19 Eylül 2018 Çarşamba


Prof. SEMAVİ EYİCE İLE KASIM 2016 TARİHİNDE YAPTIĞIM RÖPORTAJ -2-
Arif Atılgan
Sayın Semavi Eyice ile 2016 Yılının Kasım ayında evinde buluşarak bir sohbet gerçekleştirmiştim. Kendisini 28 Mayıs 2018 tarihinde kaybettik. Kamuya mal olmuş bir insandı. Bu sebepten sohbetin tamamını tüm ilgilenenlerle paylaşmayı doğru buldum. Ancak 50 sayfa civarında olduğu için bölüm bölüm yayınlayacağım.
Açık siyah yazılar Semavi Eyice’nin, koyu siyah yazılar benim (Arif Atılgan) konuşmalarımdır.


Prof. Semavi Eyice ve Ahmed Nejat Gülgun (Rasim Ppaşanın torunu) ile Eski Yeldeğirmenliler Panelindeyiz.

Tam aşağı kadar inmeden, sahile kadar inmeden hatta orada en altta hala ahşap bir ev bulunuyor.
Evet, oradaki evde Rum kocakarıları otururdu ve neyin nesiydiler bilmiyordum. Zannederim o evde Kadıköy’ün en eski evlerinden biriydi. Ve birde Askerlik Şubesi vardı ve Askerlik Şubesinin bulunduğu sıradaki en eski evlerden biriydi orda. Yani 250 senelik falan vardı o.
Doğru hocam o yok şimdi artık. Ama aşağıdaki ev hala duruyor onu restore ediyorlar. Ahmet Haşim de bir ara o evde oturmuş galiba.
Ahmet Haşim Benim bildiğim Bahariye’deydi. Saint Joseph’in yukarısındaki sokağın ucunda oradaki bir apartmanda oturuyordu.
Hocam Adnan Giz’in kitabında okumuştum. Ahmet Haşim’e gelen bazı mektuplarda İskele Sokak numara 2 diye yazarmış. O hala iki numara, o evi yazıyor. Bir ara oturmuş olabilir orada.
Son uçtaki evde otururdu işte. Apartman gibi bir yer vardı. Tam köşede Moda Yokuşuna gelmeden, gene Fransızların okuluna gelmeden ondan sonra orada otururmuş. Çünkü biz bir gün öğle yemeği için çıktık eve giderdik. …….. / Sabah yedide okula gelirdik öğleyin yemek için taa Haydarpaşa’ya eve giderdik, tekrar geri dönerdik ve tekrar derse devam ederdik. Ondan sonra akşam beş beş buçukta okuldan çıkardık.
Hocam çok enteresan Haydarpaşa diyorsunuz ama Yeldeğirmeni demiyorsunuz.
Hayır biz Haydarpaşa derdik.
Gerçektende Yeldeğirmeni’nin eski adı Haydarpaşa’dır. Tarihte de okulların eski kiliselerin hep adı Haydarpaşa Okulu, Haydarpaşa Kilisesi diye geçer adları. Yani doğru eski adı. Zaten Yeldeğirmeni de Haydarpaşa Çayırı’nın içindeymiş eskiler hep Haydarpaşa diye bilirler, söylerler orayı. Doğru söylüyorsunuz. Şimdi hocam Yeldeğirmeninde okudunuz sonra?
Ondan sonra Galatasaray’a geçtim.
Peki hocam, Yeldeğirmeni’ndeki anılarınızdan biraz bahseder misiniz? Osmangazi İlkokulunun adı 11. İlkokul iken orada okudunuz. O zamanlar henüz daha yabancı hocalar var mıydı?
Yoktu ama o zamanlar Almanlar olduğu gibi bırakmışlar. Mesela derse yardımcı birtakım alet edevat vardı. Onlar Almanlardan kalmaydı. Mesela güneş ve etrafında dönen seyyarelerin olduğu bir alet vardı. Bir mekanizması vardır ve onu çevirdikçe tüm mekanizmanın hepsi işlemeye başlardı onların. Ama hurdasını çıkarmışlar tabi. Ondan sonra Almanlardan kalma daha bir takım ders malzemesi filan vardı hala orda.
Orada bahçede bir bina vardı. Bende orada okudum. Şimdi o bina yok. Bahçede olan bir bina. O bina bizim zamanımızda tuvalet olarak kullanılıyordu. Şimdi kaldırmışlar onu tamamen. O da Almanlardan kalma bir bina. Peki hocam kitaplarda yazar ki dört tane Yeldeğirmeni varmış. Bir tanesi de Osmangazi İlkokulunun bahçesinin oralardaymış. Sonradan oradan hiçbir iz kalmamış. Siz hiç hatırlıyor musunuz?  Öyle bir iz var mıydı sizin okuduğunuz zamanlarda.
Yoktu. Yalnız işte bizim bahçelerimizde filan bizim evde de vardı o. Normal ev kuyuları vardı, bahçe kuyuları. Korkunç bir su seviyesi. Dehşetli aşağıdaydı. O kâfi gelmiyormuş gibi su miktarı da korkunç derinlikteydi. Biz hatta merak ederdik o kuyuyu da gazete kâğıdını tutuşturur kuyudan aşağıya atardık. Ondan sonra o giderdi giderdi giderdi su seviyesi çok aşağıdaydı.
Ondan sonra. Bizim yalnız Kenan Ağbi dediğimiz oldukça cesur bir akrabamız vardı. O birkaç defa o kuyunun dibine indi. Daha doğrusu buzdolabı yok o zamanlar evlerde. Sebze, et alındığı zaman özellikle et, bir but komple alınırdı. Buzdolabı görevini görsün diye oraya sallandırırdık sepetle.
Daha sonra üzümdü bilmem neydi toptan alınırdı kocaman bir sepetle. Ondan sonra bir gün sepet koptu ondan sonra gitti aşağıya. Onun üzerine çengellerimiz vardı sırf o kuyu için. Kuyuya bakan alt katta bodrumda demir bir penceresi vardı. O çengel orada hazır dururdu onu oradan attık filan hani ne çıkacak diye. Ondan sonra bizim üzüm sepetine takılmadı o. Demek ki aşağısı daha genişmiş onun.
Onun üzerine fakat içinden bir tane güğüm çıktı. İşte şurada salonda dururdu güğüm. Ondan sonra sanata çok meraklı, rahmetli oldu bir çocuk vardı. Bizim fakülteye de geldi gittiydi o. Ondan sonra onun babası bakırcıydı. Subay emeklisiymiş filan fakat bakırcılar çarşısında dükkânı da vardı. Onun üzerine bir gün bana gelmişti filan o evi boşalttıktan sonra merdiven altına bir yere tıktıydım o yığını. Bu çocuk gördü onu. ’Ya hoca o ney’ dedi. Dedim işte ‘hurda bir güğüm suyun içinden çıktı. Kim bilir kaç sene kuyunun dibinde kalmış’ filan. ‘Ya’ dedi ‘ver onu bana ben sana onu tamir ettireyim’ falan dedi. ‘Parlatma da yaptırayım’ dedi.
Bunun üzerine güğüm gitti ve epey kaldı onda bir seneye yakın. Sonra bir gün rastladım dedi ki ’Ya hocam al şu güğümünü’ dedi.’Arabanın bagajında gidiyor geliyor’ dedi. ‘Her yere’ dedi. Onun üzerine ’Ya dedim sende eve bırakıver’ dedim ’ne olacak’ dedim ’evi biliyorsun’ falan. Sonra bıraktı getirdi. Ondan sonra baktık düzelmiş o ezik yerleri falan. Kapağı da kopmuştu. Onu da yapmış.
Gayet uzun boylu böyle ince ve uzun olan değişik tipte bir güğüm yani alıştığımız bildiğimiz güğümlerden değil. Onun üzerine ’bu güğüm nerenin güğümü’ falan dedim. ’Bu’ dedi ‘eskiden Bursa Mudanya havalisi köylülerinin kullandıkları bir güğüm’ dedi. ’Başka yerde bulunmaz Anadolu’nun’ dedi. O bu işin ustasıydı. Sonra bende onu artık kullanmadım tabi. Salonda dururdu o parlatılmış düzeltilmiş bir vaziyette. Yani kuyuda iyi aransa epey öteberi çıkacak. Öyle görünüyor. Belki bizim üzüm küfesi de çıkacak oradan. (Gülüşmeler)
Siz Yeldeğirmeninden ortaokuldayken mi taşındınız?
Efendim ben aşağı yukarı Lisedeyken taşındık biz buraya. Önce bir iki yaz geldik. 1939’da babam dedi ki biraz dedi tehlikeli dedi. O Kadıköy’deki ev. Çünkü dedi tren yolunun tam yanında dedi. Birinci antre çok yakın buraya çok patlayıcı bomba attılar. Hatta şey yaptılar tren yolu tahkim için Almanya’dan gelen patlayıcı maddeler oradan vapura yüklenir. Daha sonra vapurla gelir oradan da trene yüklenir. Oradan da Anadolu’ya sevk edilirmiş. Onun üzerine biz de buraya geldik.
Daha önce burada Sayfiye Evi vardı. Daha önceki köşkünüz.
Yalnız fakat oranın bir işte şeyisi vardı. Hanımlar filan akşamüstü muhakkak çoluk çocuklarını alırlar Haydarpaşa Çayırına çıkarlardı. Bazıları da bilmezler raylardaki makasların üzerine otururlardı. E tabi makasta çalışmazdı onlar üzerine oturunca. Tabi makasçı da zor durumda kalır gelir rica eder ya yapmayın etmeyin oturmayın falan filan diye. Ya şunun üzerine sacdan bir tane kılıf yapın oturanda bir zarar vermez böylece. Onu da düşünemez bir türlü Demir Yolları idaresi.
Yani Lisedeyken taşındığınıza göre 1940’lı yılları buldu mu taşınmanız?
Evet, yani 1939’dan 1940’a geçen kış. Eşyalar orada duruyordu. Onun üzerine babam dedi ki eşyayı biz arabalara yükleyelim buraya getirelim dedi. Getirdik. Ondan sonra artık bir daha da dönmedik oraya. Kiraya verelim dedik. Önce derli toplu kiracılar geldi. Ondan sonra kalite gittikçe düştü. Öylesine düştü ki bizden evin bütününü 25 liraya bizden kiralıyor adam ondan sonra oda oda 15 liraya 20 liraya kiraya veriyor.
Ondan sonra öylede bir durum ki bazen işte kirayı ödediği falanda yok kimsenin. Daha sonra sonra bir iki defa rahmetli annem gitmiş ben gittim filan ondan sonra bir şey verdikleri yok. Onun üzerine bakmış sefalet içinde bir odada bir aile oturuyor filan. Çocukları var yeni doğmuş. Ondan sonra kadının yastığının arasına annem para bırakıvermiş. (Gülüşmeler) Ya dedi böyle dedi falan derken bir gün kiraya vermeyelim dedik. Kalsın kilitleyelim dursun. Ondan sonra duruyordu falan derken babam askerdi benim deniz subayıydı. Sonra bir arkadaşı yanında da bir başka arkadaşını almış geldi onun üzerine dedi ki ben kefil oluyorum dedi bu arkadaşa dedi evi kiraya dedi buna dedi kiraya ver dedi.
Bir albay kefil olduğu kişi de. Gayette süslü falan bir hanımı var. Oğlu var güzel giyimli falan filan. Bunlar geldiler topluca ricaya. Pekâlâ dedik anlaştık uyuştuk. Daha sonra bunlar taşındılar eve. Ondan sonra birkaç ay iyi gitti. Arkasından albay galiba Askerlik Şubesi Başkanıymış bir yerler de. Biraz galiba bir şeyler çevirmiş ondan dolayı askerlikten ihraç edildi. Ondan sonra Anadolu’da bir yerlerde arazi almış orda çiftçilik yapıyormuş. Bunun üzerine adama mektup yazıyoruz. Kira yok. Ondan sonra içerde oğlu oturuyor. Ondan sonra kılığı kıyafeti değişti. Şoförlerle möförlerle ahbap. Sonra bir gün Yeldeğirmeni taraflarının Kürt fakat gayet enteresan gece bekçileri vardı. Yeldeğirmeninde harap bir yer olan daha doğrusu bitirilmemiş bir Rum evi vardı. Harp zamanı inşaatına başlanmış iki kat filan yapılmış tuğladan fakat öyle kalmış.
Hangi ev nerede acaba hocam?
Efendim o Yeldeğirmenine saptıktan sonra sağdan diğer bir yol daha gelir ve Yeldeğirmenine kavuşur o yolun köşesindeydi. Bir ev tuğladan, yarım kalmış bir bina. Onun üzerine onun alt katını işte üzerini filan biraz kapamışlar. Ailecek orada otururlardı. Şöyle heybetli bir adamdı. Şöyle kalın sesli falan esmer.
Ondan sonra o buraya eve geldi.’Aman beyim’ dedi ‘orası sizin ev bir felaket’ dedi. ’İçinde barınanlar yatanlar kalkanlar rezalet’ dedi. ’Yani mahallelide şikâyet ediyor’ dedi ‘biz de illallah dedik’ filan ’bir ilgilenin orayla’ dedi.
İkinci Bölüm Sonu. Devam edecek..
ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN EYLÜL 2018
Blogumdan yazı yayınlayanların üst satırdaki ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN imzasıyla yayınlamaları gerekir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder