25 Kasım 2016 Cuma

Kent Öyküleri

FB-GS REKABETİ
Arif Atılgan

FB nin ezeli karşıtı Hıncal Uluç yazmış. ‘Bir zamanlar B.Mehmet Fenere hatır şikesi yaptırmıştı da GS kümede kalmıştı. Unutmayın.’

4 Mayıs 1980 Pazar günü. Arkadaşlarla her Pazar Fenerbahçe Burnunda top oynuyoruz. Halı sahalar yok henüz. Maçtan sonra FB nin tesislerinde el yüz yıkayıp çay içiyoruz. Yine top oynadığımız o gün öğleden sonra FB-GS maçı var İnönü Stadında. GS yenilirse küme düşecek. Ligin bitimine bir iki hafta kalmış.

Takım buradaki tesislerde kamp yapıyor. El yüz yıkarken Alpaslan, Cemil’e rastlıyoruz. ‘Sakın öğleden sonra yatmayın’ diyoruz. Onlar da ‘Olur mu öyle şey’ diyorlar. Takım kaptanı GS den gelen B.Mehmet. O da aynı konuşuyor.

Bir ara FB nin solaçığı Yeldeğirmenli İbrahim geliyor yanımıza. Onun pek haberi yok bu konulardan. Gece taraftarlar gelip tezahürat yapmışlar, uykusu kaçmış, şikâyet ediyor.

                                       Altan Erbulak’ın Bu Maç İçin Yaptığı Karikatür

Öğleden sonra maça gidiyoruz. FB karşı onsekize girmemeye gayret ediyor. Yinede girdiğinde penaltı noktasından topu havaya dikiyorlar. Hele B.Mehmet’in yeni açık tarafındaki GS kalesinin onsekizi içinde bir pozisyon için hakeme ellerini gösterip ‘Eline çarptı, neden penaltı vermedin?’ anlamında itirazları herkesi güldürüyor. Sadece bizim İbrahim harbi oynuyor. Laf aramızda O bile tek başına yetecekti neredeyse GS ye o gün.

Maç 0-0 bitiyor. GS kurtuluyor. Maç sonrası biz dâhil açıkçası hiçbir FB li kızgın değildik. GS düşmemeliydi.

İşte o GS yurt dışı maçlarda herkes birbirinin yanında olurken ilk defa FB nin Sigma’ya yenildiği maç sonrası tribünlerinde Sigma7-FB1 afişi asarak bu birlikteliğe son verdiler. Daha sonra Avrupa başarılarının ardından, bu hafta yeni kaldırılan, seyircilere deplasman yasağı koydurttular. 

Ama en içimize sindiremediğimiz, 3 Temmuz sürecinde arkamızdan kuyu kazmalarıdır. Biz yine de GS siz olmayız deriz. Bunların hiçbirini yapmayız. Çünkü: Biz FB liyiz.
ARİF ATILGAN KASIM 2016

20 Kasım 2016 Pazar

Kent Öyküleri

MELİH KORAY VE ELEMANI
Arif Atılgan

Mimar Melih Koray Altıyol’daki bürosuna 12 yaşında bir çocukla gelir. Kara-kuru çocuğu elinden tutup bürodakilere tanıştırır, ‘Bundan sonra bu da bizimle olacak, göz kulak olun’ der. Yıl 1987 dir.

                                          O Yıllardaki Bürodan Görüntü

Çocuğun adı Alihan. Kars’ın Digor ilçesinin Çatak köyünden babasıyla İstanbul’a gelmişler. Babası Melih Beyin inşaatlarında çalışmakta, çocuk ise sokaklarda ayakkabı boyacılığı yapmaktadır. 30 kişinin kaldığı bir bekâr evinde yaşamaktadırlar.

Baba, Libya’da iş bulmuş ve gitmeye karar vermiştir. Çocuğunu Melih Bey’e emanet eder. Melih Bey, bekâr evinde tek kalmaya devam eden çocuğu büroya almaya karar verir. Birkaç gün büroda yatan çocuk, iş hanının bir odasına yerleştirilir. Bürodakilere getir-götür işlerinde yardımcı olacaktır. Ancak ilk zamanlar bunları bile tam olarak yapamaz. Zira doğru dürüst Türkçe bilmemektedir.

                                         Alihan O Yıllarda  Büro Çalışanlarıyla
                                           
Alihan, Melih Koray’ın yanından hiç ayrılmaz. Büro çalışanları değişir. Büro yer değiştirir. O, yerini hiç değiştirmez.

Büyüyen Alihan inşaatla ilgili iş öğrenir, Melih Beyin işlerinde çalışmaya başlar. Zaman zaman Onların evinde kalır.

Askere gider, 1999 yılında evlenmek ister. Melih Bey başlık parasını verir, evini döşer, düğününü yapar.

Alihan’ı ilk olarak 2015 yılının nisan ayında görmüştüm. Melih Koray, beyin kanaması geçirdiği için hastaneye kaldırılmıştı. Kendisini ziyaret etmiştim. Başındaydı. Tanımıyordum. Yakınlarından biri diye düşünmüştüm. 

Daha sonra beni aradı, kendini tanıttı. Öyle tanıştık.

Melih Bey 2016 yılının eylül ayında yine rahatsızlanmış, hastaneye yatmıştı. Ziyarete gittiğimde başında Alihan da vardı. Komadaki bir hastaya yapılacak her hizmeti yapıyordu.

                               Melih Koray Ve Alihan Akçilad Hastanede

Hastaneden çıktıktan birkaç gün sonra Melih Koray tekrar rahatsızlanmış, eve yakın bir hastaneye kaldırılmış ve orada hayata gözlerini yummuştu. Alihan oradaydı.

Cenaze töreni Zincirlikuyu Mezarlığı içersindeki camide yapılmıştı. Alihan, çocukluğundaki büro çalışanlarıyla oradaydı.

Cenaze defnedilirken Melih Koray’ın oğlu Melih çok üzgündü, babasını mezara indirecek durumda değildi. Birisinin ‘Alihan’ diyerek Onu çağırdığını duydum. Alihan aşağı indi ve patronunu ebedi istirahatgahına yerleştirdi.

                                                 Alihan Son Görevi İçin Mezarın İçinde.

Melih Koray 1987 yılında o küçük çocuğu büroya getirdiğinde, 29 yıl sonra kendisini mezarına yerleştirecek kişiyi seçmişti.

Yaşam böyle bir şey.. Kahramanlarına hiç fark ettirmeden öykülerini hazırlıyor.
ARİF ATILGAN KASIM 2016

Not: Alihan yıllar sonra Melih Beye sevgisinden 2019 yılında soyadını KORAY olarak değiştirir.



7 Kasım 2016 Pazartesi

Kent Öyküleri

GAZETECİ YILMAZ
Arif Atılgan

1950 li ve 1960 lı yıllarda her sabah gün ışımadan Yeldeğirmeni’ndeki iki katlı cumbalı evimizin kapısının altından günlük gazetelerimiz atılmış olurdu. Yılmaz ve Metin ismindeki iki kardeş omuzlarındaki askıya astıkları kalın gazete kitlesi ile koşarak bu işi yaparlardı. Arada bir 'Gaystee' diye bağırırlardı. Kendi müşterileri yetiyordu Onlara. Aybaşlarında, günün daha ileri bir saatinde evleri dolaşarak herkesle hesap görürlerdi.

Bir gün onlardan birine rastlamış, çocuk aklıma takılan şeyi sormuştum. ‘Ağbi, niye bu kadar acele ediyorsunuz?’. Cevap olarak ‘Aslanım’ demişti ‘Yeldeğirmeni’ni bitirip Moda’ya gideceğiz. İnsanlar haberleri okuyup evlerinden çıkmalıdırlar.’ Neredeyse o yılların tüm Kadıköy halkına sabah uyanmadan gazetelerini yetiştiriyorlardı.  


2013 yılıydı. Trafik ışıklarının birinde büyük kardeşi görmüştüm. Arabalara dur, geç işareti yapıyordu. Yanına gittim ‘Ne haber’ dedim. Beni tanımadı. Eski günleri anımsattım, kardeşini sordum. Yüzü buruştu. ‘Metin, 13 yıl önce öldü, yaşasaydı 76 yaşında olacaktı. Ben 79 yaşındayım.’ Dedi.

İstanbul’un güzel yılları geçip gitmişti. Yaşadığımız yıllarıysa acımasızdı. O yıllarda bu yıllar hayal bile edilemezdi.
ARİF ATILGAN NİSAN 2013




1 Kasım 2016 Salı

Yeldeğirmeni


ÖNSÖZ

Yaşamımdaki her 10 yıl bir fotoğraf karesi gibidir. Her fotoğraf karesi onlarca kitabın kapağı olabilir. Bu kitap, Yeldeğirmeni’ndeki fotoğraf karelerime olan borcumdur.

Yeldeğirmeni, evimizden de köyümüzden de öte, ülkemizdi bizim. Semtin sınırları içine girdiğimizde mutlulukla birlikte güven duygusu da kaplardı içimizi. Bizler muhit derdik, kendimize de muhit çocuğu. ‘Dibine kadar yaşamak’ denir ya, biz de mahalle yaşantısını dibine kadar yaşamıştık o yıllarda.

Anılarımızı paylaşmak düşüncesiyle Facebook’ta Eski Yeldeğirmenliler Grubu kurmuştum. Bir büyüğüm, arkadaşıyla fırında pişirttikleri tepsideki palamutları yemelerinin keyfini, ‘Ne günler. Roman yazalım Arif. Her şeyi isimleriyle hatırlıyorum. Ben de şaşırıyorum.’ diyerek anlatıyor. Bir başka büyüğüm de iltifatını, ’Sizlerin sayesinde dostlar, tüm gençlik anılarım gözümün önüne geldi.’ cümlesiyle ifade ediyor.  

Grubumuza sonradan giren semtimizde yaşamamış dostlarımız ise okuduklarından nasıl mutlu olduklarını yazıyorlar. Birisi, ’Ne zaman bu sayfaya girsem efsunlanıyorum. Uzun süre etkisinde kalıyorum. Rüya gibi.’ diyor. Bir başkası, ‘Yani neredeyse gidip Yeldeğirmeni’ne yerleşeceğim geldi. Bu ne aşk ah bu ne ıstırap.’ sözleriyle duygusunu açıklıyor.

Ancak Onlar semtimizin hala anlattıklarımız gibi olduğunu hayal ederek cümleler kuruyorlar. Hâlbuki bizim yazdığımız anılar semtimizin mahalle özelliğinde olduğu yıllarda kalmıştır. Bugün Yeldeğirmeni yeme-içmecilerin dolduğu eğlence fonksiyonlu bir yerleşim olmaktadır. Keşke yeme-içmeciler belli cadde ve sokaklarda olacak şekilde planlama yapılabilseydi.

Ağırıma giden şey semtimizi bilmeyenlerin Yeldeğirmeni yazıları yazmaları, gezileri yapmaları. Yazılarda gerçek Yeldeğirmeni’ne tepeden bakılıyor. Gezilerde ise Yeldeğirmeni, tanıtılmak adı altında pazarlanıyor.

Semtte mahalle var diyerek gelenler mahalleyi yok ettiklerinin farkında değiller. Hani doğa harikası bir koya villalar yapanlar, bir süre sonra kendi yapılaşmalarıyla oradaki doğayı yok ederler ya..

Çocuklar yine semtteki okullarına yürüyerek gitselerdi.. Yeldeğirmeni esnafıyla, insanıyla sadece yaşayanlarının değiştiği mahalle yaşantısına devam edebilseydi.. Tadından yenmezdi..

Bizler Eski Yeldeğirmeni’ni anılarımızla yaşatmaya devam edeceğiz. O fotoğraf karelerini soldurmayacağız. Yeldeğirmeni ölmedi. Kimse canlandırmaya çalışmasın.
ARİF ATILGAN EKİM 2016