YELDEĞİRMENİ ÖYKÜSÜ
Arif Atılgan
2016 yılıydı. Eşimle Şaşkınbakkal sahilinde bir
restoranda idik. Karşımızdaki masada hareketlenme oldu. Kalkıyorlardı. Gayri
ihtiyari gözüm o tarafa kaymıştı.. Çoğu zaman olduğu gibi görmeden bakıyor,
başka şeyler düşünüyordum. Aralarından birinin bana ısrarla el salladığını fark
ettim. Fark ettiğimi fark etti ve elini göğsüne götürerek selam verdi. Ben de
hafif doğruldum ve elimi göğsüme götürüp selam verdim.
2010 öncesi O Kadıköy Belediye Başkanı, ben Kadıköy
Belediyesi Kent Konseyi Başkanıydım. Yaptığı işleri eleştiriyordum. Güç
ondaydı. Kent Konseyi Başkanlığımı sonlandırmıştı.
Yanlış projelerinden biri de Yeldeğirmeni Canlandırma
Projesiydi. O Yeldeğirmeni’ni masaya yatırıp şurasını burasını değiştirebileceği
bir meta olarak görüyordu. Oysa Yeldeğirmeni benim mahallemdi.. Ben Yeldeğirmeni’nde
yaşadım.. Yeldeğirmeni bende yaşar..
………
Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmesinden sonra
Osmanlının süvarisi Haydarpaşa Çayırında, piyadesi Halidağa Caddesi üzerindeki
düzlükte talim yaparmış. O sebepten buraya Talimhane denirdi.
1600 yılında namazgâhıyla Ayrılık Çeşmesi yapılmış.
Adını, 1628 de buradan Bağdat seferine çıkan 4. Murad koymuş. Gittiği
istikamete Bağdat Yolu (Caddesi) demişler. Padişah Topkapı’dan Kabataş’a gelir,
oradan Üsküdar’a geçer, Üsküdar’dan Karacaahmet Mezarlığı arasındaki yoldan
Ayrılık Çeşmesine gelirmiş. Burada hazır olan ordusunun başına geçerek sefere
çıkarmış. Mezarlık arasındaki yola Osmanlının Tören Yolu derlermiş. Kâbe’ye
hediye götüren Sürre Alayı da bu yoldan Çeşme başına gelir burada bekleyen hacı
adaylarıyla yola çıkarmış. Kadıköy’de yapıldığı günün malzemesiyle aynı yerde
duran en eski tarihi eserdir Ayrılık Çeşmesi. Günümüzde ise Marmaray
tesislerinin arasında kaybolmuş gibidir.
1774-1789 yıllarında burada 4 adet yeldeğirmeni
yapılmış. Önce ordunun daha sonra sarayın ve halkın un ihtiyacını karşılamak
içinmiş bu değirmenler. İbrahimağa Camiinin, Rasimpaşa Camiinin, Eski karakolun
ve Osmangazi İlkokulunun bahçesinin bulunduğu yerlerde imişler. Günümüze kalan
tek fotoğrafları bile yoktur.
1700 lü yılların sonlarında Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı
oluşuyor. 1900 lü yılların başlarına kadar gömü yapılan mezarlık adını çeşmeden
alıyor. Hemen yanında da Ayrılık Çeşmesi Sokağı oluşuyor. Ayrılık Çeşmesi
Sokağı günümüze kadar kendini korumuş ender sokaklarımızdandır.
3. Selim zamanında semtte sokaklar oluşturulmuş.
1800 lü yılların ilk yarısında Kır Kahvesi sokakta
Osmanlının posta teşkilatı olarak kullanılan menzilhane teşkilatına ait menzil
binası olduğunu görüyoruz. Yakınında bulunan kır kahvesi sebebiyle buraya Kır
Kahvesi Sokağı denmiş. Kadıköy’ün ilk postane binası 1845 de Aziziye Sokak
(İzettin Sokak) No 126 da kurulmuş.
1835 yılında bir mescid olarak yapılan camiyi 1905
yılında eski Bahriye Nazırı Rasim Paşa’nın eşi İkbal Hanım yeniden yaptırıyor
ve kocasının adını koyarak Onun adının hep anılmasını sağlıyor. Rasim Paşa
Camii haddini bilen küçüklüğüyle, kısa minaresiyle, kiremit çatısıyla tam bir
mahalle camiidir.
1861-1876 yılları arasında Sultan Aziz döneminde
Aziziye Hamamı yapılıyor. Erkek ve kadın bölümleri simetriktir. İçi eski tarz
kireç sıvayla kaplanmış. Higroskopik malzeme olan kireç gündüz hamam çalışırken
oluşan rutubeti emer, gece çalışmazken kusar. 1950 li yıllara kadar Yahudi
kadınları Cuma geceleri burayı kapatarak tevilla yaparlarmış. Tevilla
Yahudilerin kutsal cumartesi günü için temizlenmelerine denirdi.
1870 yılında bugün olmayan tarihi karakol yapılmış.
Küçük bir setin üzerindeki tek katlı bu küçük bina semtte yaşayanlara güven
veriyordu.
1800 lü yıllarda hızlanan yerleşim 1872 de Kuzguncukta
çıkan yangın sonrası oradan gelen Yahudilerle daha bir renklenmiştir. Yahudiler
diğer apartmanlarla birlikte inşa ettikleri kendi apartmanlarıyla semte değişik
bir hava vermişlerdi. Heybetli Kehribarcı, Valpreda (İtalyan), Ester, sempatik
Celal Muhtar, Menase (Ankara), süslü Demirciyan (Tura) apartmanlarını hemen
akla getirebiliriz. Ancak bu özelliklerin hiç birini taşımayan Konya
Apartmanını bilmeyiz. Üstelik Yurttaş Sokağın Karakolhane Caddesi köşesinde en
göze çarpan yerde olmasına rağmen. Konya apartmanı Kadıköy’ün ilk halkevi
olarak yapılmış hâlbuki. Burada düğünü, nişanı olduğunu anlatan eski
Yeldeğirmenliler vardır.
Yahudiler semte gelince kendilerine sinagog yapmaya
karar vermişler. Uzunhafız Sokakla İzettin Sokak arasını kaplayan bir arsa
satın alırlar. Ancak onların bu girişimini öğrenen Hıristiyanlar engel olmak
isterler. Kanlı kavgalar olur.. Sonunda sarayın göz doktoru Yahudi Kohen Paşa
durumu Padişaha bildirir. Padişah olaya
el koyar, kavgalar durdurulur, gerekli izin alınır ve inşaat başlar. 1898
yılında bitirilen sinagog 1899 yılında açılmış. Açılışa ABD büyükelçisi de
katılmış. Sinagogun adı Hemdat İsrael Sinagogudur. Anlamı İsrailoğullarının
Şefkatidir. Ancak Hemdat kelimesinin İbranicedeki heceleri Hamid kelimesini
oluşturmaktadır. Bu suretle Yahudi cemaati, Padişah Abdülhamid’e de bir şekilde
teşekkür etmektedirler.
1875 yılında Yahudi Okulu açılmış. Ama esas 1902
yılında yoğun eğitim yapmışlar. Yahudiler, çocuklarının diğer Hıristiyan
okullarında misyonerlik faaliyetlerine tabi olmalarına karşı kendi okullarını
açmışlar.
1850 yılında Fransa’da kurulan Assomptionist Tarikatı
Kadıköy’de de faaliyet göstermişti. Bu tarikat ile birlikte çalışan Oblates de
l’assomption rahibeleri 1894 yılında Kadıköy’e gelmişlerdi. Burada Katolik
nüfusla ilgili çalışmaların yeterli olmadığını düşünüyorlardı.
Yeldeğirmeni’ndeki çocukların Moda’daki Notre Dome De Sion okuluna gitmekte zorlandıklarını
öğrenmişlerdi. Bu sebepten semtte bir okul açılması isteniyordu. 1895 yılında
Yeldeğirmeni’nde açılan okula Kadıköy’ün azizesi Saint Euphemie adı verilmişti.
Burası Notre Dome de Sion’un ortaokulu olmuştu. Okul Taşlıbayır sokaktaki dar
binada açılmıştı. 1910 yılında yangın geçirince 1912 yılında bir kat fazlasıyla
tamir edilmiş, ayrıca İskele Sokaktaki yeni bina ve yanındaki kilise de
yapılmıştı. 1935 yılında 3. Orta Mektep adıyla Türklere devredilen okul 1950
den sonra Kemal Atatürk Ortaokulu olarak devam ediyor, 1990 larda ise Lise
oluyor.
1999 depreminde hasar alan okul binası sebebiyle
eğitime bir süre ara verilmişti. Öğrenciler başka bir okula gönderilmişlerdi.
2000 li yıllarda onarılan okul tekrar öğrenime açılmıştı. Okulun onarılması ve
öğrencilerin tekrar buraya dönmeleri için gayret sarf edenlerden biriydim.
Art Nouveau süslemeleri olan binanın yanındaki kilise
1950 lerden sonra kullanılmıyordu. 1980 li yıllarda spor salonu olarak
kullanılmış çok yıpratılmıştı. 2014 yılında restore edilerek sanat merkezi
haline sokulmuştur.
1900 lerin başlarında Kadıköy’de 3 adet sinema vardır.
Birincisi şimdiki Reks Sinemasının yerinde bir adı Febüs olan Apollon
Tiyatrosu, ikincisi Kuşdili Çayırında sonradan tramvay deposu olan hangarda
Kuşdili Sineması ve üçüncüsü Yeldeğirmeni Duatepe Sokağının tren yoluna bitişik
parselindeki Yeldeğirmeni Sineması. Sonradan adı Özen sineması olarak ünlenen
Sinema sessiz film döneminden itibaren çalışmıştır. Elektrik olmayan yıllarda
kendi elektriğini bir dinamoyla elde ederek film oynatıyorlarmış. Sinema 1970
li yıllara kadar Yeldeğirmenine renk, canlılık vermiştir.
Haydarpaşa Garının inşası ve inşaat sonrası Kadıköy’e
ama çoğunlukla Yeldeğirmeni’ne Alman aileler yerleşmişti. Çocuklarını Galata’daki
Alman Okuluna gönderirken zorluk çekiyorlardı. Bu sebepten hiç değilse ilkokul
çocukları için semtte bir okul açmışlardı. 1903 yılında açılan Alman Okulu 1918
yılında biten 1. Dünya Savaşı sonrası mağlup olan Almanların ülkeyi terk
etmesiyle Osmanlı-İngiliz mektebi olmuştur. Okul, 1935 yılında Türklere
devredilmiştir. Diğerleri gibi paralı eğitim veren okul olduğu için bu dönemde
de paralı olmuş dolayısıyla ilk Türk Koleji olarak tarihe geçmiştir. 1940
yılında normalleşmiş, adı 11. İlkokul olmuş, 1950 sonrası Osmangazi ilkokulu
olarak eğitme devam etmiştir.
1900 lerin başlarında mahallenin küçük çocukları Moda’daki
Saint Joseph okuluna zor gidiyorlarmış. 1906 yılında Onlara Yeldeğirmeni’nde
Saint Joseph’in İlkokulu olarak Saint Louis İlkokulu açılmıştır. Karakolhane
Caddesindeki bu bina da 1935 sonrası Türklere devredilmiştir. 12. Mektep,
Mustafa Kemal İlkokulu, İbrahimağa İlkokulu olarak hizmet vermiş, 1955 yılından
sonra Yetim Yurdu olarak kullanılmıştır.
1927 yılında Saint Louis Okulu karşısında Rum Ortodoks
Kilisesi açılmıştır. Kilisenin belli saatlerde çalan çanının sesinin melodisini
tüm Yeldeğirmenliler ezberlemişti.
Yine 1927 yılında Halitağa Caddesinde Gazi Mustafa
Kemal Paşa İlkokulu açılmıştı. Semtte ilk Türk Okulu olarak yapılmış okuldur.
Aynı yıl Okulun köşesinde yapılan Kayışdağı Çeşmesi
semttekilerin iyi su içmesi için önemliydi. Çeşmelere genellikle toprak
künklerle su getirilirdi. Bu çeşmeye ilk defa demir boruyla su getirilmişti.
Ancak insanlar sudaki demir kokusunu sevmemişler uzun süre bu çeşmeden su
içmemişlerdi.
Kadıköy’e 1928 yılında elektrik gelmişti. 1934 yılında
Üsküdar-Kadıköy tramvay yolu Yeldeğirmeni’nin ortasındaki Karakolhane
Caddesinden geçirilmişti. Yeldeğirmeni üzerinden geçilen bir yerleşim olarak
oldukça hareketli idi. 1947 yılında sahil doldurulup, tren yolu üzerindeki
demir köprü yapılınca tramvay yolu oraya alınmıştı. Semt o zaman kendi içinde
olmuştu.
1900-1950 yılları arasında Yeldeğirmeni Avrupa
yakasında yaşayanların yazlık-sayfiye yeri olarak kullanılmıştır. Semtin deniz
kıyısı kumsal, İbrahimağa tarafında ise çayır ve Haydarpaşa Deresi vardır. Yani
ideal bir sayfiye yeridir.
1950 öncesi ve sonrasında Yeldeğirmeni tipik bir
mahalle kimliğindedir. Müslim ve gayrimüslimler çok güzel bir mozaik
oluşturmuşlardı.
1970 lerde başlayan Kat Karşılığı İnşaatçılık 1980
lerde hızlanarak semtte etkili hale girmiştir. Bu dönemde 2-3 katlı binalar yok
olmuş, yerlerine 5 katlı apartmanlar yapılmıştır. Eski evlerde yaşayanlar yeni
çevreye uymak istememiş, semtten taşınmışlardır. Yeni gelenler İstanbul
dışındandır. Ancak kısa sürede semtte kalan Eski Yeldeğirmenlilere uyum
sağlamışlardır. Dolayısıyla Yeldeğirmeni yeni mahalle kimliğiyle yeni bir
döneme girmiştir.
2010 yılında ‘Belediye Başkanı’ Yeldeğirmeni’nde
Canlandırma Projesini uygulattı. Semt yeme-içmecilerin kapladığı şekilde
ticarileşmeye başladı. Proje, mahalle kimliğini ortadan kaldırmaya yönelikti.
……..
‘Belediye Başkanı’ için Yeldeğirmeni en fazla bundan
ibarettir.
Benim içinse Yeldeğirmeni bunlarla birlikte bambaşka
anlamlar taşır.
………..
Haydarpaşa Çayırında ve Halidağa Caddesi üzerindeki
düzlükte talim yapan Osmanlı Ordusunu düşünebiliyor musunuz? Semtimizde
dolaşıyor, at koşturuyorlarmış.
………..
Kim bilir hangi padişahlar, komutanlar Ayrılık
Çeşmesinden su içtiler, namazgâhında namaz kıldılar?. Benim Ayrılık Çeşmesiyle
tanışmam 1950 li yılların sonları olmuştur. O yıllarda yarıya kadar toprağa
gömülü çeşmenin üzerine çıkıp ‘Kale bizim’ oynardık. 1940 lı yıllardan sonra
aktığını anımsayan yok maalesef.. 2000 li yıllarda yaza-anlata Çeşmeyi ünlü
yapmıştım. Bir aralık yerini değiştireceklerdi. Karşı çıkıp, etkinlikler
yapıyordum. Bir toplantıda ‘Al şu Çeşmeni evinin bahçesine koy da herkes
kurtulsun’ demişlerdi. Çok gülmüştük.. 1950 lerde üzerine çıkıp oynadığım Çeşme
50 yıl sonra “Çeşmem” olmuştu..
……….
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığının içinde bazı boşluklar
bizlere top sahası oluyordu. 1960 larda Mısır’dan gelip, rüyasında gördüğü yerde
define arayanlar günlerce semt sakinlerini meşgul etmişti.
……….
Kır
Kahvesi Sokağına adını veren 19. yüzyıldaki Kır Kahvesinin yerindeki evin en
değerli eşyası elde dikilmiş Türk Bayrağıdır.. 1918 yılında 1.Dünya Savaşının
sona ermesinden sonra İstanbul işgal ediliyor. İşgal kuvvetleri İstanbul’da
Türk Bayrağı asmayı yasaklıyorlar. Dolayısıyla o yıllarda İstanbul’da sadece
İngiliz, İtalyan ve Yunan bayrakları görülebiliyor. Ancak insanlar gizlice
kendi elleriyle kestikleri kırmızı kumaşlara beyaz ay-yıldız dikerek Türk
bayrakları hazırlıyorlar. Bu bayrakları ütüleyip sandıklarda saklıyorlar, ‘Bir
gün bayrağımızı asacağız’ diyerek. Nitekim 9 Eylül 1922 tarihinde Türk
Ordusunun İzmir’e girdiği haberi İstanbul’a gelir gelmez, tüm İstanbul halkı
sakladıkları ütülü bayraklarını çıkarıp evlerinin cephelerine asarlar.
İstanbul, Kadıköy, Yeldeğirmeni kıpkırmızı Türk bayraklarına bezenmiş. Kaynak
ailesinin o günkü büyükleri tarafından bu eve astıkları bayrak, bu günkü aile
fertleri tarafından titizlikle muhafaza edilmektedir.
……….
Rasim Paşa Camii’nin minaresinden söylenen ezanı her
sokakta duyardık. Üstelik o yıllardaki hafız Amir Ateş’in sonradan ünlü besteci
olması hepimizi gururlandırmıştır. Ramazan aylarında teravih namazına götürülen
çocuklar bugün o günleri gözlerinin nemini silerek anımsarlar.
……….
Semtin erkek çocukları büyüdüklerini Aziziye Hamamında
anlarlardı. Bebeklikten itibaren anneleriyle hamama götürülen çocuklara oradaki
diğer kadınlar itiraz edip anneye, ‘Kocanı da getirseydin’ diye çıkışmalarından
sonra o çocuk kadınlar hamamına götürülmezdi artık.
……….
Bizler şimdilerde sinagog kelimesini öğrendik. Havra
denirdi o yıllarda. Yahudi komşularımız cumartesi günleri ibadete giderlerdi.
Onların ibadete şık giyinerek gitmeleri ilgimi çekerdi. Bir de çocukken büyüklerimizin
bizi İğneli Fıçı hikâyesiyle korkutmalarını unutmam.
……….
2005 yılında Yeldeğirmeni kitabım için araştırmalar
yaparken terzi Salomon ile görüşmeler yapmıştım. Bir gün kendisine bel kısmı
dar gelen pantolonumdan bahsettim. ‘Getir bakayım’ demişti. Götürdüğümde ölçüp,
biçip ‘Cumartesi alırsın’ demişti. Otomatik olarak ‘Cumartesi çalışıyor musun?
Yahudiler cumartesi çalışmaz da’ demiştim. Muzipçe gülüp ‘Artık modern olduk’
deyivermişti.. Ücretini sorduğumda ‘Senin paran burada geçmez, pantolonu
giydikçe beni hatırla’ demişti. Onardığı pantolonu giyiyor, 2008 yılında
kaybettiğimiz Salomon Seviş’i anımsıyorum.
……….
Kemal Atatürk Ortaokulunda okuduğumuz 1960 lı yılların
yaz mevsimlerinde kızlar tokyo giyerdi, yani şimdiki parmak arası terlikler.
Erkeklerse espadril denilen mavi renkli bez makosen.. Mini etek modası,
hulo-hop çılgınlığı vardı. TV yoktu henüz, radyolarımız dinlenirdi.
……..
Biri yakışıklı erkek Barbaros, diğeri güzeller güzeli
genç kız Yaşar. Onlar mahallenin gençlerindendi. Kızın ağbisi sağlam delikanlı
olup ayrıca 2 erkek kardeşi daha vardı. Muhit içinde sevmek sevilmek o kadar
kolay değildir. Sonu ciddi olmayacaksa ortalık karışabilir. Onlar sevdiler,
evlendiler.. Önce Barbaros göçtü bu dünyadan. Sonra kızın ağbisi ve diğer iki
kardeşi. O yılların genç kızı, bugün tek kızıyla yaşayan bilge bir
hanımefendidir.
……….
Evimizin arka sokağındaki Özen Sinemasında Tarzan, Ben
Hur gibi yabancı, Susuz Yaz gibi yerli filmler seyrettim. Ama Cliff Richard’ın
Summer Holiday (Yaz Tatili) filmini unutamam. Sesini, müziğini çok sevdiğim
şarkıcının bir yaz tatili macerası geçirirken baştan sona şarkılarını söylediği
film aklımdan kolay kolay çıkmaz.. Özen Sinemasına her semtten izleyici
gelirdi. Ancak ne de olsa semt sineması idi. Semtin bazı delikanlıları
kollanırdı. Örneğin: Seyirci çeken filmler olduğunda ki hepsi çekerdi, Semtin
bazı uyanık gençlerine gişeden bilet verilir, Onlar matine saatinde
karaborsadan satarlar, ellerinde kalanı gişeye iade ederlerdi. Bu kadarcık
kuralsızlık ta olsundu artık.
……….
Osmangazi İlkokulundan 1959 yılında mezun oldum. O
yıllarda okulda 500 öğrenci eğitim görmekteydi. Yeldeğirmeni’nin nüfusu 2000
civarıydı. Bugün Yeldeğirmeni’nin nüfusu 20.000 e yaklaşmışken okulda 95
öğrenci eğitim görmektedir. Geçinemediğim ‘Belediye Başkanının’ yaptığı
canlandırma projesinin nasıl mahalleyi, aileyi, çocukları yok ettiğinin göstergesidir
bu.
……..
Semiha
Karahan, 1954 yılında Osmangazi İlkokuluna kaydolmuş. 1960 yılında mezun olmuş.
Evlenmiş, kızı Yeşim Karahan da Osmangazi İlkokuluna gitmiş ve 1980 yılında
mezun olmuş. Yeşim Karahan da Yeldeğirmeni'nde yaşamaya devam etmiş. Evlenmiş.
Onun kızı Işık da Osmangazi İlkokuluna gitmiş. O da 2016 yılında bu okuldan
mezun oldu. 113 yıllık okulun son 62 yılına Karahan ailesi tanıklık etmiş.
Torun olan Işık kızımızın torunu da bu okulda okuyacak olursa, Karahan ailesi Osmangazi
İlkokulunun ve Yeldeğirmeni'nin son 120 yılını bilebilecektir.
………
Dondurmacı Abdullah 1970 li yıllara kadar
semtimizde seyyar arabasıyla dondurma satan bir esnafımızdı. Ayrılık Çeşmesi
Sokağından Uzunhafız Sokağına girer, oradan semtin diğer sokaklarına geçerek
satışlarını yapardı. Her gün öğleden sonra aynı saatte gelirdi. Mahalleli onu
bekler, arabasının başına toplanıp unutulmaz lezzetteki vişne, çikolata, kaymak
üçlüsünü satın alırdı. O, mavi renkli üç tekerlekli arabası ile dolaşırken
‘Dondurma kaymak, vişne-çikolata-kaymak’ diye bağırarak insanlara geldiğini
belli ederdi. Bazen çeşitlerinde denemeler yapar, sonucu beğenmediğinde
ürettiği dondurmayı çocuklara bedava dağıtırdı. Abdullah Ağbinin sattığına su
dondurması denirdi. Su dondurması susatmaz, susuzluk giderir.
………
Saint Louis İlkokulu Yetim Yurdu olarak kullanılıyordu.
Gerek ilkokulda gerek ortaokulda sınıfımızdaki Yetiştirme Yurdundan olan
çocuklara Yurtlu derdik. Onlar kendi aralarında birlik olurlardı.
………
Ünsal
Ağbi kavgacı bir kişilikteydi. Fenerbahçe’den takım arkadaşı Selçuk’la Kuşdili
sahasındaki kavgasını unutamam. Yeldeğirmeni-Kuşdili oynuyordu. İkisi de
kavgacı olan Ünsal’la Selçuk ayrı takımlardaydı. Birden kavgaya tutuşmuşlardı.
Ardından bütün saha, herkes.. Neyse ki Kuşdilinde kahvehanesi olan Kadıköy’ün
kabadayısı Cimbom İhsan ortaya çıkmış, bir iki kişiye attığı tokatla raconu
kesmiş, olayı sonlandırmıştı.. Ünsal Ağbi semtin güzel giyinen yakışıklı
delikanlılarındandı. Futbol hayatını, takılmaya başladığı Uzun Hafız Sokaktaki
meyhane bitirmişti. Garip bir tesadüf, bugün o meyhanenin olduğu yerdeki
kahvehaneye takılmakta.. Ünsal Ağbi beni tanımaz. ‘Muhit’ böyle bir şey işte..
……..
1968
yılının nisan ayı idi. İTÜ de lokalde otururken, Makine Fakültesindeki bir
öğrencinin dekanı bıçakladığı, hocayı kurtarmak için kan vermek gerektiği
haberi gelmişti. Öğrendim ki o öğrenci Erdil’miş. Çok şaşırmıştım. O, asla
böyle bir şey yapacak insan değildi. Makine fakültesindeki arkadaşlardan
Erdil’in o hocanın dersiyle sorunlu olduğunu öğrenmiştim. Öğrenciler kan
vererek hocayı kurtarmak, dolayısıyla Erdil’i de kurtarmak istemişlerdi. Hoca
kurtulamamıştı. Çok üzülmüştük. Erdil’e de çok üzülmüştük. Uzun yıllar
Sultanahmet Cezaevinde yattı. Hapisteyken Üniversiteyi bitirdi. Yıllar sonra
çıktı. Ama sağlığı bozulmuştu. Tedaviler gördü. Ünye’ye yerleşti ve sanırım
1990 lı yıllarda orada öldü.. Erdil, Yeldeğirmeni’ndeki sokağımızda adam olacak
çocuklar sıralamasında ilk akla gelen isim idi. Aklıma geldiğinde içim
burkulur. Bir insanın yaşam çizgisi bu kadar mı kolay yön değiştirir? Bir
büyüğüm demişti ki ‘Kötü bir mektup yazacaksan bir gün ertele. Ertesi gün
fikrin değişecektir.’ Kötü bir şey yapacaksak ta öyle davransak keşke.
………
Onu
üniversitede tanımıştım. Mimarlık bölümünde aynı sınıftaydık. Hâlbuki aynı
semtte hatta aynı okullarda okumuştuk. Kibar bir çocuktu. Çok yetenekliydi.. 68
kuşağının özelliklerinden olan hippiliğe merak sarmış, otostopla dünyayı
gezmişti.. Kadıköy’de büro açmıştı. Piyasada çaylak sayılması gerekirken Bağdat
Caddesi dâhil en vitrin yerlerde tabelasını görüyordum. Gri mimar değildi.. Bir
aralık ABD ye eğitim için gitmiş. Ancak orada ruhsal sıkıntılar geçirince
ülkeye geri gönderilmiş. Buraya geldiğinde anne-babasının öldüğünü öğrenmiş,
daha da kötü olmuş. Sokaklarda dolanmaya başlamış.. Eski Yeldeğirmenli bir
arkadaşım arabasını Bostancı Sanayi Sitesinde Faruk’un Ağbisinin tamirhanesine
götürmüş. Onu sormuş. Ağbisi 2-3 MT ilerisini gösterip, ‘Orada oturuyor’ demiş.
Bakmış ki Faruk. Kaldırımda oturmuş. Saç sakal karışmış. Yanına gitmiş.
Konuşmak istemiş. ‘Ben dünyayı gezdim’ diye başlayarak çeşitli şeyler
anlatıyormuş.. Aynı arkadaşım aradı geçtiğimiz günlerde. Faruk’un bir akrabasına
rastlamış. Faruk Yazıcı, 10 yıldan fazla bir süre önce Afyon civarında bir
trende ölü bulunmuş.. Mimar Faruk Yazıcı, Melih Koray’dan sonra Kadıköy’ün
ikinci renkli mimarı olabilirdi.
………
Bizim
sokağın takımı Beyaz Şimşeklerde oynatıyordum Onu. O da üniversitede okuduğu
için kafa dengiydi. İyi arkadaştık. İkimiz de sol görüşte idik. Ben sağiç
oynardım, o soliç. Beni sever, sayardı. 1971 yılında askere birlikte gitmiştik.
Akşam Haydarpaşa Garından trene binmiş, sabaha kadar şarap içerek yaptığımız
sohbetle kendimizce dünyayı kurtarmıştık.. Akrabası Ufuk’a rastlamıştım Kadıköy
çarşısında. Onun, Ülkenin biskivü sektöründeki en büyük şirketlerinden birinin
sahibinin kızıyla evlendiğini söylemişti. Tutucu olan Aile, Onu çalıştığı yerde
tanımış. ‘Tutucu çevreye uyum sağlayacak mı?’ Diye sormuştum Ufuk’a. ‘Sorun
yok.’ demişti. 2007 yılında YELDEĞİRMENİ kitabımın ilk baskısı siyah beyaz
çıkmıştı. Yeldeğirmeni’yle ilgili belli kişilere, imzalayarak birer tane hediye
etmeye karar vermiştim.. Diğerlerine olduğu gibi Ona da postayla göndermiştim..
Bir tek Ona gönderdiğim kitap geri geldi. Adreste öyle biri yokmuş.. O kitabı
saklıyorum.
………
Sami Ağbi, Nedimin Kahvesinin sözü geçer
insanlarındandı. Sandalyesine oturur, hafif gözünü kısarak konuşurdu. Dudak
tiryakisi olduğundan gözlerini sigara dumanından koruyordu sanırım.
Karşısındaki insanı kırmadan eleştirirdi.. Semtte üniversiteye giden sayılı kişilerdendim. Sami
Ağbi dâhil çevremden özel ilgi görürdüm. Bu durumdan dolayı genç yaşımın da
etkisiyle kendimce havalanmıştım. Hep futbol konuşulmasını küçümserdim.. Bir
gün yine futbolu sohbet ediyorduk. Rahmetli Sami Ağabey konuyu benim sevdiğim
tarafa çekivermişti.. Futbolun insanları oyalamaya yaradığını, İspanyada
Diktatör Franco’nun bu amaç için kullandığı 3F formülündeki ilk F nin Futbol,
diğerlerinin Fado (arabesk müzik) ve Fieasta (eğlence) olduğunu söylemişti.
Franco, 1945 yılında yakın arkadaşı Kont Barnebau’yu Real Madrid takımının
başkanı yapmış ve ona kendi adını vereceği 100.000 kişilik bir stat inşa
ettirmişti. Barnebau, Real Madrid takımına dünyanın en iyi futbolcularını satın
alarak yenilmez bir takım kurulmasını sağlamıştı. Bu takımın zaferleri ile
coşan halka çektiği sıkıntılar unutturulmaktaydı. Sami Ağabey o kadar basit ve
anlaşılır bir şekilde anlatıvermişti ki bütün bunları. Sanki benim içimi
okumuştu. ‘Futbolun içinde de sosyal-kültürel konular vardır.’ diyordu bana.
Semtlerde kendilerini belli etmeyen bilge insanların olduğu kanaatine
varmıştım. O gün bugün her insanın değerli olduğunu kabul eder, her insanı
dikkatle dinlerim.
………
Albert’in
Dükkanı’nın arka kısmında akşamları arkadaşları toplanır, eve gitmeden 1-2
duble içki içerlerdi. Müşteriler bu durumu bilirler, rahatsız olmazlar,
anlamazlığa gelirlerdi. Onlar da güya içki içtiklerini müşterilere belli
etmezlerdi.. Bir de Yeldeğirmeni’nin 2 alkol bağımlısı olan Gazcı ve Yobaz
Turan lakaplı kişiler arada bir Albert’ten ucuz şarap alırlardı.
Bu bağımlılık o derece ileri gitmişti ki şarap bulamayınca renkli ispirto
bile içtiklerini sanıyorum.. Bir sabah bakkalda Yobaz Turan’ın Albert’e ‘Albert
sabah sabah ocak yanmıyor, bir ispirto versene’ dediğine şahit olmuştum. Kendince
şifreli bir şekilde derdini anlatıyordu.
………
Bize her bayram Yalova’dan küçük amcam
babamın da ortak olduğu sürüden kurbanlık koç getirir, bayramın birinci günü,
bazen annem bazen babam için keser ve giderdi.. Yeldeğirmeni’ndeki
evimizin küçük bahçesinde gerçekleşen bu dini vecibeyi biz çocuklar, bir gün
içersinde sevdiğimiz koçun kurban olması sebebiyle, üzülerek izlerdik. Kesilen
kurbanın etlerinin dağıtımı yine biz çocuklara düşerdi. O yıllarda mahallelerin
zengini ve fakiri birlikte yaşadığı için dağıtılacak aileler bilinir, dağıtım
kolay olurdu.. Evde kalan kısım ise kavurma yapılırdı. Ancak bugünlerde
anlatıldığı gibi kavurma bayrama özel yiyecek olarak yapılmazdı. O yıllarda
henüz tel dolap devri yaşanmakta, evlerde buzdolabı bulunmamakta idi. Bunun
için iri kuşbaşı kesilmiş etler kendi yağıyla kavrulur, kavanoz veya teneke
kutulara olduğu gibi konurdu. İlerde gerektikçe donmuş kendi yağları ile
konserve edilmiş olan bir miktar et bulunduğu kaptan çıkarılarak pişirilir veya
öylece yenirdi. Yani kavurma, etlerin uzun süre saklanabilmesi için yapılırdı.
………
1950 li
ve 1960 lı yıllarda her sabah gün ışımadan Yeldeğirmeni’ndeki iki katlı cumbalı
evimizin kapısının altından günlük gazetelerimiz atılmış olurdu. Yılmaz ve
Metin ismindeki iki kardeş omuzlarındaki askıya astıkları kalın gazete kitlesi
ile koşarak bu işi yaparlardı. Aybaşlarında, günün daha ileri bir saatinde
evleri dolaşarak herkesle hesap görürlerdi. Bir gün onlardan birine rastlamış,
çocuk aklıma takılan şeyi sormuştum. ‘Ağbi, niye bu kadar acele ediyorsunuz?’.
Cevap olarak ‘Aslanım’ demişti ‘Yeldeğirmeni’ni bitirip Moda’ya gideceğiz.
İnsanlar haberleri okuyup evlerinden çıkmalıdırlar.’ Neredeyse o yılların tüm
Kadıköy halkına sabah uyanmadan gazetelerini yetiştiriyorlardı.. 2013 yılıydı.
Trafik ışıklarının birinde büyük kardeşi görmüştüm. Arabalara dur, geç işareti yapıyordu.
Yanına gittim ‘Ne haber’ dedim. Beni tanımadı. Eski günleri anımsattım,
kardeşini sordum. Yüzü buruştu. ‘Metin, 13 yıl önce öldü, yaşasaydı 76 yaşında
olacaktı. Ben 79 yaşındayım.’ Dedi.. İstanbul’un güzel yılları geçip gitmişti.
Yaşadığımız yıllarıysa acımasızdı. O yıllarda bu yıllar hayal bile edilemezdi.
………
Karakolhane
Caddesi, üzerindeki tramvay hattıyla Kadıköy’ü Üsküdar’a bağlayan tek ana aks
olmuştur yıllarca. Bu sebepten çevresinde zengin bir kesimin yaşadığı
yadsınmamalı. Mütevazı kelimesi daha yakışır Yeldeğirmenlilere.
………
1940 lı
yılların sonlarında 2. Dünya savaşının ağır ekonomik etkisi vardır. Ancak Dr.
Bitran’ın cami tarafındaki bitişiğinde oturan kemancı Zeki Bey evinde keman
çalıp şarkı söylediğinde bütün sokak halkının dışarıda Onu dinlediğini de
anlatır o yılları yaşayanlar.
………
Ali Paşa
Köşkünde yaşayanların içinde ev işlerine yardımcı olan ‘Kızlar’ vardır. Onlara
evin kızı gözüyle bakılır, okula gönderilir, yetiştirilir ve sonunda gelin
edilirlerdi.. Yazıya konu olan ikisinden Aliye, DDY de çalışan Zeki Bey ile
evlenmiştir. Naile ise arabacı Ali ile evlenmiş, ancak bir süre sonra verem
olup ölmüştür.. 1950 li yılların başları.. Diğerleri gibi Aliye de gerektiği
zamanlarda köşkün ihtiyaçları için çarşıya çıkmaktadır. Yeldeğirmeni çarşısına
çıktığında namaz vakti Bakkal Sabahattin’in dükkânına uğrar, bir köşede
namazını kılar, bakkaliye alış verişini yapar, eve dönerdi. Bakkal Sabahattin,
yakışıklı, kültürlü güzel konuşmasını bilen bir insandır.. Bir gün yine
namazını kıldıktan sonra sohbete dalarlar. Laf, köşkün kızlarından Naile’ye
gelir. Aliye Hanım birden Ona, ‘Naile sana âşıktı, seni sayıklayarak öldü’
deyiverir. Böyle bir habere hazırlıksız olan Sabahattin Bey şaşırır. Söyleyecek
bir şey bulamaz.. O yılların semtinde kendi içinde yaşanan duygulardan biridir
bu. Yalnızca yaşayanın yaşadığını bildiği, belki bir iki yakınla paylaşılan
sır. Romancıların ilhamı..
………
Yeldeğirmeni
sahilindeki 2 katlı ahşap ev, Ladikli Ahmet Ağa Çeşmesi’nin arkasındadır.. Beria Memduha Kızılağaç evin son sahibi olarak
bilinir.. 2000 li yıllarda bu köşkün 50mt yukarısında bulunan Mimarlar Odasının
Başkanıydım. Beria Hanım zaman zaman bana gelir dertlerini anlatırdı. Son
derece kibar bir hanımefendiydi. Köşkün eski fotoğraflarını getirirdi. Gördüğüm
kadarıyla eski yıllarda nefis bir yalıymış. Gerek Beria Hanım gerekse aile
fertleri elit İstanbul hanımefendisi ve beyefendisiymişler. Böyle bir
hanımefendinin o metruk binada tinercilerle uğraşarak yaşaması çok acı
vericiydi. Orada kendi başına ölmüş ve cenazesi günler sonra bulunmuştu.
………
Muhlis
Çağatay Vagon Li’de çalışıyordu. 1930 lu yıllarda Takuhi ile tanışır. Kendisi
Müslüman Türk, Takuhi Gregoryan Ermenidir. Yeldeğirmeni’ndeki demografik durum
Türkiye mozaiğiydi. Ancak özellikle ayrı dindekilerin evlenmesi gelenek-görenek
anlamında çok zordu.. Aşk yaşayan ikili evlenmeye karar verir. 1935 yılında
evlenirler. 1939 yılında oğulları olur. 1940 yılında Yeldeğirmeni’ndeki Akif
Bey Sokakla Düz Sokağın kesiştiği köşedeki eve taşınırlar. Muhlis Çağatay ne
kadar beyefendi ise Madam Takuhi o kadar Osmanlı Hanımefendisidir.. Muhlis Bey
ile Madam Takuhi kendi inançlarına göre yaşamışlardı. Madam Takuhi ramazanlarda
kocasına ve oğluna nefis iftar yemekleri hazırladı. Bayramların ilk günü
akrabalarla bayram yemeği onlarda yenirdi. Madam Takuhi’nin yılbaşı yemekleri
de ünlüydü.
Evlenirken
toplumun tüm kural ve baskılarını bir kenara koyan Muhlis ve Takuhi çifti,
birbirlerinden hiç ayrılmadılar. Mutlu bir ömür yaşadılar. 1990 lı yılların
başlarında Muhlis Çağatay ve Takuhi Çağatay peş peşe öldüler.. Ayrı
mezarlıklara gömüldüler. Gelenek-görenek, yaşamlarında onları ayıramamıştı..
Ölümlerinde ayırdı. O yıllardaki tanımla ‘muhit’ kavramı bitmedikçe, anılarının
da bitmeyeceği bilinmelidir.. Eski evlerin her köşesinde bin bir anı
asılıdır.
………
O yıllarda
sevgili, flört gibi kelimeler yoktu. ’Konuştuğum çocuk’, ’Konuştuğum kız’
denirdi.
Yeldeğirmeni
has insanların yaşadığı bir semttir. Güzel duyguların yaşanmaması olamaz böyle
bir yerleşimde. O yıllardaki ilişkilerin bugüne göre ne kadar nahif olduğunu
gösterebilmek isterim.. 2017 yılı. Çocukluğumun geçtiği Uzunhafız Sokağındaki
tren köprüsünden sokağa doğru yürüyordum. Tam ortada bisikletlerinin üzerinde
yan yana bir çift duruyordu. Başlarını birbirlerine çevirdiler ve öpüşmeye
başladılar. Yanlarından geçtim. 10mt ilerideki esnaflar kendi aralarında
mırıldanarak ayıplıyorlardı Onları. Hâlbuki eski yılların esnafları bir güzel
diskur çekerlerdi. Zaten olmazdı böyle bir şey.. Yeldeğirmeni eskiden
mahalleydi, şimdi “nezihleştirilen” proje alanı.
………
Benim
için Yeldeğirmeni, tarihinden başka aynı zamanda bunlardır. Daha sayısız anım
vardır. Hepsinin ortak tarafı mahallede yaşanmış olmalarıdır.
Bugün
Yeldeğirmeni’nde hoş kafeler vardır. Beceri, mahalle yapısını kaybetmeden
kafelerin olabilmesini sağlamaktır.
Staj
yaparken müdürüm kent dışındaki şantiyeye sürmüş, yedek subayken amirim hapse
atmış, çalışırken patronum işime son vermişti. Hepsi daha sonra bana
rastladıklarında koşarak sarılmışlar, ‘Şartlar öyle gerektiriyordu’ diyerek
özür dilemişlerdi. ‘Belediye Başkanının’ ısrarla ve hararetle selamı da bunlara
benziyordu. Hiç birine kızmamışımdır. Çünkü: Küçüklüğümden itibaren yaşamı
tiyatro sahnesine benzetirim. Herkes o günkü rolünün gereğini yapar. Sadece
benim gibi rol yapmayıp yaşamı ciddiye alanların işi zordur.
Mahalle
olduğumuz eski yıllarda kimsede telefon yoktu. Ama özellikle doğum, düğün, ölüm
haberleri kısa zamanda tüm semtte duyulur ve herkesin katılımı gerçekleşirdi.
Günümüzdeki
durumu yaşadığımız taze bir olayla göz önüne serelim. 26 Ağustos 2017 tarihinde
semtte doğup yaşamış Seyfi Kılınç, yine semtteki evinde dünyamızdan göçmüştü.
Semtin Camiinde
yapılan cenaze törenini Eski Yeldeğirmenli Muhlis Sevindik şöyle
anlatıyor: Cenaze arabasındaki naşını musallaya taşımak için cenaze
arabasının şoföründen yardım isteyerek 4 kişi olabildik. Cenaze namazında üçü
cami cemaati olmak üzere dört saf tutabildik..
Bu olay Yeldeğirmeni’nde mahalle olayının bitişini
kanıtlamaktadır. Seni affetmiyeceğim ‘Belediye Başkanı’.
ARİF
ATILGAN EKİM 2017 MAGMA DERGİSİ İÇİN