28 Eylül 2017 Perşembe

Kent Öyküleri

BURHAN PAZARLAMA
Arif Atılgan

Vapurlarda tanıdığım ilk satıcı Yurdanur isimli kişi idi. 1950 li yıllarda küçük bir çocukken arada bir babamla vapura bindiğimde görüyordum Onu. İri yarı, takım elbiseli, fötr şapkalı, purolu bir adamdı. En önemli cümlesi ‘Denizler kuruyuncaya kadar satışlarımız devam edecek’ idi.

1962 yılında liseye gitmeye başladığımda vapurları devamlı kullanmaya başladım. 3 yıl lise,5 yıl üniversite, aradaki yedek subaylıktan sonra 3 yıl iş için olmak üzere 11 yıl her gün vapur seyahatim oldu. Bu seyahatlerin ilk yıllarında Yurdanur Beyi yine görürdüm. Arada bir yanında, bazen kısa pantolonla gelen, Burhan isimli bir çocuk olurdu.

Kısa pantolon o yıllardaki erkek çocukların giydiği diz altına inmeyen uzunluktaki pantolonlara denirdi. Büyüyüp bacaklar kıllanınca uzun pantolon giyilirdi. Yani kısa pantolon çocukluğun, uzun pantolon büyümenin göstergesiydi.

Burhan’ın babası Demircan sülalesindenmiş. Çocuklara jilet sattırırmış. Jilet, ucuz ama sürümü çok olduğu için kazançlı olan o yılların traş bıçağına denirdi. Burhan da satıcılığa babasının yanında jilet satarak başlamış. Babasından çok dayak yemiş. Daha sonra babası, arkadaşı Yurdanur’a emanet etmiş Burhan’ı. Bu sebepten çoğu kişi gibi Ben de Yurdanur’un oğlu sanırdım Onu. Sokaklarda, vapurlarda yatmış. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında sahipsiz kalmış, zor günler geçirmiş.

                                              Burhan Demircan 2017 Yılında

Burhan büyüdükçe vapurlardaki sempatik davranışlarıyla, kendine özel konuşmalarıyla ilgi çekti. Tanındı. Çoğu kişiyle arkadaş gibi oldu. Kendi büyümüş, ‘r’ harfini tam söyleyemeyen küçük kardeşini de vapurlara getirmişti. O da sempatik bir çocuktu.

Yurdanur Bey giderek gözükmemeye başladı. Burhan’ın ifadesine göre özellikle darbe zamanlarında  ileri geri konuşmaları üzerine sürülmüştü. Bunun nasıl olduğu konusunda yaptığı açıklama beni tatmin etmedi ama anladığım kadarıyla buralardan uzaklaştırılmış.

Burhan Tahtakale’den ilginç malları bularak vapurda ucuza pazarlıyordu. Patates-hıyar soyma ve limon sıkma aleti, makyaj malzemesi, kalem, oyuncak gibi malzemeler satardı. Oturan insanlarla selamlaşır, birinin yanına oturup sohbete girer, malzemelerini oraya koyar, vapur kalkınca satışa başlardı. Elindeki malı gösterir, fiyatını söyler, sonra ‘yetmedi’ diyerek yanında hediye ettiği 3-4 malı daha gösterirdi. Sattıklarının garantisi olarak ‘Biz hep buradayız’ derdi. Mal dağıtırken hayali birilerine ‘Bir dakika efendim size de geliyorum’ diyerek çok talep olduğunu hissettirir, bazen de ‘Burada almaya utanan varsa çıkışta satın alabilir.’ Derdi.

Bir süre sonra Asya ülkelerinden gelen ithal mallarını satmaya başlamıştı. O da kendisini yetiştiren Yurdanur Bey gibi takım elbise giyer, akılda kalan klişe cümleler kurardı. ‘Uzak Doğudan geliyorum’, ‘Çekik gözlü insanların ülkesinden gelen mallar’ gibi.

1990 lı yıllarda Kadıköy’de bir pasaj içinde dükkân açmıştı. Vapurda satışını yaptıktan sonra dükkânının yerini tanıtmak için adresini ve unvanını söylüyordu: Burhan Pazarlama. Giderek Burhan Pazarlama adıyla ünlü oldu. Sanırım o dükkân pek iş yapmadı. Ancak dükkânın reklamını yapmak Ona yeni fikir vermişti. Başka dükkânların reklamını yapmaya başladı. Bu da bir işti. Kendi satışını yaptıktan sonra reklam spotlarını söylüyordu. 

                                     Eski Yıllarda Burhan Pazarlama   (Posta 04/03/2012)

TV lerde program, üniversitelerde konuşma yapar olmuştu Burhan.

Avrupa yakasında devamlı işim olmayınca vapura seyrek binmeye başlamıştım. 

En son 2016 yılında Onu gördüm. Yine takım elbiseliydi ve kendine özel cümleler kuruyordu.

2017 yılının eylül ayında eşimle karşıya geçiyorduk. Ona rastladım. Bu sefer takım elbise yoktu üzerinde. Sesini duyunca tanıdım. ‘Burhan’ dedim. ‘Seninle birlikte büyüdük buralarda’. Sevindi tanıdık birini bulunca. Fotoğraf çekildik. Pazarlama refleksi değişmemişti. Sattığı oyuncağı da gösterdi fotoğrafta.

Dönüşte yine Ona rastladık. Çay içmek için büfenin yakınında oturmak istemiştik. Birileri ile konuşuyordu. Beni görünce sevindi. Çaylarımızı O getirdi. Belli ki Onu tanımayan kişilere karşı şahit olarak yetişmiştim imdadına. ‘Sor bakalım, kaç yıldır beni tanıyor?’ dedi adamlara Beni işaret ederek. ’60 yıldır’ dedim. Rahatlamıştı. Yine Onlara döndü ‘Burhan Pazarlama yaz. Bak internetten.’ Dedi. Gerçekten adamlar telefonlarına yazdılar ve şaşırdılar.

Salona geçti satışını yaptı. Gece lambası ve fener olan aleti 20TL ye, oyuncak araba-radyoyu 50TL ye satıyordu. Yanımıza geldi. Yıllar öncesi gibi dert yandı.

Karşımıza oturduğunda birkaç soru sordum hayatını yazmayı düşünerek. ‘Kaç çocuğun var?’ diye sorunca hoşlanmadığını hissettirerek ‘Bir düşüneyim, saymam lazım’ dedi. Belli ki birden fazla evliliği veya birlikteliği olmuş. Üstelemedim.

50 yaşında çocuğu, 30 yaşında torunu olduğunu söylüyor. Kendi ifadesine göre 2017 yılı onun satıcılığının 61 nci yılı.

Artık eski vapurlar yok. Her vapurun yolcusunun, her yolcunun yerinin ayrı olduğu ortamlar da yok. Satıcıları da değişti vapurların. Eskiden bin bir maharetle mallarını tanıtıp, isteyene satış yapan seyyarlar vardı. Şimdi onların yerine dilenciler, kalitesi tartışılır müzik yapanlar var. Önünüze dikilip para istiyorlar.

Burhan, diğer salona geçip satışına devam etmek üzere ayağa kalktı. ‘Çocuğumu okuttum. Torunumu ise İngiltere’de okuttum. Artık zevk için satış yapıyorum. Bu işi yapmadan duramam’ dedi. Gitti.

Onu tanıdığımda Ben, benden sorumlu ailemin çocuğu olarak okuluma gidiyordum. O, tek başına sokaklarda sokakların yasalarıyla yaşıyormuş. Yaklaşık 60 yıl geçmiş aradan. Bugün, Benim sorumlu olduğum ailem var. Görüyorum ki Onun da artık öyle..

Kentlerin hafızası o kadar doludur ki.. Her köşesinde, her kişisinde bin bir öykü bulursunuz. Yeter ki kenti tüketmeyelim.
ARİF ATILGAN EYLÜL 2017

Not: Burhan Demircan'ı 14.03.2020 tarihinde kaybettik.

22 Eylül 2017 Cuma

CAFER AĞA CAMİİ
Arif Atılgan

Kadıköy’ün en eski camii Kethüda Camii olup, ikincisi Cafer Ağa Camiidir. Cafer Ağa 1554-1557 yılları arasında Sarayda Babusaade Ağalığı yaptığı sırada bu camiyi yaptırmıştır. Binanın küçüklüğünü dikkate alırsak buraya mescid demek daha doğru olur.

1881 yılında çıkan yangında bina yanar.

1900 yılında Vakıflar Müdürlüğü tarafından yeniden yapılır.

                                                Cafer Ağa Camii

50 cm lik kâgir duvarlar üzerinde ahşap, kiremitli çatısı bulunmaktadır. Kıble cephesinde mihrabın iki yanında ve yan duvarlarda üzeri sivri kemerli ikişer pencere vardır. Kemerlerinin sivriliği sebebiyle olsa gerek pencerelere “neogotik” yakıştırması yapılmış. Caminin son cemaat yeri sayılacak bölüm kapatılarak doğuya doğru uzatılmış. Bahçeden bu bölüme ve buradan namaz kılınan kare şeklindeki harim bölümüne girilmektedir. Son cemaat yerinin batısındaki merdivenle üst katındaki kadınlara ait ahşap mahfile çıkılmaktadır. Ahşap tavanda çıtalarla meydana getirilen kare şeklindeki süslemeler vardır. Mihrap beyaz süslemeli olup minber ahşaptır. Vaaz kürsüsü merdivensiz, oldukça küçüktür. Müezzin mahfili harim bölümünün sağ arka köşesinde yerden 15-20 cm yüksek bir bölümdedir.

                                         Vaaz Kürsüsü, Mihrap ve Minber

Çatıyı biraz geçen yükseklikteki minare tek şerefelidir. Minareye, kapatılmış son cemaat yerinden delik denebilecek küçük bir kapıdan çıkılmaktadır.

Kethüda’dan sonra Kadıköy’ün en eski camileri sırasıyla Cafer Ağa, İbrahim Ağa ve Osman Ağa camileridir. Kardeş oldukları yazılan bu üç kişi de sarayda babusaade ağalığı yapmışlardı. Cafer Ağa Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566), İbrahim Ağa 3. Murad (1574-1595), Osman Ağa 1. Ahmed (1603-1617) zamanlarında babusaade ağası olmuşlar. İstanbul Ansiklopedisinde okuduğum bir konu içinde diğer kardeşlerinin Kızlar Ağası Gazanfer Ağa olduğu bilgisine rastlamıştım. Bilindiği gibi Gazanfer Ağa da 1600 yılında Ayrılık Çeşmesini yaptırmıştır. Aynı zamanlarda yaşadıklarından kardeşliklerinin doğru olduğu belli oluyor.

                                                              Müezzin Mahfili

Kethüda Camiinden sonra sırasıyla Cafer Ağa, İbrahim Ağa ve Osman Ağa camileri yapılıyor. Gerek Sürre Alayı gerekse Anadolu’ya sefere çıkan padişah ile ordusu önceleri İbrahim Ağa Camiinde namaz kılıp yola çıkıyorlarmış. 1600 yılından sonra Ayrılık Çeşmesi ve namazgâhını kullanmışlar.
 
1557 yılında ölen Cafer Ağanın mezarı Caminin bahçesinde abdest alma yerinin arkasında maalesef görünmeyen bir köşede ıvır zıvırın konduğu bir noktadadır.

                                                        Cafer Ağa'nın Mezarı

Bu ilginç tespitlerden sonra Cafer Ağa Camiinin bugünkü durumuna bakmak istiyorum. Güzel bir dış duvarı var. Cami de şirin bir mimariye sahip. Bahçeye girdiğinizde sağ taraf tuvalet, sol taraf abdest alma yeri ile kaplanmış. Binanın arkasında ise lojman vs bulunmaktadır. Hâlbuki cami orijinal haliyle bahçe içinde belirgin hale getirilse çok daha hoş bir görüntü oluşacaktır.

                                            Caminin Boş Arsadaki Orijinal Oturması

Caferağa’da işyerime komşu döşemeci Gürsel Usta vardı. Kethüda ve Cafer Ağa Camilerine gider, dinlediği vaazları anlatırdı. Gürsel alkol bağımlısı idi. Ancak ramazanlarda oruç tutup içki içmemeye çalışır, namaza giderdi. Sonunda iflas etmişti. Yıllar sonra öğrenmiştim. Arkadaşlarıyla Rus ruleti oynamış. Tek mermiyi rastgele şarjöre koyup kendi kafasına sıkmış. Maalesef… İyi bir arkadaştı.

Yan tarafında, Moda Caddesi ile Güneşli Bahçe Sokak arasındaki kısa sokağın adı camiden dolayı Cafer Ağa Mescidi Sokağı konmuş.
ARİF ATILGAN EYLÜL 2017



İSTANBUL BİANELİ
Arif Atılgan

Bianel ortamı her zamanki gibi. Kalabalık. Ancak adıyla ilgili eser bulmak zordu. Konu ‘İyi Bir Komşu’ yerine ‘Kent Ve İnsan’ olsa daha uygun olurmuş. Bir de eserleri anlatan yazılar o kadar küçük ve anlaşılmaz bir üslupla yazılmış ki onları okumak ayrı bir bianel olayı oluyordu.

Burada Sanatçı duvarlardan sökülmüş dökülmüş fresklerle kentteki mücadeleyi anlatmak istemiş.

Burada da sokak sanatı kapalı mekânlara biz de varız diyor sanki.

Güney Koreli Sanaçtı yaşadığı stüdyo dairenin kendine verdiği sıkıntıyı belirtiyor. Beyaza boyayarak kimliksizliğini, baş aşağı koyarak rahatsızlığını vurguluyor.

Diğer eserlerin yerinde görülmesini öneririm. 

İyi Bir Komşu konusunun en güzel incelenmesini birkaç hafta önce Çocuklar Duymasın dizisinde görmüştüm. Aile, Kentsel Dönüşümde evlerinin yerine yapılan rezidans siteye taşınır. Taşınma sonrası komşuların ‘Hoş Geldin’ dememesi Onları üzer. Tüm yaşayanları çağırıp bir tanışma daveti ile komşuluğu canlandırmak isterler. Ailenin iki çocuğunu kapı kapı dolaştırıp herkese daveti bildirmeleri için görevlendirirler. Bazı komşular şikâyetçi olur. Site Güvenlik görevlileri gelerek Aileyi uyarır. Üzülürler. Birkaç gün sonra bir komşularından gelen İmdat sesi üzerine yardıma koşarlar. Olay bittikten sonra o komşu gelir ve Onlardan özür diler. Kendilerini şikâyet eden kendisidir.

Bianel her zaman olan bir etkinlik değil. Görmeyen kalmamalı.
ARİF ATILGAN EYLÜL 2017


9 Eylül 2017 Cumartesi

Kent Öyküleri

KURTÇU MAHİR
Arif Atılgan

1970 li yıllar. Kadıköy’deki meyhanelerde görüp tanıdığımız biri vardı. Denizle ilişkisi olduğunu anlattığı için kendisine Kaptan derdik. Evsiz olduğunu bilirdik. Masalara gelir, biraz oturup muhabbete katılır, bu arada bir duble rakı ile az meze yer, giderdi. Rahatsızlık vermezdi. Bu sebepten kimse Ona terslik yapmazdı.

O akşam arkadaşlarla Çarşı içindeki Fıçıda oturuyorduk. Fıçı, PTT arkasındaki meyhanelerden uzak ve tek olduğu için herkes oraya gelmezdi. Daha rahat sohbet edilirdi.

Ama Kaptan bizi bulmuştu. Yedi, içti, sohbetini yaptı. Birden vedalaşmadan kalktı, gitti. Bu şekilde gitmesine şaşırmıştık ki elinde bir paketle tekrar geri geldi. Biraz aşağıdaki İskele Camiinin yan kapısının karşısındaki meydanda bulunan seyyar pilavcıdan nohutlu pilav almış. Masaya yerleştirdi. Sonra yeni bir sohbet açtı.

‘Kurtçu Mahir’i tanır mısınız?’ dedi. Arkadaşlar tanımazdı ama Ben tüm Kadıköylüleri olduğu gibi Kurtçu Mahir’i de tanırdım. 

Belli ki Kaptan pilav getirerek önemli bir sohbetin altlığını yapmak istemişti. 

‘Tanırım’ Dedim.

Kadıköy Arabalı Vapur İskelesinin iki yanında ve girilebilirse denize uzanan kısmının silindirik ahşap ayaklarının arasında balık tutardık. İskelenin sağında istavrit ve izmarit, solundaki kanal ağzında kefal, ahşap ayaklarının altında karagöz çıkardı.

                                              Arabalı Vapur İskelesi

1960 lı yıllarda Mahir Ağbi burada balık tutanlara kurt satardı. O zamanlar bırakın şimdiki yemsiz oltaları çapari bile yoktu. Oltaya yem takılırdı. Balıkların en sevdiği yem ise Onun sattığı kurtçuklardı.

Sabahın köründe Kalamış’ta Dere Ağzına gider, dibi lağım çamuru olan suya paçalarını sıvayarak girer, diz boyuna geldiğinde elindeki kürekle dipteki çamuru su yüzüne çıkarır ve çamurun içindeki kurtçukları eliyle tek tek ayıklayarak koluna taktığı kovaya doldururdu. Öğleden sonra bu kurtları büyükçe bir kutuya koyarak iskelede balık tutanlara satardı. Ölçüsü elinin bir tutamıydı. Ücreti anımsamıyorum ama o yaşta alabildiğimize göre kuruşlu rakamlar olmalı.

‘Biz’ dedi ‘Mahir ve birkaç arkadaş kış mevsiminde Kalamış’taki Deniz Evinde kalıyoruz.’ Bahsettiği ev, tüm Kadıköylülerin bildiği Mimar Melih Koray’ın yaz mevsiminde dubalar üzerinde yüzdürdüğü üçgen şeklindeki Deniz Evi. O yıllarda Dere Ağzı ıssız bir yer. Melih Bey kışın denizden çıkardığı Evi oraya bırakıyor. Anlaşılıyor ki soğukta sokakta kalanlar barınak yapmışlar Deniz Evini.

                                                     Deniz Evi

Bir gün sazlıkların içinde at ölüsü görmüşler. ‘Karnımız açtı. Çok alkollüydük. Gece soğukta ateş yakmıştık. Budundan bir parça kestik. Pişirdik, yedik. Lezzetliydi.’ Dedi ve devam etti.  ‘O gece biz gittik. Mahir yalnız kaldı. Isınmak için ateşi tenekeye doldurup içeri almış. Uyurken teneke devrilmiş. Ev yanmış. Mahir de..’ dedi.

Şaşırmıştık. Kadıköy’ün bir hatta birkaç sırrı ortaya çıkıyordu. Evsizlerin nerelerde kaldığı, Deniz Evinin yanma sebebi, Kurtçu Mahir’in sonu.. 

Kaptan içini dökmüştü.. ‘Eyvallah’ dedi. Kalktı, gitti.

Anlattıkları doğru muydu? Sarhoş muhabbeti miydi?. Çözemiyorum.. Olay kayıtlara geçmiş miydi?. Biemiyorum.. 

Yıllar sonra Melih Koray’a üstü kapalı bir şekilde bu yangını sormuştum. ‘İçinde yatıyorlarmış. Onlar yakmış.’ Demişti.. 

Semtlerde öykü bitmez. 
ARİF ATILGAN EYLÜL 2017