11 Mayıs 2024 Cumartesi

 Anı-Öykü

MEHMET ALİ YILMAZ

Kendisini Trabzonspor’un başkanı olarak tanır herkes. Daha sonra da siyasetçi ve spordan sorumlu devlet bakanı olarak... Bizler de öyle.

Hâlbuki mahallemizin çocuğudur. Açıkçası kendisiyle tanışmadım. Ama belli ki Yeldeğirmeni’nde, tanışmadan birbirimize yakın mesafelerde olmuşuz. Aynı havayı teneffüs etmişiz.

Onun komşularından olan eski milli basketbolcu Emin Özer, Blog’unda yazdığı yazıda 1960’larda evinin karşısındaki Ramiz ve Mehmet Amcaların bakkalından bahseder. İskele Sokak’la Yeldeğirmeni Sokak’ın kesiştiği meydan yakınındaki bakkal… Mehmet Ali, Mehmet amcanın oğluymuş.

Emin basketbol oynarmış. O güreşirmiş. Ancak okulun Güreş Takımına giremezmiş. Çünkü ağır sıkletteki milli güreşçi Hamit Kaplan'ın kardeşi İrfan Kaplan'da onun gibi 82 kiloda güreşir ve Mehmet’i yenermiş.

Emin Özer der ki ‘Mehmet’in elleri çok kuvvetli idi ve benimle el sıkışırken bütün keyfini çıkarırdı. Bana da parmaklarımı birbirinden ayırmak kalırdı.’

Alttaki öyküyü de tiyatro oyuncusu Ahmet Gülhan ve sinema oyuncusu Yalçın Gülhan’ın kardeşi prodüktör Metin Gülhan’dan dinlemiştim…

Yalçın Gülhan 1980’li yıllarda şarkıcılık ta yapmış. Sanırım Adana’da bir mekânda sahneye çıkıyormuş. Bir gece oraya yine Eski Yeldeğirmenli M. Ali Yılmaz gelmiş. Etrafındakilerle tabii… Trabzonspor Başkanı, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı, İşadamı.. Yalçın Gülhan Yeldeğirmenli Mehmet Ali’yi tanıyormuş ama Onun M. Ali Yılmaz’la aynı kişi olduğunu bilmiyormuş.

M. Ali Yılmaz program sonrası kulise gelmiş. Tedirginlik yaşayan Yalçın Ağbiye ‘Yahu Yalçın ben Yeldeğirmenli Karpuzcu M.Ali’ deyince sarılmışlar. Kendisi, yaz mevsiminde harçlık çıkarmak için Ortaokulun karşısındaki arsada karpuz satarmış.

Metin’den duyduğum bir öyküsü daha vardı… 1950-1960'lı yıllarda gazyağı sıkıntısı yaşanmaktaydı. Evlerde gazocağı ve gaz sobası kullanılırdı. Bakkalların önünde gaz varili olur, o varilden pompayla gazyağı çekilerek önce 1 litrelik kaba, sonra da müşterinin getirdiği tenekeye doldurulurdu. Genellikle de bu işlerle bakkalların çocukları ilgilenirdi. Mehmet Ali de babasının bakkalında bu işi yapıyormuş. O sebepten Gazcı Mehmet de dermiş sokaktaki arkadaşları.

Okulu bitirdi. İş hayatına atıldı. Tek-Art isimli firmasını kurdu. İnşaatçılıkla başladığı işlerini geniş çaplı bir holding haline getirdi. Onu herkes tanır. Ben Yeldeğirmenli M.Ali’yi anlatmaya çalıştım.

Mahallemizden çıkmış… Önce mühendis olmuş... Sonra da işadamı, bakan…

Kendisini geçtiğimiz günlerde kaybettik. Allah Rahmet Eylesin semtimizin çocuğuna…

A.Atılgan 24.NİSAN.2024

https://atilganblog.blogspot.com/2024/05/mehmet-ali-yilmaz-kendisini.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/mehmet-ali%CC%87-yilmaz

10 Mayıs 2024 Cuma

 Köşe Yazısı

65 ÜSTÜLER

1970’li yıllarda başlayan apartmanlaşmayla Büyük Aile şekli yok edildi. Daha sonraki yıllarda neredeyse aile yok oldu. Bunlar uzun yazılacak konular. Sadece aile büyüklerinin giderek yalnız yaşamaya mecbur bırakıldıklarını belirtelim. Biz yakın geçmişe ve bugünlere gelelim.

2020 yılında corona salgını dolayısıyla tüm dünyada 1 yıl sokağa çıkma yasağı başlatıldı. Bu yasakların tam anlamıyla bitmesi 2022 yılına kadar sürdü. Ancak bir süre sonra bu hastalığın daha çok 65 yaş üzerindekiler için çıkarıldığı anlaşıldı.

Bir süre 65 üstülerin sokağa çıkmaları yasak oldu. Bakkala giden bir 65 üstü hanımefendiye sokaktaki gençlerin ‘Evine gir. Seni polise ihbar ederim.’ Dedikleri durumlar oldu. Yani 65 üstüler ile 65 altındakiler arasında kopuşlar başladı.

Bugün bambaşka bir durum görülmektedir. Önce emeklilerin maaşları düşük tutuldu. Şimdi ise 65 üstü vatandaşlarımız kamu idaresinde yapacakları her iş ve işlem için devlet doktorundan ‘Aklı Başındadır.’ Raporu almak zorundadır.

Düşünün. 65 üstü bir vatandaşa ki bu bir profesör de olabilir, karşısındaki Doktor ‘Bugün günlerden hangi gün? veya 100’den geriye yedişer yedişer say?’ diyebilir. Şaşırırsa yandı. Yaşamı boyunca binlerce sınava girmiş veya sınav yapmış bir insanın girdiği en önemli sınavı bu olmaktadır. Üstelik kazandığında geçerlilik zamanı sadece 24 saat.

Yasa araştırıldığında, ilgili memur karşısındaki 65 üstü vatandaşın davranışından şüphelendiğinde bu raporu istemek durumundaymış. Anladık ta hangi memur bu riske girer? Ya ileride tersine bir durum olursa? 65 üstü olup okullarda ders veren, şirketlerde iş yapan ve çeşitli alanlarda yetkisi olan yani lafı dinlenen birçok insan var. Hepsi rapor almak zorunda artık…

İnsanların güvenip seçtiği kişiler olan siyasetçiler… Onlar hepimiz hakkında kararlar vermiyorlar mı? Her defasında her gün rapor mu almaları gerekir? Olmaz böyle şey.

Can alıcı soruyu sorayım. 65 altındakilerde aklı başında olmayan olmaz mı?

Sonuçta yeni durumun sessizce normalleştiğini görüyoruz. Mal varlığı olan bir 65 üstü kişi varlığını satamıyor. Emekli maaşıyla sefil bir hayat yaşamak zorunda kalıyor. Amaç bu mudur?

Gelelim daha büyük görüntüye…

Dünyada covid ile başlayan bir uygulama var. Nüfus azaltılmak isteniyor. Hâlbuki bu konu kendiliğinden gerçekleşecektir. Günümüzde aile yok edilmektedir. İnsanlar evlenmek ve çocuk sahibi olmak istemiyor artık. 3-4 çocuk yapan aileler yok. Diğer yandan olumsuz anlamda değişen gıda vs gibi şeyler insanların ömrünü kısaltmaktadır.

Dünyayı yönetenler biraz daha sabretsinler. Nüfus aşağı yöne hareket edecektir.

Son olarak yöneticilerimize seslenmek istiyorum. 65 üstünü rahat bırakın. İnsanları sınava sokar gibi çocuğu hatta torunu yaşındaki doktorların karşısına çıkarmaktan vaz geçin.

Bir de rakamlara bakalım. Ülkemizde 17.5 milyon emekli yani 65 üstü var.. Yaşayan eşleriyle 30 milyon ederler. Çocuklarıyla birlikte oturanları da sayarsak bunlar kabaca 35 milyon seçmen demektir. 61 milyon seçmenimizin yaklaşık %60’ıdır. Siyaset onları rahatsız etmemelidir.

ARİF ATILGAN 2024 MAYIS

  

https://atilganblog.blogspot.com/2024/05/yazs-65-ustuler-1970li-yllarda-baslayan.html

 

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/65-%C3%BCst%C3%BCler

  

7 Mayıs 2024 Salı

 Öykü

GÜZEL KIZ OLMAK

1950’li yılların sonları… İlkokul sonlardayım… Yeldeğirmeni’ndeki evimizin cumbasında oturuyorum.

Cumba, üst katta iki yandan 1.50mt çektikten sonra ortada kalan kısmın sokağa 1mt civarı yapılan kapalı çıkıntısına deniyor. Buralarda seki denilen, cumbanın tamamını kaplayan oturma yeri bulunur. Etrafı sert minderlerle çevrilidir. Üç tarafında pencereler olur ama iki yanındaki dar pencerelerden sokağı seyretmek oldukça keyiflidir.

Cumbalı Evler

Bir yanımızda Rum komşumuzun cumbası var. Diğer yanımızda cumbalı ev yok. Bütün sokak görülebiliyor. Neredeyse köşe başına kadar…

Mevsimi anımsamıyorum ama güzel bir hava vardı o gün. Çocuklar sokakta oynuyordu çünkü. Karakolhane Caddesi tarafına bakıyorum. Evimizin tarafındaki kaldırımda abla dediğim bir kız duruyor, karşısında ise kaldırımın altında ağbi dediğim bir erkek bisikletiyle durmuş. Sohbet ediyorlar. Bu arada Acıbadem tarafında bitirim bilinen, yaşça onlardan da büyük birinin kaldırımda yürüdüğünü gördüm. Kızın arkasından geçerken elini kızın poposuna değdirdi. Bu anlık olayı benden başka kimsenin gördüğünü sanmıyorum. Beni de o üç kişi dâhil kimsenin görmediğini biliyorum. Yani bu olayın tek şahidi bendim. Kız belli etmedi. Belli etse karşısındaki genç ile o kişi arasında hır çıkacaktı. Ama sonunda maalesef kız kötü anılacaktı. Sadece belli bir süre sonra o tarafa başını çevirdi ve o terbiyesizliği yapan tipi gördü. O kişi ise hiç açık vermeden devam etti gitti.

Çok kızmıştım… Güzellik suçtu sanki.

Biraz daha büyüyüp kitaplar okumaya başladığımda erkeklerde testosteron isimli bir hormon olduğunu, kişiliği zayıf olanların o hormon etkisiyle bu tip saçmalıklar yapabileceğini öğrenmiştim. Neyse. Konudan uzaklaşmayayım.

Aradan çok yıllar geçti. Ben çoluk çocuk sahibi bir yetişkin olmuştum. Küçükyalı tarafında oturuyorum. Gariptir… O iki kişi de aynı sokakta oturuyor. Adam mülayim olmuş.

Bakkala gazete almaya gitmiştim. Malum. Berberlerden sonra en iyi muhabbet edilen esnaf mahalle bakkalıdır. Laflıyorum. O arada içeri ardı ardına Ablayla Acıbademli eski bitirim girmez mi? O olayı anımsadım. İkisi de yaşlanmış. Ve tabii birbirlerini hiç tanımıyorlar. Günaydınlaştık. Onlar raflardan alacaklarını seçmeye geçtiler. Bir ara erkeğin kadına ‘Özür dilerim’ dediğini duydum. Aynı rafa uzanmışlar... Hepsine ‘İyi günler’ deyip dışarı çıktım.

Yürürken kendi kendime diyordum ki ‘O özür aslında yıllar önce yaptığının özrüydü. Adamın borcuydu.' Bilerek veya bilmeyerek… Borç ödenmişti sonunda.

ARİF ATILGAN 2024 MAYIS

 

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/05/guzel-kiz-olmak-1950li-yllarn-sonlar.html

 https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/g%C3%BCzel-kiz-olmak


 

 


5 Mayıs 2024 Pazar

 Köşe Yazısı

SERVİSLER

1974… İlk arabamı almışım. Gıcır gıcır. Sıfır. Acente… Bostancı’da arkadaşlarla buluşup bir yerde yemek yiyeceğiz. Kadıköy’den başka bir arkadaşımı alıp yola çıktım. Diğerleriyle buluşacağız. Fenerbahçe Stadı’nın önünde iki kişi ‘Hop hop’ deyip el sallıyorlar. Duruyorum. ‘Egzozdan kıvılcım çıkıyor. Karbüratörünüz bozuk. Arabayı yakacaksınız.’ Diyorlar. Korkuyoruz doğal olarak. Ne yapacağımızı düşünürken ‘Biz tamirciyiz. Karbüratörü temizleyiverelim.’ Diyorlar. ‘Pekiyi’ diyoruz. Karbüratörü söküp takıyorlar. Kurcalıyorlar yani. Sonra da ‘Borcunuz şu kadar. Arabayı yanmaktan kurtardık.’ Diyorlar. Veriyoruz. Neyse Bostancı’daki arkadaşlara gecikmemizin sebebini anlatıyoruz. Onlar da ‘Geçmiş olsun’ filan diyorlar. Ertesi gün doğru servise gidiyorum ve durumu anlatıyorum. Onlar onları tanıyorlarmış. ‘Üçkâğıtçılar. Millettin arabasını bozuyorlar.’ Deyip arabamı kontrol ediyorlar. ‘Neyse. Sana zarar vermemişler.’ Diyorlar. Bir süre sonra gazetelerde bunların yakalandığını okuyorum. Ama akıllanıyorum.    

4-5 yıl önce… İstanbul’daki evde bulunan TV arızalandı. Doğal olarak internetten servisini buldum ve telefon ettim… Geldiler. Dediler ki ‘Burada yapamayacağız. Atölyeye götürmemiz gerekiyor.’ ‘Atölyeniz nerede?’ diye sorduğumda Levent’te olduğunu söylediler. Bu sefer huylandım. ‘Fabrikanın Anadolu yakasında servisi yok muymuş? Niye karşıdan gönderdiler?. Onlara telefon açıp bir sorayım.’ Dediğimde ‘Biz özel servisiz.’ Dediler. ‘Pekiyi de ben sizi nereden bulacağım kardeşim.’ Dedim ve servis paralarını ödeyip gönderdim. Sonra daha titiz arayarak esas servisi buldum ve aradım. TV’yi alsalardı. Gitmişti. Ara ki bulasın.

2-3 yıl önceydi… Yalova’daki evdeyiz. Kurban bayramının arife günü buzdolabı arızalandı. Alet yeni olduğu için broşür vs si duruyor. Yani doğru yeri arıyorum. Ama onlar da bayram sonrasına kadar kapalılarmış. Eşim tutturuyor ‘bayram üstü dolaba bir sürü şey konacak mutlaka yapılması gerek’ diye. Haklı da… Mübarek aletler de ne zaman bozulacağını biliyorlar sanki. İnternetten en güvenilir gördüğüm (Nasıl oluyorsa)  servisi arıyorum. Geliyorlar. Diyorlar ki ’Motorunu çıkarıp atölyeye götürmemiz gerekiyor. Burada da yaparız ama ortalığa yayılmamız gerekir. Bayram üstü evinizi kirletmeyelim. Birkaç saatte yapar getiririz’ diyorlar. Yerlerini sorduğumda uzak bir ilçeyi tarif ediyorlar. Eşim sağlam dolap istiyor. Çünkü gelen-giden olacak ve içini dolduracağız. Ben ‘Hayır.’ Diyorum. Bayram sonrası yaptırmayı söyleyerek adamların servis parasını verip gönderiyorum. Eşim kızıyor tabii. Bir şekilde bayramı geçiriyoruz. Bayramdan sonra resmi servis geliyor ve basit bir parçayı değiştirip makul bir ücret alarak gidiyorlar. Motoru verseydim. Gitmişti.

Ve 2024 geçen hafta… İstanbul’daki evde 24 yıllık buzdolabı var. Termostat düğmesi bozuldu. Kapanmıyor, açılmıyor. Yalova’ya gelirken kapatıyoruz hâlbuki. Düğmenin çalışması gerek yani. İnternetten bir telefon buluyorum. Aradığımda ‘Siz resmi servis misiniz?’ diye soruyorum. Dürüstçe ‘Hayır’ diyorlar. Bu sefer başka bir servise telefon ediyorum. Onlar ‘Evet’ diyorlar. Adresi veriyorum. Sonra da sabah yürüyüşü için evin karşısındaki parka çıkıyorum. Yürüyüş sonrası bankta oturup çay içiyorum. Bu arada kafama takılıyor. ‘Ya bunlar da özelse’ diye. Eve gidip arabanın anahtarını alıyorum. Eşim ‘her şeyden şüphelenme diyeceğim ama karışmayayım’ diyor. Atlayıp arabaya cadde üzerinde o markanın bayiini arıyorum. İlk bulduğuma giriyorum ve o telefonun resmi servis olup olmadığını soruyorum. Adam ’Hayır’ diyor ve resmi servisin kartını veriyor. Hemen öncekinden randevuyu iptal edip resmi servisi arıyorum. İptal edince biraz sonra biri arıyor ve iptalden habersizmiş gibi birazdan geleceğini söylüyor. İptal ettiğimi söylüyorum. Daha sonra esas servis geliyor. Bu arada yine diğerleri arıyor ve iptal nedenini soruyorlar. İstemediğimi söylüyorum. Gelenler düğmeyi değiştiriyorlar, derdimi gideriyorlar.

Arkadaşlar.

Bozulan eşyalarınız için servis seçerken titizlik gösterin. Bana sorarsanız RESMİ SERVİSİ seçin.

ARİF ATILGAN 2024 MAYIS  

https://atilganblog.blogspot.com/2024/05/yazs-servisler-1974-ilk-arabam-almsm.html

 https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/servi%CC%87sler

  


27 Nisan 2024 Cumartesi

 FALANİSTAN

FALANİSTAN’DA FUTBOL

Bu başlık altında yazdıklarım ve yazacaklarım tamamen hayal ürünüdür!..

İlginç bir ülkedir Falanistan. Her konuda gerekli yasa ve yönetmelikler vardır aslında. Ama herkes kendi bildiğini yapar. Sanki yasalar ayrıcalıklı olanların ayrıcalıkları için yapılmıştır burada. Örneğin, en ilgi çekici konuya bakalım. Futbol...

Önceleri şehirlerde veya bölgelerde lig vardır. Sonrasında lig ülke çapına genişletilir. Dolayısıyla taşra şehirlerinde futbolcuya ihtiyaç oluşur. En önemli ve en büyük şehrinin mahalle takımlarında bile oynayanlar oralara transfer olmaya başlar.

Transfer olanların oralardaki durumları pek te araştırılmaz. Bu çocuklar bir yerlerde barındırılır. Kulüp adı altında bir mekânda zamanlarının geçirilmesi sağlanır. Transfer adı altında kazançları oldu mu pek soran, araştıran olmaz. Kendilerine senetler verilir. Ama senet para değildir.

Antrenmanları iple çekerler. Yoksa kaldıkları binalarda sporcuya uygun olmayan alışkanlıklar edinirler. Zaman geçmez çünkü.

Rest çekip gidemezler. ‘Ben oynamak istemiyorum. Gideyim tahsilimi tamamlayayım’ da diyemezler. Gidemezler yani… Zira şehri terk edemezler. Otobüs terminallerinde görünseler hemen idareciler haberdar edilirler.

Örneğin, her şeyi göze alıp kaçmaya karar veren bir genç düşünelim... Eşyalarını toparlar. Yakın bir arkadaşının arabasıyla otobüs terminaline gitmek üzere yola çıkar. Ancak her şeye rağmen hemen terminale gitmek yerine yolda tarlaların arasında bir ağaçlık ara yola girerek arabayla saklanırlar. Birazdan tahmin ettikleri gibi bir idarecinin arabasının son sürat terminale doğru gittiğini görürler. Beklerler. Bir süre sonra o araba geri döner. Oyuncu yine de terminalden değil de daha uzak bir yerde yoldan biner otobüse. Zaten bilet te başka isimle alınmıştır. Büyükşehirdeki evine gelir. Ama yine de birkaç gün sonra idareciler evine gelir. İkna etmeye çalışırlar.   

Tek çareleri vardır bu çocukların. Önemli büyük şehir takımlarıyla oynadıkları maçlarda kendilerini gösterebilmek... O zaman belki oranın büyük takımlardan birine transfer olup kendilerini kurtarırlar.

Bazı şehirlerde sahaya her çeşit yabancı madde atılır. Medya bahsedemez bunlardan. Bahsederse eğer o şehre bir daha giremezler. Bazı şehirlerde kale arkasından kalenin içine akrep atılır mesela. Kaleci atlayamaz gelen topu kurtarmak için. Soyunma odalarına giden koridorlar ile soyunma odalarında olanları ise ancak oralarda yaşayanlar bilir. En ilginci de kötü anı yaşayan spor kulüpleri bunlardan şikâyetçi olmazlar. Rakip takımlar da gelip yaşasın bunları, onlar da puan kaybetsinler diye.

Ülkeye gelen yabancı oyuncuların bazıları bu tip olayları yaşadıklarında ülkelerine kaçarlar. Kızılır o zaman onlara. ‘Başka ülkelerde olmuyor mu sanki’ diyerek yapılanların devamı sağlanır adeta.

Ama bazı yabancı oyuncular derler ki transfer anlaşmama ‘şu, şu şehirlere deplasmana gitmeyeceğim’ şartı konsun.

ARİF ATILGAN 

 

25 Nisan 2024 Perşembe

 Köşe Yazısı

HASTANELER

Devletimize ait sağlık kuruluşlarına bakalım… En küçük birim olarak her mahallede Aile Sağlık Merkezleri bulunuyor. Ondan biraz büyük ve kapsamlı olarak sırasıyla Dispanserler ve Devlet Hastaneleri gelmektedir. Aile Sağlık Merkezlerinde basit teşhis-tedaviler, Dispanserlerde daha kapsamlı ve Devlet Hastanelerinde risksiz ameliyat vs yapılabilmektedir. Bir de üniversitelere bağlı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri vardır. Bunların çalışma sistemi adlarıyla belirtilmiştir. Bu arada kalp rahatsızlıklarının ayrı hastanesi kurulmuştur.

Önemli rahatsızlıklar için teşhis-tedavi ve ameliyatlar Şehir Hastanelerinde yapılabilmektedir. Buraları yap-işlet-devret veya kamu-özel ortaklığı sistemlerine göre çalışmaktadır. Kabaca tarif edersek arsayı devlet verir. Özel şirket tesisi yapar, devlete kiralar. 10-20 yıl gibi belli bir süre sonra tesis devletin olur. Amacım sistemi değil sağlık hizmetini tartışmaktır. Bu hastanelerde en kapsamlı ameliyat vs yapılabilmektedir.

 Kartal Lütfü Kırdar Şehir Hastanesi

Ancak… Görüldüğü gibi sağlık sistemi biraz karmaşık olmaktadır. Bana göre Kalp Hastaneleri gibi Kanser Hastanelerinin de ayrı olması gerekir. Zira kanser hastası için zaman kıymetlidir. MR vs anlamındaki bölümlerin randevusunda öncelik olmalıdır. Ama bugünkü durumda basit bazı rahatsızlıklara da aynı yerlerden randevu verildiğinden kanser hastalarının raporlarının tamamlanması çok uzun sürede olabilmektedir. Bu durum hastalığın ilerlemesine sebep olmakta, hastalara sağlık bakımından, devlete ise mali bakımdan zararlı olmaktadır.

Aslında yakın gelecekte Göz ve Diş hastanelerinin de ayrılmasında yarar vardır.

Devletin sağlık sistemini kabaca,

1-Aile Hekimlikleri,

2-Dispanserler,

3-Devlet Hastaneleri ile Üniversite Hastaneleri,

4-Şehir Hastaneleri olarak sıralayabiliriz.

Özelliği itibariyle Kalp Hastaneleri bu sıralamanın dışındadır. Aynı şekilde Kanser Hastanelerinin de ayrı olması gerekmektedir.

Bu sıralama şehirlerin büyüklüğüne göre şekillenmelidir.

Özel Sağlık Kuruluşları da vardır. Bunlar da devletin sağlık tesislerine uygun şekle sokulmalıdır. Yani yukarıdaki sıralamada her numaradaki tesiste hangi bölümlerin tüm araç-gereç ve elemanlarıyla bulunacağı ve hangi işlemlerin yapılabileceği belirlenmelidir. Örneğin MR’a veya laboratuvara başka yerlere gidilmemelidir. Özel Hastane denilen tesisler, devletin tesislerindeki gibi bir şablona sokulmalıdır.

Son söz… Özel hastane sahipleri devletin sağlık bakanı olmamalıdır. Özel tatil sitesi sahipleri de turizm bakanı olmamalıdır. Kısacası hiçbir özel sektör patronu kamuda bakan olmamalıdır.  

Benim fikrim şaşmaz. Sağlık ve eğitim hizmetleri özelde olmamalıdır.

ARİF ATILGAN 2024 NİSAN

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/04/yazs-hastaneler-devletimize-ait-saglk.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/hastaneler

 

 

 

 

 

 

22 Nisan 2024 Pazartesi

 Köşe Yazısı

EMEKLİLERE HİZMET NASIL OLMALIDIR?

Önce bu iki linkteki yazıları okumanızı öneririm.

https://atilganblog.blogspot.com/2024/01/yazisi-yaslilik-ve-huzurevleri-1970li.html

https://atilganblog.blogspot.com/2024/04/yazisi-iktidar-niye-kaybetti-en-az-10.html

Emekli maaşlarıyla ilgili kişileri saymaya kalkarsak… Ülkemizdeki emekli sayısı 17.5 milyon olup yaşayan eşleriyle 30 milyon civarını bulurlar. 5 milyon kadarının da çocuklarıyla birlikte oturduğunu düşünürsek 35 milyon emekli ve yakını var diyebiliriz. 61 milyon seçmen olduğu düşünüldüğünde toplam seçmen sayısının yarısından çok oldukları görülür. İktidardan indirir, iktidara getirirler. Ayrıca onlar siyasetçilerin çoğundan daha bilgili ve tecrübelidirler. Bu durum kulak arkası edilmemelidir.

Yıllarca istenilen sigorta bedellerini ödemişler, emekli olmuşlar ve artık rahat yaşamayı beklemektedirler. Bu çok zor değildir.

Seçim vaatlerine baktığımızda bütün siyasetçiler her mahalleye çocuklar için kreş açacaklarını söylemektedirler. Pekiyi de yaşlılar için ne yapacaksınız? Böyle bir şey düşünmüyorlar. Düşündürelim…

Her mahalleye bir de huzurevi açmalısınız. Çok mu zor? Değil.

Günümüzdeki huzurevlerinin çoğunluğu özeldir ve aylığı 30 Bin TL civarından başlamaktadır. Kaç kişi verebilir? Kamuya ait olanlar ise yaşlı kişinin tüm mal varlığını alarak kapısını ona açmaktadır. Varlıksız olanlara ise yaşarken gelmeyecek sıra verilmektedir. 177. gibi… Gelmek isteyen insanların buralara yük olduğu belli edilmektedir sanki.  

Bu arada iktidara veya belediyelere ait huzurevlerinin lüks olduklarını ifade etmek isterim. Az katlı evlerden meydana gelen mahalleler veya siteler şeklinde. Bu şekilde çözüm değil o kamu kurumunun güç gösterisi oluşmaktadır ancak.

Huzurevindeki İnsanlar Mutlu Olmalıdır

Hâlbuki öyle çözümler bulunmalıdır ki hem sorun ortadan kalkmalı hem de devlet zarar etmemelidir. Hatta kazanç sağlamalıdır.

Örneğin,

1-Çok katlı binalarda fazla kişinin kaldığı odalarda sadece emekli maaşı karşılığında hizmet verilebilir. En nezih şekilde yeme, içme, yatma, yıkanma, çamaşır, bakım, sosyalleşme vs. Tabii periyodik sağlık kontrolleriyle…

2-Daha geniş bahçeli, daha az katlı binalarda emekli maaşından daha yüksek bir ücret karşılığında konuk edilebilirler.  

3-Geniş bir yeşil alan içindeki 1-2 katlı binalarda tek kişilik veya 2 kişilik odalarda daha da yüksek bir ücret karşılığında veya belli bir miktarı geçen değerdeki mülk bağışıyla bakılabilirler.

Üç bölümde de her çeşit kişisel sağlık ve sosyal hizmetlerin yapılacağını yazmaya gerek görmüyorum.

Dolayısıyla bu hizmetler yapılırken gelir de elde edilir. Tabii ki ücretsiz bakılan vatandaşlarımız da olacaktır. Onların masrafı elde edilen gelirden karşılanabilecektir. Buralarda konuk edilen yaşlılarımız sağlık durumlarına göre dışarı da çıkabilmelidir. Çalışmakta olanlar varsa, işlerine gidebilmelidir. 

Ben kabaca üç tip hizmet sunumunu öngördüm. Amacım sistemi tarif edebilmektir. Daha fazla da olabilir.

Yaşlılar toplumun yükü olarak değil zenginliği olarak görülmelidir. Onlar her şeyi yaşayarak görmüş, geçirmiş insanlardır. Çok değerli tecrübeler edinmişlerdir. Yararlanmak gerekir. Unutulmamalıdır ki herkes o yaşlara gelecektir.

Maalesef eski yaşamdaki büyük aile tipi yok olmuştur. Nedenlerini tartışmayalım. Olmuştur bu. O zaman yeni duruma uygun çözümler bulunmalıdır.

Çocuklar ve yaşlılar toplumun önemli fertleridir. Biri geleceğimizdir, diğeri geçmişimiz… İkisi de çok değerlidir.

Mimarlık bölümlerinde sömestr ödevi olarak kreş ve huzurevi projeleri yaptırılmalıdır. İkisi de önemlidir. Huzurevleri unutulduğu için yazımın konusu olmuşlardır.

Bu tesisler devletin işi olmalıdır. Belediyelere kalmamalıdır. Zira oralarda siyaset vardır. Birinin yaptığını diğeri geldiğinde kaldırmaktadır. Genel olarak böyle… Yaşlılar siyasi çekişmelerin dışında tutulmalıdır.

Hep söylerim. Sağlık ve eğitim devlete ait hizmetler olmalıdır. Dolayısıyla huzurevleri, kreşler de… Ama kapitalist sistemde özeller kaçınılmaz deniyorsa devlet optimum çözümü yapmalı özeller onu örnek almalıdır.  

ARİF ATILGAN 2024 NİSAN

https://atilganblog.blogspot.com/2024/04/yazs-emeklilere-hizmet-nasil-olmalidir.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/emekli%CC%87lere-hi%CC%87zmet-nasil-olmalidir

 


21 Nisan 2024 Pazar

 Köşe Yazısı

SEÇİM YORUMU

En az 10 yıl önce bir seçim zamanıydı. Küçükyalı’da yol kenarındaki bir pastanede oturuyorum. Çeşitli partilerin adayları yürüyerek esnaf ve vatandaşla tokalaşıyor. İktidar partisi ise seçim otobüsüyle geçerek hoparlörle bu işi yapıyor. Demiştim ki içimden ‘Bu parti zenginleşmiş. Vatandaştan uzaklaşmaya başlamış’. O güne kadar hep AKP’nin vatandaşla sıcak temas yaptığı görülürdü hâlbuki.

Her seçim zamanı miting alanında Cumhurbaşkanı ‘Kapı kapı dolaşacak mısınız?’ diye soruyor. Meydandakiler de ‘Eveeet’ diye cevaplıyordu. Ancak öyle bir şey olmuyordu. 

Kısaca son yerel seçime kadar böyle bir görüntü vardı. Açıkçası bu sorunu nasıl çözeceklerini merak ediyordum. Çözmek bir yana seçim kazanmak isteyenin yapmayacağı bir hata daha yaptılar. Emeklileri önemsemediler.

Kabaca rakamlara bakalım. Ülkedeki toplam emekli sayısı 17.5 milyon. Bunların henüz ölmemiş eşlerini de sayarsak kabaca 30 milyon eder. Bazıları çocuklarıyla oturur. Onları da sayarsak yine kabaca 35 milyon eder. Yani 35 milyon oy demektir bu. Toplam seçmen sayısının 61 milyon olduğunu düşünürsek emekli sayısının çok önemli olduğu anlaşılacaktır. Siz bu kadar insanı görmezden ve duymazdan gelirseniz sonuca şaşırmamalısınız.

Sendikalı olan memurlara ve işçilere istedikleri zamları yaptıktan sonra emeklilere adeta ‘Kesede bu kadar kaldı alın siz de bunu paylaşın’ denmiş oldu. Asgari ücret 17.500TL iken emekli maaşı 10000-15000TL oldu. Pekiyi diğer işçi memur maaşları?

Kabaca… Yılbaşından önce 19 yaşında yeni işe girmiş vasıfsız memur 22500TL alıyordu. Yılbaşından sonra 30-35000TL alacağını söylüyorlardı. Bir yakınım asgari ücretle özelde çalışan hemşire kızının KPSS sınavına girip devlete girmek istediğini zira orada 45000TL alacağını söylüyordu. Fabrikalarda asgari ücretle çalışan olmadığı, buna rağmen işçi açığı olduğu ifade ediliyor.

Bu ortamda emeklilere harçlık ölçeğinde maaş verilmesi olacak şey değildir. Onların sendikası yoktur ama oyları vardır. Üstelik piyasada fiyatlar yüksek maaşlara göre oluşmaktadır.

Yukarıda yazılanların eksiği vardır fazlası yoktur. Aslında kök maaş vs konularında da tartışacak şeyler var ama onlar sonraki sorunlar.

Gelelim seçimi önde bitiren CHP’ye… Sakın ‘Şöyle şöyle yaptık ta, şöyle şöyle dedik te, öyle kazandık’ filan diyerek rahata ermeyin. Kazanmanızın somut sebebi yukarıda yazılanlardır. Karşınızdakiler kaybetmiştir. Sizden halkın beklentisi, yetişmiş insanlara eğilmeniz ve onların yapacağı programlarla halkın karşısına çıkıp insanları ikna etmenizdir.

Son söz hem iktidara hem muhalefete… Emekliler siyasete ağırlık koymuşlardır. Onlar yetişmiş insanlardır... Yeni bir dönem başlamıştır.

ARİF ATILGAN 2024 NİSAN

https://atilganblog.blogspot.com/2024/04/yazisi-iktidar-niye-kaybetti-en-az-10.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/se%C3%A7i%CC%87m-yorumu

18 Nisan 2024 Perşembe

 ÖYKÜ

ÖĞRENCİ YARDIMLAŞMASI

1960’lar… Üniversiteye başlayacağım. Yaz tatilindeyiz. Kemal Atatürk Ortaokulu’nun önünden geçiyorum. Okulun önü kalabalık… Belli ki içeride sınav var. Dışarıdakiler içeridekilerin yakını, arkadaşı…

Kilise tarafında toplanmış 5-6 kişilik bir grup beni görünce hemen önümü kestiler. Birbirlerine ‘Arif burada…’ filan diyorlar. Bir şey anlamadım ama yoluma da devam ettirmediler. İçlerinde orta 1’de aynı sınıfta okuduğum Altan var. Elinde de bir kâğıt.

Meğer Altan içeride sınava girenlerdenmiş. Tuvalete gideceğim diyerek dışarı çıkmış. Belki de hoca idare etmiş. Bilemem. Elinde sınav kâğıdı ile okul dışına da çıkmış. Çıkmış ta soruları çözdürecek adam bulamıyorlar. Kendileri kafa yormaya çalışıyorlar. Beni görünce çok sevindiler. Anladım da ben de makine değilim ki hemen her şey aklıma gelsin. ‘Bir durun’ dedim. İncelemek için kâğıdı aldım, şöyle bir baktım.

Soldaki Bina Kilise

Matematik dersiydi sanırım. Rahatladım. Kafamı toplamaya fırsat verirlerse hallederim de hepsi hatta orada bekleyen veliler filan da başıma üşüştü. ‘Dağılın yahu’ dedim. Biraz sakinleştim. Sonra da tek tek hepsini çözdüm. Altan da kâğıdı elimden kaptığı gibi okula girdi. Ben de yoluma devam ettim.

Haydarpaşa’da buluşacağım arkadaşa biraz geç kalmıştım. ‘Ama olsun’ dedim içimden. 

Bizim öğrencilik yıllarımızda bu tip şeyler çok olurdu. Sınavlarda birbirimize yardım ederdik. Yöntemlerini anlatıp konuyu dağıtmayayım. Bazen arkadaşına kopya veren çalışkan çocuk kopya verdiği arkadaşından düşük not bile alırdı. Çok gülerdik.

2024... Bugün…

5. sınıfa giden torunum anlatmıştı… Arkadaşına kopya vermek bir yana birbirlerine karnelerini bile göstermiyorlarmış. Müthiş bir rekabet oluyormuş aralarında.

Kuşaklar arası fark diyeceğim ama keşke böyle olmasa bence.

ARİF ATILGAN NİSAN 2024

 

https://atilganblog.blogspot.com/2024/04/ogrenci-yardimlasmasi-1960lar.html

 

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/%C3%B6%C4%9Frenci%CC%87-yardimla%C5%9Fmasi

 

12 Nisan 2024 Cuma

 Öykü

HASTALIKLAR

Birkaç gün önce bir arkadaşımla konuşmuştum. Şeker fazlası dolayısıyla bir bacağı dizinden kesilmiş. Protez bacak takıldığını öğrenmiştim.

Yine o günlerde bir doktor büyüğümle görüştük. Memesindeki sorun için olduğu ameliyatı anlattı. Şaşırdım. Erkeklerde %1 oranında olurmuş. Ona denk gelmiş.

Geçtiğimiz günlerde hastane kapısında bir arkadaşıma rastladım. İyi geleceğini düşünerek fazla polen yemiş. Gençleşeceğine safra kesesini bozmuş. Ameliyat olacakmış. Ameliyata kadar idare etsin diye stent takılmış.


Akşam bir erkek arkadaşım aradı. Bayramlaştık. Bayram sonrası kalbinin genişleyen aort damarının değişeceğini, durumu nasıl fark ettiğinin detayını anlattı. Eşinin durumunu biliyordum. Bir göğsü alınmıştı. İkincisinin de alındığını söyledi. Bu arada yine tanıdığım başka bir yakınının tedaviyi reddettiğini ve vefat ettiğini öğrendim.

Dün Yalova’ya gitmek üzere yola çıktım. Eskihisar’dan arabalı vapura bineceğim.

Yolda akrabam bir hanım aradı. Bayramlaştık. Sonra gözünün üstünde bir kitle çıktığını onu aldırdığını ama o arada gözünü de aldıklarını anlattı. Biraz sohbet sonrası eklemeler yaptı. Bir süre önce omuz ve kolu birkaç yerden kırılmış. Önce yanlış alçı yapılıp sonra düzeltildiğini ekledi. 

Biraz sonra kardeşi olan hanım aradı. Bayramlaştık. Sonra gözünün sarı lekesinde sorun olduğunu, kitaplarımı sesli de yayınlasam iyi olacağını, kendisinin okuma yazmayı sesli-yazı sistemiyle yaptığını anlattı. Kızı ve torunu doktordur.

Daha sonra küçük kardeşleri aradı. Bayramlaştık. Onunla konuşurken başka bir akrabamızın iki göğsünün alındığını, Onun üç halasının da göğüslerinin alındığını öğrendim. Bu sorun kadınlarda %12.5 oranında olurmuş.

Onlardan sonra da amcaoğlu akrabam aradı. Bayramlaştık. Bir süre önce beyninden alınan urun iyi hundan bahsettik.

Alandaki otoparkta vapur sırası bekliyorum.

Erkek arkadaşlarımdan biri aradı. Bayramlaştık. Eşinin ayağının tabanında 1 TL büyüklüğünde bir nasır çıktığından 1 aydır onu aldırmanın çalışması içinde olduklarını anlattı.

Eve geldik.

Kadıköy’deki arkadaşlarımdan biri aradı. Ben Onu ertesi gün arayabildim. Bayramlaştık. Uzun süredir tedavi olduğu bağırsaklarındaki (kolon) sorun için bayram sonrası hastanede konseye gireceğini ameliyat mı, ilaca devam mı? Karar verileceğini söyledi.

Ben bir kadın arkadaşımı aradım. Bayramlaştık. Uzun süredir dalak vs deki sorunlar için tedavi oluyordu. Tedavinin bittiğini, bir müddet vücudunun dinlenmesi gerektiğini, tetkiklerden sonra tedavinin tekrar edebileceğini söyledi.

TV izliyorum. Ünlü doktor covid sonrası vücudunun bazı ilaçlara tepki verdiğini. İlaç kullanamadığını söyledi.

Bu arada birçok ünlünün yukarıda saydığım rahatsızlıkları olduğunu da ifade ettiler.

Beyne pıhtı gidenler vaka-ı adiye...

Arkadaşlar… Ne oluyor? Dünya’ya hükmedenlerin Covid ile dünya nüfusunu azaltmak istediklerini biliyoruz. Özellikle belli yaşın üzerindekileri… Yük olmasınlar diye... De… Bu şekilde yine onlara masraf oluyor. İlaç, tedavi, ameliyat…

Hâlbuki dünya nüfusu artık inme periyodunda. Yaşlılar çoğalmış. Gençler evlenmiyor. Zararlı gıda vs yiyorlar. Bir şey yapmalarına gerek yok. İstekleri masrafsız, kendiliğinden oluyor zaten…

Bizlere gelince… 68 ve 78 kuşakları… Bırakın bizi bize.  En doğru zamanı biliriz emin olun. Hem de dünyaya en yararlı olacak şekilde.

ARİF ATILGAN 2024 NİSAN

https://atilganblog.blogspot.com/2024/04/hastaliklar-birkac-gun-once-bir.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/hastaliklar

 

 

 


11 Nisan 2024 Perşembe

 Öykü

BİR MÜBADİL ÖYKÜSÜ

1924… Bayram ve ailesi mübadele ile Selanik-Drama’dan İstanbul’a gelir. Yolda hasta olan eşi İstanbul’da ölür. Bayram yanındaki cenazeyle yola devam eder. Yalova’ya gelirler. Eşini buradaki mezarlığa defnederler. Belli ki aynı durumda başkaları da vardır.

Araştırdım... Bana anlatılanlara göre, Yalova’daki mezarlık bir süre önce yıkılan belediye binasının önündeki parktır. Park yapılacağı belli olunca cenaze sahipleri yakınlarını buradan taşımış. Taşınmayanlarsa yerlerinde kalmış. Bayram’ın eşi burada kalanlardandır.

Önde Eskiden Mezarlık Olan Park. (Arkada Yıkılan Belediye Binasının Yerinde Otopark)

Muhacirler Yalova’da iki köye yerleşmiş. Hacımehmet  ve Elmalı Köyleri’ne... Başka köylerde de vardır ama esas bu ikisi muhacir köyleridir.

Bayram İstanbul’a döner. Maltepe, Küçükyalı, Altıntepe’de devletin verdiği araziye yerleşir. Kızı okula başlayıncaya kadar evlenmez.

Devlet adamları buraya gelip insanlara nereye tütün, nereye enginar, nereye domates vs ekileceğini gösterirmiş. 1950’li yıllarda buradaki evlerin önünde tütün dizilip askılara asılırmış.

1950’li yılların sonları… Bayram hacca gider. Bütün duası orada ölmek ve orada gömülmek üzerinedir. Kutsal topraklarda kalıp Peygamberimize yakın olmak arzusundadır. Yola çıkmadan önce yakınlarına bunu defalarca söylemiştir.

Hac görevi yerine getirilmiş, dönüş günü gelmiştir. Kafile otobüse yerleşir. Kalkış saati beklenmektedir. Bayram üzüntü içindedir. Geriye dönecektir. Bu arada aniden karnı ağrımaya başlar. Fenalaşır. Hastaneye kaldırırlar. Kurtaramazlar…

O yıllarda telefon filan yok. Kafile İstanbul’a geldiğinde içlerinden birileri gelip ailesine durumu anlatır. Hemen iki oğlu Arabistan’a gider. Babalarının mezarını ararlar.

Ben orada mezarlara yazı yazılmadığını biliyorum. Sadece baş ve ayakucuna küçük birer taş konurmuş. Ama bu her tarafta öyle midir? Onu bilemiyorum. Kendi büyüklerimden mezar yerini bulamadıklarını duymuştum.

Ne günler yaşamış mübadiller? Gelirken Eş ölüyor. Yollarda diğerleriyle yolculuk yapıp Yalova’da gömülüyor. Ama mezar yeri belli değil. Kocası ikinci eşle evleniyor. Yıllar sonra kendisi Kâbe’de ölüyor. Orada gömülüyor. Onun da mezar yeri belli değil. İkinci eşi ise İstanbul Küçükyalı’da gömülmüş.

Bu yazıya son söz yazmak çok zor…

ARİF ATILGAN 2024 NİSAN  

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/04/bir-mubadil-oykusu-1924-bayram-ve.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/bi%CC%87r-m%C3%BCbadi%CC%87l-%C3%B6yk%C3%BCs%C3%BC

Not: Yesari Asım Arsoy ve Mehmet Kavala Bayram'ın Drama'dan arkadaşları olup sık sık Onu Altıntepe'de ziyaret edrlermiş.

7 Nisan 2024 Pazar

 Öykü

MÜBADELEDEN GÜNÜMÜZE BİR ÖYKÜ

1924 yılı… Mübadele.  Türkiye sınırları içinde kalan Rumlar Yunanistan’a, Yunanistan sınırları içinde kalan Türkler Türkiye’ye geçecektir.

Selanik, Drama, Demirciören Köyü… Denir ki orada yaşayanlara ‘Selanik’ten 17 de kalkacak trene Drama’dan bineceksiniz.’ Köylüler yürüyerek Drama kasabasına gelirler. Yanlarına sadece taşıyabilecekleri kadar eşya almışlardır. Trene binerler. İstanbul’da Sirkeci İstasyonu’na gelirler. Sirkeci’den vapurla Haydarpaşa’ya, Haydarpaşa’dan trenle Kartal’a, Kartal’dan vapurla Yalova’ya geçerler.

Bayram, annesi, eşi ve kızı, bu yolculuğa çıkan ailelerden biridir. Eşi 24, kızı 4 yaşındadır. Zorlu yolculuk eşinin yolda dizanteri olmasına ve İstanbul’a geldiklerinde ölmesine sebep olur. Cenazeyle birlikte Yalova’ya geçerler. Eşini merkezdeki mezarlığa gömerler. Sonra da tüm mübadiller yerleştirilecekleri köylere giderler.

Bayram, Yalova yerine İstanbul, Küçükyalı, Altıntepe’de yerleşmeyi tercih edenlerdendir. Cihadiye Caddesi’ndeki İngilizlerden kalma küçük bir evi de Onlara verirler. Aile Yunanistan’da öğrendiği tütüncülüğe burada da devam eder.

Bir süre evlenmez. Kızı Ayşe’nin büyümesini bekler. Yedi yaşına geldiğinde evlenir. 5 çocuğu daha olur. Doğal olarak kızı yeni aile içinde yalnızlık hisseder.

Evlerinin altında ahır, bitişiğinde de küçük bir ev vardır. Babası burayı kiraya vermiştir.  Ayşe evde sıkıldığında bazen kiracının bazen haminnesinin (babaanne) yanına gitmektedir.

Yıl 1942... Ayşe büyümüştür. İstemediği bir yakınıyla evlendirilmek istenmektedir. Bir gün kiracı komşusu Ona der ki ‘Seni evlendirelim.’ Kendisinin Ömer isminde bir yakını Erzurum’dan İstanbul’a askerlik yapmaya gelmiştir. ‘Onunla tanıştırayım seni’ der. Bostancı tren istasyonunun deniz tarafındaki lojman binasının önünde buluşurlar. Birbirlerini beğenirler ve gün kararlaştırırlar.

O gün Ayşe bohçasıyla gelir. Kaçarlar. Önce nikâh yaparlar. Ayşe 23 yaşındadır. Sonra da Kartal’da delikanlının bir yakının evinde kalırlar. İki ay sonra Altıntepe’ye tekrar gelirler. Babasının evinin yakınında buldukları küçük bir eve taşınırlar. Ömer DDY’de işe girer. Ayşe ise evde örgü örüp satarak aile bütçesine katkıda bulunur.

Ömer.

Yıl 1943… Evde yattıkları odanın tavanında tahtaların arasındaki aralıklardan soğuk gelmektedir. Onlar da hamurdan tutkal yapıp tavana gazete kâğıtlarını yapıştırırlar.  Ömer akşamüstü yatakta yatarken tavandaki gazetelerden birinde ihaleyle Satılık Arsa ilanı görür. Üstelik bu arsa onlara çok yakındır. Semtten tanıdığı bir büyüğü ile açık arttırmanın olduğu yere giderler. İhaleye başka katılanlar da vardır ve devamlı fiyat arttırmaktadırlar. Ömer’in arkadaşı fiyat arttıranlara ‘Bu adam ev yapacak. Fazla arttırmayın.’ Demek zorunda kalır. Neyse… İhale Ömer’de kalır. Belli bir sürede paranın tamamını yatırması gerekmektedir. Ama parası yoktur. Eve döner.

Karı-koca çözüm bulamamaktadır. Haminneye gidip durumu anlatırlar. Haminne de yeni doğuran ineğinin yavrusunu onlara çeyiz parası olarak hediye eder.  Ömer ve Ayşe o danayı 7TL’ye satarak arsanın parasını öderler. Karı-koca yapacakları ev için ilk hediyeyi kendilerine kendileri alırlar. Bakır bir cezve… Uzun süre arsanın ortasına oturup yapacakları evi hayal ederler.

1947… Sonuçta, adeta santim santim inşa ettikleri evi bitirirler.

Evlerinin Önünde Aile Fotoğrafı

Ömer DDY’de terfi eder.  Hayatları normale girmiştir. Ancak 4 yıl çocukları olmaz. 5. Yıl kızları doğar. Ardından diğerleri. 3 kız 2 erkek... Küçük bir arsanın içinde iki katlı bahçeli evde büyür çocuklar. Güzel günler yaşarlar kendi evlerinde.

1969… Ömer akşam işten gelir. Elindeki gazeteyi masaya koyar. Eşine ‘Ayşe bugün emekliliğimi doldurdum ölsem de gam yemem. Çocuklarıma bir şey olmaz artık.’ der. Rahatlarlar…

Ertesi gün işe gider. Haydarpaşa Gar binası içindeki mesaisine başlar. Bir süre sonra ani bir kalp krizi geçirir. Koluna girerek Gar merdivenlerinden aşağıya indirirler. Bir arabayla Numune Hastanesi’ne götürülür. Arabadan iner. Bahçeye girer. Ama hastaneye giremez. Kapısında son nefesini verir.

Film gibi… Derim hep… Filmlerde izlenenler gerçek hayatta yaşanmıştır.

Ve sonra…

Çocuklar büyümüş, evlenmiş, başka yerlerde yaşamaya başlamışlardır. Ev eskimiştir. Ama o çevreye imar gelmiştir. Evin alt tarafındaki parsele inşaat yapılacaktır. Değirmenyolu Caddesi’nde bulunan o parsel Onların arsası ile birleşirse kat kazanmış olacak daha fazla daire yapılabilecektir. Anlaşma yapılır.

Durumu öğrenen müteahhit Dayıları kızar. Haklıdır da. Birleşme yapıldığında onlara daha fazla daire verilmesi gerekirdi. Sonunda işi bozarlar ve Dayı kendisi inşaat yapmaya karar verir. Ama isteksizdir. Arsanın yeri biraz sapadır çünkü.

Proje çizilir, ruhsat alınır, inşaat başlar. Her katta iki küçük daire vardır. Hepsi satılır. 1980 yılında bina biter. Evlerine taşınırlar.

Apartmanın Bugünkü Durumu

Bugün bile ev konusu açıldığında derler ki çocuklar ‘Daireler küçüktü ama kullanışlı ve rahattı. Mimarımız iyiydi.’ Mimarı bendim.    

ARİF ATILGAN 2024 MART

Not:

-Ayşe 1992 yılında vefat eder.

-Haminne, Hami Nine’nin veya Hanım Nine’nin  kısaltılmışıdır.

 -Bahsedilen ihalede Bostancı Kasaplar Çarşısı’nda arkası tren yoluna bitişik arsalardan biri de 10TL’ye satılmıştır.  

-Yalova merkezindeki mezarlık yıkılan belediye binasının önündeymiş. Daha sonra park yapılmış. Haberi olanlar cenazelerini almışlar. Diğerleri orada kalmış. Bayram’ın eşi de kalanlardan biri olmuş.

https://atilganblog.blogspot.com/2024/04/mubadeleden-gunumuze-1924-yl-mubadele.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/m%C3%BCbadeleden-g%C3%BC

n%C3%BCm%C3%BCze

31 Mart 2024 Pazar

 ÖYKÜLER

BİR ÖYKÜ

Yeldeğirmeni’nde Menase ve Menekşe soyadlı Yahudi aileler vardır. Aslında hepsi aynı sülaledendir ama soyadı kanunu çıktığında öyle tercih yapmışlardır.

Madam Klara Menekşe soyadlılarla arkadaştır. Uzunhafız Sokağının alt kısmında otururlar. Kısa boylu, boğazında guatrı olan bir hanımdır.

Fuat Bey ise küçüklüğünden beri şakacı kimlikli bir Türk’tür. Çocukken babaannesinin taharet kabına neft yağ koyduğu anlatılır. Doğru… Yanlış… Yani küçüklükteki yaramazlıkları, büyüdüğünde şakacılığa dönüşmüş. Lakabı Şişman’dır.

Giz ailesi onları 1920’lerden beri tanır.

1930’larda Şişman Fuat ile Klara tanışırlar. Birbirlerinden hoşlanırlar ve sonunda evlenirler. Çocukları olmaz. Semtte neşeli bir aile olarak bilinirler.

Adnan Giz ve ailesi onlarla yıllarca görüşürler. Jean Gabin’e benzeyen Şişman lakaplı Fuat Bey sempatikliğiyle çevresini kendine bağlayan bir insandır.

1960’lı yılların ortasında 80’li yaşlarındayken Fuat Bey ölür. Yalnız kalan Madam Klara Giz ailesiyle ilişkisini kesmez. Görüşmeleri devam eder.

1970’li yıllarda da Madam Klara ölür.

Bu neşeli karı-koca, birlikte yaşadıkları mutlu yıllardan sonra ayrı mezarlıklara gömülür. Fuat Bey Müslüman mezarlığına… Madam Klara Yahudi mezarlığına...

Bir başka öykümüzde anlattığımız Muhlis Bey ve Takuhi Hanım gibi.

Ne acı. Bu tip aileler için de mezarlık yapılamaz mı? Veya birinin mezarlığına diğeri de gömülemez mi? Yani birlikte olamazlar mı?

ARİF ATILGAN 2024 MART

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MİNİK BİR ÖYKÜ

Albay Nuri Bey Ali Paşa’nın uzaktan akrabasıdır. Ali Paşa Adnan Giz’in dedesidir. Ölüm tarihi 1918 yılıdır. Onun oğlu ise Hüsnü beydir…

Bulcay hanım, Albay Nuri beyin kızıdır. Bir ayağı aksamaktadır.

Genç kız olan Bulcay, Adnan Giz’in oğlu Ali Giz’i çocuk arabasıyla gezdirmektedir. Ali 1 yaşındadır.

Bu gezdirmeler sırasında Kürt Mahmut’a rastlamakta, bazen bir iki laf etmektedir..

Minik Ali bu durumdan faydalanmayı becerir. Başkalarının yanında ‘Mamut’ diyerek Bulcay hanımı ürkütmekte “rüşvet” olarak çikolata aldırmaktadır. Bu durum Bulcay hanımı bol bol güldürmektedir.

Kadıköy’de Feridun isimli bir sahaf vardır. Komünist olduğu söylenir. Lakabı da komünisttir zaten. Bulcay hanım onunla evlenir. Ancak birliktelikleri devam etmez. Bir süre sonra boşanırlar.

Semtler böyledir. Kendi içinde. Mütevazı. Öyküleri de… Genelde düz ve basit. Arada bir karmaşık...

ARİF ATILGAN 2024 MART

 

https://atilganblog.blogspot.com/2024/03/bir-oyku-yeldegirmeninde-menase-ve.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/i%CC%87ki%CC%87-k%C3%BC%C3%A7%C3%BCk-%C3%B6yk%C3%BC