21 Aralık 2024 Cumartesi

 İstanbul İskeleleri

BEYKOZ İSKELESİ

Es­ki ta­rih­ler­de Bey­koz, bey­le­rin ve pa­di­şah­la­rın av köşk­le­ri­nin bu­lun­du­ğu bir çev­re imiş. MÖ 700’lü yıl­lar­da bu­ra­da ya­şa­yan Trakların kra­lı­ Ami­kos’un adıyla anı­lmış. 1402 yı­lın­da Yıl­dı­rım Ba­ye­zit ta­ra­fın­dan Os­man­lı top­rak­la­rı­na ka­tıl­mış­. Bu ta­rih­ten son­ra Ko­ca­eli bey­le­ri­nin ika­met et­me­si do­la­yı­sıy­la, “bey­le­rin kö­yü” an­la­mın­da, “bey” ve Fars­ça “köy” de­mek olan “kos” ke­li­me­le­ri­nin bir­leş­me­siy­le “Bey­kos” adı­nı al­mış­tır. “Bey­kos” da­ha son­ra “Bey­koz” ola­rak dil­le­re yer­leş­miş­tir. Günümüzde İstanbul’un ilçesidir.

Cumhuriyet dönemindeki yerleşim üç fab­ri­ka ile oluş­muş­tur. Bey­koz De­ri ve Kun­du­ra Fab­ri­ka­sı, Pa­şa­bah­çe Te­kel Fab­ri­ka­sı ve Pa­şa­bah­çe Cam Fab­ri­ka­sı.

1812 yılında Beykoz’da deri imalathaneleri kurulmuş. Basit atölyeler zamanla gelişmiş, çeşitlenmiş ve 1933 yılında Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası haline gelmişler.

1900’lü yılların başında Paşabahçe’de mum üretimi yapan bir tesis 1922 yılında alkollü içki üretimine başlamış. 1933 yılında bu tesisi devlet satın almış ve Paşabahçe Tekel Fabrikasını kurmuş.

Osmanlı döneminde kent içerisindeki cam atölyeleri yangın tehlikesine karşı Paşabahçe’ye aktarılmış. 1934 tarihinde de Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası kurulmuş.

Üç fabrikanın işçileri boğaz vapurlarıyla işe gelip-gidiyorlarmış. Daha sonra Beykoz civarına taşınmayı tercih etmişler.

Bu iş­çi­le­re ka­mu ida­re­sin­de ça­lı­şan­lar­la es­naf da ka­tıl­dı­ğın­da Bey­koz’da 15-20 bin ki­şi­nin ça­lış­tı­ğı tes­pit edi­le­bi­lir. Onların bak­tı­ğı ai­le fert­le­ri ile 80-100 bin ci­va­rı insanla1980 yı­lı­na ka­dar ge­linmiş. Nüfus 2000’li yıl­lar­da 216 bin­le­re ulaş­mış­tır.

2000’lerden sonra burada bir dönüşüm gözlenmektedir. Önce üç fabrika kapatılmış. Sonra da yeni yapılan lüks konutlara zengin kesimden insanlar taşınmış. Eskiler ise semtlerini terk etmek zorunda kalmışlar.

Beykoz’un en bilinen yeri padişahların av alanı olduğu için Hünkar Çayırı denilen 38 Bin Metrekarelik Beykoz Çayırı’dır. Aslında çayır  ortadan geçen bir yolla bölünmüş. O yolun adı Yarbay Yukichi Tsumura Caddesidir. O, 1. Dünya Savaşı sırasında Sibirya’da esir tutulan 1012 Türk askerini, komutanı olduğu Heimei-maru isimli gemisi ile kurtaran Japon komutandır.  Caddenin üst kısmına sonraki yıllarda tesisler yapılmış.

Çayır, Hünkar İskelesinin arkasında olduğu için bu adı almış. Burada 1833 yılında Osmanlı-Rus İmparatorlukları arasında yapılan anlaşmaya Hünkar İskelesi Anlaşması denir. Hünkar İskelesi, Hünkar Kasrının denize açılan kapısına denir.

Ayrıca Ahmet Mithat Efendi Yalısına da küçük kayıklar yanaşırmış.

1851 yılında Şirket-i Hayriye tarafından ilk iskele bugünkü yerine ahşap olarak inşa edilmiş.

1890 yılında bu iskele yetersiz kalınca Kirkor Kalfa tarafından yeni iskele yapılmış.

1903 yılında aynı iskele yine Kirkor Kalfa tarafından tamir edilmiş.

1989 yılında iskelenin ahşap ayakları ve binası betonarme yapılmış. Bina ahşap kaplanmış.

2002 yılında yıpranan ahşap kaplamalar yenilenmiş.

Beykoz İskelesinin köprüden uzaklığı 9.45 mil (15.208 kilometre) olup posta vapurları buraya 55 dakikada ulaşırlar.  

İskelenin tüm alanı 513.45 m2, yolculara ait açık alan 321.45 m2, yanaşma yerinin uzunluğu 16.30 metre olup su derinliği 6.50 metreyi bulmaktadır. Denizden ortalama yüksekliği ise 1.30 metre civarındadır.

Beykoz İskelesi

1970’li yıllarda araba sahibi olmuş, Boğaz Köylerini gezmeye başlamıştım. Beykoz’un çayırını, paça çorbasını ve cevizini merak ediyordum. Çayır gerçekten büyük bir yeşillikti, içtiğim çorbayı beğenmiştim, ceviz ise ilçe dışında daha çoktu sanki.

                                                 1-Çayırın Tesis Yapılan Kısmı, 2-Yarbay Yukichi Tsumura Caddesi, 3-Beykoz Çayırı, 4-Ahmet Mithat Efendi Yalısı, 5- Bugünkü Beykoz İskelesi, 6-Hünkar Kasrı        

Pek kimse bilmez. Beykoz’un dalyanlarında tutulan kalkan balığı ünlüdür. Dalyanlar denizdeki geniş bir alana direkler arasına ağ gererek kurulur. Ağın etrafına dikilen direklerin en az birinde gözetlemeci nöbet tutar. Dalyana balık sürüsü girdiğinde diğerlerine işaretle haber verir. Sonra ağ kapatılır ve balıklar sandala alınır.

Bu konuyu araştırırken medyada bir haber okudum. Boğaz kenarlarında denizde tapulu alanlar olduğu fark edilmiş. Bu alanlar dalyan kurulan alanlardır. İstanbul’dakilerin bir kısmını bilirim. Çoğunluğu boğazdadır ama başka kıyılarda da vardı. Örneğin Fenerbahçedeki Dalyan semti adını oradaki dalyanlardan almıştır.

Nereden nereye… Beykoz İskelesi derken dalyanlara kadar geldik. Bir başka iskele hikayesinde buluşmak dileğiyle…

ARİF ATILGAN 2024 ARALIK

https://atilganblog.blogspot.com/2024/12/iskeleleri-beykoz-iskelesi-eski.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/beykoz-i%CC%87skelesi%CC%87


 Not: Alttaki yazıdan buradaki dönüşüm öğrenilir.
 DÖNÜŞEN BEYKOZ
https://atilganblog.blogspot.com/2014/01/donusen-beykoz.html

 


10 Aralık 2024 Salı

 Köşe Yazısı

KENTTEN KÖYE GÖÇ

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/i-stanbul-a-ta%C5%9Fra-etki-si

https://atilganblog.blogspot.com/2015/06/kentmektuplar-varoslar-arif-atlgan.html

https://atilganblog.blogspot.com/2014/08/fikirtepe-arif-atlgan-1950-ylndan.html

Üstteki LİNK’lerde İstanbul’daki gecekondulaşmanın yani Köyden Kente göçün öyküsünü anlatmıştım. Bu yazıda ise Kentten Köye göçü anlatmak istiyorum.

2020’lerden sonra…

Dünyayı saran covid salgını dolayısıyla 2020 Mart ayı ile 2021 Nisan ayı arasında sokağa çıkma yasağı getirilmişti. O dönemde bazı kişiler yazlıklarına gittiler. Oralarda zaman geçirmeyi tercih ettiler. Bazıları devamlı kaldılar. Kentin kalabalığından uzak olmanın tadını almışlardı.

Öteden beri kentten köye göç olacağını düşünüyordum. Nitekim bu yıl bazı medya yayınlarında düşündüğüm şeyin gerçekleşmeye başladığını okudum. Kentlerde yaşayanlar kalabalıktan ve pahalılıktan kaçıyorlardı. Kentte yaşamak zordu artık. Sadece mali bakımdan değil sosyal bakımdan da zordu. Eski komşu, arkadaş, esnaf yoktu artık. Herkes her yerde zaman geçiriyordu. Zira kentin bir ucundan kolaylıkla diğer ucuna gidilebiliyordu.

Bundan 50 yıl önce Kırdan Kente göç yaşanmıştı. Bu bilerek ve yöneterek gerçekleştirilmişti. Yazının başındaki LİNK’lerde bunu anlattım. Şimdi ise tersine göç oluyor. Herkes bilmelidir ki bu da bilerek ve yöneterek gerçekleşiyor. Günümüzdeki köylerde su, kanal ve elektrik var. Hatta doğalgaz bile var çoğunda. Üstelik oralarda inşaat yapmak için belediyeden ruhsat alınmıyor. Muhtarlıkla hallediliyor işler. Dolayısıyla imar durumu vs olmadan yapılan binalar eski gecekonduların moderni gibi oluyor. Bakın bakalım köylere… Gelişmiş gecekondu mahallesi gibiler. Bu durum yetkililerin ilgisi veya ilgisizliğiyle ilgilidir. Benim ilgim başka…

Günümüzde Bir Köy

İstanbul’u örnek alalım.

1950’lerde başlayıp 1980’lere kadar süren köyden kente göç İstanbul’da varoş dediğimiz yerleşimler oluşturmuştu. Daha sonra Tapu Tahsis Belgesi ve imar durumu verilmesi ile tüm gecekondu alanları imarlı yerleşimler haline sokuldu. İstanbullu veya kentli denilen sınıf yok oldu. Kentli-Köylü denebilecek bir topluluk oluştu. Bu yeni insan kitlesi bugünlere geldi. Amaç onları eğitmek ve gerçek Kentli sınıfı yaratabilmek olmalıydı bence. Yani kendi hakları kadar başkalarının haklarını da bilen ve koruyan insanlar olabilmek.

Ama ne yapılıyor?..

Kentte yaşamayı zorlaştırarak o insanlar köylere gönderilmek isteniyor. Çünkü İstanbul değerleniyor. Buraları yeniden planlanacak. ‘Koruma’ amacı yerine ‘yenileme’ hatta ‘yeniden inşa etmek’ tercih edilecek. Bunun bahanesi de hazır zaten. Deprem beklentisi dolayısıyla Kentsel Dönüşüm yapmak. Yani insanın kanının değiştirilmesi gibi bir şey... Kentin kanı ise orada yaşayanlardır.

Köylerde neler olacak pekiyi?

Öncelikle şunu bilmeliyiz. Köydeki yaşam kentteki gibi değildir. Örneğin mesai saati yoktur. Siz inekleri veya koyunları çayıra otlatmak için götürdüğünüzde mesai saatim doldu diyerek dönemezsiniz. Sığırlar gün batımına kadar otlarlar. Dönüldüğünde önce sütleri sağılır sonra sabaha kadar istirahat etmeleri sağlanır. Koyunlar ise akşam sağılır, gece tekrar otlamaya çıkarılır dönüşte sabaha kadar istirahate bırakılır. Sabah önce sağılır sonra otlamaya çıkarılır. Tarım vs de kendine özeldir. Bunlar köylere özel şartlardır. Siz kentliyi köye soktuğunuzda oradaki düzen bozulur. Nitekim kentten gelenlerin yoga, spor, etkinlik vs anlamında başka faaliyetlerle ilgilendikleri yazılıp çizilmektedir. Köylü giderek onlara uyacaktır. Dolayısıyla köy hayatı bitecektir. Ve… Köylü-Kentli bir sınıf oluşacaktır.

Ayrıca kırlık alanlarda fabrikalar, OSB’ler yapılması da bu dönüşümü hızlandırmaktadır.  

Nitekim… Köylerin kaçak yapılarla dolmaya başlaması buraların artık köy değil mahalle konumuna girdiklerinin göstergesidir. Yöneticiler de bir süre sonra bu durumu kabul edecek ve resmiyete dökeceklerdir. Sonuçta köyler tükenecektir.   

Son yıllarda herkes D vitamini satın almaktadır. Bedava D vitamini güneşte bulunur. Çayıra çıkmayan yani güneş altında gezip güneş altındaki otları yemeyen hayvanlarda D vitamini olamamaktadır. Ne ette ne sütte ne de yumurta da… Seralardaki sebze meyvede de farklı bir durum yoktur. Neyse… Bu konuyu uzmanlarına bırakalım. Ama bilelim ki zararını hep birlikte göreceğiz.

Elli yıl önce kentlerde oluşturulan Kentli-Köylü insanları kentli yapamadan köylere gönderiyoruz. Bu sefer de köylerde Köylü-Kentli bir sınıf yaratacağız.   

Sonra da İstanbul’a yeni gelenlere İstanbul daha pahalıya satılacak. Ben bunları 25 yıldır söylüyor ve yazıyorum.

Köylere fabrikaların işçi servis araçları yakışmamaktadır. Aksine sığırlar, koyunlar, kümes hayvanları, çobanlar ve traktörler yakışmaktadır. 

İstanbullu köylere gönderilecek… İstanbul’a yeni sahipler gelecek... Başka kentlerde de sırası geldikçe benzer şeyler olacak... Diğer yandan tarım ve hayvancılık fabrikasyon hale sokulacak.

Kent Mücadelesinin dışında Köy Mücadelesi de gerekecek sanırım. Ben başlatmış olayım…

ARİF ATILGAN 2024 ARALIK

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/12/yazs-kentten-koye-goc-httpsarifatilgan.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kentten-k%C3%B6ye-g%C3%B6%C3%A7

 

 

 


25 Kasım 2024 Pazartesi

İstanbul İskeleleri

BEŞİKTAŞ İSKELESİ

Barbaros Hayrettin Paşa (1478-1546) buradaki sahile gemilerini bağlamak için beş adet taş sütun diktirmiş. Dolayısıyla çevreye önce Beştaş sonraları da Beşiktaş denmiş. Meydandaki mezarı, Hicri 948 yılında (Miladi 1541-1542) Mimar Sinan (1490-1588) tarafından türbe haline getirilmiş. 1944 yılında açılışı yapılan Barbaros Anıtı ise türbenin karşısındadır.  

Gelelim iskelenin öyküsüne…

1851 yılında türbeden dolayı Hayrettin Önü denilen kıyıya ilk iskele ahşap olarak inşa edilir.

1855 yılında tamir edilir.

1884 yılında yıkılıp iskeleler tamirat memuru Kirkor Efendi nezaretinde yeni bir iskele yapılır.

1887 yılında bu iskele de tamirat geçirir.

1898 yılında denize doğru 10 metre genişletilir.

1900 yılında genişletilen kısım vapurlar yanaşırken sallanır, iki tarafına payandalar konur.

1908 yılında deniz tarafı doldurulur. Ayrıca Mimar Ojiye’ye (Eugenie’ye) rıhtım inşa ettirilir.

1911 yılında Mimar Nafilyan tarafından ilk beton iskele yapılır.

1913 yılında Mimar Ali Talat Beyin eseri olan bugünkü iskele yığma bina olarak inşa edilir. 

1919 yılında lodos dolayısıyla iskelenin yan tarafındaki betonlar hasar görür. Mimar Nafilyan’ın raporu doğrultusunda kalaslar döşenerek yolcuların emniyeti sağlanır.

1941 yılında denize dik üç salonun öndeki revaklı bölümleri kapatılarak içeriye katılır.

1948 yılında üç salon birleştirilir ve tek büyük bir mekân haline getirilir.

1970 yılında deniz cephesindeki kulelerin üzerindeki kubbeler kırma çatıya dönüştürülmüş.

1979 yılında üst kat camlı bölmelerle kapatılmış. Burası 1950’lere kadar düğün salonu, sonrasında ise önce restoran daha sonra Denizcilik İşletmeleri emeklilerinin lokali olmuş.

1987 yılında iskelenin restorasyonu yapılır.

Çocukluğumdan beri iskelenin kara tarafındaki iki katlı iki binayı merak ederdim. Öğrendim ki onlar daha sonra yapılmışlar. Ama nedenini ve tarihini bulamadım.

Beşiktaş İskelesi. Sağda Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi.

2022-2023 yıllarında İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı Kültürel Miras Koruma Müdürlüğü iskeleyi ele alır. Kabullenilmiş değişiklikleriyle restore edilir. Üst katı kütüphane haline getirilir.

İskelenin Yeni Görüntüsü

1965-1970 arasındaki üniversite yıllarımda Akaretlerdeki 56 sahası diye bilinen yerde futbol oynardık. Orada şimdi BJK kulüp binası var. Yine o yıllarda Beşiktaş’taki Deniz Müzesinin karşısında, adını anımsayamadığım bir kahvehaneye takılırdık. Hemen önü Akaretler otobüs durağıydı. İçeride bilardo masaları da bulunurdu. İstanbul’un iyi bilardocuları gelir, bazen turnuvalar yapılırdı. Bu kahvehane daha sonra sahildeki iki katlı bir binaya taşındı. Hemen arkasında Özel Işık Mimarlık Mühendislik Yüksek Okulu vardı.

Ortadaki Boşluk 56 Sahası. (Beşiktaş’ın Binası Yapılmamış.)

Kahvehane ile Beşiktaş vapur iskelesinin arasındaki kıyıdan Üsküdar’a dolmuş motorları kalkardı. Sandal irisi yarı kapalı tekneler. 10-15 kişilikti sanırım. Hava yağışlıysa insanlar kapalı bölüme sıkışırlardı. O yıllarda İstanbul bir milyonu geçmişti ama iki milyon olmamıştı. Konuklarla olabilirdi ancak… 10 dakika kadar bir sürede Üsküdar’a varılıyordu. Beşiktaş-Üsküdar arası vapur seferleri de vardı ama seyrek saatlerde olduğundan pek kullanılmazdı. Geç saatlere kaldıysam Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçmeyi tercih ederdim. Karaköy’den son vapur 23.30 da kalkıyordu çünkü.

O yıllar… Bir gece saat 24.00 den sonra… Sömestr sonu. Proje teslim zamanı... İki arkadaş Üsküdar’a geçmek için motora bindik. Hava soğuk ve de sinir eden bir yağış var. Herkes kapalı kısma sıkışmış. Motorun kaptanı tekneyi önce Karadeniz istikametine akıntıya karşı sürüyor. Sonra akıntıyla birlikte Üsküdar kıyısına getiriyor. Sınıf arkadaşım Mustafa’yla birlikteyiz. Fatih’te oturuyor aslında. Anadolu yakasında bir yakınına gidiyordu. Üsküdar’da motordan indik. Gece… Meydan bomboş... Teknede tek kadın yolcu var. Bizden büyük. O önce indi. Biraz ileride beklemeye başladı. Yanından geçerken “Çocuklar” dedi. Durduk. “Sizi bekledim. Ortalıkta her tip insan var bu saatte.  Beni evime bırakır mısınız?”. Şaşırdık. Haklıydı aslında. “Olur” dedik. Nalburların bulunduğu Uncular Sokağı’nın yukarısındaydı evi. Yani o saatler için gerçekten uzun ve sakıncalı bir mesafe… Teknedeki bazı tiplerin bakışlarından rahatsız olmuş. Bizi güvenilir bulmuş. Apartmanının önünde bıraktık. Nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu. Biraz zaman kaybımız olmuştu ama iyi bir şey yapmıştık. Tekrar Üsküdar meydanına döndük ve Kadıköy dolmuşuna bindik.

                                                       Üsküdar-Beşiktaş Dolmuş Motoru

Günümüzde… Deniz kıyısındaki kahvehanenin yerinde bir kafe var. Özel Işık Mimarlık Mühendislik Yüksek Okulu’nun yerinde de bir vakfa ait Bahçeşehir Üniversitesi... Beşiktaş-Üsküdar arasında 300-500 kişilik gemi yavruları çalışıyor artık. İstanbul’un nüfusu On beş milyonu geçmiş. Konuklarıyla yirmi milyon… Bugünün kadınları geceleri yalnız geziyor. Zaten her saat her yerde insan kalabalığı var bu zamanda…

İskeleyi anlatırken anılara daldık. Hey gidi günler… Denmez mi?

ARİF ATILGAN 2024 KASIM

https://atilganblog.blogspot.com/2024/11/iskeleler-besiktas-iskelesi-barbaros.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/be%C5%9Fi%CC%87kta%C5%9F-i%CC%87skelesi%CC%87

  


18 Kasım 2024 Pazartesi

Köşe Yazısı

BEYLİKDÜZÜ TÜYAP DEPREM PANELİ İÇİN YORUMLARIM

Bu paneldeki konuşmamı alttaki LİNKlerde açıklamıştım.

İlk Yazım:

https://atilganblog.blogspot.com/2024/11/yazs-beylikduzu-tuyap-deprem-paneli.html

Yedek LİNK:

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/beyli%CC%87kd%C3%BCz%C3%BC-t%C3%BCyap-deprem-paneli%CC%87-konu%C5%9Fmamdan-1-b%C3%B6l%C3%BCm-4-kas%C4%B1m-2024

İkinci Yazım:

https://atilganblog.blogspot.com/2024/11/yazs-beylikduzu-tuyap-deprem-paneli_15.html

Yedek LİNK:

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/beyli%CC%87kd%C3%BCz%C3%BC-t%C3%BCyap-deprem-paneli%CC%87-konu%C5%9Fmamdan-2-b%C3%B6l%C3%BCm-4-kas%C4%B1m-2024

Bu anlattıklarımı yorumlayarak eklemek istediklerimi de yazmak istiyorum.

Öncelikle 1975 yılında İstanbul’u 2. Derece Deprem Bölgesi ilan edenlerin gerekçelerini ve kim olduklarını açıklamak gerekir. Buradan ders çıkarılacaktır. Ben yine de dürüstçe yapılan binalara güveniyorum. Bir de deprem sonrası İstanbul’da yaklaşık 500.000 hiçbir kaydı olmayan bina bulunmasının sorumluları açıklanmalıdır. Yanlış planlar yaparak az kat olması gereken yerde çok kat olmasına sebep olanlar ile hiç yapılaşma yapılmaması gereken yerlere yaptıranların da sorgulanması gerekir.

Ben belediyede çalışanların veya kamu binalarında ilgili bakanlıklarda çalışanların en sorumlu olduklarını düşünüyorum. Zira onlar onay ve izin vermedikçe hiçbir yanlış yapılamaz.

Panelden Görüntü

Bunların dışında değinmek istediğim konular var.

2000-2010 yılları arasında Mimarlar Odası ve TMMOB’nin Afet Komitesi Başkanı ve Kandilli Rasathanesi’nin Deprem Uzmanı idim. Başka birçok konuda da sıfatlarım ve çalışmalarım oldu. İlgili diğer meslek insanlarıyla birlikte sık sık medyada görünürdüm. Demek istediğim, yer bilimci değilim ama kimin ne söylediğini anlarım. Tanıdığım yer bilimcileri vardır. Hepsine saygılıyım ama bazılarını ciddiye alırım. Örneğin Şener Üşümezsoy… Kendisi Kumburgaz çukurunda olacak fay kırığından dolayı 6-6.5 büyüklüğünde bir deprem olacağını ifade ediyor. Yani beklenen İstanbul depreminin öncekinden daha fazla zarar vermeyeceği anlaşılıyor. Dolayısıyla panik yapmadan hazırlanmalıyız.

İstanbul’un batısından başlayalım... Detaya girmeyeceğim. Amacım insanları ürkütmek değildir.

Avrupa yakasında Gürpınar ve Avcılar’da, Anadolu yakasında Cevizli sahilinde gerekenler yapıldı mı? Yoksa buralarda yapılaşma devam mı ediyor? İstanbul’da kıyı boyunca Bakırköy, Salacak, Haydarpaşa, Moda, Dragos gibi bilinen falez yükseklileri vardır. Onların haricinde kıyılardaki yüksekliklerin toprak yapısı ilginçtir. Üstteki toprak alttakinden yaşlıdır. Zira jeolojik zamanlarda tepelerden kayıp gelmiştir. Güvensizdir. Buralardaki yapılaşmalar ne durumdadır?

Bir de İstanbul’daki binaları inceleyelim…

Çoğunda kullanım arızaları vardır. Örneğin sıva düşmesinden dolayı demirlerin açığa çıkması, bodrum katlarda rutubetten dolayı perde betonun üzerindeki demirlerin korozyona uğraması, zarar verilen kolon-kirişler vs. Bunlar hızla tespit edilir ve onarılır. Onarılamayacak olanlar yıkılır-yapılır. Bu şekilde beklenen depreme hazırlık yapılmış olur. Zaman kazanılır.

Buraya kadar yazdıklarım acil deprem hazırlıklarıdır. Bir nevi Deprem seferberliğidir. Sonrasında daha nefesli bir şekilde Kentsel Dönüşüm programlanabilir. Sonuçta İstanbul’da yaşayanların yine İstanbul’da kalmaları sağlanır. Kazancımız bu olur. Az mıdır?

ARİF ATILGAN 2024 KASIM

https://atilganblog.blogspot.com/2024/11/kose-yazs-beylikduzu-tuyap-deprem.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/beyli%CC%87kd%C3%BCz%C3%BC-t%C3%BCyap-deprem-paneli%CC%87-i%CC%87%C3%A7i%CC%87n-yorumlarim


15 Kasım 2024 Cuma

 Köşe Yazısı

BEYLİKDÜZÜ TÜYAP DEPREM PANELİ (Konuşmamdan 2. Bölüm)

4 Kasım 2024

İnşaat bittiğinde binaya yerleşiliyor. Herkes kendi konutu içinde keyfine ve cehaletine göre her çeşit tadilat yapabiliyor. Bilerek cehaletine göre diyorum. Zira anlamadıkları konuda yapıya hayati önemde zararlar verebiliyorlar. İnceleyelim.

Bitmiş Binalarda Kullanım Hataları:

-Kolon, kirişlerin tıraşlanması: Kolon, kirişlerin duvarlardan daha kalın olmaları dolayısıyla yaptıkları çıkıntılar kesilip dümdüz bir duvar elde ediliyor. Bu arada etriye demirleri de kesilip atılıyor. En çok görülen uygulamadır.

-Kolon, kiriş kesilmesi: Daha çok kolonlara yapılıyor. Özellikle alt katlarda ortaya gelen kolon olduğunda o kolon kesilip atılıyor. Sözüm ona daha ferah bir mekân elde ediliyor. Özellikle işyerleri bu uygulamayı yapıyor. Kurumsal ve saygın bilinenler de...

-Kolon, kiriş delinmesi: Bu durum daha çok boru geçirmek için yapılıyor. Bu arada demirler de kesiliyor. Çok görülen uygulamalardandır.

-Çatı arasına konan su depoları: Akıntıyla betonarme içindeki demirlere zarar vermektedirler. Ayrıca binanın ağırlık merkezini değiştirmektedirler.

-Bodrum kata yapılan su depoları: Buhar ve rutubet yaparak perde betondaki demirleri çürütmektedirler. Bu sebepten birçok binanın bodrum katıyla üst katların taşıyıcı sistemi birbirinden kopmuş durumdadır.

-Konutlarda onarılmayan su patlağı: Su parasının ortak verildiği binalarda, altında daire olmayan giriş katlardaki arızalar tamir edilmez. Rutubet betonun demirini çürütür. Tüm binaya zarar verilmiş olur.

-Yığma binalarda duvar kaldırılması: Özellikle eski eser yığma binalarda alt katlardaki işyerleri geniş mekân elde etmek için duvarları kaldırırlar. Hâlbuki o duvarlar taşıyıcı sistemin parçasıdırlar.

-Betonarme binalarda duvar kaldırılması: Duvarlar taşıyıcı değildir. Bölme görevi yaparlar. Ancak deprem anında yatay sarsıntıda sisteme yardımları vardır. Kaldırılan duvarlar dolayısıyla binaya zarar verilmiş olunur.

-Çatı katlarında çatının yüklendiği duvar, kolon gibi elemanların kaldırılması: Çatının deprem bile beklemeden hareketlenmesine sebep olur.

Anlaşıldığı gibi dört dörtlük bir bina yapılsa bile bittikten sonra kendi haline bırakılmamalıdır. Aksi takdirde kısa süre sonra akla gelmeyecek sakatlıklar oluşabilecektir. Bu yanlışların yapılmaması için alttaki önlemler alınmalıdır.

Bircan Ünver-Yöneten, İBB Kentsel Dönüşüm Şb. Md. Dr. Gökçer Okumuş, Mimar Arif Atılgan, Prof. Dr. H. Semih Eryıldız, Şehir Plancı Faruk Göksu, Stajyer Avukat Canan Bulut.    

Yapılması Gerekenler:

-Binalar kullanılırken de kontrol edilmeye devam edilmelidir: Her binanın bir sorumlu mimarı veya mühendisi olmalıdır. Bu düzenleme bağlı olduğu Belediye veya Yapı Denetim Kuruluşu vasıtasıyla yapılabilir. Bina içinde yapılan en küçük değişiklik sorumlu mimarına bildirilmelidir. Yani musluk bile değiştirilse bu kişinin izni ile yapılabilmeli, yapılan her değişiklik belediyedeki dosyasına işlenmelidir. Belediyedeki bina dosyası o binanın kütüğü gibi olmalı, kullanılmaya başlandıktan sonra yapılan her işlem dosyasında görülebilmelidir.   

-Binalara periyodik bakım yapılmalıdır: Nasıl ki arabalarımıza periyodik bakım yaptırıyorsak binalarımıza da yaptırmalıyız. Arabalarımızın her parçasının yıpranma süresi vardır. Bu süre dolduğunda değiştirmek zorundayız. Örneğin lastiklerin diş derinliği azalınca araba trafik muayenesinden geçirilmez. Yani kullanılamaz. Onlarca insanın yaşadığı binalarda da yıpranan kısımlar belli süreler sonunda onarılmalıdır. Örneğin bacalar temizlenmezse yangın çıkarabilirler. Asansör bakımı yapılmazsa kaza olabilir. Kesinlikle 1-5-10 yıllık gibi periyodik bakımlar olmalıdır.

-Binaların doğru kullanılması yasa-yönetmeliklerle sağlanmalıdır: Binaların kullanımı, içinde yaşayan kişilerin keyfine bırakılmamalıdır. Yasa-yönetmeliklerle bu durum sağlanmalıdır. Kat Mülkiyeti Kanunu içindeki Bina Yönetim Planı yeniden ele alınarak düzenlenmelidir.

-Otoparklar bina dışına çıkarılmalıdır: Kolonlar zarar görebilir. Semt veya sokak kat otoparkları yapılmalıdır. Bina altlarındaki otoparklar kullanılmamaktadır. Bir sürü sebebi vardır. Herkes arabasını sokaklara bırakmaktadır. Belediyeler 1977 yılından beri inşaat ruhsatı verirken otopark parası toplamaktadırlar. Hiç otopark yapmamışlardır. Bundan sonra sokak veya mahalle ölçeğinde, oradaki konut sayısı kadar yer altında veya üstünde otoparklar yapıp daha sonra bunun parasını kat maliklerinden alabilirler.

-Çatı katları kaldırılmalıdır: Yıllardır incelerim. Çatı katları sadece insanların aç gözlülüklerinden yapılmaktadır. Doğru düzgün kullanılanını görmedim. Bu eklentiler çoğunlukla sağlıklı taşıyıcı sistemle yapılmamaktadır. Zaten oturanların yaptığı en ufak düzenlemeler bile o katı tehlikeye sokmaktadır. Çirkinliklerini saymıyorum. Yasaklanmalıdır.

2023 yılında Doğu Anadolu’daki depremde Yapı Denetimli binalar yüzde yüze yakın bir sağlamlık göstermiş. Onların deyişine göre, yüzde yarımı geçmeyen hasarlı binaya, bittikten sonra oturanların müdahalesi olmuş. Doğrudur veya yanlıştır. Akıllarda soru kalmamalıdır.    

Binaları kontrol eden kamu görevlileri olan mimar-mühendisler birinci derece sorumlulardır. Bunun sağlanması için 657 sayılı kanunda değişiklikler yapılmalıdır. 

Yerleşimler fay üstüne gelmeyecek şekilde planlanmalı, o yerleşimlere binalar projesine uygunluğu kontrol edilerek yapılmalı, yapılan binalar periyodik kontrollerle sağlam tutulmalıdır. Dolayısıyla güvenli yerleşimlerdeki sağlam binalarda endişesiz yaşanmalıdır.  

Deprem bir doğa harikasıdır aslında. Toprağı alt üst ederek verimli hale getirir. Üzerlerine çürük binalar yapan insanlar onu felaket haline getirmiştir.

ARİF ATILGAN 2024 KASIM

https://atilganblog.blogspot.com/2024/11/yazs-beylikduzu-tuyap-deprem-paneli_15.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/beyli%CC%87kd%C3%BCz%C3%BC-t%C3%BCyap-deprem-paneli%CC%87-konu%C5%9Fmamdan-2-b%C3%B6l%C3%BCm-4-kas%C4%B1m-2024

 

 

 

 

 

 

 

 


13 Kasım 2024 Çarşamba

 Köşe Yazısı

BEYLİKDÜZÜ TÜYAP DEPREM PANELİ (Konuşmamdan 1. Bölüm)

4 Kasım 2024

 Deprem konuşulacaksa öncesini de bilmek gerekir.

1950’ler… Türkiye sanayileşmeye özel şirketler vasıtasıyla da devam etmeye başlıyor. Ancak patronlar fabrikalarını İstanbul’da kuruyorlar. Ucuz işçi için köylere traktör dağıtılıyor. Boş kalan köylüler İstanbul’a göç etmeye başlıyor.

1960’lar… İstanbul’a gelen köylüler gecekondular yapıyor ve gecekondu mahalleleri oluşuyor. Ekonomik durumu iyileşenler kentin içine taşınıyor. Apartmanlaşma başlıyor. Henüz Kat Mülkiyeti yok. İlk zamanlarda her daire tüm apartmana ortak oluyor. Sonra noter mukavelesiyle daire sahipleri belirleniyor. Ancak yasal olarak herkes eşit ortaktır aslında.

1965… Kat Mülkiyeti Kanunu çıkıyor. Dolayısıyla her dairenin tapusu ayrılıyor. Kat Karşılığı İnşaatçılık başlıyor.

1975… Marmara Bölgesi 2. Derece Deprem Bölgesi ilan ediliyor. Taşıyıcı sistem buna göre hesaplanıyor. Beton elle karılıyor. B160 yani 160 Kg/cm2 basınca mukavim olan beton ancak B100 olabiliyor. Yuvarlak demir kullanılıyor. Uçlarına mutlaka kanca yapılmalıdır. Çoğu demir ustası buna uymuyor.

1980’ler… İnşaatçılar KAŞARLANMIŞTIR. Yani hile yapma cesaretindedirler artık. Örneğin eksik demir koymalar vs. Ama malzeme satıcıları da aynıdır. Örneğin: 8mm’lik demir çekilerek 7mm’lik halinde satılmaya başlanmıştır. En kötü binaların bu yıllarda yapıldığı söylenebilir.

1990’lar… Hazır Beton kullanılmaya başlandı. Hiç değilse istenen basınç mukavemetinde beton üretilmiş olabiliyor.

1998… Yeni DEPREM YÖNETMELİĞİ çıkıyor. Marmara Bölgesi 1. Derece Deprem Bölgesi ilan ediliyor. Yani o güne kadar yapılan bütün binalar yasal olarak çürüktür artık.

17 Ağustos 1999… Marmara Depremi oluyor. Kocaeli, Gölcük, Sakarya, Adapazarı, Düzce ağır hasar görüyor. Yaklaşık 100 bin bina yıkılıyor, 20 bin insan ölüyor. İstanbul ve çevresinde de hasarlar vardır.

Ertesi gün İnşaat Mühendisleri Odası ile Mimarlar Odası kalabalık bir toplantı yapıyor. 2 gün sonra ekipler halinde deprem bölgelerine dağılıyoruz.

Gittiğim Gölcük’te bilirkişi heyetinde tuttuğumuz raporlara göre binaların yıkılma sebepleri:

- Fay hattının üzerinde bulunmak,

- Yumuşak zeminde 2 kat yapılacak yere 7-8 kat yapmak,

- Yumuşak kat olması,

- Kısa kolon olması,

- Yeterli donatı olmaması,

- Etriye olmaması,

- Yuvarlak demirlerde kanca bulunmaması,

- Kolon demirlerinin filizlerinin kısa olması,

- Beton malzemesinde çakıl yerine midye kabuğu veya çamur bulunması,

- Betonun dökülürken iyi karıştırılmaması,

- Betonun döküldükten sonra iyi sulanmaması,

 Gibi.  

Yani binalar 1-2 sebepten değil 8-10 sebepten yıkılıyor.

Ayrıca inşa edildikten sonra bazı kullanım hataları da yıkıma sebep olabilmektedir. Örneğin: Çeşitli amaçlar için kolon kiriş kesilmesi veya tıraşlanması, bodrum katlarda korozyon sebebi ile demirlerin çürümüş olması gibi. 

Panel Afişi

 13 Temmuz 2001… 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası çıkarılıyor. Ardından 12 Ağustos 2001 tarihinde Yapı Denetimi Uygulama Usul ve Esasları Yönetmeliği çıkarılıyor.

Hesap yöntemi değişmiştir. Dolayısıyla beton ve demir kesitleri daha büyük çıkacaktır.

Malzemelerin standardı da değişmiştir. Beton olarak C 35 kullanılacaktır. Yani 325 Kg/cm2 basınca mukavim beton. Demir olarak ise nervürlü demir kullanılacaktır. Yani artık uçlarına kanca yapmak derdi kalkmıştır. Nervürler o görevi yapmaktadır. B160 ve yuvarlak demir literatürde bile yoktur artık.

Deprem Sonrası İstanbul’da kabaca 500.000 Ruhsatlı-iskânlı, 500.000 ruhsatlı-iskânsız ve 500.000 hiçbir kaydı olmayan bina vardır. Bu rakamlar belediyedeki dosyalardan ve hava fotoğraflarından çıkarılmıştır.

Tüm binaları gerek güçlendirme gerekse yenileme şeklinde depreme dayanıklı bir kent elde etmek isteğine ise KENTSEL DÖNÜŞÜM dendi. Bu iş 3 yolla yapılabilecektir. Devlet (Hükümet), İBB ve Müteahhit vasıtasıyla. (Bu konu ayrı bir yazı konusudur.)

Şu uyarıyla bu bölümü bitirmek istiyorum... Kentler planlanırken az katlıların yumuşak zeminde, çok katlıların sert zeminde olmalarına dikkat edilmelidir.

ARİF ATILGAN 2024 KASIM

Not: ‘Ne yapılmalı? Sorusunun cevabı’ bölümünü yakında yayınlayacağım.

https://atilganblog.blogspot.com/2024/11/yazs-beylikduzu-tuyap-deprem-paneli.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/beyli%CC%87kd%C3%BCz%C3%BC-t%C3%BCyap-deprem-paneli%CC%87-konu%C5%9Fmamdan-1-b%C3%B6l%C3%BCm-4-kas%C4%B1m-2024