29 Eylül 2013 Pazar


Mimarlara Mektuplarım



Suhulet’ten Tüp Geçit’e İstanbul Boğazı

Arif Atılgan

    Bugünlerde, İDO’nun Sirkeci-Harem arasında çalıştırmak üzere dört yeni arabalı vapur inşa ettirdiği ve ilk sefere konacak geminin adının da “Suhulet” olacağı medyada yer almaktadır. Suhulet, tarihteki ilk arabalı vapurun adıdır ve bunu çoğu insan bilmemektedir.

Suhulet Gemisi

Osmanlı zamanında İstanbul Boğazı’nda karşıdan karşıya insan, hayvan, araba ve yük taşıması, sandallar ve mavnalarla yapılırdı. 1800’lü yıllara gelindiğinde önceleri Ruslar ve İngilizlerin kendi gemileriyle yaptıkları insan ve eşya taşımacılığı, 1851 yılından itibaren yeni kurulan Şirket-i Hayriye’nin Boğaz vapurlarıyla sağlanmaya başlanmıştı. Ancak zorunlu olarak hayvanlar ve arabalar yine sandallar ve mavnalarla taşınmaya devam etmişti.

Özellikle Osmanlı ordusunun karşı kıyıya geçişlerinde büyük sıkıntı ve kargaşalar meydana gelmekteydi. Sadece askerler ve silahları değil, topların, arabaların, onları çeken atların, öküzlerin de sandal ve mavnalara bindirildiği düşünülürse bu sıkıntı ve kargaşanın büyüklüğü açıkça anlaşılacaktır.

O yıllarda dünyada da bu soruna çözüm henüz bulunamamıştır. Sadece İngiltere de Thames nehrinde iki kıyı arasına gerilen zincire bağlanan sallar kullanılmaktaydı ki bu çözümün İstanbul Boğazında geçerli olamayacağı çok açıktır.

1867 yılında Şirket-i Hayriye’nin Umum Müdürlüğüne getirilen Hüseyin Haki Bey bu soruna çözüm bulmak istemektedir. 1894 yılına kadar görevinde bulunan Hüseyin Haki Bey Şirket-i Hayriye’nin başına geçtikten sonra, muhasebede çift defter tutmak, vapurlara şikâyet defteri koymak, iskelelere tarife ve saat koymak, Boğaz köylerine ulaşabilmek için oralara iskeleler yapmak, vapurlara cankurtaran simidi koymak gibi yenilikler yapmış, değerli bir yöneticidir. Bu konuda da iki burunlu bir gemi düşünmüş ve iki ucuna kapaklar takılarak alt kattaki düzlüğe araba ve hayvanları, üst kata ise insanları yerleştirmeyi planlamıştır. Bu gemi iki istikamete de gidebilecektir.

Düşündüklerini 1870 yılında projelendiren Hüseyin Haki Bey, geminin yapım işinin İngiltere’de olmasını doğru bulmuştur. Hasköy Tersanesinin memurlarından İskender Efendi ve tamirci Mehmet Usta’yı, hazırladığı projelerle birlikte, geminin inşası sırasında ilgilenmeleri için İngiltere’de bulunan Maudslay Sons and Elelds Tersanesine gönderir. Burada üç ay içersinde yapımı bitirilen gemi, İstanbul’a bir İngiliz kaptan tarafından getirilir. Bu arada teknenin su kesimi mesafesi az olduğu için yolda oldukça tehlikeli zamanlar da geçirilmiştir. 26 baca numarası verilen bu gemiye “kolaylık” anlamında Suhulet adı konmuştur.

Suhulet, ilk seferine bir topçu kıtasını Üsküdar’dan Kabataş’a taşımak üzere çıkmıştır. Ancak askerî birliği almak üzere Üsküdar’a gelindiğinde manzara kötüdür. Mavnacılar mavnalarını iskeleye bağlamış, kendileri ise hemen kıyıdaki kahvehanelerde oturmaktadırlar. Sandalcılar da sandalları ile denize açılmışlar geminin ilerlemesini engellemektedirler. Konuya sıcak bakmayan bu insanlar sebebiyle Suhulet iskeleye bir türlü ulaşamamaktadır.

Karşı kıyıya geçecek olan topçu kıtası ise Tarihî Çeşme’nin önünde yığılıp kalmıştır. Durumun zorluğunu anlayan topçu kıtası komutanı binbaşı, derhal üç topluk bir yarım bataryayı bulunduğu yerde konuşlandırarak kararlı bir şekilde top namlularını bu engelleyicilere çevirttiğinde durumun ciddiyetini anlayan sandal ve mavna sahipleri teknelerini uzaklaştırmak zorunda kalmışlardır. Ve Suhulet ilk yolcularını almak üzere Üsküdar İskelesine yanaşabilmiştir.

İşte bu gemi dünyanın ilk arabalı vapurudur ve bu buluş Hüseyin Haki Bey’e aittir.

1870’li yıllarda 45,7 m. boyu, 8,5 m. eni olan, yandan çarklı, saçtan yapılmış ilginç tekne İstanbul Boğazı’na ayrı bir hava getirmiştir. Daha sonra feribot adı verilen bu gemiler bugün hâlâ bütün dünyada büyük bir ihtiyacı karşılamaktadırlar.

Bu şekildeki taşımacılık büyük kolaylık ve rahatlık getirmiş, hemen aynı tipte ikinci gemi sipariş edilerek satın alınmıştır. 27 baca numaralı bu geminin adına da “iki sahili birleştiren” anlamında “Sahilbent” denilmiştir.

1915 yılında Çanakkale Savaşlarında da görev yapan bu iki gemiden Suhulet 1961 yılında, Sahilbent ise 1959 yılında tamir geçirerek 1996 yılına kadar şehir hatlarında hizmet etmiştir.

İstanbul Boğazı’nda Suhuletle başlayan taşıma sistemi 100 yıl sürmüştür. Bu süre içersinde İstanbul’un nüfusu daima bir milyonun biraz altında olmuştur.1970’li yıllarda ise nüfusu iki milyonun üzerine çıkan İstanbul’da artık arabalı vapurların, Boğaz’ın iki yakası arasında at arabalarını değil motorlu taşıtları götürüp getirmeye başladığı ve yetemez olduğu anlaşılmıştır. Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı Boğaz’a köprü gereksinimi düşünülmüş, 1973 yılında birinci, 1988 yılında ise ikinci Boğaz köprüleri hizmete sokulmuştur.

Boğaz köprülerinin devreye girmesinden sonra ise yeni sorunlar ortaya çıkmış, onlara hizmet eden çevre yolları etrafında oluşan çarpık yapılaşmalar kenti kuzeye doğru sağlıksız bir şekilde büyütmüştür. Haksız rant sağlanmasının da tetiklediği bu büyüme sonucunda İstanbul’da sağlıksız bir nüfus patlaması yaşanmıştır.

1927 yılında yapılmış olan ilk sayımda, Türkiye’nin nüfusu 13.648.000 iken İstanbul’un nüfusunun 680.857; 2000 yılındaki son sayımda ise Türkiye’nin nüfusu 67.800.000 iken İstanbul’un nüfusunun 10.018.000 olduğu görülmektedir. Yani 1927 yılında ülkenin % 5’i, 2000 yılında % 15’i bu kentte yaşamaktadır. 2007 yılında ise İstanbul’da yaşayan insan sayısının 15 milyonu bulduğu tahmin edilmektedir ki bu durum ülke nüfusuna olan % 15 oranının % 20’lere kadar yükseldiğini göstermektedir.

Ayrıca kentteki lastik tekerlekli araç sayısı 2000 yılı istatistiklerine göre 2.166.070 olup bu sayının 2007 yılında 2.500.000’i bulduğu sanılmaktadır.

İşte böyle bir kentte, köprüler vasıtasıyla, lastik tekerlekli araçlara binmiş insanların, araçlarıyla birlikte seyahat etmelerini sağlamak yerine, sadece insanları vagonlara bindirerek seyahat ettirmenin doğru olduğu düşünülmüş ve raylı toplu ulaşım sistemine geçmeye karar verilmiştir. Bu sebepten de Boğaz’ın altına inşa edilecek tüp geçit içerisinden raylı sistemi çalıştırmak düşünülmüştür.

Yakında bitecek ve çalışmaya başlayacak olan bu raylı tüp geçitten başka, ayrıca lastik tekerlekli araçlar için de bir tüp geçit düşünülmektedir ki bunun ne yarar getireceği anlaşılamamaktadır.

Suhulet’in göreve başladığı 1870 yılından 2000’li yıllara kadar İstanbul Boğazı’nın iki yakası arasındaki taşıma ve ulaşım, önce arabalı vapurlarla sonra köprülerle ve en son olarak tüp geçitlerle sağlanacak şekilde değişim göstermiştir.

Tarif ederken “güzel” kelimesinin yetersiz kaldığı, “sihirli bir kent” olan İstanbul’a bu hizmetler yapılırken, kentin tarihî ve kültürel kimliğine zarar verilmesi ise işin üzüntü verici tarafıdır.

Bugün Sirkeci-Harem arasında çalışacak olan yeni Suhulet’ten sonraki ilk iki geminin adları kesinlikle Sahilbent ve Hüseyin Haki olmalıdır. Zira Suhuletten 137 yıl sonra Boğaz’ın iki yakasını birleştiren tüp geçidin üzerinden, buradaki ilk geçişi sağlayan gemilerin ve onların mucidinin adlarını taşıyan arabalı vapurların çalışması anlamlı ve heyecan verici olacaktır. Ayrıca hâlâ arabalı vapurlara ihtiyaç duyulması da oldukça düşündürücüdür. Hüseyin Haki Bey’in ismi, 1963 yılında şehir hatlarındaki bir arabalı vapura verilmiş, ancak bu vapur 1980’li yıllarda seferden kaldırılmıştı. Bugünlere nasıl gelindiğini anımsarken, 1895 yılında kaybettiğimiz bu değerli insanı saygıyla analım istedim.

Arif Atılgan Mimarlara Mektup Eylül 2007

22 Eylül 2013 Pazar

BÜYÜK KULÜP (CERCLE D'ORİENT) SAHİLİ


Mimarlara Mektuplarım



BÜYÜK KULÜP (CERCLE D'ORİENT) SAHİLİ

Arif Atılgan

1882 yılında İngiliz Elçisi Sir Alfred Sandison’un çalışmaları ile “Cercle a’Pera” adıyla kurulan bu kulübün ilk başkanı Baron de Hirschfeld olmuş, 1884 yılında ise kulüp, “Cercle d’Orient” adını almıştır. Cercle d’Orient, “doğu kulübü”, “doğu dairesi” gibi çeşitli anlamlara gelebilmektedir. Bir müddet toplantılarını çeşitli sefarethanelerde yapan yönetim kurulu, aynı yıl Abraham Paşa tarafından Beyoğlu’nda mimar Alexandre Vallaury’ye yaptırılan binaya geçmiştir. Bu bina İstiklal Caddesi’ndeki Emek Sineması’nı da içine alan Serkldoryan (Cercle d’Orient) binasıdır. Kulüp, ileriki yıllarda Anadolu yakasında Çiftehavuzlar sahiline taşınmış ve adını da Büyük Kulüp olarak Türkçeleştirmiştir.

2002 yılında Büyük Kulüp Derneği, deniz tarafındaki sahiline bir marina yapma girişimi başlatmıştır. Kulübün İstanbul Valiliği’ne verdiği 15.08.2002 tarihli dilekçede “...deniz tarafına Kulübümüz üyeleri ve misafirleri için marina yapmayı planlamaktayız” denilmekte ve bu dilekçenin, takdim edilen mevzi imar planının onanması için, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na intikali istenmektedir.

Aynı dilekçe, altına zamanın valisi tarafından elle yazılan şu notla İstanbul Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü’ne havale edilmiştir: “Bayındırlık ve İskan Md.ne, İstanbul Turizmi için bu çok olumlu projenin süratle uygulanabilmesi için Valiliğe düşen görevler hk. Gereğini önemle rica. 16/8/2002”

İstanbul Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü’nün 11 Eylül 2002 tarihinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na yazdığı yazıda ise durum açıklanmış ve “konunun 3621/3830 sayılı Kıyı Kanunu uyarınca değerlendirilmesi” hatırlatılmıştır.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın 12.8.2004 tarihinde onadığı, ancak ilgili Koruma Kurulu’nun 1/5000 planı olmadan bakmadığı bu plan 2005 yılında Mimarlar Odamız tarafından açılan dava sonunda yürütmeyi durdurma kararı ile iptal edilmiştir.

Bu arada adı geçen dernek, sahile kaçak olarak, yetkili yetkisiz herkesin gözü önünde, ortalığı toza, dumana katarak bir ada inşa etmiştir. Resmî yazışmalarda 1800 m2 alana sahip, kıyıdan 8-10 metre açıkta bulunan ve “Güneşlenme Terası” adıyla anılmakta olan bu adacık, Temmuz 2006’dan bu yana Büyük Kulüp üyelerinin güneşlenmelerine hizmet etmektedir.

Ağustos ayı başlarında önce Kadıköy Belediyesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) ve sonra İBB Kadıköy Belediyesi’ne, böyle bir kaçak adacığı tespit ettiklerini ancak yıkmak için bünyelerinde gerekli araç gereçlerinin bulunmadığını, mümkünse diğerinin burayı yıkması için yazışmalarda bulunmaktadırlar.

Bu arada, bu kaçak oluşumdan cesaret alan Moda Deniz Kulübü de 8 Ağustos 2006 tarihinde İstanbul Valiliği Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü’ne başvurarak Büyük Kulüp önünde yapılmış olan “lido” yu (bu tip adacıkların adı lido olsa gerek) örnek göstermiş ve Moda Burnunda yıllardır kullandıkları seyyar lidonun yanına bir de sabit lido yapma izni istemişlerdir.

İstanbul Valiliği, bu yazı üzerine Kadıköy Kaymakamlığı’na bir yazı yazarak adı geçen Büyük Kulüp’e ait lidonun incelenmesini ve gereğinin yapılmasını istemiştir.

Ancak 21.12.2006 tarihinde İstanbul Defterdarlığı ile Büyük Kulüp arasında yapılan ön izin sözleşmesi olayın seyrini değiştirmiştir.

Bu “Kullanma İzni Ön İzin Sözleşmesi”ne göre, 30.500,00 YTL bedelle bir yıllığına Büyük Kulüp’e ön izin verilmiş, bu süre içersinde bu sahile inşa edilecek olan (demek şu andaki adacığı inşa edilmemiş sayıyorlar) 700 m2’lik iskele alanına ait 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planlarla uygulama projesinin onaylatılması istenmiştir.

Bu amaçla Büyük Kulüp, çalışmalarına devam etmiş, 2.2.2007 tarihinde İstanbul Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü’nün, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na konuyla ilgili bir yazı yazması sağlanmıştır.

Bu serüven şimdilik Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın Kadıköy Belediyesi’ne görüş sorması ve Kadıköy Belediyesi’nin, sadece daha önce yıkmak için çaba gösterdiği güneşlenme terasına olumlu baktığını belirten cevap yazısı ile son bulmuştur.

Ancak...
Büyük Kulüp, halkın malı olan dolgu alan önüne denize kaçak bir ada inşa etmiş, dolayısıyla Kadıköy’ün haritasını değiştirmiştir.

Ayrıca Moda Deniz Kulübü’nün girişimlerine bakılırsa bu durum örnek alınacak ve etkin olan her kurum veya kişi kendine bir adacık oluşturabilecektir. Bu durumda kamu hakkı, yasa, yönetmelik vs. gibi tüm kavramlar zedelenmektedir.

Büyük Kulüp yönetici ve üyelerinin tüm halkımız tarafından tanınan ve insanlara örnek olması gereken kişiler oldukları da bilinmektedir.

Bu derneğin tüzüğünün amaç maddesinde, Türk kültür ve sanatının gelişmesine yardımcı olmak için çalışmalar yapılmasından bahsedilmektedir. Herkes tarafından bilinir ki en önemli kültür, başkalarının hakkına saygı göstermektir.

Büyük Kulüp üyeleri oradan geçen halkın yerine kendilerini koyarak empati yapmalı ve kamu vicdanının nasıl sızladığını hissetmelidirler.

Biz Mimarlar Odası olarak, konuya müdahil olacağımız zamanı bekleyerek, şimdilik gelişmeleri takip etmekteyiz.

ARİF ATILGAN Mayıs 2007 Mimarlara Mektup