorunlar yoktur ama oralarda da bizlere ilginç gelebilecek başka sorunlar yaşanmaktadır. İspanyada oynayan Türk futbolcusu Nihat Kahvecinin kulübü Villarreal, aynı adı taşıyan bir semtin takımıdır. Bu semt ise Valencia kentinin 60.000 nüfuslu banliyösüdür. Villarreal takımı maçlarını 25.000 kişilik El Madrigal stadında oynamaktadır. Dolayısıyla maç günleri yerleşimde yaşayanların yarısı stada maç seyretmeye gitmektedir. Bu kişiler doğal olarak nüfusun aktif kısmını da oluşturduklarından, maç günlerinde semtte başta hırsızlar olmak üzere yasa dışı kişilere karşı güvenlik açısından oldukça sıkıntılı saatler yaşanmaktaymış.

Galatasaray’ın Yeni Stadı Arena

Statların kent merkezinde olmasının kulüplere başka bir avantajı da AVM gibi değerlendirilebilmeleri. Eskiden statlar maç olmayan günlerde ıssız binalar olurlardı. Şimdi hem dışarıdaki dükkânları hem içerdeki ofisleri ile birer AVM durumundadırlar.
Bütün bu avantaj, rant, ayrıcalıkların parasal karşılığı bulunmaktadır. İşte o parasal karşılıklar toplanırsa oldukça büyük rakamlar ortaya çıkacaktır. Bu rakamlar bizlerden yani halkın cebinden karşılanmış olmaktadır. Zira devletin maddi olarak kaybı olan veya kazancı olacakken olamayan her bedel halk tarafından ödenmektedir.
Bilebildiğim kadarıyla spor kulüplerinin yasal gelirleri olarak maç hasılatları, sponsor gelirleri, reklam gelirleri, yayın gelirleri, ürün satış gelirleri, sporcu bonservis gelirleri ve bağışlar bulunmaktadır.  Kulüpler bu gelirlere göre bütçelerini düzenlemelidirler. Ayrıca statlarını da kendileri inşa etmek durumunda olmalıdırlar. Ancak böyle yapmaya gayret eden kulüplerimizin başına çeşitli sorunlar gelebilmektedir. 
Popülerliği sebebiyle olsa gerek siyaset futbolun içersinde olmayı sevmektedir. Ancak siyaset eğer spor kulüplerine ayrıcalık sağlayacaksa önce bu ayrıcalıkların parasal değerini kamuoyuna açıklamalı ve seçim meydanlarında açıkça bunu belirterek halktan oy talep etmelidir. Halk kendi parasıyla büyük paraların döndüğü spor camiasını finanse etmeye razı ise onlara oy vermeye devam eder. Ben vermem.
ARİF ATILGAN MART 2013

11 Aralık 2013 Çarşamba


Kent Mektupları



KENTSEL DÖNÜŞÜM
Arif Atılgan
Kentsel dönüşüm, bugüne kadar benim de dâhil olduğum birçok kişi tarafından daha çok felsefesi ile ilgili olarak tartışıldı. Ancak 16 Mayıs 2012 tarihinde kentsel dönüşüm yasası olarak bilinen Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun çıkarıldı. Belli ki bu kanun uygulanmaya başlanacaktır. Bu yazıda konuya, şimdiye kadarkilerden değişik olarak uygulama ile ilgili değinmek istiyorum.
1975 yılında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından inşaat yapımındaki uygulamalar ile ilgili bir Yapı Yönetmeliği çıkarılmıştır. Bu Yapı Yönetmeliği Marmara Bölgesini 2. Derece deprem bölgesi kabul ederek hazırlanmıştı.  Ancak 1998 yılında aynı Bakanlık tarafından Marmara Bölgesi 1. Derece deprem bölgesi kabul edilerek yeni bir Yapı Yönetmeliği hazırlanmış ve uygulamaya sokulmuştu. Bu yönetmelik günümüze kadar başka geliştirmelere de tabi tutulmuştur. 1998 Yönetmeliği ile yapılarda gerek taşıyıcı sistem gerekse donatı ebatları fazlalaştırılmış, beton ve demir standartları, yalıtım vs anlamında eskisi ile mukayese edilemeyecek kadar fazla iyileştirmeler gerçekleştirilmiştir.
Deprem
1998 Yönetmeliği 1975 Yönetmeliğine göre inşa edilmiş olan binaların depreme karşı mukavim olmadıklarının kanıtıdır. Diğer bir açıklama ile 1998 Yönetmeliği 1975 Yönetmeliğini hazırlamış olan kamu kurumunun kusurlu olduğunu ortaya çıkaran bir belgedir. Bu durumda kamu kurumları tüm binaları depreme dayanıklı hale getirmekle yükümlüdür aslında. Zira insanlar yasa ve yönetmeliklere uyarak binalarını inşa etmişlerdir. Ancak Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun incelendiğinde tamamen aksi bir davranışla hareket edildiği görülmektedir. 
Yetkililerin açıklamasına göre 7.000.000 bina depreme dayanıklı olmadığı için yıkılmak durumunda imiş. Aslında 1998 yönetmeliğinden önce yapılmış tüm binaları sayarsak bu sayı daha da fazla olacaktır. Zira ülkemizde son bina ve konut sayımı 2000 yılında yapılmıştır. Bu sayıma göre 7.838.675 bina, 16.235.830 konut bulunmaktadır. 1999 yılında deprem olduğu, 2000 yılına kadar inşaat yapılmadığı düşünülürse, bu binaların tamamına yakınının 1998 öncesi inşa edildikleri anlaşılır. Aslında hava fotoğrafları ile tespit edilebilen kayıtsız binaları da hesap edersek yıkılacak bina sayısı daha da fazlalaşabilecektir.
Yasada Riskli Alan ve Rezerv Yapı Alanı diye iki tanım bulunmaktadır. Riskli Alandaki binalar yıkılacaktır. Ancak Rezerv Yapı Alanı tarifi ile şu anda yeni binalarında yaşayanların da rahat olamayacakları sonucu ortaya çıkmaktadır. Her an binalarının bulunduğu alan Rezerv Yapı Alanı ilan edilerek insanların evlerini terk etmeleri istenebilinecektir. 
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile binaların yenilenmesinin uygulaması, bina sahiplerinin kontrolü dışında gerçekleşeceği görüntüsünü vermektedir.

                                                       Sokağımızdan Kentsel Dönüşüm
Depreme dayanıklı olmadığı daha önce tespit edilmiş binalar yıkılacaktır. Diğerlerinin sahipleri ise belli süre içersinde yetkili kurumlara başvurarak binalarına rapor almak zorundadırlar. Yasaya göre binalara, 6/3/2007 tarihli ve 26454 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ‘Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik’ kriterlerine göre depreme dayanıklılık raporu yazılacaktır. Yani buradan 1975 Yönetmeliğine göre yapılmış olan bütün binaların depreme dayanıksız raporu alacakları açıkça belli olmaktadır. Sonucu belli raporlar için vatandaşın masraf yapmasına ve eziyet çekmesine gerek yoktur. Ayrıca zaten yıkılacak olan eski binalardaki vatandaşların Enerji Verimliliği Kanununa uyabilmek için binalarına yalıtım yaptırmalarının da ülke ekonomisi için gereksiz israf olacağı bilinmelidir. Kanuna göre dayanıksız raporu alan bina 10 gün içersinde tapu dairelerine bildirilecek ve belli ki bu parsellerdeki işlemler dondurulacaktır. Ardından da 30 günden itibaren oradaki binanın yıkılması istenecektir. 
Yetkililer ‘istersen kendin yap, istersen müteahhide ver, istersen bizim hazır dairelerimizden al, istersen sat’ diyorlar. Ancak konu o kadar basit değildir.
Öncelikle vatandaşa verilmek istenen hazır daireler, TOKİ’nin kent dışındaki binalarında bulunduğu için haklı olarak tercih edilmeyeceklerdir. Diğer taraftan vatandaşlar dairelerini satmaya kalksalar verilecek meblağlar onlar için çok düşük olacaktır. Bina sahipleri kısa süre içersinde binalarını kendilerinin yenilemesi için birbirleriyle anlaşamayacaklar, genellikle panik içersinde müteahhit arayacaklardır. Sonuçta kentlerde bir anda müteahhit karaborsası yaşanacaktır. Bileni bilmeyeni, dürüstü dürüst olmayanı herkes müteahhit olacaktır. Bunun neticesinde çok büyük mağduriyetler yaşanacağı bilinmelidir. Ülkede kaç müteahhit olduğuna dair sağlıklı bir belge bulamadım. Ancak 2010 yılında Mimarlar Odasından 83.085 proje geçmiş. Kabaca buradan belli olmaktadır ki ülkenin inşaat sektöründeki uygulamacı kapasitesi yılda yaklaşık 100.000 inşaat yapımına yeterlidir. Buna karşılık her ne kadar uygulama yıllara yayılacaksa da en az 7.000.000 bina yıkılacağı düşünülürse, bu konuda nasıl bir sıkıntı yaşanacağı açıktır.

                                                           Evimizden Kentsel Dönüşüm
Kanımca bu iş, bina sahipleri ikna edilerek yapılırsa daha rahat gerçekleşebilecektir. Önce insanlara medya kanalıyla 1998 yönetmeliğinden önce yapılan binaların depreme dayanıksız olduğu ve bu bina sahiplerinin bir an önce binalarını yenilemeleri gerektiği anlatılmalıdır. Kat karşılığı müteahhide yaptırmak isteyenler için kolaylıklar sağlanabilir. İsteyenlere başka konut vermek veya dairesini satın almak gibi olasılıklar sunulabilir. Ancak öncelikle insanlara cazip krediler verilerek kendi binalarını kendilerinin yenilemeleri yöntemini tercih etmeleri sağlanmalıdır. 
Anlaşılmaktadır ki kent dışındaki lüks sitelerde yaşayan zengin sınıf insanları kent içersinde yaşamanın değerini anlamışlar ve kent içersine taşınmak istemektedirler. Şu andaki yasa bugün kent içersinde yaşayan alt ve orta gelir seviyesindekiler ile kent dışındaki üst gelir seviyesindekilerin yer değiştirmesi operasyonu gibi gözükmektedir. Amaç ülkedeki depreme dayanıksız binaların dayanıklı hale getirilmesi ve bu şekilde kamunun 1975 yılındaki hatasının hep birlikte giderilmesi olmalıdır. O zaman, bina sahiplerini mağdur etmeyecek uygulamaların planlanması gerekir diye düşünüyorum.
ARİF ATILGAN ARKİTERA KASIM 2012

6 Aralık 2013 Cuma

KÜLTÜR MERKEZLERİ


Mimarlara Mektuplarım



KÜLTÜR MERKEZLERİ
Arif Atılgan

Son yıl­lar­da, ül­ke­miz­de ye­ni bir “kül­tür mer­ke­zi kül­tü­rü” oluş­ma­ya baş­la­dı­ğı, dik­kat­li göz­ler­den kaç­ma­mak­ta­dır. Kül­tür fonk­si­yo­nu­nu kul­la­na­rak in­şa edi­len kül­tür mer­kez­le­ri­nin hız­la ço­ğal­ma­sı, bu du­ru­mun en açık ka­nı­tı ola­bil­mek­te­dir.

Ge­nel­lik­le be­le­di­ye­le­re ait olan kül­tür mer­kez­le­rin­de al­kol kul­la­nı­mı­nın ser­best olup ol­ma­ma­sı dı­şın­da ana fik­rin ay­nı ol­du­ğu tes­pit edi­le­bil­mek­te­dir.

Ko­nu­yu iyi an­la­ya­bil­mek için İs­tan­bul’un Ana­do­lu ya­ka­sın­da fark­lı dü­şün­ce­ye sa­hip iki be­le­di­ye­ye ait iki kül­tür mer­ke­zi­ni ma­sa­ya ya­tır­mak ye­ter­li ola­cak­tır sa­nı­rım.



Cad­de­bos­tan Kül­tür Mer­ke­zi
1980’li yıl­la­ra ka­dar Cad­de­bos­tan Açık Ha­va Bu­dak Si­ne­ma­sı’nın bu­lun­du­ğu ar­sa­da 1984 yı­lın­da Ka­dı­köy Be­le­di­ye­si’nin yap­tı­ğı ve kul­lan­dı­ğı, tek kat­lı, pe­tek şek­lin­de­ki kül­tür mer­ke­zi gö­ze çarp­mak­ta­dır. Bu şi­rin bi­na­da ser­gi ve top­lan­tı sa­lon­la­rı ile bir ka­fe bu­lun­mak­tay­dı. Bu bi­na­nın yı­kı­mın­dan son­ra 5 Ara­lık 2003’te ya­pı­mı­na baş­la­nıp 11 Ara­lık 2005’te Fa­zıl Say kon­se­riy­le açı­lı­şı ya­pı­lan ye­ni Cad­de­bos­tan Kül­tür Merkezi 19.000 m2 ala­na sa­hip­tir. Bu bi­na­nın içer­sin­de 660 ki­şi­lik kon­ser sa­lo­nu, iki ti­yat­ro sa­lo­nu, ser­gi sa­lo­nu, se­kiz si­ne­ma sa­lo­nu, spor sa­lo­nu, ki­tap ma­ğa­za­sı, kah­ve­ha­ne bu­lun­mak­ta­dır.

Be­le­di­ye­nin kül­tür hiz­me­ti do­la­yı­sıy­la, bu­lun­du­ğu böl­ge­nin in­şa­at hak­kı olan E = 2,07’nin çok üze­rin­de bir in­şa­at hak­kı kul­la­nı­la­rak mey­da­na ge­ti­ri­len bu bi­na­da­ki kül­tür­le il­gi­li alan­lar da­ha ön­ce­ki tek kat­lı bi­na­da­ki alan­dan da­ha faz­la de­ğil­dir. Dik­kat­li ba­kı­lır­sa tah­mi­nen 100 m2’lik ser­gi sa­lo­nu ve za­man za­man kul­la­nı­lan ti­yat­ro sa­lon­la­rı­nın dı­şın­da ka­lan alan­lar kül­tür­le pek de di­rekt iliş­ki­li de­ğil­dir. Se­kiz si­ne­ma sa­lo­nu­nun ise bir kül­tür mer­ke­zi için çok faz­la ol­du­ğu, ay­rı­ca böy­le bir yer­de sa­de­ce sa­nat film­le­ri­nin gös­te­ril­me­si ge­rek­ti­ği de her­kes ta­ra­fın­dan bi­lin­mek­te­dir.



Mal­te­pe Kül­tür Mer­ke­zi
Mal­te­pe’de es­ki Kü­çük­ya­lı Pla­jı’nın bu­lun­du­ğu yer­de, sa­hil­le­rin dol­du­rul­ma­sın­dan son­ra, İs­tan­bul Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si Sos­yal Te­sis­le­ri adıy­la in­şa edi­len iki kat­lı kü­çük bi­na­da ve ge­niş bah­çe­sin­de hal­ka res­to­ran ve ka­fe hiz­me­ti ve­ri­li­yor­du. 19 Ağus­tos 2005’te bu bi­na yı­kı­la­rak Mal­te­pe Kül­tür Mer­ke­zi’nin in­şa­sı­na baş­lan­dı. 29 Mart 2007 ta­ri­hin­de açı­lı­şı ya­pı­lan bu mer­kez 8000 m2 ala­na sa­hip­tir. İçer­sin­de iki ni­kah sa­lo­nu, ti­yat­ro, si­ne­ma ve kon­fe­rans im­kân­la­rı sağ­la­ya­cak 500 ki­şi­lik çok amaç­lı bir sa­lon, ka­fe, res­to­ran, te­ras, kü­tüp­ha­ne, ders oda­la­rı, ser­gi sa­lo­nu, fua­ye, ofis­ler, ge­lin oda­la­rı, ses ve ışık dü­ze­ni, ta­kı sa­lo­nu, fo­toğ­raf­çı, şe­ker­ci, ku­yum­cu, çi­çek­çi dük­kân­la­rı ve ida­ri iş­ler bü­ro­la­rı bu­lun­mak­ta­dır. Bu­ra­sı da be­le­di­ye­nin kül­tür hiz­me­ti do­la­yı­sıy­la kı­yı ke­nar çiz­gi­si üze­ri­ne ve et­ra­fın­da­ki in­şa­at hak­kın­dan faz­la yük­sek­lik­le in­şa edil­miş­tir. İçin­de­ki kül­tür­le il­gi­li alan­lar ise tah­mi­nen her bi­ri 50 m2 olan ser­gi sa­lo­nu ile kü­tüp­ha­ne me­kân­la­rı­dır.

Mal­te­pe Kül­tür Mer­ke­zi’nde ser­gi sa­lo­nu haf­ta son­la­rı ge­lin ve da­ma­da ta­kı tak­ma ala­nı ola­rak kul­la­nıl­dı­ğı için ser­gi­le­re ka­pa­lı ol­mak zo­run­da­dır. Cad­de­bos­tan Kül­tür Mer­ke­zi’nde ise haf­ta son­la­rı bu me­kân za­ten ka­pa­lı­dır.

Bu ar­sa­la­ra bu bi­na­la­rı, bir baş­ka şa­hıs ve­ya tü­zel ki­şi­nin ya­pa­ma­ya­ca­ğı her­kes ta­ra­fın­dan açık­ça bi­lin­mek­te­dir.

Gö­rül­dü­ğü gi­bi iki ay­rı dün­ya gö­rü­şün­de­ki iki be­le­di­ye­mi­zin kül­tür mer­ke­zi an­la­yı­şı al­kol­lü iç­ki ser­best­li­ği dı­şın­da ay­nı­dır. Bu du­rum hız­la ge­nel­leş­mek­te­dir. Hal­bu­ki kül­tür mer­ke­zi de­ni­lin­ce; içer­sin­de ser­gi sa­lon­la­rı, söy­le­şi sa­lon­la­rı, ti­yat­ro-kon­ser salonları, sa­nat film­le­ri gös­te­ri­len si­ne­ma sa­lo­nu, kül­tür-sa­nat ağır­lık­lı kü­tüp­ha­ne, STK oda­la­rı, ka­fe gi­bi me­kân­la­rın ol­du­ğu bir bi­na ak­la gel­mek­te­dir.
Gü­nü­müz­de “kül­tür mer­ke­zi” adı al­tın­da, için­de bi­raz kül­tür bu­lu­nan kü­çük öl­çek­te alış­ve­riş mer­ke­zi tak­li­di bi­na­lar ya­pıl­ma­ya baş­lan­mış­tır. Kül­tür ba­ha­ne­si ile rant sağ­lan­ma­sı­na gü­nü­müz­de ar­tık 'sı­ra­dan­laş­mış bir olay' ola­rak ba­kı­la­bi­lir bel­ki ama, kül­tü­rün dö­nüş­me­si­ne se­yir­ci ka­lın­ma­ma­sı ge­rek­mek­te­dir. Dö­nü­şen bu kül­tür an­la­yı­şı­na gö­re bü­tün alış­ve­riş mer­kez­le­ri ay­nı za­man­da kül­tür mer­ke­zi de sa­yı­la­bi­le­cek­tir. As­lın­da alış­ve­riş de bir kül­tür­dür, an­cak alış­ve­riş mer­ke­zi se­vi­ye­si, as­la kül­tür mer­ke­zi ile ar­zu­la­nan se­vi­ye de­ğil­dir. Kül­tür, top­lu­mun dü­şün­ce ve sa­nat an­la­yı­şın­da­ki zen­gin­lik­tir. Gü­nü­mü­zün bu tip kül­tür mer­kez­le­ri­ni gör­dük­ten son­ra, içer­sin­de kül­tür fa­ali­yet­le­ri­nin dı­şın­da baş­ka bir ala­nı bu­lun­ma­yan Ata­türk Kül­tür Mer­ke­zi’nin kıy­me­ti da­ha çok an­la­şıl­mak­ta­dır.



Atatürk Kültür Merkezi
29 Ma­yıs 1946’da za­ma­nın Va­li ve Be­le­di­ye Rei­si Dr. Lüt­fü Kır­dar ta­ra­fın­dan mi­mar Rük­ned­din Gü­nay’la Ope­ra Bi­na­sı ola­rak ya­pı­mı­na baş­la­nan, 1957 yı­lın­da be­le­di­ye­nin pa­ra­sız­lı­ğı se­be­biy­le Ma­li­ye Ba­kan­lı­ğı’nın ele al­dı­ğı in­şa­at, bu ta­rih­ten son­ra mi­mar Ha­ya­ti Ta­ban­lı­oğ­lu’nun yet­ki­sin­de de­vam et­miş, 12 Ni­san 1969’da İs­tan­bul Kül­tür Sa­ra­yı ola­rak hiz­me­te gir­miş­tir. 27 Ka­sım 1970’te ya­şa­nan yan­gın son­ra­sı bir onarım sü­re­ci ge­çir­miş ve 1977 yı­lın­da Ata­türk Kül­tür Mer­ke­zi adıy­la tek­rar fa­ali­ye­te baş­la­mış­tır.

Ta­ma­men kül­tür fa­ali­yet­le­riy­le do­lu olan AKM, di­ğer tüm se­bep­le­rin ya­nın­da sa­de­ce bu özel­li­ğin­den do­la­yı bu­gü­nün kül­tür mer­kez­le­ri­ne ör­nek ola­rak kal­ma­lı ve as­la yı­kıl­ma­ma­lı­dır.

Za­ten AKM’yi yık­mak is­te­yen­le­rin ama­cı da İs­tan­bul’un bu en de­ğer­li ar­sa­sı­na di­ğer­le­ri gi­bi bir kül­tür mer­ke­zi yap­mak de­ğil mi­dir?

Kül­tür mer­ke­zi ya­pa­cak olan­la­ra ön­ce AKM’yi in­ce­le­me­le­ri öğüt­len­me­li­dir.
ARİFATILGAN Şubat 2008 Mimarlara Mektup