31 Mayıs 2025 Cumartesi

 İskeleler


MODA İSKELESİ

1900 öncesi… Moda Deniz Kulübü’nün odun deposu olan arsasının yanından denize doğru bir çıkıntı yapılmış. Ucuna odun getiren tekneler yanaşıyormuş. Bu tarihlerde iskelenin ilk halini gösteren bir tablo vardır. Ressam Salvatore Valeri’nin Küçük Moda’dan denize bakan tablosu.

                                                                                      1900 Öncesine Ait Tabloda İskelenin İlk Hali

1900’lerin başı olan bir fotoğrafta İskelenin ucuna duba eklenmiş ve daha büyük tekne ve gemilerin yanaşabilmesi düşünülmüş.

1904 tarihli bir haritada Moda İskelesi düzdür. Ancak yine aynı tarihli bir fotoğrafta iskeleye ekleme yapılarak denize uzatılmıştır. Demek haritanın hazırlanması sırasında iskeleye ek yapılmıştır. Ucu önce boş kalmış, sonra silindir şeklinde bir bilet gişesi konmuş.

                       
                                                                   İlk İskele

1910 yılında Moda Deniz Kulübü ilk faaliyetlerine iskele üzerinde başlar. Yacth Kulüp, Türk İngiliz Kulübü adlarıyla faaliyet gösteren STK daha sonra deniz kıyısında Tahir Paşanın oğlu Cevdet Bey’in yaptırdığı binaya taşınır. Burası yukarıda odun deposu olarak bahsettiğim arsadır.

1910 yılında, 1 yıl önce İngiliz Şirketine verilen imtiyaz yeni kurulan Seyr-i Sefain İdaresi’ne verilir. Bu tarihten sonra Köprü-Pendik seferi yapan gemiler aradaki iskelelere uğramaya başlar. Moda İskelesi de faal hale girmiş olur.

1919 yılında günümüze kadar gelmiş olan Moda İskelesi inşa edilmiştir. Cephesinde ‘Moda 1335’ yazılıdır. Bu tarihi Rumi kabul edersek Miladi 1919’a, Hicri kabul edersek Miladi 1917’ye tekabül etmektedir. Ancak 1840 yılından sonra sürekli Rumi takvim kullanılmıştır. Hicri takvim az sayıda kullanılmışsa da yanında H harfi ile bilgilendirme yapılmıştır.

Yani Moda İskelesi’nin inşa tarihi 1919 yılıdır. Başta Ulu Önder Atatürk olmak üzere İsmet İnönü, İngiltere Kralı 8. Edward, Romanya Kralı Carol, İran Şahı Rıza Pehlevi ve eşi Süreyya, Irak Kralı Faysal gibi önemli şahsiyetler iskeleyi ziyaret etmişlerdir. 

Vedat Tek’in mimarı olduğu diğer iskele binası Haydarpaşa İskelesidir. Orada ise 1334 tarihi yazmaktadır. Yani Miladi olarak 1918 yılında yapılmıştır. Aynı mimar Kadıköy İskelesi için de bir proje hazırlamıştır. Ancak yerinde uygulanan proje o değildir.

 

Yeni İskele İlk Yıllarında.

Yukarıdaki fotoğrafta Moda Plajı üzerindeki Mıkhitarist Ermeni Okulu görünmektedir. Hâlbuki buranın 1915 yılında yandığı bilgisi vardır. Eğer öyleyse iskele yapıldığında okulun olmaması gerekir. Doğru bilgiyi aramak gerekir.

Moda İskelesi suyun sığ olması sebebiyle ortadan sağa kırılarak uzatılmış olup vapur uçtaki yine sağa kırılarak oluşturulan alana yanaşmaktadır. İskele Binası 2 katlı yapılmış. Alt katta Gişe, Tuvalet, Çımacı Odası ve Yolcu Salonu bulunmaktadır. Binanın Moda Plajı cephesinden döner merdivenle üst kata çıkılmaktadır. Merdivenin altı kömürlük olarak kullanılır. Üst kat Rus ihtilalinden kaçan beyaz Ruslar tarafından çalıştırılmış, seyir terası olarak kullanılmıştır. İskele binasının dört cephesi de birbirinden farklıdır. Yapı kitabesinin bulunduğu Fenerbahçe tarafındaki güney cephesi, beş sivri kemer ile simetrik biçimde düzenlenmiştir. Karaya bakan kuzey cephesinde üç tane düz Bursa kemerli kapı bulunmaktadır. İki ucunda, bilet satışının yapıldığı sivri kemerli birer pencere bulunur. Moda Plajı tarafındaki Doğu cephesinde üst kata çıkan döner merdiven, Moda Burnu tarafındaki batı cephesinde kemerli çıkma üzerine yerleştirilmiş oda vardır. Moda İskelesi’nde Haydarpaşa İskelesi’nden daha sade süslemeler bulunur. Sadece pencere alınlarında çini süslemeler vardır.

15 Eylül 1937 tarihinde, bir lodos fırtınasında üst kat yıkılır. Seyir terası ortadan kalkar. Uzun yıllar bina tek katlı olarak kullanılır.

1960-1970’li yıllarda burada tekrar açılan kafe de lodosa dayanıklı olamamıştır.  

1986 yılında yolcu azlığı sebebiyle vapur seferleri kaldırılır.

2000 yılında TDİ ve Türkiye Deniz ve Ticaret Odası Başkanlığı tarafından restore edilir. Hizmete açıldığı 2001 yılındaki Kabotaj Bayramı’ndan sonra bir işletmeye kiraya verilen iskele, restoran olarak kullanılır.

2015 yılında tekrar restorasyon yapılmış ancak İstanbul 5 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu bu sefer doğru uygulama yapılmadığına karar vermiştir.

2022 yılında İBB tarafından restore edilen bina 19 Ağustosta halkın kullanımına açılır. Alt katta vapur bekleme alanı ve kafe, üst katta ise kütüphane bulunmaktadır. Günümüzde buraya vapur seferi yoktur. Ancak yakında Bostancı-Caddebostan-Moda-Kadıköy-Kabataş güzergâhında olacağı yazılıyor.

 2022 Restorasyonu Sonrası İskele        Foto: Hasan Kırmızı

İskelenin açık denize doğru kırılarak uzatılmasının sebebini öğrenemedim. Düz de olabilirdi. Ama bana göre Moda Plajı tarafına kırılması daha doğruydu. Lodos dalgasına karşı ortadaki çıkıntılı kısım daha mukavim, uçtaki İskele binası daha korunaklı olurdu. Sanırım Moda Deniz Kulübü’ndeki programların izlenmesi istenmiş.

Son olarak bir anımı paylaşayım. 1970’ler… İskeleye şehir hatlarına ait boş bir vapur bağlı. Çalışmıyor. Belli ki ya akşam ya da ertesi gün gidecek. Biz de denize giriyoruz. Bazen iskeleden bazen de vapurdan atlayarak... O sıralar teknelerin altından diğer tarafına dipten geçme merakım var. Büyüklük olarak vapuru denememiştim. Ve denedim... Vapurun altındaki yeşil zehirli boyada henüz midye yoktu. Belli ki yeni sürülmüş. Çok heyecan vericiydi. Akşam yatağa yattığımda yaptığımın cahillik oluğunu düşünmüştüm. Gündüzün muhakemesini akşam yaptığım yaşlardaydım o yıllar.

Tüm iskelelerde iyi-kötü anılarım vardır.

ARİF ATILGAN EYLÜL 2022 

https://atilganblog.blogspot.com/2025/05/moda-iskelesi-1900-oncesi-moda-deniz.html

https://atilganblog.blogspot.com/2025/05/moda-iskelesi-1900-oncesi-moda-deniz.html

www.arifatilgan.com 

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


24 Mayıs 2025 Cumartesi

İskeleler

KUZGUNCUK İSKELESİ

Kuzguncuk, Paşalimanı ile Beylerbeyi arasında, Üsküdar İlçesine bağlı 3906 nüfuslu bir mahalledir. Yerleşim alanı Boğaza inen vadi içerisindedir. Fetih yıllarında Fatih Sultan Mehmed ile İstanbul’a gelen Kuzgun Baba isimli kişiden dolayı buraya Kuzguncuk denmiş.

1492 yılında İspanya ve Portekiz’deki Yahudiler oralardan kovulur. Onları Osmanlı kabul eder. İstanbul’da Eminönü civarında sur diplerine yerleşirler. 1597 yılında bu alana Yenicami inşaatı başlayınca göç etmek zorunda kalırlar. Bu göç 1660 yılına kadar sürmüştür. Önce Haliç içlerinde Hasköy, Balat, Kağıthane semtlerine taşınırlar. Buralarda çıkan yangın sonrası Galata’ya, Galata’da veba salgını olunca da Ortaköy ve Kuzguncuk Dağhamamı’na gitmişler. 1872 yılında Dağhamamı’nda çıkan yangın sonrası da Yeldeğirmeni’ne göç etmişlerdir. Kuzguncuk'a daha sonraları Rumlar da gelmiş ve burası gayrimüslimlerin yerleşimi olarak dikkat çekmiştir. Müslüman vatandaşlar hepsinden sonra gelmişler.

Beylerbeyi tarafında deniz kıyısındaki ahşap minareli Üryanizade Camii 1860 yılında yapılmıştır. Kuzguncuk’ta Bet Nissim Sinagogu (1840), Bet Yaakov Sinagogu (1878), Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi (ilk inşa 1835, yeniden inşa 1861), Ayios Yeorgios Rum Ortodoks Kilisesi, Ayios Panteleimon Rum Ortodoks Kilisesi, Ayios Ioannis Rum Ortodoks Mabedi bulunmaktadır. 1950 yılında da Kuzguncuk Camisi inşa edilmiştir.

Kuzguncuk İskelesi…

1851 yılında daha önce var olan kayık iskelesinin yerine ahşap vapur iskelesi inşa edilir.

1889 yılında Kirkor Efendi tarafından iskelenin payandaları değiştirilmiş.

1894 büyük İstanbul depremi iskele ve iskele binasında çatlaklar oluşturur. Bina güçlendirilir.

1913 yılında Şirket-i Hayriye’nin mimarı Nafilyan tarafından yandaki yalıya bitişik bu günkü 2 katlı kagir iskele binası yapılmış.

2011 yılında iskele kapatılır ve İBB tarafından restorasyona başlanır.

2014 yılında restorasyon biter. Üst katı Vapur Kafe haline getirilir. İnsanlar burada bir şeyler içerek kitap okuma keyfi yaşayabilmektedir.

Restorasyon Sonucu Üst Kat Kafe Oldu. 2024.

Kuzguncuk İskelesinin tüm alanı 534.36 m2 dir. Açık alanı 309.99 m2, kapalı alanı ise 100.10 m2 dir. Yanaşma yerinin uzunluğu 14.60 metre, su derinliği 7.10 metre, iskelenin sudan yüksekliği ise 1.50 metreyi bulmaktadır. İskele Galata Köprüsü’ne 2.85 mil (4.58 kilometre) uzaklıktadır. Şirket vapurları bu mesafeyi 17 dakikada alırlar.

İskele ve Çevresinin Hava Fotoğrafı

2000 öncesi idi. Arada bir eski arkadaşlar buluşurduk. Bir defasında Şehir Hatları’nda çalışan Gazanfer Çağlar arkadaşım bu iskelenin üst katındaki restorana götürmüştü bizi. Sevmiştim. Eski binaları severim.

Deniz Tarafından Görünüş. 2024.

1980’li yıllarda Kuzguncuk sahilindeki İsmet Baba’ya giderdim. Önceleri erkek arkadaşlarımla, sonraları eşimle…Zira 1950’lerden beri var olan bu mekan resmen mahalle meyhanesiydi. Az sayıda aile için harem-selamlık düzeniyle oturulurdu. Hatta aileler iç tarafta bekarlar deniz tarafındaydı. Sonraları restoran olarak kullanılmaya başlandı. O zaman eşimle gitmeye başladım. Semtin iç taraflarına da girerdik. 1986-1988 yılları arasında Perihan Abla dizisi burada çekiliyordu. Açıkçası semti ünlü yapmıştı bu dizi. 2002-2005 yılları arasında da Ekmek Teknesi dizisi çekilince Kuzguncuk çok ünlü oldu.

Üryanizade Camii. 2017 Sonrası..

Çok bahsedilmeyen ama buraya özel olan Kuzguncuk Bostanı yerleşimin üst tarafındadır. Burada hem piknik yerleri hem de insanların tarım yapabileceği minik parseller vardır.

Semtten yetişen ünlüler de vardır. Ben sadece tanıdığım, arkadaşlık ettiğim birini yazayım. Uğur Yücel. 1970’li ve 1980’li yıllar... Bir de semte dışarıdan gelen ünlüler var. Örneğin meslek büyüğüm, sevdiğim ve saydığım rahmetli Cengiz Bektaş. O 1976 yılında Kuzguncuklu olmuştu. Cengiz Ağabey Kuzguncuk’a geldikten sonra kendini şöyle anlatmıştı bana. “Yaşam konforumun üst sınırına çizgi çektim. Buradaki evde ve buradaki dostlarla yaşayacağım artık.”.

                                                  Cengiz Bektaş ile Bir Etkinlikteyiz

2000’li yıllarda İnşaat Mühendisi bir arkadaşım burada eski bir evin sahiplerini tanıyordu. Ev sahipleri evi restore etmek istiyorlarmış. Bana “Beraber yapalım” demişti. Birkaç kere birlikte gittik. Ev sahiplerine ne, nasıl olacak anlattım. Sonra arkadaşımdan ses seda çıkmadı. Ben de unutmuştum ki ev sahipleri tarafından telefonla arandım. Arkadaşım yanlış şeyler yaptığı gibi işi de yarım bırakmış. Ev sahipleri işi ben yapıyormuşum gibi konuşunca “Benim haberim yok. Arkadaş belli ki beni ekip kendi yapmak istemiş. Siz de başınız derde girince mi arıyorsunuz beni?” dedim.

Kuzguncuk restore edilen eski evleriyle hoş bir görüntü veriyor. Ama evlerin içinde yeme-içmeciler var. Buraya can, kan, hayat veren aileler yok. Ben eski evleri severim. Restorasyonda da eski halinin hissettirilmesini isterim. Yepyeni eski ev yapılmamalı diye düşünürüm. Bu tip yerlerin gerçek mahalle hallerini de bildiğim için buralarda pek dolaşmam.

Restorasyon var, restorasyon var... Giderek her taraf “yeni” bir “eski” haline sokuluyor sanki

ARİF ATILGAN 2025 MAYIS.

https://atilganblog.blogspot.com/2025/05/iskeleler-kuzguncuk-iskelesi-kuzguncuk.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kuzguncuk-i%CC%87skelesi%CC%87

 


18 Mayıs 2025 Pazar

 Köşe Yazısı

HİJYEN KONUSU

Medya haberlerinde görüyoruz. Hastanelerin Acil Servisleri hep doluymuş. Bulaşıcı hastalık tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz vurgulanıyor.

Eski yıllara gidiyorum. Neredeyse her yeme-içmeci vitrininde “Bulaşıkçı Aranıyor” ilanı bulunurdu. Bu kişiler sık iş değiştirdiği için devamlı bulaşıkçı aranırdı o yıllarda. Bugünlerde böyle bir ilan görüyor musunuz? Belli ki böyle bir ihtiyaç yok artık.

1990’lar… Arkadaşımın oğlu sünnet olacaktı. Rica etti, beraber mekan aramaya başladık. En lüks yerleri dolaşıyorduk. Boğaza nazır mekanlarda bile sanayi tipi bulaşık makinesi yoktu. Neredeyse tüm mekanlarda bulaşık yıkama sorunu vardı.

Elle ne kadar olacaktır bulaşık işi. Belli ki önce temiz kaplarla servisler yapılıyor. Sonra gelenler gidenlerin bulaşık kaplarından yiyorlardı.

Kadıköy’de bir mekanı mimarlık bakımdan inceliyordum. Tanıdığım kimselerdi. Beni mutfağa da sokmuşlardı. Gördüklerimi anlatmayayım. Ama o mekanın sokağa da taşan masalarını bir görseniz. Mutfağın tersine tertemiz.

                                          Hijyen Elleri Yıkamakla Başlar

Örnekler vereyim. Hem iyi hem kötü…

Yıllardır gittiğim lahmacuncu da sadece lahmacun yiyip kalkıyoruz hanımla. Lahmacunu üzerine kağıt koydukları tepsiyle getiriyorlar. Yiyorsunuz. Sonra kağıdı atıp tepsiyi tekrar mutfağa götürüyorlar. Halbuki servise giden her kap doğru bulaşığa gönderilmelidir.

Tuzla’da yıllardır aynı köfteciye gidiyorum. Orada da ekmek arası yaptırıp masada oturarak yiyoruz.

Yalova’da bir dönerciyi anlatayım. İyi havalarda kaldırıma koyduğu masada yiyoruz. Yine ekmek arası tabii ki. Dükkanın döner pişen tarafı sokağa duvarsız. Yani döneri yapan kişi yarı dışarıda. Olabilir. Sıcak çünkü çalıştığı yer. Bir gün dönercinin, yanına gelen martıyı döner parçalarıyla beslediğini gördüm. Ama eliyle gagasına besliyor. Sonra o eliyle döner kesiyor. Yahu dedim. Bu hayvan o gagasını boka da batırıyor leşe de…

Bağdat Caddesinde bir pastanede oturuyoruz. Ben simit severim. Simit istedim. İlle de o simidi dört parça yapıp tabakta servis edecekler. Ama tabakları pis. Anlatayım. Israrla ben elimde yiyeceğim dememe rağmen bildikleri gibi tabakta dört parça getirdiler. Yanında çatal da var. Eşim her yerde hır çıkarmama kızıyor. Hadi ses etmeyeyim dedim. Ama tabak ıslak. Çağırdım garsonu. Tabak yıkanmamış demedim kırmamak için “Tabak ıslak. Ben zaten elde yemek istiyordum” dedim. Cevap vermeye tenezzül etmeden tabağı aldı. Bekliyorum. Sonunda eşim kızsa da hır çıkarmaya karar vererek önde camekan olan tezgahın oraya gittim. “Bana tek bütün, kesilmemiş simit verin. Elde yiyeceğim.” Diyecektim ki tezgahın arkasındaki görevlinin avucuyla benim tabağı silip ıslaklığını yok etmeye çalıştığını gördüm. Hır çıktı tabii.

Kadıköy’de AVM’deyim. Ünlü bir mekanın kafesinin koltuklu bölümünde oturup çay söylüyorum. Çayın yanına koydukları minik kurabiye iki parça olmuş. Belli ki bir önceki müşteriden artmış. Aynen onu bana göndermişler. Çağırıp söylüyorum garsona. Değiştiriyor ama bende iştah kalmıyor. Yemiyorum. Başkasına vermesinler diye paramparça yapıyorum.

İstanbul'daki evimin yakınında bir zincir dönerci var. Orada tabakta güvenerek yiyorum. Bir de Yalova’da balıkçımız var. Izgara balık yiyoruz. Ama ayıp olmasın diye salata da söylüyorum. Ben prensip olarak mutfağa arkamı dönerek otururum. Eşim görür oraları. Bir gün dediki “Anlatmak zorundayım. Salatayı avucuyla tabağa koyuyor.” Ne yapayım artık o salatayı da söylemesek olmayacak. Bol limon sıkarak idare ediyoruz.

Kafelerde, çay bahçelerinde bardakları çalkalıyorlarsa şükredin.  Eskiden bardaklar önce sabunlu suyla sonra duru suyla yıkanırdı. Çayı doldurmadan önce mutlaka sıcak suyla içi de dışı da iyice çalkalanırdı. Yalova’da hep oturduğumuz çay bahçesinde ocaktan çaylarımızı kendim alıp masaya getiriyordum. Tabii sıcak suda bardakları çalkalatarak. Sahip değiştirdiler, yeniler beni tanımıyor. “Git otur Ağbi. Getiriyoruz” diyorlar. Sonuçta sahile inerken çayımızı evde yapıp termosa koyuyor ve çimenlik bir yerde portatif sandalyelerimize oturup keyfimizi yapıyoruz artık.

Tiyo vereyim. Temiz ve leziz çay-kahve kahvehanelerde var. Deneyin. Üstelik daha ucuz.

Bir de Yalova’daki simitçimizden bahsedeyim. Simit, poğaça ve kek yapıyor. Pencereden alıp gidiyorsunuz. Oturmak filan yok. Tertemiz ve lezzetli. Çay keyfimizi simit-poğaça-kek üçlüsüyle sahilde yaşıyoruz.

Yeme-içmecilerde bulaşıkçı aranmıyor artık. Belli ki gerek yok. Konumuz hijyen diye başka şeylerden bahsetmiyorum. Örneğin pastane yağı diye bir şeyi bana pastaneci dostum söylemişti. Anlayabildiğime göre kızgın yağ içinde kızartma yapanlardan  kullanılmış yağları toplayıp tenekelere doldurup pastanelere satıyorlarmış. Eğer yediğiniz şeyler midenizi yakıyorsa odur. Kimyasal tarafını araştırın.

Elemanlara pek girmeyeyim ama yine de dişini, burnunu karıştıran, eline hapşırıp yıkamayan, arkasına bastığı ayakkabısından ayağını çıkarıp kaşıyan, kedi-köpek sevip servis yapan… Ama en ilginci hijyen için kullandıkları eldiveni yere düşürüp tekrar eline takıp kullananlardır sanırım. Yani neyi ne için yaptıklarının bilincinde değiller.

Şaka bir yana. Bu işin çok detaylı yönetmeliği olmalıdır. Açılacak dükkan adeta tarif edilmelidir.

Sevgili dostlar. Bu iş eğitim işidir. Çocuk yaşta okullarda hijyen öğretilmelidir. Bir restoran çalışanı kendisi için de hijyen şartı aramalıdır. O şartı aramayan yani bilmeyen birinden temizlik bekleyemezsiniz. Zoraki olmaz bu işler.

Sakın “Ağbi Avrupa’da…” demeyin bana. Onlar çok daha pis. Paris’te en yeme-içmecilerin olduğu yer olan Saint Michelde baş parmağı yemeğin içine batarak tabak getirmişlerdi.

Sonuç… Eğitim vs hepsi olmalı. Ama sık ve sıkı denetim yapılmalı. Aksi takdirde herkes herkese hastalık bulaştırır. Biz de hastanelerdeki kalabalığa “Bulaşıcı hastalık mı var?” der dururuz.

ARİF ATILGAN 2025 MAYIS

Not: Yazının tamamı gerçektir. Abartı yoktur.

http://atilganblog.blogspot.com/

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/hi%CC%87jyen-konusu

 

14 Mayıs 2025 Çarşamba

 İskeleler

KANLICA İSKELESİ

Kanlıca, Beykoz ilçesine bağlı 3819 nüfuslu bir mahalledir. İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında Anadoluhisarı ile Çubuklu arasındadır.

Bizans döneminde zenginlerin sayfiye yeriymiş. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra boşalmış. Daha sonraki yıllarda Anadolu’dan gelenler yerleşmiş.

Burada yaşayanlar civar köylere kendi yaptıkları kağnı arabalarıyla gider gelirmiş. Bu sebepten yöreye Kağnılıca denmiş. Zamanla kısalan kelime Kanlıca olmuş. Başka rivayetler de vardır ama ben bunu gerçekçi buldum. Kanlıca Burnu’nun adı eski tarihlerde Limpos’muş. Körfez diye anılan koya ise Bahai Körfezi denirmiş. Burası 4.Murad ve 4. Mehmed dönemlerinde şeyhülislam olan Mehmed Bahaiddin Efendi’ye bağışlanmış. Bahai, Bahaiddin’in kısaltılmışıdır.  

Bülbül dinlenen, mehtap şenlikleri yapılan ve dalyanların bulunduğu bu koydan denize dökülen dereye Bülbül Deresi denir. 

Kanlıca mahallesi, yalıları, ağaçlık alanları, çeşmeleri ve hatta mezarlığı ile ünlüdür. Meydanda Mimar Sinan’a ait İskender Paşa Camii vardır. 1559-1560 yıllarında yapılan kubbesiz, çatılı olan cami o günden bugüne çok hırpalanmış, onarım görmüş ve neredeyse aslına benzemez hale gelmiş. 1900’lerin başında yapılan Hidiv Kasrı ve korusu ile Mihrabat Korusu çevreye nefes aldıran yeşil alanlardır. Kıyı boyunca yalılar, iç taraflarda da çeşmeler vardır. Ünlü isimlerin yattığı boğaza nazır mezarlık ise insanı ölüme özendiriyor sanki.

Kanlıca deyince hemen akla yoğurt gelir. Deniz kıyısında yenilen yoğurt o kadar ünlü olmuştur ki bunu yazmalıyım diye düşünüyorum.

2025 Yılı. Solda Kanlıca İskelesi. Sağda Kanlıca Yoğurtçusu.

1870 yılında İsmail Hakkı Sipahioğlu isimli kişi sahildeki küçük kahvehaneyi satın alır. Burada kahve yapar ve satar. Rumi takvime göre 1293 yılında olduğu için 93 harbi diye bilinen (1877-1878) Osmanlı-Rus savaşı dolayısıyla Bulgaristan Türklerinin bir kısmı ülkemize göç ederler. Bunların bazıları Kanlıca’ya yerleşmişler ve bildikleri iş olan mandıracılığı yapmışlar. Onların yaptıkları yoğurt tanınmaya başlayınca İsmail bey o yoğurdu alıp satmaya başlar. Teneke tepsilerde gelen yoğurt aynı şekilde servis edilirmiş diye anlatılır. Benim anladığıma göre burası yoğurtçu dükkanı olmuş aslında. İsmail Beyin ölümü üzerine işletmeyi oğlu Mahmut Şevket Sipahioğlu devralmış ve yoğurdu cam kaselerde satmaya başlamış. Ekşimtırak tadda olan yoğurt, üzerine pudra şekeri ekilerek yenmeye başlanmış. Laf aramızda doğal inek yoğurdu ekşimtrak ve biraz gevşek olur zaten. İşte Kanlıca’nın kıyısında yenen bu yoğurt ünlü olmuş. Tabii yoğurt kadar ünlü olan İsmail Ağa’nın Kahvehanesi’nde yenmek kaydıyla.

                                    1950’lerde ve 1970'lerde Kanlıca Yoğurdu Dükkanı.

Gelelim Kanlıca İskele’sine…

1851 yılında ilk iskele ahşap olarak Hoca Yahya Efendi Sahilhanesi’nin alt tarafındaki sokağın ağzına inşa edilir.

1894 yılında iki katlı olan iskelenin üst katı kiraya verilmiş. Gazino olarak kullanılmış.

1914 tarihinde yıkılarak yenisi inşa ediliyor. 26 Nisan günü kullanıma açılmış.

1990 yılında eskisinin aynısı betonarme üzeri ahşap kaplama olarak yeniden inşa edilir. Hemen yanında birkaç kayıklık bağlanma yeri vardır.

İskelenin vapur yanaşma yeri uzunluğu 17 m, sudan yüksekliği 1.3 m, iskele önü derinliği 6.5 m’dir. Galata Köprüsü’ne 7.02 mil (11.29 km) uzaklıktadır. Şirket vapurları bu mesafeyi 45 dakikada alır.

Kanlıca İskelesi’nin Hava Fotoğrafı.

Kanlıca insanı rahatlatan bir yerdir. İskele yanındaki Yoğurtçuyu 1970’lerden beri bilirim. 2000’lere kadar sakin sayılırdı. Masanıza servis edilen yoğurt kullan-at şeklindeki bildiğimiz plastik ambalajı ile önünüze gelirdi. Pahalı filan değildi. Zaten oraya gelenler de çok fazla değildi. Deniz dalgalı olduğunda dışarıda oturuyorsanız ayaklarınız ıslanabilirdi. Caddenin üst tarafında meydana bakan Buhara Et Lokantası vardı. Gündüz yoğurt yiyip akşam da Et Lokantasında meydana karşı spesiyali olan pilavlı döner ile bir kadeh rakı içmek iyi gelirdi doğrusu.

Çay, kahve içmek içinse tepedeki Hidiv Kasrı’nı tercih ederdim. Oğlumuz küçüktü. Onun da rahat dolaştığı güzel bir mekan ve tesisti orası. Çevresi geniş bir koruluktur. Çok sık giderdik ailecek. Ama mimarlık ukalalığı yapmadan geçmeyeceğim. Gerek Hidiv Kasrı gerekse Çamlıca Turing Tesisi… Boğazın tepesinde olmalarına rağmen oturduğunuz yerden denizi göremezsiniz. Mimar kuralcılığı… Yahu araziyi traşla, binayı öne al veya yükselt vs. Boğazı göster. Böyle dediğime bakmayın. Ben de öyleyim. Meyilli arsaya oturttuğum binanın zemin katı önde 1m yüksekte iken arkada nerdeyse toprağa gömülü olurdu. Arsanın arka tarafını da hafretmeye cesaret edemezdim bir türlü. Bazen kalfam ‘Sen git Ağbi. Ben ayarlarım zemini.’ Diyerek beni kovalardı. Ne yalan söyleyeyim. İyi de olurdu.

Şimdi duyuyorum da Kanlıca’da yoğurt yemek çok pahalıymış. Sadece pudra şekerli de değilmiş. Vişneli, çilekli, reçelli, ballı da oluyormuş. Ben 1-4 milyonluk İstanbul’u anlatıyorum. Bugün 20 milyon yaşıyor bu kentte. Her yer kalabalık. Her yerde yeni çeşitler istiyor insanlar. Gelenek görenek değişiyor dolayısıyla. Alışacağız...

Kanlıca’ya vapurla veya cam kenarında oturabilirseniz belediye otobüsüyle gitmenizi öneririm. Etrafı seyretmek ayrı bir keyiftir çünkü…

ARİF ATILGAN 2025 MAYIS

https://atilganblog.blogspot.com/2025/05/kanlica-iskelesi-kanlca-beykoz-ilcesine.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kanlica-i%CC%87skelesi%CC%87

 Not:

-Limpos kelimesinin nereden geldiğini bulamadım. Hoca Yahya Efendi Sahilhanesi’nin de fotoğrafını bulamadım. 


 Köşe Yazısı

ANNELER GÜNÜ

Annemi düşünüyorum… Öğretmendi ama çocuklar doğunca bırakmış. Merakı dolayısıyla bir çok şey gibi dikiş te öğrenmiş. Bayram arifelerinde bayramlıklarımızı dikerdi. Merak ederdim bittiğinde nasıl olacağını? Giyip yatmak isterdim. Sonra da dayanamaz yeni kunduralarımı yastığımın kenarına koyup yatardım. Sabah kalktığımda hepsi bitmiş olurdu yeni kıyafetlerimin. Sabaha kadar uyumaz, hepsini hazır ederdi sevgili annem.

Büyüdüm. Evlendim. Oğlumuz oldu. Ortaokul yaşlarındaydı. Bir sabah kalktığında hafif topallar gibiydi. Şikayeti yok aslında. Eşim diyor ki “Sen okula gitme.” Şaşırıyorum. Beni de işe göndermiyor. Arabayla dispansere gidiyoruz. Doktor muayene ediyor. “Bir şey yok” diyor. ‘Bacağında kas ağrısı var’ teşhisi koyuyor. Onları eve getiriyorum. İşe gidiyorum. Öğlen sıralarında telefon geliyor eşimden. “Biz Numune hastanesindeyiz. Ameliyata girmek üzere oğlumuz”  diyor. Hemen hastaneye gidiyorum. Oğlumuz ameliyata girmiş bile.

Eşim diyor ki “Bu belirtiler apandisit ile ilgilidir. Dispanserdeki doktor daha ağır ağrı bekledi sanırım. O sebepten teşhis koymadı. Ama benim içim rahat etmedi. Aldım hastaneye getirdim.” İnanır mısınız? Apandisit patlamak üzereymiş. Hemen hastanede Konsey toplanmış ve acil ameliyata karar verilmiş. Eğer gecikilse kötü sonuçlar olabilirmiş. Eşim ameliyat ihtimalini de düşünüp yemek yedirmemiş.

Bunlar en yakınımdaki iki anneden birer örnek sadece. Bir de arkadaş örneği yazayım.

Üniversite öğrencisiydim. Arkadaşımı bir kız hayal kırıklığına uğratmış, çok üzmüştü. Diyordu ki “Kadınlar anne olarak heykeli dikilecek varlıklardır. Ama o kadar.” Çok öfkeliydi ama annelere en küçük eleştiri bile getirmiyordu.

Bu arada TV lerde asla evlenmeyi düşünmediğini, çocuk sahibi olmak istemediğini söyleyen kadınlar da annelik edebiyatı yapmıyorlar mı? Anneliği, anneliği sevenler konuşmalı bence.

Annelik öyle kutsaldır ki onlar yaptıkları işin öneminin farkına bile varmazlar. Normaldir en hayati işler bile onlar için. Tüm annelerimizi sevgiyle kucaklıyoruz. Aramızda olmayanları saygıyla anıyoruz.

Anneler günü kutlu olsun onlara.

ARİF ATILGAN 2025 MAYIS

https://atilganblog.blogspot.com/2025/05/yazs-anneler-gunu-annemi-dusunuyorum.html

https://atilganblog.blogspot.com/2025/05/yazs-anneler-gunu-annemi-dusunuyorum.html

  


10 Mayıs 2025 Cumartesi

Köşe Yazısı

MİMARLAR ODASI VE BEN

Mimarlar Odası ile tanışmam 1960’lı yılların sonlarında olmuştur. Henüz öğrenciydim. Maçka’daki Maden Fakültesi Konferans Salonu’nda yapılan genel kurula gitmiştim. Salon dolu sayılırdı. Sanırım ülkedeki mimar sayısı en fazla 3000 idi. Hocalarımızı ve tanınmış mimar büyüklerimizi görmek heyecan vermişti bana.

1970 yılında okulu bitirir bitirmez kaydımı yaptırmıştım. Sicil numaram 3796 idi. Henüz askere bile gitmeden. İş-güç zaten yoktu. Ama olsun. Gururlanmıştım.

Sonraki yıllarda zaman zaman Oda toplantılarına katılır, katılmaktan da keyif alırdım. Açık söyleyeyim. Tanıdık kimseye de rastlamazdım. Bu şekilde yıllar geçti.

2000 yılında beni Kadıköy’e yönetici yapmak istediler. İki zıt gurup ortak liste yapıyorlarmış. Kendileri ikişer kişi ile katılıyorlar, beşinci kişi olarak beni önermişler. İki taraf ta adımı duyunca sevinçle ‘Olur’ demişler. Ret etme şansım yoktu. Kabul ettim.

Daha sonra Başkan oldum. İstanbul Şubesi’nde yönetici oldum. Ayrıca hem Mimarlar Odası’nda hem TMMOB’de önemli sıfatlara sahip oldum. Diğer yandan Kadıköy Belediyesi’nin Kent Konseyi’nin Kurucu Başkanı da oldum. Birçok kurum kuruluşta önemli görevler aldım. Açık söyleyeyim. En tepelere de gelebilirdim. Ama ben İstanbul’dan ayrılmak istemiyordum. Hırsım yoktur.

On yıl yöneticilik yaptım. Hep genel kurullarda seçilerek... Merkez Denetleme Kurulu’nun bütün denetlemelerinde Şahsıma ve Yönetim Kuruluma teşekkür edilmiştir. Hep gönüllükle hizmet ettim. Yani karşılıksız. Beş kuruş almadan. Cebimden harcayarak.

Etrafa bakmadım. Kendi işime baktım. Asla hiçbir yanlış yapmadan…

Son yıllarımda bir tuhaflık hissetmeye başladım. Detaylara girmek huyum değildir. Sadece bana karşı eski ilginin zayıfladığını gördüğümü ifade etmek isterim. Bu arada Kadıköy Belediyesi’nde de benzer davranışlar hissettim. Sanırım birlikte hareket ediyorlardı. İlk genel kurulda katı davrandım. Uyumlu olmadım. Listeme şunu bunu almadım. Kazanırdım da. Kaybettim. Akşam Oda yemeğine gitmedim. Liste arkadaşlarımla mahallemin meyhanesine gittik. İçimizi döktük.

Kadıköy Kent Konseyi’nde de aynı davranışta bulundum.

Rahatlamıştım. Karşımdakilerin de artık rahatlayacağını umuyordum. Yanılmışım.

Mimarlar Odası’nın içi ile ilgilenmiyorum. Bazı kişiler benim için artı-eksi sıfır değerinde. Ancak şunu söyleyeyim. Mimarlar Odası’nın kurumsal kimliği saygındır. Toz kondurmam.

Geçtiğimiz günlerde yaşadığım bir olay bu yazıyı yazmama sebep oldu. Bir panele konuşmacı olarak davet edildim. Bazı kişiler engellemek istemişler. Ben kürsüdeydim o gün. Onlar yoktu.

Yazının başında, 1968-1969’larda Ülkedeki mimar sayısı 3000 civarı iken İstanbul Şubesi’nin genel kurulunda Maçka Maden Fakültesi büyük salonunun neredeyse dolduğunu yazdım. Bugün, 2025’te ülkedeki mimar sayısı 100000’e dayanmıştır. Son yıllardaki genel kurullarda salondaki katılımı gidenler yazsın. Bildiğim kadarıyla bir liste 42 kişi. Görevi bırakan ve göreve talip olan liste veya listelerdeki mimar sayısını hesap edin.

                2024. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Genel Kurulu. 25-30 Kişi Sayılabiliyor.

Elli beş yıl önce üye olduğum Odamdan istifa ettim. Halbuki o günkü amacım ölünceye kadar üyeliğimin devamı idi…

ARİF ATILGAN 2025 MAYIS

 

 Not:

O tarihte Genel Kuruldan sonra yaptığımız açıklama:

https://www.arkitera.com/haber/kadikoyde-genel-kurul-tartismasi-devam-ediyor/

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


5 Mayıs 2025 Pazartesi

 Kent Hafızası

KALAMIŞ YAT LİMANI PANELİ sunumu 27/04/2025

Kızıltoprak… Geçmiş yıllarda kırmızı renkli toprağı sebebiyle tuğla imalathanelerinin bulunduğu bir çevreymiş. Eski adıyla Tuğlacıbaşı yeni adıyla Zühtü Paşa Mahallesi denmiş buraya. Kızıltoprak ise semt olarak kalmış.

Kalamış Kızıltoprak’ın kıyısı oluyor. Bizans zamanında sazlık anlamında Kalamisia denirmiş. Kalamış adı oradan geliyor. Moda Burnu ile Fenerbahçe Yarımadası arasında kalan nefis kumsallı bir koydur burası.

1628…  Osmanlı Padişahı 4. Murad Bağdat seferine çıkar. Takip ettiği yola Bağdat Yolu denmiş. Çevresi bağlık bahçelik oluyor.

1872 de Pendik’e kadar ray döşeniyor. İstasyonların çevresinde yerleşimler oluyor.

1844 yılında Osmanlı’da ilk şehir hatları seferleri Şirket-i Hayriye ile başlamış ve yerleşim olan kıyılara iskeleler kurulmuş.

1888-1898 yıllarına ait bir haritada Kalamış İskelesi görünüyor. 1878 yılında göreve başlayan İdare-i Mahsusa zamanında Pendik’e kadar sefer yapılmaktadır. Sefer yapılan iskeleler arasında Kalamış İskelesi de vardır. Caddebostan ve Suadiye İskeleleri henüz yoktur.

1930’lu ve 1940’lı fotoğraflardan anladığımıza göre İskele önce (yaklaşık) 180 metre, sonra ucuna eklenen (yaklaşık) 30 metrelik ahşap eklentiyle (yaklaşık) 210 metre uzunlukta inşa edilmiş. Kâgir olan orta kısımda Bekleme Salonu ve bilet gişeleri  vardır. Ayrıca kâgir bölümün başlangıcında sandalla gelip giden yolcular için denize inen merdivenler bulunuyor.

1937 yılında Henry Prost bir plan hazırlamış. Kalamış-Fenerbahçe arasına geniş bir bulvar önermiş.

1950’ler … Çocukluk yıllarım… Fenerbahçe’nin Dere Ağzı tesislerinin bulunduğu alan sazlıktı. Bizler aradaki patikalardan yürüyerek kumsala gelirdik.

1957 yılında Moda ve Kalamış'ın bir eğlence ve sayfiye sitesi haline getirilmesi için, belediye tarafından bir imar planı hazırlanmış. Ultra modern tesisler yapılacakmış ve planın uygulanması için 200 milyon lira harcanacakmış. (Mimarları Melih Birsel ile Halûk Baysal)

1958 yılının 16 mayıs tarihli HAYAT dergisindeki haberde ise Kalamış’ta denize yapılacak bir ada önerilmiş, içine de yüksek katlı modern bir otel planlanmış (Mimar Rüknettin Güney)

1960’larda da kumsaldan denize giriyoruz. Kadıköy’ün çocukları yüzmeyi burada öğrenirdi. Özellikle iskelenin merdivenlerinin önünde… Ben de onlardan biriyim.

                                                            Kalamış İskelesi

1966 yılındaki hava fotoğrafında (yaklaşık) 90 metre ahşap, (yaklaşık) 90 metre kâgir ve (yaklaşık) 70 metrelik ahşap bölümler var. İskele 250 metre olmuş. Lodos dalgalarının getirdiği kum ile denizin sığlaşması veya büyük gemilerin gelmeye başlaması sebebiyle uzatıldığını düşünebiliriz. Kâgir bölümde yine Bekleme Salonu ve merdivenler bulunuyor. Bu yıllarda vapur seferlerinin azaltılması planlandığından iskelenin üstü çay bahçesine kiralanıyor.

1970’li yıllarda Kadıköy’ün nüfusu 3000000 olmuştur. özellikle hafta sonu tatillerinde plajlar çok dolmaktadır. Gazetelerde “Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremedi” şeklinde haberler yapılmaya başlanır. Bir süre sonra kıyıların doldurulması gündeme gelir. Denir ki “tüm kıyılar doldurulunca kilometrelerce plaj oluşacaktır.” Yalıların önüne sahil yolu yapılacak ve yolun altında deniz olacaktır. Yabancı filmlerdeki gibi arabayla giderken denize girenlere el sallanacaktır. Sahil yolunun hiçbir zaman trafike yararlı olması için kullanılmayacağı, keyif yolu olarak kullanılacağı söylenir. Böyle bir şey olamazdı zaten olamadı.

Bu durumun sakıncaları vardı halbuki.

1- Doğa katledilecekti, edildi: Bu amaç için doldurulan molozun çamuru, Marmara Denizi'nin büyük bir bölümünü etkiledi. Denizin dibini kaplayan balçık, eskiden ıstakoz tutulabilen bu denizde yıllarca balık bile çıkmamasına sebep oldu.

2- Coğrafya yok edilecekti, edildi: Bu kıyılarda, bugün bile kara tarafına bakıldığında fark edilebilecek küçük koylar, burunlar vardı. Bunların hepsi yok olduğu gibi sahil adeta cetvelle çizilmiş bir şekle sokuldu. Ayrıca İstanbul'un falez kıyı örneklerinden Dragos, Moda ve Salacak’ta artık falezler hissedilemez hale geldi.

3- Yalılar yok olacaktı, yok oldu. Yalı, duvarını deniz dalgasının yaladığı binalara denir. Daha sonra tarif genişletilmiş, denizle sınır olan parseldeki yapıya denmiş. Deniz doldurulunca yalılar bahçeli eve dönüştü. Dolayısıyla İstanbul'un olmazsa olmaz özelliklerinden biri olan yapı tipi yok edilmiş oldu. İstanbul için Haliç, Boğaz, Ayasofya ne derece önemliyse, yalılar da o derece önemlidir.

4-Deniz kendini temizleyemeyecekti, temizleyemedi.Lodos havalarda deniz bu kıyılara içindeki tüm ıvır zıvırı atardı. Karşı kıyılarda da poyrazda aynı şey olurdu. O yıllarda Lodosçu denilen kişiler lodos sonrası kumsala denizin attığı bu malzemeleri toplardı.  İnanın bozuk para bile çıkardı o malzemelerin arasından. Şimdi artık denize atılan tüm malzeme orada kalıyor. Zira kumsallar yok oldu, deniz adeta büyük bir havuza döndü.

5-Kumsallar yok olacaktı, oldu. Bizler sahip olduğumuz şeylerin kıymetini bilemiyoruz. Kum-çakıl tabakaları binlerce yılda oluşur. Hepsi yok oldu.

6- Bu dolgu alanı başka yerlere kötü örnek olacaktı, oldu. Başta İstanbul’un diğer kıyıları olmak üzere Türkiye’nin hemen her yerinde sahiller dolduruldu.

Sonunda plaj filan yapılmadı, Sahil Yolu da boş kalmadı. Sanırım bazı yerlerde dolgu alanlarına tapu da çıkarılmaya başlanmış.

1982 yılının hava fotoğrafında Kalamış Koyu doldurulmuş. Çekek yeri yok. Dolgu alanının tamamının park için ayrıldığı belli oluyor.

1982 Yılında Dolgu Alanında Park Yapılma Çalışması Var.

1987 yılının hava fotoğrafında İskelenin Kurbağalıdere tarafında Yelken Sokak hizasına kadar Tekne Çekek yeri görülüyor. Ayrıca kıyı Fenerbahçe’ye kadar tekne barınağı olarak kullanılıyor.

                                            1987 Yılında Yat Limanı Yapılmış.

O yıllarda eşim ve oğlumla Fenerbahçe’ye gelip kıyıdaki teknelerin yanından Kalamışa kadar yürüyüş yapardık. Kıyı açıktı.

Daha sonra Fenerbahçe-Kalamış arasına Yat limanı yapılıyor. Kıyı demir parmaklıkla kapatılıyor. Yine de denizi görüp parmaklık dışından yürümek keyifli oluyordu.

Pekiyi de… Yat Limanı nerelere yapılmalıdır?

Öncelikle şehir merkezine yapılmaz. Zira buraya vereceği değil buradan alacağı şeyler olur. Çevreye yük getirir. Aksine şehir dışında sakin kıyılara yapılmalıdır. Tesiste otopark, wc duş, nalbur, market, küçük bir restoran bulunabilir. Daha detaylılar tesis dışında olabilir. Dolayısıyla çevreye bir şeyler kazandırılmış olur. Göçek böyle idi…

Şehir merkezinde ancak tekne barınağı olur. 6-7 metrelik küçük tekneler için. İnsanların denizle barışık olmasının sağlanması için…

Bizde şehir merkezine Yat Limanından çok bir AVM yapılıyor aslında. Bu da çevreye yük getirmektedir.

Kamu malını yani halkın malını kişi veya şirket kullanıyor.

2011 yılında Yat Limanı Özelleştirme İdaresine bağlanıyor.

                                                              Yat Limanı

2013 yılındaki Özelleştirme İdaresi Kararının 2. Maddesinde ‘…Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş.’ye ait 274 ada, 1 no’lu parsel..’ olarak tarif edilen parçanın eklenmesiyle 435128.58m2 alanın 436263.58m2’ye çıktığı ifade ediliyor.

Tarif edilen 1135 m2’lik parça Kalamış İskelesi’dir. (436263.58 – 435128.58=1135m2). Buradaki Ada Parsele Kadıköy Belediyesi sayfasından İmar Durumu sorulup araştırıldığında 274 Ada 1 Parselin denize uzandığı görülüyor. Belli ki zamanında iskeleler TDİ’ye tapulanmak için parsel haline getirilmiş.

Özelleştirme İdaresinin Planında görülen iskele 2017 yılından sonraki planlarda kaldırılıyor. Kara parçasının denize dönüştürülmesi prosedürünün nasıl olduğunu açıkçası ben bilmiyorum.

İlgili Koruma Kuruluna başvurarak iskelenin tescil edilmesi istenmelidir. Kalamış İskelesinin tekrar yerinde inşa edilmesi Kent Hafızası için çok önemlidir. Anı değeri dikkate alınmalıdır. İskelenin maketi Koç Müzesinde vardır.

Buna örnek Rumelihisarı içindeki camidir. 450 yıl önceki yapı rekonstrüksiyon ile yerine yapılmıştır. Kaldıki bu cami sadece yazılanlardan yararlanılıp yapılmıştır.

Tescil edildiğinde önce İskelenin sınırları değişik dokulu malzemeyle kaplanmalıdır. Sonra Bekleme Salonu eski yerine rekonstrüksiyon projesiyle tekrar inşa edilmelidir. Duvarına da iskelenin hikâyesi yazılmalıdır. Sonra da buraya vapur gelmesi istenmelidir. Vapurun gelebilmesi için de Yat Limanı’nın kaldırılması gerekmektedir. .

2017 ve 2021 planlarında iskele yoktur.

Sonuç… Hukukçu arkadaşlarımız Yat Limanı’nın yapılmaması için gerekli davaları açacaktır. Ancak ben iskele ile yukarıda yazdığım girişimin de yararlı olacağını düşünüyorum.

ARİF ATILGAN  2025 MAYIS

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/05/hafzas-kalamis-yat-limani-paneli-sunumu.html

 

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kalami%C5%9F-yat-li%CC%87mani-paneli%CC%87-sunumu-27-04-2025