24 Ekim 2014 Cuma

Mimarlara Mektuplarım




VAN SEYAHATİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Arif Atılgan

TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi tarafından Van’da 23-24-25-26 Haziran 2011 tarihlerinde 3. Kent Kültür Demokrasi Etkinliği gerçekleştirildi.

Bu Etkinlik dolayısıyla, 39 Yıl önce gördüğüm bu bölgemizi tekrar görmenin bana heyecan verdiğini ifade etmek isterim. Yazımda Bölgenin o yıllardaki haliyle bugünkü halini karşılaştırmak, bu karşılaştırmayı yaparken duygularımı da okurlarla paylaşmak istiyorum.

Üniversiteyi bitirir bitirmez askere gitmiş, 22-23 yaşlarında, hiç tecrübesi olmayan bir mimar olarak Diyarbakır’da yedek subaylık yapıyordum o yıllarda. Hafta sonları çevreyi gezmeyi sevmekte idim. 1972 Yılının haziran ayında bir arkadaşımın özel arabasıyla Bitlis, Tatvan ve Van’a gitmiş, buraları gezme şansını yakalamıştım.

1972 Yılında, Bitlis eski binaların olduğu küçük bir kentti. Arabayla geçtiğimiz bu kentten kenti hissetmeden girdiğimiz gibi çıkmıştık. Daha sonra geldiğimiz Tatvan ise gösterişli, yeşillikler içersinde oldukça çekici bir yerleşimdi. Tatvanlıların söylediğine göre Bitlis il, Tatvan ilçe idi ama aslında tersi olmalıydı. Tatvan’da göl kıyısında Denizcilik İşletmesinin 2 katlı yığma taş bir bina olan otelinde konaklamıştık. Otelin üst katındaki göl manzaralı, büyük pirinç başlıklı karyolası olan oda bana hayatımın ilk lüks duygusunu tattırmıştı. Sabah ise gün doğmadan kalkarak göl kıyısında kahvaltıya oturmuş, karşı kıyıdan yumurta sarısı gibi doğan güneşi ona benzeyen rafadan yumurta yiyerek izlemiştik. O yıllarda Tatvan’da bu kahvaltı ünlü idi.

Ertesi gün Van’a gitmiştim. Van Kentinin bende bıraktığı ilk izlenim modern bir kent olmasıydı. Düzgün binaları ve temiz caddeleri bulunmakta idi. Bu izlenim bende o yıllarda Doğunun Paris’i olarak gösterilen Diyarbakır yerine Van’ın gösterilmesi gerektiği etkisini uyandırmıştı. Birde çocuklar dâhil herkes her yerde ‘Vanlıyam, Şanlıyam, Kılıcı Kanlıyam’ türküsünü seslendirmekteydi. Van Gölü ise temizliği, bakirliği, sodalı suyunun etkisiyle tertemiz olan kayalıkları ile batıda yaşayanların tatillerinde buralara gelmesi gerektiğini düşündürmüştü.

23 Haziran 2011 Perşembe Günü bu anılarla çıkmıştım Van seyahatine.

2011 Yılının Bitlis’i oldukça büyümüş, ancak eski binaları muhafaza edilmişti. Bitlislilerin söylediği gibi eski binaların arasına sokuşturulmuş olan betonarme binalar yıkılıp temizlenirse Bitlis bu havalinin Mardin’i olabilir diye düşünebiliriz.

Tatvan sağlıksız ve kötü yapılaşarak büyümüştü. Ayrıca Van Gölünün diğer kıyılarında olduğu gibi sineklerin baskınlığı bu güzelim yerleşimin çekiciliğini yok etmişti. 39 Yıl önce konakladığım Denizcilik İşletmesi Oteli ise metruk bir durumda bulunmaktaydı.

                             1972 Yılındaki Tatvan Denizcilik İşletmesi Otelinin Bugünkü Hali

Van ise tam bir hayal kırıklığı yaratmıştı bende. Bir kent bu kadar mı kötü gelişme gösterirdi? Ülkemizde kötü yapılaşmalar artık olağan sayılabilir ama kentin içersinde, semaver heykeli olmasına rağmen, çay içilebilecek bir park olmaması olacak şey değildi. İşsizliğin had safhada olduğu sokaklarda dolaşan özellikle genç insan kalabalığından belli olmaktaydı. Ancak her çeşit pahalı markanın mağazalarının bulunması kentin bu görüntüsü ile ters orantılı bir durumdu. Kentin geçmişine ise sanki hiç sahip çıkılmamıştı. Müzesi gezildiğinde insana verdiği ilk etki, eski eşya meraklısı kişilerin evlerinin bu müzeden daha zengin olabileceği şeklindeydi. Van Kahvaltısı yapılan sokaktaki plastik masa sandalyeler ise, insanın aklına neden buraların geleneğini yansıtan tabure ve sinilerden meydana gelmiş masalar kullanılmamakta sorusunu getirmektedir. Van Kalesi ve civarındaki cami, kilise gibi tarihi yapıların restorasyonlarının kötü olduğunu, bu işi bilen kişiler yapılan toplantılarda ifade ettiler.

İnsana sadece Akdamar Adasını gezmek iyi duygular yaşatıyor denebilir. Adaya tekne ile yapılan yolculuk ve Akdamar Kilisesini gezdikten sonra kıyıdaki bahçede içilen çay insana oldukça iyi duygular yaşatmaktaydı.

                                                                     Akdamar Adası

Kaldığımız otelin yetkililerinin, otelcilik konusunda benim 39 Yıl önce konakladığım Tatvan Denizcilik İşletmesi Otelinin o zamanki halinden çok ders almaları gerekir sanırım.

Bu etkinliğe ev sahipliği yapan Mimarlar Odası Van Şubemiz önemli bir gayret sarf etmekte idi. Ancak çevreyi gezmek konusundaki organizasyonla ilgili söylenebilecek tek şey, insanlar serbest bırakılsalar sanki daha iyi olacakmış gibi idi.

Sonuçta benim 39 yıl önce gördüğüm temiz, modern Van yoktu. Geleneksel kerpiç evler kendi haline bırakılmış, ‘Vanlıyam Şanlıyam Kılıcı Kanlıyam’ türküsü ise belli ki unutulmuştu.

Genel Merkezimizin düzenlediği Kent Kültür Demokrasi Etkinliklerinin yapıldığı bölgeye her bakımdan oldukça yararlı olduğu kabul edilmelidir. Ülkenin saygın aydınlarının bölgeye gelmesi, oradaki sorunları tartışması, o yöre için büyük şans olmaktadır. Ayrıca Ülkenin her tarafından gelen yüzlerce mimarın ziyareti de o bölge için çok önemli bir olaydır. Ancak bu etkinliklerde Yöre insanının, özellikle Üniversitelerinin ilgisizliği biraz umut kırmaktadır. 

Gelişen görsel ve elektronik medya ile iletişim teknolojileri Dünyayı büyük bir köy haline getirmektedir sanki. Her taraf aynılaşmakta, yerellik ortadan kalkmaktadır. Kültürler yok olmakta, birbirine karışmakta, yeni oluşumlar ortaya çıkmaktadır.

Van’dan dönerken yaşadığım duygu, yerel kültürü hissettiğimiz yerlerin artık çok azalmakta olduğu şeklinde idi.
ARİF ATILGAN MİMARLARA MEKTUP TEMMUZ 2011

9 Ekim 2014 Perşembe


Kent Mektupları



FENERBAHÇE STADI - 2
Arif Atılgan
Fenerbahçe Stadının geçmişinden, kulüpte genellikle iktidarlara ters olmayan yönetimlerin oluştuğu anlaşılmaktadır. Ancak popüler bir spor olan futbolun genelinde de böyle bir görüntü olduğu rahatlıkla saptanabilir.
2000 li yıllarda Fenerbahçe, iktidara yük olmadan stadını yeniden inşa edebilmiştir.
Bu yazıda 1949-1965 yılları arasındaki eski Fenerbahçe Stadını anlatmak istiyorum.

Öncelikle söylemem gerekir ki 1960 hatta 1970 li yıllarda bile stadın çevresi oldukça tenha idi. Tramvayların çalıştığı ön taraftaki Recep Peker Caddesinin etrafı sayfiye yeri görüntüsünde idi. Arka taraftaki Taşköprü Caddesinin karşı tarafındaki arazide içersinde bostan kuyusu olan bir bahçıvan bahçesi bulunmakta idi.
Stadın içersinde bulunduğu arazinin tamamının çevresi üzeri tel örgülü 4-5 mt yüksekliğinde taş duvar ile çevriliydi. Duvarla çevrili arazinin içersindeki stada, Recep Peker Caddesi tarafındaki şimdiki numaralı tribün girişinin olduğu yerde bulunan kapıdan girilmekte idi. Bu kapıda bulunan gişelerden bilet alınarak önce araziye girilir, daha sonra hangi tribünün bileti alınmışsa o tribüne bilet gösterilerek girilirdi. Sahadaki kalelerin biri Recep Peker Caddesinin bulunduğu deniz tarafında, diğeri ise Taşköprü Caddesinin bulunduğu demiryolu tarafında idi. Ahşap olan kapalı tribün Kurbağalıdere tarafında, büyük açık tribün kapalının karşısında okul tarafında,  küçük açık tribün demiryolu tarafındaki kalenin arkasında bulunurdu. Stada girilen taraftaki kale arkasında tribün bulunmaz oraya duhuliye denilirdi. Anlaşıldığı gibi statla araziyi çevreleyen duvar arasında boş alanlar bulunurdu. Açık tribünün okulla arasında kalan alan oldukça büyük olduğu için orada bizler mahalle maçları yapardık.


Statta, Fenerbahçe Salı ve Perşembe günleri antrenman yapardı. Burada resmi maç oynamaz, özel maçlarını, özellikle sezon öncesi hazırlık maçlarını oynardı. Fenerbahçe Stadında daha çok amatör küme, genç takım ve okul maçları oynanırdı. Bir de 23 Nisan, 19 Mayıs törenleri yapılırdı. Kapalı tribünün altında soyunma odaları, orta üst tarafında 1mt lik ahşap bir korkulukla ayrılmış şeref tribünü yer alırdı. Şeref tribününün üst bölümünde camekân arkasında tüm kupalar vs nin de sergilendiği kulüp mekânı bulunurdu. Gündüzleri stadın kapısı açık olduğundan herkes rahatlıkla içeri girebilirdi.

Stada arabalar ön kapıdan girerler ve kapalı tribünün civarında park ederlerdi. Futbolcuların hepsi arabalı değildi. Sadece Lefter Küçükandonyadis Büyük Adada yaşadığı için Kurbağalıdereye kadar teknesi ile gelir, teknesini Kurbağalıdere köprüsünün civarına bağlar ve oradan stada yürüyerek gelirdi. Saha çayırdı. Üzerinde oynadıkça daha çok oynanan orta kısımları kelleşir, kenarlar yine çayır olarak kalırdı. Bu arada, genellikle tırmandığımız dış duvarın üzerindeki tel örgülerin arasından geçip aşağıya atlayarak maçlara girdiğimizi itiraf etmek isterim.

Kulüp mekânının olduğu camekânın arkasında 1960 yılının şampiyonluk kupası ve o kadronun resmi dikkat çekerdi. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz, semtimizden büyüğümüz Nedim (Günar) Ağbinin de o fotoğrafta olması bizleri gururlandırırdı. Belki 1 bekçi ile korunan tesislere hırsız bile girmezdi.

Buradaki hoş bir anımı anlatmak isterim. 1960 lı yılların başlarında, sezon başında Fenerbahçe’nin bir hazırlık maçı idi. Stat tıklım tıklım dolmuştu. Ben bir arkadaşımla birlikte büyük açık tribünün en altında tel örgülerin dibinde ayakta bir yer bulabilmiştim. Takımlar sahaya çıktığında Fenerbahçe takımında, o yılarda genç takımda oynadığını bildiğimiz, semtimiz Yeldeğirmeninden Ünsal Ağbi de sahaya çıkmıştı. Biz heyecanlanmış gururlanmıştık. Arkadaşım aniden sahaya doğru ‘Ünsal Ağbi’ diye bağırmaya başladı. Oldukça gür sesli olduğu için 30-40 mt ilerimizdeki Ünsal Ağbi’nin duymamasına olanak yoktu. O, saha içersinden bizim tarafa baktı ve saha kenarına kadar koşarak geldi. Aramızda sadece atletizm pisti kalmıştı. Ben merakla arkadaşımın ne diyeceğini bekliyordum. Arkadaşım, ‘ne haber’ dedi. Ünsal Ağbi de taç çizgisi üzerinde, ellerini iki yana açarak ‘iyilik’ dedi ve tekrara sahaya ısınmaya koştu. O gün çok utanmıştım. Ama aradan yıllar geçip geçmişe daha anlamlı bakmayı öğrendiğimde arkadaşımı da, Ünsal Ağbiyi de, olayı da daha iyi anlıyordum. Bu olay, o yılların muhitlerinde yaşayan insanların gösterdiği tipik bir ‘muhit insanı’ davranışı idi. Arkadaşım O’nun bize ait olduğundan gururlanmış ve bunu bütün tribüne göstermek istemişti. Ünsal Ağbi de bu olayda herhangi bir anormallik hissetmemiş, sanki Yeldeğirmenindeymiş gibi davranmış, adeta arkadaşıma yardımcı olmuştu. O yılların muhitleri böyle idi.
Eski Fenerbahçe Stadı Kadıköylülere önemli anılar bırakmıştır.
ARİF ATILGAN MİMDAP ARALIK 2012


7 Ekim 2014 Salı


Kent Mektupları



FENERBAHÇE STADI - 1
Arif Atılgan
1800 lü yılların sonlarında Silahtarağa Sahası, 1900 lü yılların başlarında Papazın Çayırı, 1909-1915 yılları arasında Union Clup Sahası, 1915-1929 yılları arasında İttihat Spor Sahası, 1929 da Fenerbahçe Stadı ve 2006 da Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı adlarını almış olan tesisin tarihi geçmişi 1908 yılından başlamaktadır. O yıllarda Kadıköy’de, Müslüman Türklere yasak olan futbolu Modalı İngiliz ve Rum gençleri oynamaktadırlar. Ancak 1908 yılında Şehremini Operatör Cemil Topuzlu’nun verdiği bir davette konuşan Modalı İngilizlerden Reji Whittall semtte bir futbol sahası ihtiyacı olduğunu belirtir. Benimsenen bu fikir üzerine ertesi gün bu kişiler ile Fenerbahçe Başkanı Ziya Songülen, Maruf Rıfat Bey, birkaç İngiliz bir toplantı yaparak saha için en uygun yerin hazineye ait olan Papazın Çayırı olduğuna karar verirler. Konu Başkâtip Cevat Bey aracılığı ile Padişah 2. Abdülhamid’e açılır. Önce bu isteği ret eden 2. Abdülhamid daha sonra kabul eder. Saha yıllığı 30 Altın Lira kira ile İngilizlere ait olan Union Clup’e 20 yıllığına kiralanır. Derhal İngiltere’den çim getirilerek sahaya ekilir, 100 kişilik bir tribün inşa edilir.  Union Club isimli saha resmen 17 Ocak 1909 tarihinde FB-GS maçı ile açılır ve bu maçın sonucu GS 2- FB 0 olur.


1914 yılında başlayan 1. Dünya savaşında Osmanlı Almanya ile dost,  İngilizlerle ise düşman konumundadır. Bu durumda İngilizler Union Clup Sahasıyla ilgilenmezler. 1915 yılında sahipsiz kalan Union Clup tesislerine İttihatçılar el koyar. Sahanın adı İttihat Spor Sahası olur. İttihat Sporun takımı ise Altınordudur. Dolayısıyla sahanın kullanıcısı Altınordu Takımı olmuştur. Cumhuriyetten sonra İttihat Ve Terakki Fırkası tarihe karışmış ancak takımı Altınordu devam etmektedir. Saha da onlara aittir.

Raşit Aydınoğlu isimli kişi 1921 yılında İttihat Spor isimli kulübü yeniden kurmuştu. Fenerbahçelilerin ‘şu stadı sat’ ısrarlarına aldırmıyor ve asla satmaya yanaşmıyordu. Bu duruma zamanın Fenerbahçeli Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu çare bulur. ‘Aynı semtte iki takım varsa bu takımlardan üye sayısı fazla olan faaliyetini sürdürebilir’ şeklinde meclisten tek maddelik bir yasa çıkarttırır. Dolayısıyla üye sayısı fazla olan Fenerbahçe faaliyetine devam edecek, Milli Emlake devredilecek olan İttihat Spor Kulübü faaliyetine devam edemeyecekti. İttihat Sporun takımı Altınordu ise ortada kalacaktı. Bu olay bir kırılma noktasıdır. Eğer Fenerbahçe’nin güçlü lobisi olmasa belki de bugün Kadıköy’ün takımı Fenerbahçe değil o yıllarda Galatasaraylıların kardeş kulübü olan Altınordu olacaktı. Forma renkleri kırmızı-mavi olan Altınordu takımı bugün 2. Amatör kümede oynamaktadır.

1921 yılında Taksim Kışlası stat olarak kullanılmaya başlayınca Fenerbahçe Stadı önemini kaybeder. 1929 yılında Milli Emlak sahayı Fenerbahçe’ye kiralar. 25 Ekim 1929 da bir spor bayramı ile açılan Stadın adı Fenerbahçe Stadı olur. Önce altı beton üstü ahşap 2000 kişilik tribün yapılır. Sonra karşısına 1500 kişilik ikinci tribün inşa edilir. Stat 13 Mayıs 1932 tarihinde Vali Muhittin Üstündağ’ın katıldığı bir törenle açılır.


 5/6 Haziran 1932 gecesi Fenerbahçe’nin Kuşdilindeki Lokali yanmıştır. Daha sonra Maliye Vekâleti’nin 6 Temmuz 1932 tarih 1213 sayılı önerisi ile Milli Emlak sahayı Fenerbahçe Kulübüne 9000TL(1000 Reşat Altını) bedele, 10 ay taksitle satmıştır. Bu miktarın 500 TL si Atamız tarafından verilmiştir. 27 Mayıs 1933 de Stat resmen Fenerbahçe’nin malı olmuştur. Bu şekilde Fenerbahçe Ülkede ilk mülk sahibi olan kulüp olmuştur. Bütün bu işlemlerin gerçekleşmesinde o sıralarda Adliye Vekili olan Şükrü Saraçoğlu’nun büyük etkisi bulunmaktadır.

Şükrü Saraçoğlu cumhuriyetin tek partili döneminde etkili bir devlet adamı idi. Bu dönemde 1934-1950 yılları arasında 16 yıl kesintisiz Fenerbahçe’nin başkanlığını yapmış, sadece 1950-1951 döneminde kısa bir süre kulübe ekonomik olarak devamlı destek veren Ali Muhittin Hacı Bekir başkan olmuştur. O yıldan sonra artık yeni dönemin etkin kişileri Fenerbahçe’de göreve gelecektir.

2. Dünya savaşı sonrası (1939-1945) 1947 de Dolmabahçe’de Mithat Paşa Stadı inşa edilir. Futbol popüler olmuştur.1948 de Fenerbahçe Stadı büyültülmek istenir, eşya piyangosu düzenlenir. 27 basamaklı 7.000 kişilik kale arkasındaki tribün yapılır. Ardından Kapalı Tribün karşısına 18.000 kişilik beton tribün yapılır.13 Şubat 1949 da Vali Lütfü Kırdar tarafından açılış yapılır. Avusturya’nın Wacker takımıyla oynanır FB maçı 4-2 kazanır.  Ancak borçlar ödenmez, banka 17 Ocak 1951 de stadı 760.000TL değer biçerek icradan satılığa çıkarır. Kulübün idarecilerinden Rüştü Dağlaroğlu’nun gayretleri ile borçlar bir şekilde halledilir ve 28 Haziran 1952 tarihinde stat tekrar Fenerbahçe’nin hizmetine girer.


 23 Ocak 1960 da Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes’in Başbakan olduğu dönemde stadın büyültülmesi çalışmalarına başlanır. Ancak 27 Mayıs 1960 tarihinde ihtilal olur ve bu faaliyet yarım kalır.

1962 de stat 70 yıllığına Fenerbahçe’ye kullanma hakkı verilerek Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğüne devredilir.1965 yılında Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü stadı yıkar ve yenisini inşa etmeye başlar. 17 yıl süren inşaat sonrası 19 Eylül 1982 de stat Fenerbahçe –Altay maçı ile açılır. Bu olayda Fenerbahçe Kulübü stadın mülkünü Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğüne devretmiş dolayısıyla inşaatın yapımını da onlara yüklemiştir. Öte yandan uzun süre stadı kiralayarak tesisin sahipliğini de devam ettirmeyi başarmıştır. Ancak bana göre 36 dönüm arsa içersindeki stadın mülkünün devri çok doğru değildir. Eski statta kaleler deniz ve demiryolu tarafında iken yeni statta Kurbağalıdere ve Okul tarafında olmuşlardır. Ancak seyirciler yeni statta kolonların önlerine gelmesi dolayısıyla rahat maç seyredememektedirler.

1998 yılında Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü ile üç büyük kulüp arasında yapılan genel bir protokolle statları kendilerine 49 yıllığına kiralanmıştır. 


1999 yılından sonra yeni bir döneme giren Fenerbahçe’de stadın komple yenilenmesi için karar alınır. Karar sonrası, önce 1999-2000 sezonunda Kurbağalıdere tarafındaki açık tribün yıkılıp yerine Migros’un sponsorluğunda yenisi yapılır. 2000-2001 sezonuna yetişen stat Fenerbahçe- İstanbulspor maçı ile açıldığında 30.000 kişilik olmuştur.

Aynı sezon Okul tarafındaki açık tribün de yıkılır burası da Telsimin sponsorluğunda inşa edilir. 6 Mayıs 2001 de FB nin 2-1 galip geldiği FB-GS maçı ile açılan stat 42.000 kişilik olmuştur. Bu arada Şubat 2009 dan sonra tribünün adı Telekom olarak değiştirilmiştir.

Maraton tribünü ise 2001 de yıkılıp yeniden inşa edilir ve 16 Şubat 2002 tarihinde yine FB nin 2-1 galip geldiği FB-GS maçı ile stat 50.000 kişilik olarak açılır.

Son olarak Mart 2005 de Numaralı Tribün yıkılıp yeniden inşa edilir ve son Fenerium Tribünü ile Nisan 2006 tarihinde stat 50.530 kişilik kapasite ile açılır.


2000 li yıllardaki bu safhalara bakarsak, Fenerbahçe mülkü kendisinde olmayan stadı yeniden inşa ettirmiştir. Ancak işin önemli kısmını sponsorlarla gerçekleştirdiği için üzerine fazla bir yük gelmemiştir.

Tahminimce, stadı tek tek tribünleri yıkarak yeniden inşa etmek yöntemi önceden planlanmıştı. Zira tesisin tamamını yıkıp sıfırdan yeni bir stat yapma yoluna gidilse idi, tesis ortadan kalkacak mülk arsa haline girecekti. Eğer kira mukavelesi tesis ile ilgili ise tesis ortadan kalkmış olacağından belki de o zaman kira mukavelesi geçersiz olabilecekti. Halbuki bu şekilde Kulüp, Stadı tadilat projeleri ile yenilemiş oluyordu. Fenerbahçe kulübü akıllı bir iş yapmıştı bence.

20 Mayıs 2009 da Fenerbahçe Stadında 2008-2009 sezonu UEFA Kupası finali Shaktar Donetsk- Werder Bremen (2-1) arasında oynandı.

20 Mayıs 2011 de statta 50.000 kadın seyirci Fenerbahçe’nin maçını seyrederken dünyada ilk defa böyle bir olay yaşanıyordu. 36 Dönüm alan içersinde bulunan statta futbol sahası 105/68MT ölçülerinde olup özel seyirciler için 100 WİB locası bulunmaktadır.

Özellikle ev sahibi takım açısından baktığımda, stadın iç mekânını beğenirim. Ancak dış görünüşünün bir stattan çok alış veriş merkezine benzemesini yadırgarım doğrusu.

Ben Fenerbahçeliyim. Dolayısıyla Fenerbahçe ile ilgili bir konuyu tek yazı ile geçmeyeceğim. Gelecek yazıda da konuya devam edeceğim.

ARİF ATILGAN MİMDAP KASIM 2012

2 Ekim 2014 Perşembe

Kent Mektupları



ALİ SAMİ YEN STADI
Arif Atılgan
1905 yılında kurulan Galatasaray Kulübü, Taksim Stadının açıldığı 1921 yılına kadar maçlarını Kadıköy’deki Fenerbahçe’ye ait sayılan Union Clup stadında oynamıştı. 1921 yılından sonra ise diğer takımlar gibi Taksim Stadını kullanmaya başlamıştı. 1939 yılında Taksim Stadının içersinde bulunduğu tarihi kışla yıkılınca özellikle Galatasaray zor durumda kalmıştır. Zira bu arada Fenerbahçe Kadıköy’de, Beşiktaş ise Ortaköy’de kendilerine stat yapmışlardı. Galatasaray 1947 yılında İnönü Stadı inşa edilip faaliyete geçinceye kadar maçlarını diğer statlarda oynamak durumunda kalmıştır.
Galatasaray Kulübü, 1933 yılında Başkan Ali Haydar Barşal öncülüğünde kendilerine ait bir stat inşası için çalışmalara başladı.
1930 yılında Mecidiyeköy’de çevrede gerekli meyvelerin bulunması gerekçesiyle Likör Fabrikası kurulmuştu. Burası dünyada direkt meyveden likör üreten tek fabrika idi. Ali Haydar Bey ise Likör Fabrikasının yanındaki Tekele ait olan dutluk arazinin stat yeri olarak kendilerine uygun olduğunu düşünmekteydi. 1933-1935 yılları arasında Devlet Yetkilileri ile görüşüldü. Arsa Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü tarafından satın alındı, Galatasaray’a 30 yıllığına yıllığı 1 TL bedelle kiralandı. Anlaşmaya göre Galatasaray Kulübü buraya modern bir stat ve bisiklet veledromu (pisti) yapmayı taahhüt etmişti. 
1924 yılında Şişli-Mecidiyeköy. Sağdaki Yolun Altına Likör Fabrikası ve Ali Sami Yen Stadı Yapılacak.

1936 yılında Türk Sporunu Koruma Kurumu Başkanı Adnan Menderes tarafından maddi yardım temin edilerek stat inşaatı için hafriyat çalışmalarına başlanır. Ancak maddi sıkıntılar sebebiyle çalışmalar o safhada kalır. 1940 yılında Kulüp Başkanı Tevfik Ali Çınarın döneminde konu tekrar gündeme getirilir. Savaş yılları olması sebebiyle çalışmalar ağır yürür. 1943 yılında Başkan Osman Dardağan’ın zamanında tekrar faaliyete başlanır. 24 Eylül 1944 günü Galatasaray burada ilk maçını Süleymaniye ile oynar. Maçı 7-0 kazanır. Stat 1945 yılında Başkan Muslihittin Peykoğlu zamanında cadde tarafında inşa edilen 500 kişilik tribün ile resmen açılır. Ancak şehre çok uzak ve aşırı rüzgâr alması sebebiyle fazla kullanılamamaktadır. Zaten 1947 yılında İnönü Stadının açılması ile Galatasaray da diğerleri gibi maçlarını İnönü Stadında oynamaya başlar.

1955 yılında Mecidiyeköy’deki arsanın kullanım süresi 2007 yılına kadar uzatılır ve Galatasaray’ın kendi stadını inşa etmesi arzu edilir. Ancak bir süre sonra Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü Galatasaray’ın bu işi yapamayacağını görerek işi üstlenir. 1960 yılında temel atılır. 1961 yılında Başkan Refik Selimoğlu’nun döneminde Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü ile yapılan anlaşma ile inşa edilecek stadın üst kullanım hakkı Galatasaray’a verilir. 1962 yılında hızlandırılarak tekrar başlatılan inşaat faaliyetleri sonunda stat 20 Aralık 1964 tarihinde oynanan Türkiye-Bulgaristan milli maçı ile açılır.

İlk gün yaşanan izdiham sebebiyle yeni açık tribünde üst kattan alt kata düşen seyircilerden 1 kişi ölmüş birçok kişi de yaralanmıştı. Bu olaydan sonra stada ‘kaçak inşaat’ prosedürü uygulandı. Sahasının ölçüleri 105/65 MT olan stada Galatasaray’ın 1 Nolu üyesi ve kulübe toplam 14 yıl başkanlık yapmış olan Ali Sami Yenin adı verildi.

                              Ali Sami Yen Stadı İlk Yıllarında. Henüz Çevre Yolu Yapılmamış. 
Ali Sami Yen Stadının açılış maçına mahallemizden arkadaşlar gitmişti. Maçı radyodan dinlerken kalabalık sebebi ile kaza olduğunu öğrenmiştik. O akşam merakla maça giden arkadaşlarımızın dönmesini bekledik. Haber alma olanağı yoktu o zamanlar. Arkadaşlarımız akşamüstü mahalleye döndüler ve olayları bize anlattılar. Rahatlamıştık. Ancak sabah gazetelerde 1 kişinin öldüğünü okuyunca üzülmüştük.
Faaliyete geçmesinden birkaç yıl sonra, 1973 yılında açılacak olan, 1. Boğaz Köprüsünün planlanması ve bu köprünün bağlantı yollarından birinin neredeyse stadın Yeni Açık Tribününe teğet geçmesi Türkiye’de işlerin ne kadar plansız yapıldığının kanıtıdır.
                                           Ali Sami Yen Stadı Açık Tribünü Ve Çevre Yolu. 
Ali Sami Yen Stadı, 1972-1980 yılları arasında 1. Boğaz Köprüsünün bağlantı yollarının inşaat çalışmaları, 1984-1986 yılları arasında çimlerinde yaşanan sorunlar, 2003-2004 yılları arasında ise yıkılıp yeniden yapılması için takımın maçlarını Olimpiyat Stadında oynamaya başlaması nedenlerinden dolayı 3 defa Galatasaray tarafından terk edilmiştir.
Stadın açılışından sonraki serüveni oldukça hareketli idi:
-1965 yılında ışıklandırıldı, 1970 li yıllarda İnönü Stadı kullanıldığı için burası antrenman sahası olarak kullanıldı.
 -1979 yılında Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü stadı geri aldı,  1981 yılında çimlendirildi, 1993 yılında ise ışıklandırması yenilendi.
-1996 yılında yeniden inşası için Kanadalı bir mimarlık bürosuyla anlaşıldı, 1998 de yeni stadın tanıtımı yapıldığında ilgi topladı ama para bulunamadı.
-2001-2002 yılları arasında projede maliyetleri aşağı çekme çalışması yapıldı ama ekonomik kriz nedeniyle yine inşaata başlanamadı. Daha sonra Devlet Yetkilileri Ali Sami Yen Stadının arsasının artık kentin merkezinde kaldığını, stadın başka bir alanda yapılması gerektiğini önerdiler.
-2004-2005 yıllarında genel bir tadilatla yine Ali Sami Yen Stadına dönüldü.
-2007 de yeni stadın Seyran Tepede yapılmasına karar verildi ve Ali Sami Yenin arsasına karşılık Galatasaray’a yeni stadının inşa edilmesi kararlaştırıldı, 13 Aralık 2007 tarihinde temel atıldı, 2011 yılında stadın tamamlanması sebebiyle Ali Sami Yenin yıkılmasına karar verildi.
 -Ali Sami Yen Stadındaki son maç, 11 Ocak 2011 tarihinde Galatasaray’ın 3-1 kazandığı Galatasaray- Beypazarı Şekerspor arasındaki Türkiye Kupası maçı oldu.
                                                 Ali Sami Yen Stadı Yıkılmadan Önce.
Seyrantepedeki yeni stada Telekom’la yapılan sponsorluk anlaşması gereği 2009-2010 sezonundan itibaren 10 sezonluğuna Türk Telekom Arena adı verildi. Ancak eski stada ismi verilen Ali Sami Yene vefa olarak Türk Telekom Arena’ya Ali Sami Yen Spor Kompleksi adı da eklendi.
Türk Telekom Arena Ali Sami Yen Spor Kompleksi 15 Ocak 2011 tarihinde 0-0 biten Galatasaray-Ajax maçı ile açıldı. Stat 52.650 kişilik olup içersinde 46.000 koltuk, 157 loca, 5.500 Vip koltuklar bulunmaktadır.
             Seyran Tepede Yeni İnşa Edilen Türk Telekom Arena Ali Sami Yen Spor Kompleksi.
1960 lı yılların ikici yarısıydı. Yeldeğirmeni takımı olarak yaz sezonunda Dikilitaş takımı ile özel maç yapacaktık. Maç onların sahası olan, o yıllarda fulya tarlası olarak bilinen Fulya Sahasında idi. Fulya Sahası Ihlamur Sarayının yanından Ali Sami Yen Stadı istikametine doğru giden dar bir caddenin sağ tarafında yoldan düşük kotta idi. Sahadan sonra arazi tekrar yukarı doğru dik bir şekilde devam ediyordu. O zaman etraf bomboştu. Dikilitaşlılar burada “keyif sahibi” bazı insanların bülbül dinleyip “keyif” yaptıklarını anlatmışlardı. O akşam Ali Sami Yen Stadında da maç vardı. Ben bir kaç arkadaşımla kendi maçımızı oynadıktan sonra o maça gitmek istiyordum. Nitekim maçımızı oynadıktan sonra kısa yoldan yürüyerek Ali Sami Yen Stadına gitmiştik. Ancak bu yolculuk keçi yolu tabir edilen patika yollardan adeta tırmanarak gerçekleşmişti. Zira o yıllarda buraları dağ başı denilebilecek şekilde idi. Sokak cadde yoktu.
Ali Sami Yen Stadı Ihlamurdan Mecidiyeköy’e çıkan vadinin tepesinde tek başına bulunmakta idi. O zamanlar insanlara çevrenin bugünkü duruma geleceği anlatılsaydı hiç te inandırıcı olunamazdı herhalde.
Galatasaray’lıların özellikle Avrupalı rakipleri için Ali Sami Yen Cehennemi olarak adlandırdıkları stadın beğenilecek bir mimarisi yoktu. Ayrıca depreme karşı da çok zayıf olması sebebiyle yıkılması hayırlı oldu diye düşünürüm. Ancak boşalan arsaya inşa edilecek gökdelenlerin kente etkilerinin olumlu mu olumsuz mu olacağı merak konusudur.  
ARİF ATILGAN ŞUBAT 2013