Kent Mektupları
YUNAN ADALARI VE ATİNA
Arif Atılgan
Geçtiğimiz günlerde yaptığım
bir gezide gördüğüm yerleri kendi bakışımla anlatmak istiyorum. Daha sonra da
ülkemizdeki benzer konumlarla karşılaştırma yaparak kendimce kıssadan hissesini
çıkarmaya çalışacağım.
SANTORİNİ ADASI
Santorini Adası 46 KM2
yüzölçümü, 13000 nüfusu olan volkanik yapıda bir adadır. MÖ.1500 yıllarında Ege
Denizinde olan volkanik bir patlama sonucunda oluşmuş. 1956 yılında burada
yaşanan deprem sonucu adanın tamamı yıkılmış ve bugünkü yerleşim o tarihten
sonra yeniden inşa edilerek ortaya çıkarılmış. Dik yamaçlara sahip adanın
yerleşimi denizden 300 MT yukarıdadır. Bu sebepten adaya teleferik veya
katırlarla çıkılabilmektedir. Denize inen dik yamaçlardaki beyaz evler, mavi
kubbeli kiliseler Santorini’nin önemli karakteristiği olarak dikkat çekmekte.
Evlerin hiçbirisinin birbirinin manzarasını engellememesi, çevrelerinde hiçbir
görüntü kirliliğinin bulunmaması ise özellikle bizler için ilginç bir durum olmaktadır.
Benzetmek gerekirse İstanbul Boğazındaki Poyrazköyde de dik yamaçlarda evler
bulunmaktadır. Aradaki farkı anlatmama gerek yok sanırım. Santorini’de güneşin
batışı esnasında evlerin beyazlığından dolayı hoş bir renk oluşmakta. Adanın
diğer ucunda bulunan plajlarda, doğal yapısının volkanik olması dolayısıyla,
siyah renkli kum ve çakıllar adeta kömür tozu etkisi vermektedir. Burada da
bütün sıcak iklimli yerleşimlerde olduğu gibi dar sokaklar dikkati çekmekte. Balayı
yapanların tercih ettiği Santorini, yakınındaki adalarla arasında bulunan deniz
dolayısıyla Göçek’i anımsatmaktadır.
MYKONOS ADASI
Yunanistan’ın önemli
turistik adalarından biri olan Mykonos Adası 86 KM2 yüzölçümüne ve 10000 kişilik
nüfusa sahip bir adadır. Adanın karşısında bulunan Delos Adasında 1800 lü
yılların sonlarından itibaren arkeolojik kazılar yapılmaktadır. Üzerinde yaşam
olmayan Delos’a bu kazılar için çalışmaya gelen arkeologlar Mykonos’da ikamet
etmek zorunda kalmışlar. Aslında balıkçı köyü olan Mykonos Adası, buraya gelen
arkeologlar ve daha sonra onların yakınları olan sanatçılar dolayısıyla,
giderek sanat ve özgürlükler adası olmaya başlamış. Sonuçta burası bütün
dünyadaki “gay” lerin tercih ettiği, bazı plajlarında çıplaklar kampı da
bulunan bir yerleşim durumuna girmiş. Mykonos kıraç arazi yapısına rağmen, bozulmamış
eski evleri, dar sokakları, barları, restoranları ve en önemlisi adeta birer sanat
galerisi gibi olan hediyelik eşya satış dükkânları ile dikkat çekmektedir. Evleri
ile birlikte sokaklarındaki taşların çevresindeki harçların bile bembeyaz boyalı
oluşu insana hoş duygular yaşatmaktadır. Önemli turistik bölgelerimizden olan
Bodrum’a benzetebileceğimiz Mykonos’un Bodrum’dan en önemli farkı burada korunarak
yenilemenin gerektiği gibi yapılmış olmasıdır herhalde. En ufak bir çöp
görüntüsüne rastlayamadığım Mykonos Adasında en çok merak ettiğim konu çöplerin
nereye, ne zaman, nasıl atıldığı oldu. Belki de ülkemizde çöp suyu akmış
sokaklardaki sokak restoranlarında yemek yerken, yanımızda çöp arabasının
çalışmasına normal bir olay olarak baktığımız için olsa gerek.. Bir de Adanın
maskotu olan Petros isimli pelikanın dışında sokak hayvanı görmemek bizlere
şaşırtıcı geliyor doğrusu. Mykonos, eğlenmek için tercih edilen bir yerleşim
olmasına rağmen gürültü kirliliğinin de olmamasını belirtmekte yarar var.
PİRE LİMANI VE ATİNA
Pire, daha önce ayrı
bir kent iken şimdi Atina ile birleşmiş ve Onun limanı olmuş. İstanbul’da
Haydarpaşa Limanı için, kent içersinde liman olmaz, diyenlerin görmelerini
isterim. Pire limanının kara tarafındaki caddenin karşı kaldırımında insanların
ikamet ettikleri apartmanlar bulunmakta. Yani liman o derece kent ile iç içe yaşamaktadır.
Atina, adını
mitolojinin ilk tanrıçalarından Athenadan almaktadır. Demokrasinin ilk
kurulduğu şehir olarak anılır. 4 milyon nüfuslu Atina’da 1895 yılında ilk
olimpiyatların yapıldığı stat bana ilginç geldi. Parlamento Binası önünde
geleneksel kıyafetli Yunan askerleri nöbet tutmaktadırlar. Askerlerin
kıyafetlerindeki etekliklerinde 400 pili bulunmasının sebebi 400 yıl Osmanlı
esareti altında kalmaları imiş. Ayrıca her askerin kendi etekliğindeki pilileri
tek tek kendisinin ütülemesi zorunlu imiş. Kentin ortasında bir tepe üzerinde
bulunan, MÖ. 5. Yüzyılda inşa edilmiş olan Akropol, itirazsız bir şekilde Atina’nın
şehir tacı konumundadır. Israrla İstanbul’a gökdelen inşa etmek isteyenlerin Atina’da
bir tek gökdelenin bulunmamasının sebeplerini araştırmalarını öneririm. Bu
sebepten, yatık bir yerleşim olarak görünen Atina yeşil bir kent olarak
aklınızda kalıyor. Atina’nın çeşitli meydanlarından Monastraki Meydanı bellikli
buradaki Türk mahallesinin bulunduğu bölgedir. Meydandaki
kubbeli Cizderiye Camisi bizim ilgimizi çekti. Restore edilmiş olan Cami
seramik müzesi olarak kullanılmakta imiş. Yunanistan’da, başka yerlerdeki
tarihi camilerde de görüleceği gibi bu camide de kubbelerin alaturka kiremitle
kaplanması dikkat çekici. Yakınındaki antikacılar çarşısında ise zamanın nasıl
geçtiğini anlamadığımızı belirtmek isterim.
MİDİLLİ ADASI
Ege kıyılarındaki şirin
ilçemiz Ayvalık’ın karşısında bulunan Midilli Adası 141000 nüfuslu, 1969 KM2
yüzölçümlü Yunanistan’ın üçüncü büyük adasıdır. Yunanca ismi Lesbos’dur. MÖ. 5.
Yüzyılda eşcinsel kadın şair Sappho burada yaşamış. Bu sebepten Lesbos’lu
anlamına gelen ‘lezbiyen’ kelimesi 1800 lü yıllardan itibaren kadın eşcinsel
anlamında kullanılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde buradaki Skala Eressos Köyünde
geleneksel lezbiyenler festivalinin yapıldığını ama ekonomik krizin etkisi ile
bu yıl katılımın zayıf olduğunu not etmek isterim. Merkezdeki küçük koyda bulunan
balık lokantaları İstanbul Boğazındaki Tarabya’yı anımsatmakta. Agios Athanasios
Metropolit kilisesi Ayvalık’ın sarımsaklı taşı ile inşa edilmiş. Ara sokakları ise
eski bir Türk kasabası görüntüsünde. Midilli Adası diğerlerinin aksine yeşilliği
ve yapıları ile ‘bizim taraftakilere’ benzemektedir. Diğerleri gibi fazla
turistik olmayan Midilli Adasında Saat 15.00 sularında birçok dükkânın kapalı
olması Yunanlıların siestadan vazgeçemediklerini belli etmekte.
Midilli’de Balık
Lokantaları
Bütün yurt dışı
gezilerimden döndüğümde olduğu gibi İstanbul’a geldiğimde yine ülkemin her
yerden daha güzel olduğunu düşündüm. Yine bir yerde oturup (Haydarpaşa’da) çay
içtim, simit yedim.
İstanbul’da Rum
komşularımızla büyüdüğüm için olsa gerek Yunanlıları bize yakın bulurum. Ancak
Onların neden bizden daha sanatçı ruhlu oluşlarını çözemem. Başka ülkelere de
gittim. Yunanlı komşularımızda, diğerlerinden farklı genel bir estetik duygu
var. Bunu çarşıda, pazarda bile hissedebiliyorsunuz. Aslında bizim insanımızda
da aynı duygular bulunmakta. Ama bir türlü estetik olunamıyor. Belki de
kuralsızlığı sevdiğimiz için. Yıllar önce Galatasaray’ın çalıştırıcısı Jupp
Derwall’in ‘Türkleri çok seviyorum, bir de elinize geçirdiğiniz her şeyi yere
atma huyunuz olmasa’ cümlesi bu durumu en iyi şekilde açıklıyor sanırım.
Sonuçta Onların hiçbir doğal güzelliği olmayan topraklarındaki yerleşimleri
dünya insanları görmeye geliyor. Bizim çok güzel doğamızı ise ancak biz
görebiliyoruz. Tarihi değerlerde de öyle…
ARİF ATILGAN ARKİTERA EKİM 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder