28 Eylül 2024 Cumartesi

 İstanbul İskeleleri

ANADOLU KAVAĞI İSKELESİ

Kavak ne demek? ile başlayalım. Çeşitli tarifler vardır ama doğrusu sınır, gümrük kapısı demektir… Anadolu Kavağı’ndaki Yoroz Kalesi ile boğazın karşı kıyısındaki Rumeli Kavağı’ndaki İmroz kaleleri eski tarihlerde boğazı beklemiştir. Yoroz Kalesi için Ceneviz Kalesi denir ama aslında Bizans yapısıdır… Diğer yandan Midillili Ali Reis Camisi (1593) ve Cevriye Hanım Çeşmesi de denilen Anadolu Kavağı İskele Çeşmesi (1785) göze çarpan eski eserlerdendir...  

1854 yılından beri Şirket-i Hayriye vapurları boğazda çalışmış olup Anadolu Kavağı da bu şirketin iskelelerinden biridir. Anadolu yakasının boğazdaki son durağıdır. Beykoz ilçesine bağlı bir mahalledir.

1946 yılına kadar Anadolu Kavağı askeri bölgede kalıyormuş. Doğal olarak yasak bölgeymiş. Giriş sadece vapur iskelesinden olup iskelede yapılan kontrolde Gayri Müslimler içeri sokulmazmış. Karadeniz’e açılacak tekneler hava kötü olduğunda burada beklerlermiş. Dolayısıyla bu küçük köyde dükkânlar sabaha kadar açık olurmuş.

1987 yılında yıpranmış olan eski ahşap iskelenin yerine beton kazıklara oturan betonarme yapı yapılmış. Binanın üzeri ahşap kaplanmış. Vapurun yanaştığı açık iskelenin cephesi 21m, alanı 440m2, kapalı iskele 125m2, iskelenin sudan yüksekliği 1.3m, önünün derinliği 5.5m’dir.

Anadolu Kavağı İskelesi

Bu şirin boğaz köyü günümüzde turizm ile meşguldür. İnsanlar çarşıyı, eski eser yapıları, köyün kendisini gezmekte ve başta balık lokantaları olmak üzere çeşitli yeme-içmecilerde zaman geçirmektedirler.  

Ben bu şirin yere 1970’li yıllarda ilk gitmiştim. O yıllarda askeri bölge içinden geçiliyordu. Nizamiye kapısından girip yine nizamiye kapısından çıkılıyordu. Özellikle girerken asker nöbetçilere birkaç paket sigara bırakmak adetten olmuştu. Hatta bazen dönüşte bırakma sözü verilir ama o nöbetçi değiştiği için başkasına bırakılırdı sigara paketleri.

Tam tarihini anımsayamıyorum. Sanırım 1990’lı yıllardı… Bu mahalleye askeri bölgenin dışından bir yol yapılmıştı. Oradan ulaşılıyordu artık.  

Biz eski yıllarda balık yiyip içki içmek için giderdik bu güzel yerleşime. Dolayısıyla gündüz saatlerinde tenha olur, hava kararınca kalabalıklaşırdı. Ama artık kahvaltıcıların da olduğunu, dolayısıyla sabah saatlerinden itibaren kalabalıkların ağırlandığını duyuyorum.

Karadan da denizden de ulaşılan Anadolu Kavağı'na bir kere gezi vapuruyla gitmiştim. Herkes kıyıları seyretmek için o taraftaki yerleri kapmıştı. Yani sağ taraftaki yerleri… Dönüş karşı kıyıdan olacağı için yine sağ taraftakiler kazançlı olacaktı. Gerçekten de kıyılardaki yalıları, tesisleri izlemek keyif veriyordu. Ben de o tarafta oturmuştum. Vapur son durak olan Anadolu Kavağı’na gelince orada uzun süre kalıyordu. İnsanlar da karaya çıkıp çevreyi geziyor, bir şeyler yiyor veya alış veriş yapıyordu. Ama tuhaf bir durum olmuştu iskeleye yanaşınca. Manzarası güzel olan tarafta oturanlar vapurdan inmemişlerdi. Yerlerini kaptırmak istemiyorlardı. Nitekim kalkanların yerine de hemen başkaları oturuyordu. Tabii onlar da karaya çıkmıyorlardı. Yani insanlar bir keyif için başka bir keyfi feda etmek durumunda kalıyorlardı. Açıkçası bu durum beni rahatsız etmişti. Bir daha da bu tip geziye katılmadım.    

2002 yılında iskelenin eskiyen ahşap kaplama ve ferforje korkulukları yenilenmişti. Uzun süredir gitmedim buralara. Kalabalıklaşan yerlerden uzaklaşıyorum nedense. Keşfedilmemiş tenha yerleri seviyorum.

ARİF ATILGAN 2024 EYLÜL

Not: İskele ölçüleri google’dan alınmıştır. Kesin değildir..

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/09/iskeleleri-anadolu-kavagi-iskelesi.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/anadolu-kava%C4%9Fi-i-skelesi

 


22 Eylül 2024 Pazar

 İstanbul İskeleleri

ANADOLUHİSARI İSKELESİ

Çevreye ve iskeleye adını veren Anadoluhisarı’nı Yıldırım Beyazıt 1395 yılında yaptırmıştır. Amacı Bizans’ı yani İstanbul’u fethetmektir. Yapı boğazın en dar noktasına konmuş. Kuşatma esnasında yardıma gelecek gemilerin içeri sokulmaması amaçlanmış. Hisar, Göksu Deresi’nin denize döküldüğü noktada deniz kıyısındadır. Buradaki antik çağdan kalma Zeus Mabedi enkazı üzerine kurulmuş. Sonraki yıllarda derenin getirdiği alüvyonlarla önünde bir kara parçası oluşmuştur.

1453 yılına kadar Güzelcehisar, Yenihisar isimleriyle anılan kale o yıl Fatih Sultan Mehmet’in karşı kıyıya Rumelihisarı’nı yaptırmasıyla Anadoluhisarı olarak anılmaya başlanmış.

1851 yılında ilk iskele kalenin biraz yukarısında Hisarönü denilen noktaya inşa edilmiş.  

1905 yılında eski iskele yıkılıp yenisi yapılmış. Boyama işlerini Hasköy Tersanesi baş nakkaşı Hasan Usta yapmış.

İskelenin açık alanı 211.10m2, kapalı alanı 40.84m2 olup kenardaki açık kısımlarla toplam alanı 273m2’dir.Gemi yanaşma yeri uzunluğu 14.50m, su derinliği 7.15m, iskelenin denizden yüksekliği 1.25m’dir.

1928 yılında Hisarın içinden geçen yol genişletilmiş ve kale ortadan bölünmüştür. Yarısı deniz tarafında yarısı kara tarafındadır artık.

1934 Yılında İskele Önü

1989 yılında iskelenin ahşap ayakları betonarme yapılmış. Yapı ise betonarme üzeri ahşap kaplama olarak yenilenmiş.

Büyütülen iskelenin açık ve kapalı alanı 21/21m ölçülerinde olup toplam 441m2’dir. Kapalı bölümü 136m2’dir.

                                              Anadoluhisarı İskelesi

1965-1966… İTÜ’deki ilk yıllarımda bu havalide rölöve çalışması yapıyorduk. Çalışma alanımız iskelenin tam karşısındaki sokaklar ile kale ve çevresindeydi. Binaların yüksekliğini ölçerken ipe bağlı balon kullanmıştık. Sonraki yıllarda bu usulü başkalarına öğrettiğimde çok şaşırıyorlardı.

Yine o yıllarda Göksu Deresi’nin karşı tarafında Spor Akademisi Sahası vardı. Tamamı çim değildi ama az sayıdaki drenajlı sahalardan biriydi. Okuldaki Talebe Birliği ilan tahtasına bu sahada okul takımı için seçme yapılacağı duyurusu asılmıştı. Gittim tabii…

İlkokul birinci sınıfı okumadığım ve hiç sınıfta kalmadığım için lise sona kadar hep ön sıralarda oturmuştum. Yani okul takımında filan oynayamamıştım. Liseyi bitirirken boyum uzamaya başlamıştı. Üniversiteye girdiğimde bayağı delikanlı görüntüsünde olmuştum. Dolayısıyla okul takımı seçmelerine gidebilirdim.

Katılım fazlaydı. İki takım yapılmış ve maça başlanmıştı. Zaman geçtikçe hoca oyuncu değiştiriyordu. Beni de bir ara oyuna soktular. Aldım, verdim, çalımladım… Sonra beni çıkardılar. Taş çatlasa 5-10 dakika sahadaydım. ‘Seçilenler ilan edilecek’ dediler.

Birkaç gün sonra okulun ilan tahtasına asılan bir kâğıtta seçilenlerin isimleri sıralanmıştı. 65 kişi katılmış. 10 kişi seçmişler. Ben de seçilmişim. Seçilen oyuncular başka bir kulüpte lisanslı ise sadece Üniversite takımına, hiçbir kulüpte lisansı yoksa hem üniversite hem amatör kümedeki İTÜ takımına lisans çıkarılıyordu. Sadece benim lisansım iki takımada çıkarılmış. Yani benim dışımdaki 9 kişi başka kulüplerde lisanslı oyuncuymuş. Daha sonra ilk resmi lig maçıma da o sahada çıkmıştım.

İstanbul’un her semtinde yaşanmışlıklarım vardır. İlk aklıma geleni yazılarımda kullanıyorum. Sadece yazdığımı yaşadığım sanılmasın sakın.  

2006 yılında Anadoluhisarı iskelesinde yenileme çalışması yapılmış ve bugünkü haline getirilmiş. 

İskele köprüye 6.01 mil mesafede olup Denizcilik İşletmeleri vapurları bu mesafeyi 40 dakikada almaktadır.

ARİF ATILGAN 2024 EYLÜL

https://atilganblog.blogspot.com/2024/09/iskeleleri-anadoluhisari-iskelesi.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/anadoluhi%CC%87sari-i%CC%87skelesi%CC%87

 

15 Eylül 2024 Pazar

Köşe Yazısı 

Yalova

YEME-İÇMECİLER ve HİJYEN

Bilindiği gibi 2020 yılında tüm dünyada ve ülkemizde covid salgını yaşandı. 2020 Martından 2021 Nisanına kadar sokağa çıkmak yasak edildi. O tarihten itibaren bende yeme-içme konusunda titizlik oluştu. Bu tip yerleri incelemeye başladım. Sonunda tahmin edemeyeceğim bir hijyen yokluğunu tespit ettim. O günlerden bu günlere gördüklerimi biraz anlatayım.

Önce Yalova’dan birkaç örnek vereyim. Çay bahçelerinden birinde bulaşık yıkayan hanımın parmaklarının ucuna kadar tüm vücudunun siğillerle kaplı olduğunu gördüm. Bir başkasında tezgâh üstündeki mini bulaşık makinasına konan bardaklar yıkama süresi dolmadan çıkarılıyordu. Bir kafede de çay dolduran kızımız burnunu karıştırıyordu. Üstelik bu tip yerler tasarruf yapmak için bardakları sıcak suyla çalkalamak âdetini de bıraktılar.

İstanbul’da da çok farklı değildi bu işler. Örneğin şık bir kafeye giriyorsunuz sizin oturacağınız koltukta da masanın üzerinde de kedilerin yattığını görebiliyorsunuz. Bir başkasında içeride köpeklerin yattığını da görebiliyorsunuz. Hayvan sevgisinin bu konuyla ilgisi olamaz. Ünlü bir meyhanede masadan kalkanların tabağında artan humus buzdolabındaki büyük kitlenin içine yediriliyordu. Uzun uzun yazmayayım. Ama ayağını kaşıyanı da, yazamayacağım başka şeyleri de gördüm hep.

Emin olun okuyucuyu etkilemek için abartmadım bunları. Kısa kestim bile diyebilirim.

Bir Çay Bahçesi

Ne yapılmalı?

Öncelikle kesinlikle yeme-içmeci çalışanlarının sertifikalı olmalarının sağlanması gerekir. O sertifikayı alabilmek için de bir kurstan geçirilmelidirler. Ama o kadarla da bırakılmamalıdır. Zaman zaman belediye yetkilileri tarafından haberli-habersiz denetlemeler yapılmalıdır.

İşyerlerine gelirsek… Kesinlikle minimum ölçüler belirlenmelidir. Bu ölçüler kapalı mekânın içinde sağlanmalıdır. Mutfak ve müşterilerin oturduğu kısımlar en az ölçülere uymalıdır. Öyle küçük yerler var ki kapalı kısım mutfak oluyor, dışarı konan masalar müşterilerin ağırlandığı bölüm oluyor. Ölçü içeride karşılanmalıdır. Mutfaktaki minimum araç-gereç belirlenmeli, müşteri kapasitesi belli rakamın üzerinde olanlara sanayi tipi bulaşık makinası zorunluluğu getirilmelidir.   

Bir konu daha vardır ki bunu insanlar anlamaz hisseder. Gitmek istemezsiniz o mekâna veya nesinden rahatsız olduğunuzu anlayamazsınız. Görüntü kirliliğidir adı… Bir yerde olmaması gereken eşya vs nin olmasıdır kısa tarifi… Örneğin kafenin veya restoranın veya çay bahçesinin içinde bir köşede gazoz sandıkları, su kolileri vs nin bulunması. Pis değildir, tiksindirici de değildir yalnız başlarına… Orada olmaları rahatsız edicidir ama. Konukların bulunduğu bölüm depo gibi olmamalıdır. Müşteriler baş tacı edildiklerini hissetmelidir geldikleri yerde. Depoda oturduklarını değil.

Merkezi yöneticiler ama özellikle yerel yöneticiler bu tip konuları dikkate almalıdırlar.      

Eşimle uzun süredir dışarıda pek bir şey içmiyoruz. Evde yapıp termosa koyduğumuz çayı götürüyoruz yanımızda. Katlanan sandalyelerimizle hem daha hoş, doğal bir yerde oturuyoruz, hem halis çay içiyoruz, hem de neredeyse bedavaya içiyoruz. En pahalı marka çayın bir poşeti 1.5 TL ye geliyor. Bir demliğe 2 poşet konuyor ve tam 8 bardak çay oluyor. Yani bir bardağı 37,5 kuruşa geliyor. Elli Kuruş bile değil... Biliyorsunuz dışarıda en ucuz bir bardak çay 20-30TL. Sakın burun kıvırmayın. Eşimle her gün dışarıda ikişerden dört bardak çay içeriz. 80-120TL. Sekiz bardak içsek 160-240TL. Bir de dışarda içilen hiçbir çay evde hazırlananla aynı lezzette olmuyor. Hatta bazı yerlerde kırmızı sıcak su içtiğinizin farkına varıyorsunuz.

Bu hesaplara girince yeme-içmecilerdeki kar oranını da düşünmeden edemiyor insan. Oralarda daha ucuz olan paket çayın kullanıldığını düşünürsek bir bardak çayın 10-20 kuruşa mal olduğu ortaya çıkmaktadır. Tabii ki giderler vardır ama kazanç yüzdesini lütfen hesaplayın. En düşük 2000 kuruşa (20TL) satılıyor.

Çay bahçesini kamu kurumundan kirala. Yukarıda hesaplanan yüksek kârla çalıştır. Bıkınca da hava parasıyla devret… Öffff. Yine solculuğum tuttu… Konumuz hijyen idi…

ARİF ATILGAN 2024 EYLÜL

 

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/09/kose-yazs-yalova-yeme-icmeciler-ve.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yeme-i%CC%87%C3%A7meci%CC%87ler-ve-hi%CC%87jyen