24 Haziran 2017 Cumartesi

Kent Öyküleri

YELDEĞİRMENİ’NDEN BİR ANI
Arif Atılgan

İffet Hanım, Yeldeğirmeni, Uzunhafız Sokak No 188 deki annesinin evinde ailesi ve annesiyle birlikte oturmaktadır. Annesi 1960 yılında rahmetli olur.

Bir süre sonra 3 ablası ve ailede sözü geçen büyük enişteyle miras konusunda bir toplantı yaparlar. Onlara annesinin bu evi 13.000 TL ye aldığını, biraz masraf yaptığını, dolayısıyla 20.000 TL ye sayarak kendisine haklarını devretmelerini teklif eder. Kardeşlerin içinde tek evsiz kendisidir. Ablaları biraz daha fazla edebileceğini söyler. Büyük abla 6.000 TL, ortanca abla 7.500 TL ister. Sülalenin en varlıklısı olan küçük abla ise satmak istemediğini, hissesinin kalmasını söyler. İki ablanın istekleri yerine getirilir. Küçük abla eve dörtte bir ortak olarak kalır.

Ancak küçük abla değişmeye başlar. Örneğin: Yaz tatillerinde İstanbul dışındaki büyük kızını çocuklarıyla birlikte kardeşine gönderir. İffet Hanım kendilerini ağırlamak ister ama Onlardaki, ‘Evin ortağıyız’ davranışını hissetmekten rahatsız olur. Ablası, benzer başka davranışlarda da bulunur.

Yarı ahşap olan ev eskimektedir. Zaman zaman yapılan tamirat masraflarına abla karışmaz. Öte yandan ufak tefek tamiratlar evin yaşanılır olabilmesi için yeterli değildir. İffet Hanım, evin tamamı kendisinin olsa yapacağı köklü bir elden geçirmeyle annesinin yadigârında hep yaşamak istemektedir. Ama bu olamamaktadır.  Durum sıkıntılıdır. 

1970 yılında, bitişikteki ev yıkılıp inşaat yapılmaya başlanır. Müteahhit, Onlara da inşaat yapmayı teklif eder. Kendisine evin başka hissedarı olduğu söylenince ‘Gidip konuşayım’ der.

İffet Hanımın ablasına konuşmak için giden Müteahhit,  Onun büyük oğlu tarafından terslenir. Bunun üzerine, ‘İzale-i şüyu davası açacağız ama İffet Hanım ablasıyla mahkemelik olmak istemiyor.’ der. Büyük oğul, ‘Şeriatın kestiği parmak acımaz’ diyerek Müteahhidi kovar.

Mahkeme olur. Devreye eşler girer. İki taraf ta çantalarına paralarını koyarak gelir. Açık arttırmaya çıkılır. Gereksiz inatla fiyat çok fazla arttırılır. Sonunda ablası vazgeçer. Evin fiyatı 70.000TL ye çıkmıştır. İffet Hanım ablasına hissesinin karşılığı olan 17.500 TL yi verir. Ablası parayı olduğu gibi bankaya yatırır. Evin tamamı İffet Hanımın olmuştur.

Müteahhit, 2 daire karşılığı inşaatı yapar. Ancak aile fertleri, daireler küçük olduğu için burada oturmak istemezler. İnşaat sırasında Küçükyalı, Altıntepe’ye taşınmışlardır. Taşındıkları semt sayfiye yaşantısındadır. Burada da akrabaları vardır. Yaşamak için uygun görürler. Birkaç yıl sonra dairelerden biri 90.000TL diğeri 94.000TL ye satılır ve paranın bir kısmıyla Altıntepe’de yeni bir inşaattan geniş, rahat bir daire satın alınır.

                           Evin Yerine Yapılan Apartman (Öndeki 5 Katlı).

İki aile bir süre küs kalır. Sonunda İffet Hanım eşine, ‘Biz küçüğüz. Gidip barışalım’ der. Giderler barışırlar.

Buna rağmen aileler görüşmez. İki kız kardeşin eşleri istemez çünkü. Bir gün eşini, ablasının eşi telefonla arar. İki erkek buluşur, görüşür, barışır. Zaten bir süre sonra ikisi de bu dünyadan göçüp giderler.  

Abla 1994 yılında rahmetli olur. Çocukları, veraset işleriyle uğraşırken evrakların içinde bir banka cüzdanı bulurlar. Bankaya gittiklerinde görürler ki hesapta 17.500 TL vardır.

1970 yılında İffet Hanımdan alınan paradır bu.

Ancak...

1994 yılında o parayla artık ekmek bile alınamamaktadır.

Bugün hayatta olmayan olayın kahramanlarının hepsine rahmet gönderelim. Kendimizce kıssadan hisse çıkaralım.

İffet Hanım, annem olur.
ARİF ATILGAN HAZİRAN 2017
        


22 Haziran 2017 Perşembe

YELDEĞİRMENİ ADI NEREDEN GELİYOR?
Arif Atılgan

Semtimizde yeldeğirmenleri 1700 lü yılların sonlarında faaliyet göstermiş.

1900 lü yıllara gelindiğinde bunlardan hiçbir iz kalmamış. Unutulmuş. O yıllardaki planlarda yeldeğirmeni binası görünmüyor. Zaten un yeldeğirmenlerinin çalışacağı geniş alan da yoktur artık.

1920 lerin ilk yarısında doğanlar buradan Haydarpaşa diye bahsederler.   Semt Haydarpaşa Çayırının içersinde kaldığından aynı adla anılmış.

1927 yılında Osman Ağa Mahallesinden ayrılıp semtin kendisi mahalle olduğunda ise camisinden dolayı Rasim Paşa Mahallesi adı verilmiş.

1930 lu yıllarda semtteki okulların, kiliselerin, sinagogun isimlerinin başında Haydarpaşa kelimesi vardır.

Semtin yasal adı önce Haydarpaşa sonra Rasim Paşa Mahallesi olmuştur. Yeldeğirmeni yasal adı değildir.

1940 larda yaşayanlar semti Yeldeğirmeni olarak anıyorlar. 1951 yılında kurulan spor kulübünün adı Yeldeğirmeni oluyor.

Belli ki burada 18. Yüzyıldaki yeldeğirmenlerinin dışında yeldeğirmenini anımsatan bir şeyler bulunmaktadır.

Zaman zaman eski-yeni Yeldeğirmenliler Beni ararlar. 2017 Haziran ayında, daha önce aradığı için kendisini tanıdığım, bir emekli Albay büyüğüm aradı. Kendisi 1928 doğumlu. 1930 lu yılları anımsıyor. Sohbetimizin arasında semtte Haydarpaşa Çayırı tarafı başta olmak üzere geniş bahçelerin yer aldığını, her bahçenin içinde kuyu bulunduğunu, bazı kuyulardan su çekmek için yeldeğirmenlerinden yararlanıldığını anlatınca kulak kabarttım.

Konuyu deşince bunların bildiğimiz un yeldeğirmenleri değil, onlara benzeyen, bugün bazı tarlalarda gördüğümüz yüksek demir ayaklar üzerindeki metal pervanelerle çalışan rüzgâr gülü su pompaları olduğunu anladım.


Rüzgâr Güllerinin pervaneleri ortalama 10 mt, ama 30 mt yüksekliğe kadar konabilmekteymiş. O yıllarda çoğunlukla 1-2 katlı evler olduğu göz önüne alınırsa, evlerin üzerinde olabilmektedir.

                                                     Rüzgâr Gülü Su Pompası

1900 yılından sonraki planlar incelediğinde, semtimizde geniş bahçelikler olduğu görülmektedir. Bazı bahçelerde, kuyulardan su çekmek için bu tip pompaların kullanıldığı anlaşılıyor.

Anlatan kişinin sözlerinden, insanların bunlardan yeldeğirmeni olarak bahsettiği belli olmaktadır. Semtin Yeldeğirmeni adının 19. Yüzyıl sonlarıyla 20. Yüzyıl başlarında kullanılan rüzgâr güllerinden gelmesi ihtimalinin de araştırılmasında yarar olduğunu düşünüyorum.     

Semtimizin coğrafik konumu rüzgâr alan durumdadır. Bu özelliğinden yararlanıldığı, 18. Yüzyılda çevre boşken un yeldeğirmenlerinin, 19. Yüzyıl sonlarından itibaren ise yerleşim olunca rüzgâr gülü su pompalarının bulunmasından belli oluyor.

Kendilerine saygı duyduğum tarihçiler daima belge isterler. Haklıdırlar. Ben de öyle davranırım. Ama Ben sözlü tarihe de önem veririm. Yaşayan insanların anlattıkları bazen belgelerde bulunamaz. Yol gösterici olurlar. En azından o bilgilere göre belge aramamızı sağlarlar.

Böyledir demiyorum. Ancak bütün gelişmelerin şüphecilikle sağlandığını unutmamalıyız.
ARİF ATILGAN HAZİRAN 2017

20 Haziran 2017 Salı

Kent Öyküleri


KÖYDE ATA BİNMEK
Arif Atılgan

1960 lı yılların başları. 12-13 yaşlarım. O yıllarda İstanbul’un ilçesi olan Yalova’nın Hacı Mehmet Köyündeyim. Köy iskeleye 5 km mesafede. Elektrik-su yok. İçme suyu Paşa Köyden, kullanma suyu Safranlı Deresinden taşınıyor. Safranlı Deresi Hacı Mehmet ile Safran Köylerinin arasından geçip Yalova merkezden denize dökülen derenin adı. Biz o yıllarda Koca Dere derdik.

Küçük amcamın eşi olan yengemle su almak için at ile Safranlı Deresine gitmiştik. Atın semerinin iki yanına güğümler yüklenmişti. Yengem Beni oturttuğu atı yedeğinde, yani yularını tutup önünde yürüyerek, götürüyordu. Güğümleri doldurup aynı şekilde eve dönmüştük.

Evde atın yükünü indirdikten sonra semerini de çıkaran yengem, onu yedeğimde mandıraya götürmemi istedi. Mandıra köyün dışındaydı. Oraya sabahtan giden ortanca amcamın atı çayıra uzun urganla bağlayıp otlamasını sağlayacağını söyledi. Binerek gitmek istememe karşı çıkmış, ‘Yol engebeli. Düşersin. Zaten çıplak ata binmek tehlikeli.’ demişti.

Atın yularını tutup yola çıktım. Yoldaki bozuk kısımları geçmiştim. Fırsatı kaçırmak istemiyordum. Tümsek bir yerden atın üzerine atlayıverdim. Sırtı popoma fena batıyordu ama at sürmenin keyfi başkaydı. Bazen yavaş bazen hızlı gidiyordum. At hızlandıkça üzerinde hopluyordum, hopladıkça da popom fena acıyordu. Düşmemek için ayaklarımı iki yanından gövdesine sımsıkı sarmıştım.

Mandıraya yaklaştığımızda 3 çoban köpeğimiz koşarak bizi karşılamaya gelmişlerdi. Sarı, Duman ve Kancık isimli köpeklerimiz.. Ancak keyifle gelen köpekler atın üzerinde Beni gördüklerinde sinirlendiler ve havlamaya başladılar. Her zaman bu şekilde amcalarımı karşılamaya alıştıklarından olacak Beni görünce şaşırmışlardı. Zıplayıp ayaklarımı ısırmaya çalışıyorlardı. Ayaklarımı atın üzerine çekip amcama bağırmaya başladım. O da mandıranın üst tarafındaki incir ağacının gölgesinde uyuya kalmış. Zor uyandırdım bağıra bağıra.

                                     Mandıranın Bulunduğu Bölge

Amcam gözlerini ovuşturarak geldi, köpekleri kovaladı, beni indirdi ve atı bağlamaya götürdü. Ben de yürüyerek geriye döndüm.

Sonradan düşünüyorum. Yedekleyip götürseydim belki de kendi köpeklerimiz bana kötülük yapacaklardı. Yaramazlık yapmakla tehlikeden kurtarmıştım kendimi.

Bugün artık köyde su-elektrik var. Köylüler dereden su kullanıldığını anımsamıyorlar. Hâlbuki çamaşır bile derede yıkanırdı.

Sıra geldi yazıyı yazmaktaki amacıma.

Bugün mandıra yerinde yok ama yol ve çevre hala eskisi gibi. Talebimi tekrarlayayım. Yalova’da köylere imar gelmesin. 
ARİF ATILGAN HAZİRAN 2017


19 Haziran 2017 Pazartesi

DÜNDEN BUGÜNE FİKİRTEPE KONUSU
Arif Atılgan

Mimarlık Dergisi Meslek Odamın yayınıdır. Önemli bir şey görmedikten sonra Meslek Odamın Yayınlarında yazılanlara karışmam, karıştırtmam. Örneğin: Geçmiş tarihte, binası da kendisi de tartışmalı olan TAK isimli kuruluşun etkinlik duyuruları yayınlanmıştı. Boş vermiştim. Sadece yakın geçmişte yaşamını yitiren Melih Koray’ın ardından anma yazısı olarak özel yaşamından bahsedilmesini eleştirmiştim. Yazarı tanıyordum. Melih Koray ile kendisini rakip görerek kendisine gizliden iltifat etmesi canımı sıkmıştı.

Fikirtepe konusunu planın çıktığı tarihte yaşadıklarımdan dolayı bırakmıştım. Mimarlık Dergisinin 2017 Mayıs-Haziran 395. Sayısında yer alan ‘Dünden Bugüne Fikirtepe’ başlıklı yazı üzerine bu konuda yazmak gereği duydum. Yazarı tanımıyorum. Zaten yazarı değil yazı üzerinden Mimarlık dergisini ele almak istiyorum.


Fikirtepe projesinin gündeme geldiği 2011 yılında Mimarlar Odası Anadolu 1. Bölge Temsilciliği Başkanıydım. Fikirtepe, Temsilciliğimizin bölgesi içindedir. Konuyla detaylı bir şekilde ilgilenmiştik. Halkla, Fikirtepelilerle, belediye yetkilileriyle, ilgili meslek odaları temsilcileriyle, hukukçularla, akademisyenlerle yani söz söyleyebilecek her kesle toplantılar düzenlemiştik. Bu konuda, 2011 yılında Mimarlara Mektup dergisinde yayınlanan FİKİRTEPE başlıklı yazımın dışında, henüz daha ciddi ve dürüst bir yazı yayınlanmadı. Arzu eden http://atilganblog.blogspot.com.tr/2014/08/fikirtepe-arif-atlgan-1950-ylndan.html Linkinden okuyabilir.

Bizler bu plana karşı çıkıyorduk. Belediyeciler, kurumsal kimlikleriyle savunuyorlar ama kişisel kimlikleriyle ‘Resmin sonunun görülemediğini’ itiraf ediyorlardı.

O günlerde yeteri kadar yaptığımız için Planı tartışmayacağım. Sadece, Fikirtepe’den en çok tehdit alan kişi olduğumu söylemek istiyorum.

Bir gün o bölgenin muhtarları projeyle ilgili bilgilenmek için görüşmeye gelmişlerdi. Konuşurken anladım ki onlar bana projenin ne kadar iyi olduğunu anlatmaya gelmişler. ‘Toplantıyı bitirelim’ demiştim.

Bir başka gün Kadıköy Belediye Meclis Başkanı olan meslektaşım-arkadaşım, Fikirtepe Paneli yapacaklarını, konuşmacı olarak Şehir Plancıları Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası Başkanlarının da geleceğini, benim de Mimarlar Odası Başkanı olarak katılmamı rica etti. Kabul ettim. Panelin olacağı günün sabahı telaşla Beni arayıp ‘Fikirtepeliler planlarının iptalinin istenmesine çok tepkililer, diğer panelistler gelmeyeceklerini bildirdi, bir sen kaldın. Sen de gelme istersen. Biz Belediye olarak bilgilendirme toplantısına çeviririz.’ Demişti. ‘Olur’ demiştim. Akşam tekrar arayıp ‘İyi ki gelmedin. Nikâh salonu yerlere oturmacasına tıklım tıklım doluydu. Sana, ‘Planımızı neden istemiyormuş? diye tepkiliydiler.’ Dedi.

2017 yılında TV de Fikirtepe’ye gelen Başbakanın, bakanların etrafında gördüğüm tipler 2011 yılında da o zamanın yetkililerinin etrafında görülüyorlardı. Diğer yandan bazı meslektaşlarımızın Fikirtepelilere danışmanlık yaptığını da duyuyorduk.

Fikirtepeliler bu anormal rantlı planı çok istediler. ‘Bu plan doğru değil’ dediğim için de bana tepki koydular. Ben hep doğru konuştum. Sadece Fikirtepelilerle değil İstanbul’da bu anlamdaki başka bölge insanlarıyla da benzer şeyler yaşadım. Çünkü: Onlara kentin diğer taraflarındaki inşaat hakkına razı olmalarını, planlı alanlarda yaşar hale gelmelerinin önemli olduğunu anlatırdım. Yaşam alanlarının çok değerleneceğini, buralarda sermayenin gözü olacağını söylerdim. Onlar hep rantlı plan istediklerinden bana kızarlardı. O günlerde söylediklerimin arkasındayım. 

Bu tip yerleşimlerde yaşayanların anlayışları beni üzmüştür. Bunun için de artık bu konularla ilgilenmiyorum. Ancak Mimarlık dergisinde ‘Fikirtepedekilere nasıl sahip çıkılır?’ anlamında yazılar yayınlanması beni şaşırtmıştır. Hele 1999 depremi sonrası haksız yere hapse giren meslektaşlarımıza gerekli ilgiyi göstermeyen Meslek Odamızı yaşadıktan sonra.

Süreci yakından yaşamış biri olarak yazarın bazı tespitlerine katılmıyorum. Yine de bu konuda yazmak niyetinde değildim. Yazıdaki Burada üretilecek ranta müteahhitlerle eşit şartlarla ortak olacaklarına ikna edilen mahalleli, başka bir alternatifleri de olmadığı için bu projeye rıza göstermiştir.’ Cümlesi bana bu yazıyı yazdırmıştır. Kibar insanımdır. Yalan demeyeyim ama yanlış bir cümledir.

Beni Mimarlar Odası ilgilendirir. Odamız 2011 yılında bu planlara karşı çıktığını unutmuş mudur? Yoksa yazılar okunmadan mı yayınlanmaktadır? Eğer sorun birincisiyse gerçekten çok üzülürüm.

Herkes şunu bilsin. Ben o gün de bu gün de çizgimden, fikrimden santim şaşmadım. Haklı çıkmaktan bıktım. Samimiyetimle söyleyeyim ki bazen haksız çıkmak için dua ediyorum.
ARİF ATILGAN HAZİRAN 2017



2017 yılında genel olarak inşatçılıkla ilgili yazımda da Fikirtepe’ye değinmiştim.
RANTSAL DÖNÜŞÜM


12 Haziran 2017 Pazartesi

KADIKÖY’DE UNUTULAN TANIMLAR
Arif Atılgan

1970 li yıllara kadar Kadıköy’de kullanılan bazı tanımların artık unutulduğunu görüyoruz. Bunların geçmişi bazen Bizans’a kadar gitmektedir. Anımsayalım.

İstanbul’a Gitmek: Tarihteki gerçek İstanbul Konstantinopolis’dir. Şimdiki Suriçi Bölgesi veya Fatih İlçesi. Daha sonra Haliç’in diğer yakası da İstanbul olmuş. Dolayısıyla vapurla Avrupa yakasına geçmek ‘İstanbul’a gitmek’ olarak tarif edilmiş. Bunda Cumhuriyet sonrası, 1924-1926 arası Anadolu Yakasının Üsküdar ili yapılmasının da rolü var tabii.

                                 İstanbul'a Gitmek. (Arkada İnci Burnu)

Köyüme Geldim: İstanbul’dan geriye dönüldüğünde her Kadıköylü iskeleye ayağını bastığında ‘Köyüme Geldim’ duygusu taşırdı. Ayak bastığımız yer eskiden denizmiş.

Kumluk: 1900 lerin başında bugünkü PTT nin hizasından Mühürdara kadar olan binaların önünde deniz varmış. Buraya güzel kumsalından dolayı Kumluk denirmiş.
  
Kumluk 

İskele Camisi: Kıyı çizgisini diğer istikamete doğru takip edersek biraz ilerde denize kapısı olduğu için İskele Camisi adıyla anılan cami artık denizden kopmuştur. Günümüzde Sultan 3. Mustafa Camisi olarak bilinmektedir.

Zaharoff Plajı: Mühürdardan yukarı çıkarken Rum asıllı silah tüccarı Zaharoff’un yalısı bulunurmuş. Deniz kıyısında küçük bir iskelesi de bulunan yalı ortadan kaybolmuş. Ama burası 70 li yıllarda da Zaharoff Plajı olarak anılır, küçük taş iskelesi de yerinde dururdu. Çakıllı, çabuk derinleşen bir kıyı idi.

                                                      Zaharoff Plajı

İnci Burnu: 1900 lerden itibaren Kadıköy kıyısı doldurulurken önce Mühürdar’dan Haydarpaşa istikametine doğru 300-350 mt uzunluğunda dalgakıran inşa edilmiş. Bu dalgakıranın ucuna 1930 larda İnci Gazinosu adıyla bir gazino yapılmış. Bu sebepten burası İnci Burnu diye anılırdı.

Hal Binası: Kadıköy Dolgu alanına 1920 lerde inşa edilen Hal binası daima kendi fonksiyonuyla kullanılmamışsa da Hal binası olarak anılırdı. Şimdi Konservatuar veya Haldun Taner Tiyatrosu olarak biliniyor.

Faytonlar: Kadıköy’de taksi yerine fayton kullanılırdı.
  
Faytonlar ve Hal Binası

Bit Pazarı: O yıllarda sırtında çuvalla sokak aralarında gezip ‘Eskici’ diye bağıranlar vardı. Bunlar evlerden eski eşyaları alır, Osman Ağa Camisinin yan sokağı olan Üzerlik Sokakta satarlardı. Bu sebepten buraya Bit Pazarı denirdi.

Hacı Bekir Sokağı: Ünlü şekercinin bulunduğu sokak Muvakkithane Caddesidir ama herkes oraya Hacı Bekir Sokağı derdi. Şimdi o kadar çok kafe-pastane var ki günümüz insanları Hacı Bekir’i tanımıyorlar.

                                                       Hacı Bekir Sokağı

Adliye Bahçesi: Caferağa’da bugün Spor Salonu ve Barış Manço Kültür Merkezi bulunan alanda eskiden Kadıköy’ün Adliye Sarayı varmış. Adliyenin Bahçesinde çocuklar oyun oynarlar hem de bahçeyi alttaki Moda Caddesine geçiş için kullanırlarmış. Bina 1950 lerin başlarında yanınca boş arsa kalmış.  Ama Adliyenin Bahçesi olarak anılmaya devam etmişti.

Çarıkçı Mahallesi: Şimdiki Serasker Caddesinin bulunduğu bölgeye denirmiş. Burada ahşap tek katlı, bahçesinde her çeşit deri, meşin tamiri yapan zanaatçılar bulunurdu. Biraz da belalı tiplerin yaşadığı bölge Çarıkçı Mahallesi olarak bilinirdi.

Ayakkabıya Pençe Yaptırmak: Kundura tamircileri altı delinen ayakkabıların altının tamamını veya yarısını değiştirip yeni kösele çakarlardı. İşte bu tamirata tam ve yarım pençe denirdi.

Alman Kampı: Moda'da günümüzdeki Kalkhedon Tesisinin üstündeki yeşil alanın devamıydı. Şimdiki Kadıköy Anadolu Lisesinin duvarının önündeki bu alanda 1900 lerden 2. Dünya savaşı sonrasına kadar Alman izciler kamp yaptıkları için bu isim verilmiş. Sakin ve tenha olan alan sevgililerin çok tercih ettiği bir yerdi. Yazmazsam tarihe eksik not düşmüş olurum, bir de esrarkeşlerin tercih ettiği yerdi.

Konuşma Teklif Etmek: O yıllarda sevgili kelimesi şarkılarda söylenebilirdi. Çıkmak, flört, arkadaş tanımları da yoktu. Erkekler kızlara ‘Konuşma teklif ederlerdi’. Birbirlerini Konuştuğum Çocuk, Konuştuğum Kız olarak tanıtırlardı.

Bayram Yeri: Bizden eskiler Halidağa Caddesindeki Bayram Yeri Sokaktan Altıyola kadar olan bölgede Bayram Yeri yaşamışlar. Bizler Kuşdili çayırında Bayram Yerini yaşadık. Bu sebepten buralara Bayram Yeri denirdi.

Kuşdili: Kurbağalıdere kenarına üzeri kapalı kafes içinde saka, florya, iskete kuşları getirilip kurbağa sesleriyle yarıştırılarak kanarya gibi makara çekmeleri sağlanırmış. Bu sebepten kuşlara dil öğretilen yer anlamında Kuşdili denirmiş. Bugün Salı Pazarı deniyor. Salı Pazarı da gitti. Bakalım ne denecek buraya.

İbrahimağa: Tarihi İbrahimağa Mahallesi artık Ayrılık Çeşmesi İstasyonu olarak biliniyor.

Paris Mahallesi: 1. Dünya Savaşı Sonrası işgal kuvvetlerinin kısa bir süre genelev yaptıkları Ayrılık Çeşmesi Sokağına her kes anlamasın diye konan şifreli ad. Bizim zamanımızda mezarlığın Acıbadem tarafına Paris Mahallesi denirdi. Şimdi bu isim de unutuldu.

Çiftlik: Şimdiki Natiliüs AVM nin bulunduğu yer dâhil Acıbademe kadar 320 dönümlük alan Şehzade Ziyaeddin Köşkünün çiftlik arazisiymiş. Bu sebepten AVM nin üst tarafı Çiftlik adıyla anılırdı. Köşk bugün apartmanların arasında kalmıştır. 

                                                           Çiftlik

Batarya: Acıbadem Dörtyol’dan İkbaliye’ye çıkarken bugün İş Bankası bloklarının bulunduğu soldaki alan. Buraya 2. Dünya Savaşında Haydarpaşa Garı’nı korumak için topçu bataryası yerleştirilmiş. Otobüs durağının adı Batarya idi. Buradaki boş alan ise Batarya futbol sahasıydı.

Gazhane: Hasanpaşa’da Anadolu yakasının sokaklarının aydınlanması ve evlerde yemek pişirilmesi ihtiyacı için havagazı üreten tesis vardı. Bu sebepten bu çevreye Gazhane denirdi.

Havagazı: Gazhaneden evlere verilen gazın adıydı. Bazen musluğunu açarak intihar edenler olurdu.

Çukurbostan: Altıyoldan Yoğurtçuya giderken Salı Pazarının hizasını geçince ilk durağın adıydı. Herhalde çukurda kalan bostan varmış zamanında.

Talimhane: Şimdiki Halidağa Caddesinin bulunduğu düzlükte Osmanlının piyadeleri talim yaparmış. O sebepten buraya Talimhane denirdi.

İyi Su: Evlerde akan Terkos Suyu içilecek kalitedeydi. Ama yine de insanlar kent içindeki çeşmelerden akan memba sularını içmeyi tercih ederlerdi. Çamlıca, Kayışdağı, Tomruk, Yakacık gibi. Bunlara da İyi Su denirdi.

Saka: İyi suları kendine özel cam damacanalarda satanlara denirdi. Cam damacana, kırılmaması için araya dikenler sıkıştırılmış küfeye konurdu. Bu şekilde at arabalarına koyarak satarlardı.

Kalaycı: O yıllarda bakır kaplarda yemek pişerdi. Bu kaplar da kalaylanma ihtiyacındaydı. Kalaycılar önemli bir zenaat grubuydu. Bakır kap kalkınca kalaycılık ta bitti.

Zerzevatçı: Mahalle yakınlarındaki tarla-bahçelerde çeşitli sebzeler yetiştirilirdi. Bunları yetiştirenler sokak aralarında dolaşarak satarlardı. Kentleşme ve tarımın sektörleşmesi zerzevatçıları yok etti.
ARİF ATILGAN HAZİRAN 2017

10 Haziran 2017 Cumartesi

Kent Öyküleri

ÖKÜZ ARABASI
Arif Atılgan

Öküz arabası 19. Yüzyıldan kalma bir araçtır. İlk şekli kağnı denilen iki tahta tekerlekli arabadır. 20. Yüzyılda dört tekerlekli hale getirilmiştir.

Önde, arabayı çekecek öküzlerin iki yanına getirileceği Omuz denilen uzun bir ağaç vardır. Omuz ön dingile Y şekline gelerek iki taraftan bağlanır. Omuzun önünde öküzlerin boyunlarının geçeceği Boyunduruk vardır. Arabanın ön dingili hareketli, arka dingili sabittir. Ön ve arka dingili ortadan bağlayan Kuyruk isimli kalın bir ağaç üzerine yatay olarak Taban Tahtası, iki yanına Kanat Tahtaları monte edilir. Araba yüklendiğinde kanatlar iki yana ayrılmasın diye Kanat Tahtaları ortadan bir zincirle birbirine bağlanır. Çocuklar arkaya da uzanan Kuyruğa binmekten çok hoşlanırlar. Tekerleklerin dışında demir çember bulunur. Yokuş aşağı inerken fren olarak kullanılan Köstek denilen bir nevi ‘demir pabuç’ tekerleklerden birinin altına sıkıştırılır. Bir de arka dingile asılı yağ kutusu vardır. Tekerlekleri, dingili yağlamak için.

                                                  Öküz Arabası (İnternetten)

Öküzlere gelince. Boğa erkek sığırdır. Azgın ve güçlüdür. Boğanın yumurtalıkları bir operasyonla alınır. Bu operasyona Burmak denir. Burulan boğa öküz olur. Öküz artık güçlü ama azgın değildir.

Öküzlerin boyunlarının Boyunduruğa geçirilerek arabayı çekecek duruma getirilmesine ‘koşulması’ denir. Arabaya koşulan öküzlerin sürülmesi de ilginçtir.

Onlarda dizgin yoktur. Önde, ikisinin boynuzlarına bağlı ipi tutup yayan çekerek götürülür ki buna Yedeklemek denir. Ya da arabaya oturarak sürülür. Bu durumda ‘Deh’ deyince öküzler yürür ‘Oha’ deyince dururlar. Arabayı sağa sola döndürmek için ise hangi yöne dönecekseniz diğer yandaki öküzü dürtmeniz gerekir. Dürtülen öküz hızlandığı için araba diğer tarafa döner. Dürtme işi de Üvendire denilen ucunda minik çivi olan sopa ile olur. Sopayla sırtına vurmak hayvanın yaralanmasına sebep olur. Üstelik onu fazla hissetmez. Üvendirenin ucundaki sivrilik sağrısına hafif dokununca onu hisseder.

Öküz arabası at arabası gibi hızlı değildir ama daha ağır yük taşıyabilir. Özellikle odun, çalı, saman gibi yüksek havaleli yükleri kolay taşırlar. Öküzler o kadar güçlüdür ki araba devrilir onlar devrilmez.

Yalova’da Hacı Mehmet Köyü baba tarafımın Drama’dan gelip yerleştiği köy. 1970 li yıllara kadar her evin bahçesinde öküz veya at arabası bulunurdu. Amcamların da vardı. Çok binmişliğim vardır.

Bizim öküzlerin beyaz olanının adı Gökçe, siyah olanının adı Arap’tı. Amcamlar dönüşlerde bir taraftakini Üvendireyle dürtmekten çok adını söyleyip onu hızlandırırlardı. Örneğin Gökçe’nin tarafına dönülecekse Arapgâh, Arap’ın tarafına dönülecekse Gökçegâh diye bağırırlardı.

Bir gün öküz arabasıyla köyden Kamber Babaya gidiyoruz. Kamber Baba yolu dar ve iki yanı böğürtlenliktir. Hayvanlar gideceği yeri bilirler, kendileri giderler. Araba o kadar yavaştır ki arada iner böğürtlen toplar yeniden binebilirsiniz.  Zaten Kanat Tahtaları da takılmamıştı o gün. Büyük amcamlaydık. Amcam arabanın gıcırtılı ritmiyle tatlı bir uykuya dalmıştı. Ben de merakla öküzleri, arabanın gidişini izliyordum. Ancak yol bir ara böğürtlenlerin olmadığı bölüme gelmişti. Hayvanlar da nasıl olduysa huylanmışlar yoldan çıkıp araziye doğru gitmeye başlamışlardı. Şaşırmıştım. Bütün sürüş tekniklerini bilmeme rağmen kendimi öküzlere dinletemiyordum. Üvendireyle dokunmam, Gökçegâh diye bağırmam para etmiyordu. Tek yapılacak şey inip önlerine geçip boyunduruğu tutmak ve yedeklemekti. Bunu yapmaya da korkuyordum. Hem hayvanlara hâkim olamam diye hem de tos vurma huyu olan Araptan çekindiğim için. Amcama bağırıyor uyandıramıyordum. Neyse ki sonunda sarsıntıdan uyanmıştı. Hemen yere atlayıp boyunduruğu tutmuş ve arabaya hâkim olmuştu.

                                  Yolun Bugünkü Hali (Mıcır Dökülse Daha İyi Olurdu)

Bir gün ben de bu işi başaracağım diye geçirmiştim içimden.

Yıl 1950 lerin sonları. İlkokul yaşlarım.

Küçükken yazları 1-2 haftalığına beni ve kardeşimi Köye bırakırlardı tatil niyetine. Çok severdik. İskeleye 5km mesafedeki Köyde su, elektrik yoktu.

Şimdi torunum geliyor Yalova’ya Bize bazen. O da dönmek istemiyor. Artık doğal gaz bile var.

Bugün Yalova’daki evimden bu araziyi izleyebiliyorum. O yılları anımsıyorum. 

Yolun o bölümleri hala aynı duruyor.. Umarım Yalova’nın köylerine imar gelmez. Bizler de anılarımızı yaşar, anlatır, yaşatırız.
ARİF ATILGAN HAZİRAN 2017

7 Haziran 2017 Çarşamba

OSMAN AĞA CAMİSİ
Arif Atılgan

Osman Ağa Camisinin yerinde daha önce Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul kadılarından Kadı Mehmed Efendi’nin yaptırdığı kendi adıyla anılan mescid bulunmaktaymış.
                                                 
Bilindiği gibi Fatih’in ilk İstanbul kadısı Hızır Bey olup Kadıköy Ona makam ödeneği olarak verilmiştir. Kendisi Kadıköy adının sebebidir. Kadı Mehmed Efendi daha sonra kadılık yapmıştır. İkisi karıştırılmamalıdır.

Osman Ağa ve Kadı Mehmed Efendinin mezarları belli değildir.

1612 yılında, Osman Ağa Camisi 1. Sultan Ahmed zamanında Babüsaade Ağası Osman Ağa tarafından inşa edilmiştir.


                                                  Osman Ağa Camisi

1621 yılında, avlu girişinin sağ tarafına çeşme yapılmıştır. Bu konuda Camide bulduğum bir belgeye göre,
                                              
‘Sultan Ahmed’in oğlu 2. Osman (Genç) zamanında babusaade ağası olan Mısırlı diğer Osman Ağa, caminin muslukları ile Söğütlüçeşme Caddesindeki karşı köşede Mısırlı Osman Ağa Çeşmesini yaptırmış. Çeşme ve muslukların kitabesinde aynı mısralar bulunmaktadır.

Mısırlı Osman Ağa hayra mail
Çü yapdı Hakk içün bu çeşme sarı 
Gelip nuş eden her teşne cane
Cinanda ab-ı Kevser vere Bari. (1030)’

Burada ‘musluklar’ diye bahsedilmesinden çeşmenin birden fazla musluğunun bulunduğu anlaşılmaktadır. Caminin arka tarafında yerde duran ve 3 musluk deliği bulunan, benzettiğim kadarıyla ‘hazneli çeşme’, sanırım buradaki tarihi çeşmedir. Eski çeşmenin yerine takılan yeni muslukların üzerinde ise ‘eski kitabesi’ durmaktadır.  

                                                Eski Çeşme (Olduğunu Sandığım)

                                               Yeni Çeşmeler ve Eski Kitabe

Bazı araştırmacılar, caddenin karşı köşesindeki Mısırlı Osman Ağa Çeşmesinin üzerindeki kitabenin başka yerden sökülüp takıldığı tespitini yapmışlardır. Bu durum, önce Caminin çeşmesinin daha sonra Mısırlı Osman Ağa çeşmesinin yapıldığını, Camideki çeşmenin kitabesinin sökülüp Mısırlı Osman Ağa Çeşmesine takıldığını, boş kalan yerine ise yeni bir kitabe asıldığını akla getirmektedir.

1811 yılında, Cami 2. Mahmud tarafından yenilenmiştir.

1877 yılında, tarihteki adıyla Osman Ağa Yangınında yanmıştır.

1878 yılında, bugünkü haliyle yeniden inşa edilmiştir. 

Osman Ağa Sürre Alayıyla da ilgilenmiştir. Sürre Alayıyla Mekke ve Medine’ye gönderilen kendi buluşu olan buhurdan dolayı Buhuri Osman Ağa olarak tanınmıştır.

Osman Ağa Camisinin avlusunda girişin sağ tarafında küçük bir yapı bulunmaktadır. Burası muvakkithane olarak yapılmış, uzun yıllar da öyle kullanılmıştır. Muvakkithanelerde namaz saatleri tespit edilirdi. Yapı, bugün cami görevlileri tarafından kullanılmaktadır. Sanırım biraz ilerdeki Muvakkithane Caddesi, adını buradan almıştır.

                                   Muvakkithane Olarak Kullanılmış Olan Yapı

Caminin dört yanındaki dış duvarları 1mt kalınlığındadır. Bunlar 3 sıra tuğla ve 1 sıra kesme taş ile örülerek oluşturulmuştur. Ahşap çatısı dış duvarlarla ve iç mekândaki ahşap direklerle taşıtılmıştır. Dört tarafa eğimi bulunmaktadır. Çatı üzeri, daha önce kiremit iken sonra kurşunla kaplanmıştır.

                                                       İçerden Görünüş

İç mekân olan harim bölümünde tavan düz olup ince çıtalarla kare desenler meydana getirilmiştir. Mihrabın haricindeki 3 tarafta galeri şeklinde düzenleme vardır. Harime girişin sağında kadınlar mahfilinin önünde ve 1mt kadar aşağısında müezzin mahfili bulunmaktadır. Minber ve vaaz kürsüsü ahşaptan yapılmıştır. Mihrabın bulunduğu duvar çini süslemelidir. Camide 40 adet pencere vardır. Alt kattakiler dikdörtgen, üst kattakiler sivri kemerli şekildedir. Üst kat pencerelerinde dışta alçı şebeke, içte vitraylar gözükür. Caminin minaresi pabuç kısmı dâhil kesme taş ve tuğla dizilerek inşa edilmiştir. Gövdesi sıvalı olup tek şerefelidir.

                             Müezzin Mahfili, Üst Taraf Kadınlar Mahfili

1880 yılında, caminin imamı Mehmed Asım Efendi tarafından bahçeye bir çınar ağacı dikilmiştir. Bugün, Cami avlusunda sıkışıp kalmış olan 137 yaşındaki bu muhteşem ağaç Kadıköylüler tarafından yeteri kadar hissedilememektedir.

                                                  Tarihi Çınar Ağacı

Cami kare planlıdır.

1980 lerde son cemaat yeri kapatılıp içeri katılmış, dikdörtgen şekline bürünmüş.

2000 li yıllarda ise Söğütlüçeşme Caddesi tarafındaki bahçe kapatılarak camiye kadınlar bölümü olarak eklenmiş. İçerideki kadınlar mahfili ise artık erkekler tarafından kullanılmaktadır.

Caminin kapısında bugün silinmiş olan Seyid Hüseyin Efendinin ‘tarih kitabesi’ bulunmaktaydı. Kitabe alttadır.

Devri adl hazreti Sultan Ahmed Handa,
Bendegân-ı hassa-ı eltafı bab-ı bandı,
Kim cenabında kapı ağası ol Osman Ağa
Sahibül hayrat âli camiül ihsandır,
Emri Sultan-ı cihanla yaptı ol bu camii,
Hazreti Mevlâdan ana baisi gufrandır.
Kâbevüş yaptı hayatında o merhum said,
Hak kabul ede bu bir taatki rahmanidir.
Bais ve badisine Allah rahmet eylesin,
Yerleri fadl-ı Hüdadan cennet ve Rıdvandır.
Nam pakı hayrat-ı asar tamam
Dediler tarihini bil camii Osmandır. (1021) 

Osman Ağa Camisi Kadıköy merkezinde tek cenaze kaldırılan cami idi. Trafiği olumsuz etkilediği için uzun yıllardır cenaze kaldırılmıyor. Ancak bu özelliği dolayısıyla tanınmış, ünlü olmuştur. 

Camiye olumsuz müdahaleler yapılmış. Yandaki bahçenin kapatılıp kadınlar bölümü yapılması, son cemaat yerinin içeri katılması, muvakkithaneye rüzgârlık eklenmesi gibi. Bahçedeki tarihi çeşmeyle ilgili bilgi de bulunamıyor.

Kadıköylüler bu camiyi diğerlerinden daha çok tercih ediyorlar. Camiye girildiğinde gerçekten de kendine bağlayan bir havası olduğu hissediliyor. Değişik diyebilirim.
ARİF ATILGAN HAZİRAN 2017