31 Temmuz 2017 Pazartesi

AFETLER BİTER Mİ?
Arif Atılgan

Arsasına, evine 1m2 fazla inşaat hakkı almak istemeyen var mı?
1 Bodrum kat veya 1 çatı katı daha fazla yapmak istemeyen var mı?
Manzaramı kapatıyor diye önündeki ağaçları kesmeyen var mı?
Doğa deyince çimi hatta suni çimi anlamayan var mı?
Bahçesinin her tarafına beton döküp binasının tesisleştiğini düşünmeyen var mı?
Fırsat bulduğunda kaçak kat yapmayan var mı?
Kendi mahallesine 3, 4, 5, 6, 7 emsal istemeyen var mı?
Kepçeyi, inşaat demircisini, beton mikserini sigarasını yakıp seyretmeyen var mı?
Bodrum katın atık suyunu yakındaki dereye akıtmayan var mı?
Derelerin altının, üstünün betonla kapatılıp kanal haline getirilmesine itiraz eden var mı?
Tarlasına, zeytinliğine, bahçesine imar gelmesi için siyasetçilere baskı yapmayan var mı?
Apartmanının, okulunun bahçesine beton döktürüp otopark yaptırmayan var mı?
Betonu sevmeyen, beton kelimesiyle orgazm olmayan var mı?
Bina, bahçe, yol ile ilgili her sorunu beton denilen sihirli malzemeyle çözmeyen var mı?
Tarihi eser binasını tescilden çıkarıp apartman imarı istemeyen var mı?
Tescilli binasını restore ederken bahçenin tamamında bodrum kat yapmayan var mı?
Balkonu evin içine kattığında kendini dahi gibi görmeyen var mı?
Sokağına yağmur suyu kanalı isteyeceğine arsasına kat istemeyen var mı?
Köyüne imar gelmesini istemeyen var mı?
Dere taşma alanındaki arazilerinin imara açılmasını istemeyen var mı?
Ormanlara, Cennet Koylarına site yapmayan var mı?

Yukarıdaki soruların hepsine demiyorum, yarısına samimiyetle Hayır cevabını verebilen var mı?

Arif Atılgan sözünü tekrarlıyorum: ‘Ranta karşıyım ama benim rantım hariç’ anlayışı bitmeden RANT ta AFETLER de bitmez.
ARİF ATILGAN TEMMUZ 2017




25 Temmuz 2017 Salı

İSTANBUL’DA DENİZ İLE İNSAN İLİŞKİSİ
Arif Atılgan

İstanbul’da ilk denize girenler yabancı uyruklulardır. 1900’lerin başında Moda’da İngilizler, 1920’lerde Florya’da Ruslar denize giriyorlarmış. Onları gören vatandaşlarımız önce kapalı deniz hamamlarında, sonra açıkta denize girmeye başlamışlar. Her şeyin ilkinin İstanbul’da olduğunu düşünürsek Ülkemizde ilk denize girme vakaları İstanbul’da yaşanmıştır diyebiliriz. Hep denizle iç içe olunmuş burada. Yıllarca tüm Türkiye’ye sayfiye görevi üstlenilmiş.

                                         Moda Plajı En Eski Plajdı

1970’li yıllara kadar kent içinde denize girmek plajlar vasıtasıyla olmuştu. Plajlar, çoğunlukla parayla girilen tesislerdi. Her ilçenin çocuklarının yüzme öğrendiği deniz kıyısı ayrıydı. Örneğin: Kadıköy’ün bütün çocukları Kalamış’ta, ya sandalın ipine ya da iskelenin merdivenine tutunarak yüzme öğrenmişlerdi. Bir grup insan ise tekne barınaklarındaki küçük teknelerini kullanıyorlardı.

Bu yıllara kadar nüfus 1 milyonun altındadır. Bazı evler fosseptik kullanıyor, bazıları ise kanallarını denize akıtıyordu. Ancak bu miktarın denizi kirletmeye gücü yetmiyordu.

İstanbul’da ‘denize gitmek’ deyimi vardı. Herkes kesinlikle denize giderdi çünkü. Plajdan, kıyıdan, kayalıklardan, tekneden bir şekilde suya girilirdi. Çocuklar büyüdükçe evdekilerden önce ‘sinemaya gitmek’, sonra ‘denize gitmek’ izni alırlardı. En son ‘gece sinemaya gitmek’ izni alınırdı ki bu durum o çocuğun artık tam büyüdüğünü gösterirdi.

1973 yılında inşa edilen 1. Boğaz Köprüsü kentin kuzeyine yerleşimi çoğaltmış, nüfus 2 milyonları bulunca kanallardan gelen atık su denizi kirletmeye başlamıştı. Diğer yandan artan nüfusa plajlar yetmiyordu artık. 

1980 li yıllarda nüfus 5 Milyonlara dayanmıştı. Sahili doldurup, bütün kıyıları halka açmak düşünülmeye başlandı.

1984 yılında başlayan sahil dolgu alanı çalışması hem inşaat dolayısıyla kıyıları insanlardan koparmış hem de hafriyat topraklarıyla denizin dibini kirletmiştir. Bu sebepler insanları denizden uzaklaştırıyor, ‘Marmara’da denize girilmez’ olgusunu yaratıyordu. İstanbul’dakiler başka yerlere gitmeye başlamıştı.

1988 yılında 2. Boğaz köprüsünün açılmasından sonra nüfus 7 Milyonlara gelmiştir. Artan nüfusa göre alt yapı yenilenmeyince Marmara Denizi büyük bir fosseptik çukuruna dönmüştür.

2000 li yıllarda sahil dolgusu, alt yapı çalışmaları, arıtma tesisleri bitmiştir. Artık insanlar denizi kullanabilecektir. Ancak bu amaca yönelik tesis yoktur. Zira bu sefer gerek İstanbul’u gerek Ülkeyi idare eden anlayışın kendisi denizle barışık değildir. ‘Marmara’da denize girilmez’ olgusunu devam ettirmek onların işine gelmişti. Adalara doğalgaz getirmek dâhil birçok çalışma yapıyorlardı ama denize girmekle ilgili hiçbir girişimde bulunmuyorlardı.

                                        Moda Plajı Dolgu Alanı

2017 yılında kilometrelerce sahil dolgu alanı var. Nüfus 15 Milyon. Deniz temiz. Ama insanların suya girecekleri tesis yok. Kıyılardaki kayalıklar suya ulaşamama tesisi gibi. Barınakların yerine yapılan marinalara gemi büyüklüğünde kaptanı olan tekneler bağlı. Bunlarla denizci olunmaz ki.

İlkokul yaşlarımdayım.. 1950’lerin sonları.. Yaz geldiğinde her akşamüstü babamı beklerdik bizi denize götürmesi için. Mayolarımız hazır olurdu. Yeldeğirmeni’nden yürüyerek Kalamış’a giderdik. O yıllarda şimdiki Fenerbahçe Tesislerinin olduğu alan sazlık, bataklıktı. Ortasındaki patika yollardan yürür, dere ağzındaki Yalovalı sandalcıdan sandal kiralar, koyda denize girerdik. Ben sandalın ipine tutunarak yüzme öğrenenlerdenim. 

Bir bakanlık yetkilisi ‘İstanbul’dan İzmir’e 1.5 milyon kişi taşındı.’ Diyor. Başka kıyı bölgelerine gidenleri de sayarsak bu rakam çok daha fazladır. 1980’lerdeki İstanbul kadar insan kenti terk etmiş.

İktidar partisi kıyılarda kazanamıyor. İstanbul’da da yakın gelecekte kazanamayacağı belli oluyor. Kıyılarda denizle barışık olmayan parti ne yaparsa yapsın kazanamaz çünkü.

Bugün bu kentte insanlar denizi vapurla seyahat ederken üzerinden gidilen zemin olarak biliyorlar.  Zaten vapurdan çok köprü, tüneller kullanılıyor artık.

Ülkemizin ilk denize girilen kenti ve yıllarca tüm ülkenin sayfiyesi olan İstanbul bugün denizle küstür adeta. Bunun faturası olacaktır.
ARİF ATILGAN TEMMUZ 2017

19 Temmuz 2017 Çarşamba

İSTANBUL, İSTANBULLU, DENİZ
Arif Atılgan

1960’lı yıllarda başka kentlerde yaşayanlar, yaz tatillerinde denize girmek için İstanbul’daki yakınlarına konuk gelirlerdi. İstanbul deniz şehriydi. Diğer yandan 1 milyonlarda olan nüfusu o yıllarda yükselmeye başlamıştı.

1970'1i yıllar köyden kente göçün çoğalması ile dikkat çekmiştir. Taşı toprağı altın olarak nitelendirilen İstanbul, bu göçten en fazla nasiplenen kentimiz olmuştur. Nüfusu 2 milyonu geçmiş başta alt yapı olmak üzere akla gelmeyen birçok sorun ortaya çıkmıştı. Bu sorunlardan bir tanesi de plajların halka yetmemeye başlamasıdır. Plaj, denize girilen tesislere denirdi.

1974 yılının haziran ayında bir pazartesi günü gazetelerde ‘Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremedi.’ başlığıyla sosyal mesajı da tartışılacak haberler yapıldı. Plajlar yetmez olmuştu. İnsanlar, denize girmek için özellikle hafta sonları kent dışına çıkıyordu artık. Her tarafı deniz olan kentte halk, denizi iskele kenarlarından görebilir hale gelmişti. 

                                                              Süreyya Plajı

1980’li yıllarda halkı denize kavuşturmak için Anadolu yakasının Kadıköy-Tuzla arası doldurularak kilometrelerce uzunlukta bir sahil şeridi elde edilmesi düşünüldü. Burada piknik ve park alanları, yürüyüş yolları, balık tutma terasları, denize girilecek kıyılar, halkın sahip olabileceği küçük tekneler için tekne barınakları oluşturulacaktı.

Doğaldır ki, böyle bir amaçla da olsa denizin doldurulmasının kentimiz için çok önemli riskleri vardı. Aşağıda sıraladığım bu riskler göze alındı ve maalesef hepsi de oluştu.

- Doğa katledilecekti, edildi: Bu amaç için doldurulan molozun çamuru, Marmara Denizi'nin büyük bir bölümünü etkiledi. Denizin dibini kaplayan balçık, eskiden ıstakoz tutulabilen bu denizde yıllarca balık bile çıkmamasına sebep oldu. Ayrıca binlerce yılda oluşan kum-çakıl tabakaları yok oldu.

- Coğrafya yok edilecekti, edildi: Bu kıyılarda, bugün bile kara tarafına bakıldığında fark edilebilecek küçük koylar, burunlar vardı. Bunların hepsi yok olduğu gibi sahil adeta cetvelle çizilmiş bir şekle sokuldu. Ayrıca İstanbul'un falez kıyı örneklerinden Dragos, Moda ve Salacak’ta artık falezler hissedilemez hale geldi.

- Yalılar yok olacaktı, yok oldu: Yalı, denizle sınır olan parseldeki yapıya denir. Deniz doldurulunca yalılar bahçeli eve dönüştü. Dolayısıyla İstanbul'un olmazsa olmaz özelliklerinden biri olan yapı tipi yok edilmiş oldu. İstanbul için Haliç, Boğaz, Ayasofya ne derece önemliyse, yalılar da o derece önemlidir.

- Bu dolgu alanı başka yerlere kötü örnek olacaktı, oldu: Başta İstanbul’un diğer kıyıları olmak üzere Türkiye’nin hemen her yerinde bu tip çalışmalar yapıldı.

1984 yılında sahilin doldurulmasına karar verildi ve Anadolu yakasında işe başlandı. Milyonu bulan bir insan kitlesi, denizle buluşturulmak isteniyordu. Doğruluğu yanlışlığı bugün de tartışılacak bir amaçtı bu.

2000’li yıllara kadar sahilde dolgu, kazı, düzenleme, künk döşeme gibi birçok inşaat faaliyeti yapıldı. Ayrıca kanalizasyon atıkları için arıtma tesisi de oluşturuldu. Her ne kadar fiziksel arıtma mı kimyasal arıtma mı tartışmaları yapılsa da deniz eskisi gibi pis ve kokulu değildir artık.

2013 yılında Maltepe sahilindeki dolgu alanının önünde 1.200.000 m2 lik yeni bir dolgu alanı daha yapıldı ve 2014 yılında hizmete açıldı.

                                                      Maltepe Kıyı Dolgu Alanı

2017 yılında dolgu alanında marinalar, özel kulüpler, yeme-içmeciler, camiler vardır. Başka birçok fonksiyon için de tesisler vardır. Ama yüzme fonksiyonu için tesis yoktur. Küçük tekneler için barınaklar da yoktur. 2018 yılında Pendik sahilinde 3 ada yapılması planlanmaktadır. Bu adalarda da kıyılardan denize girmek amacı yoktur.

İstanbul halkı denize ulaşmıştır ama doldurulan alan daha çok piknik yapmak, yeme-içmecilerde oturmak vs anlamında kullanılmaktadır. Hâlbuki denizden doldurularak elde edilen alan insanların denize girebilmeleri için düzenlenmeliydi.

Ucundan siyaset yapayım şimdi. Kıyı Dolgu Alanı İBB yetkisindedir. İBB yönetimi, ait oldukları partinin Türkiye genelinde kıyılarda kazanamadığı tespitine dikkat etmelidir. Kendi uygulamalarına da bakmalıdır. Göreceklerdir ki denizle barışık değillerdir.

Kıyıda bir orman yaratabilir, buralara miting alanı dâhil birçok fonksiyon yerleştirebilirsiniz. Ancak bunların hepsi iç taraflarda da yapılabilir. İstanbul kıyılarının doldurulma amacı deniz kıyısında devasa bir park elde etmek değildir. Amaç, İstanbullunun denizle haşır neşir olmasının sağlanmasıdır.
 
                                                               Kayalıklar

Yapılacak iş çok basittir. Kıyıdaki kayalıkların üzerinde beton teraslar ve buralardan denize inen merdivenler oluşturulmalıdır. Gerektiği kadar güvenlik ve cankurtaran da görevlendirildiğinde kilometrelerce uzunlukta halk plajı elde edilecektir. Buralardan milyonlarca insanın denize girmesi durumunda başta Adalar olmak üzere günümüzde İstanbullunun denize gittiği birçok kıyı bölgesi rahatlayacaktır. En önemlisi İstanbul, İstanbul; İstanbullu, İstanbullu olacaktır o zaman.

Günümüzde İstanbul’da doğup denizi görmeyen insanlar oluşmuş, İstanbullu denizden kopmuştur. Hâlbuki İstanbul deniz kentidir. Siyaset bunu unutmamalıdır.

İstanbul için yapılan bütün planlarda deniz ile insan birlikte düşünülmelidir.
ARİF ATILGAN TEMMUZ 2017



12 Temmuz 2017 Çarşamba

AYRILIK ÇEŞMESİ SOKAĞI KONUSU
Arif Atılgan

Mimarlar Odasında Başkanlık yaptığım yıllardı.

2004 yılında Moda Sahil Otoyolu Projesine karşı Modalılarla birlikte etkinlikler yapıyorduk. Özel sohbetlerimizde ‘Modadaki dondurmacıyı kapatmalı’ diyorlardı şakayla karışık. Dışarıdan insanların dondurma yemek için Moda’ya gelmelerinden şikâyet ediyorlardı. Onlara ‘Kadıköy’deki Canlandırma Projesine dikkat edin.  Proje uygulandığında Moda ticarileşecek, bugünleri arayacaksınız’ diyordum. Bugün Moda’lı tanıdıklarım mahalle kasaplarının kafe olduğundan şikâyet ediyorlar.

2010 da Büyükada’da otel inşaatına karşı Adalılarla birlikte oluyordum. Özel sohbetlerde ‘Adalar Sayfiye yeridir.’ Diyorlardı. Yani ‘Bize ait sitedir’ demek istiyorlar, yabancıların gelmesinden rahatsız oluyorlardı. Onlara da kentin her tarafının kentlilerin olduğunu, bu işin planlamayla çözüleceğini, denize girmeye gelenler için başka yer önerilmesi gerektiğini söylüyordum. Örneğin: Anakaradaki kıyılara denize girme terasları yapılsa kilometrelerce plaj üretilir, dolayısıyla Adalara gelenler oraya giderlerdi. İlgilenmediler, bugün Adalar daha da kalabalık.

2004 de TMMOB Afet Komitesi başkanıyken, Alibeyköy’de sel afeti üzerine çalışma yapıyorduk. Bizimle gece yarılarına kadar olan muhtarlara ‘İyi bir kamulaştırma bedeli alsanız bize gelir miydiniz?’ dediğimde, samimiyetle ‘Gelmezdik’ diyorlardı. Hâlbuki Onların semtlerinde yaşamaya devam etmelerini sağlayan planların yapılmasını istemeleri gerekirdi. Nitekim insan yapısı değişti orada.

2007 yılında Melen suyunun Sakarya’dan İstanbul’un Avrupa yakasına taşınması için Sarıyer Derbent mahallesinin altından dinamitle tünel açılıyordu. Evleri çatlıyor, bizi arıyorlardı. Onlara da sohbetlerimizde bir an önce tapu ve plan sorunlarının halledilmesi için çalışmalarını söylüyordum. Beni sevmiyorlardı. Hala sorunları devam ediyor.

Yine o yıllarda Maltepe Gülsuyu Mahallesinde planlı çevre istemelerini söylemiştim. ‘Bize plan lazım değil, burada kendi kültürümüzü oluşturduk’ deyip beni kovmuşlardı kibarca. Hala sorunları giderilmiş değil.

2011 de Fikirtepe’de Kentsel Dönüşüm projesi önerildiğinde Onlara ‘Rant istemeyin kentin diğer tarafları gibi planlı çevre isteyin.’ dediğimde ise tehdit ediliyordum. Hala sıkıntıları bitmedi.

Bu örnekleri çoğaltabilirim.

Yeldeğirmeni Ayrılık Çeşmesi Sokaktaki dostlarıma da bu anlamda bir şeyler söylemek istiyorum.

Sokağın ünlenmesinde ve korunmasında payım olduğunu bilenler bilir.

Ayrılık Çeşmesi Sokağının 1800’lü yılların sonlarından itibaren var olduğu belli olmaktadır. 1920 lerde, 1. Dünya Savaşı sonrası işgal kuvvetleri tarafından kısa bir süre genelev olarak kullanılmıştır. Bu olumsuz etkinin 1930 larda da devam ettiğini o yıllarda yaşayanlarla yaptığım sohbetlerden öğreniyorum. Sokak eski olumsuzluğunu 1940 lardan 1950 lerden sonra silmiştir. Bugün yaşayanların geçmişi bu yıllara uzanabilir.

Olumlu-olumsuz hikâyesiyle sokağın bütünü tescil edilmeli, 100 yılı aşkın dokusu korunmalıdır. Dokusuyla birlikte insanlarının da burada yaşamaya devamı sağlanmalıdır. Kent hafızasının önemi bunu gerektirir.

Bana göre sokak tamamen trafiğe kapatılarak korunacak evler ön plana çıkarılmalıdır. Ancak o zaman da otopark sorunu olacaktır. Sanırım bu sebepten tek arabanın sığabileceği genişlikte yol yapılmış, kaldırım geniş tutulmuş. Evlere eşya getirip götürmek için sokağın alt tarafındaki boşluk ile üst tarafındaki mezarlık duvarının dibi otopark olarak düşünülmüş. 


Oluşan uzun çıkmaz sokakta tek arabalık yol sorundur ama burayı başkaları kullanmadığı için pek sorun yaşanmıyor sanırım. Aynı sebepten otoparklar ta oradakilerin özel otoparkı gibi olmuş.

Burada esas yapılması gereken şey sokağın bir an önce planlara işletilmesi, ardından ilgili Koruma Kurulu tarafından tescilinin sağlanmasıdır. Sokak hala planlarda Ağaçlandırılacak Alan olarak görünmektedir. Yani resmiyette yoktur. Kadıköy Belediyesinin iyi niyeti olmasa yıpranan evler onarılamaz. Onarılamayan evlerin çürümesi halinde yerlerine yenisi yapılamaz. Zira paftalarda olmayan parselin imar durumu olmaz. 

Buradaki arkadaşlarımızın davranışlarından edindiğim fikir, bütün sokağın kendilerine ait olduğunu herkesin kabul etmesini istedikleridir. Önemli olan yasaların kabul etmesidir. Ayrıca, müteahhide verebilmek için fazla kat verilmesi istendiğini de duyuyorum. Eski doku korunmazsa sokak sıradanlaşır. Sokağın yok olması ne kadar kötüyse eski evlerin yerine yenilerinin yapılması da o kadar kötüdür.

Sık tekrar ettiğim tespitimi son söz olarak yazıyorum. ‘Ranta karşıyım ama benim rantım hariç’ anlayışı bitmeden rant bitmez.
ARİF ATILGAN TEMMUZ 2017
LANET OLSUN, YALOVA DEĞERLENİYOR
Arif Atılgan

Oldum olası ‘arazi değerlenmesi’ sözünden nefret ederim. Bir yerin değerlenmesi demek oranın yapılaşması ve yaşanmaz hale gelmesi demektir.

Yalova’da Kamber Baba semtinin eski halini bilirim. Sadece amcamların tek katlı evi vardı. Ev şimdi Cem Evi olan yerdeki eski değirmenin üst tarafındaydı. O ev iskeleden görülür, evden de iskele görülürdü. Şimdiki stadyumun yerinde bulunan aşağıdaki top sahası mera idi. Denizle top sahası arasındaki iki katlı evlerde NATO’nun Karamürsel tesislerinde çalışan Amerikalılar yaşardı. Yerleşim alanından top sahasının bulunduğu geniş çayırlığa geçtiğimizde tepedeki evden görülürdük. Özellikle Biz İstanbul’dan geldiğimizde evin yanındaki mandırada bulunan çoban köpeklerinden korktuğumuz için yukarıdakiler tarafından görülmek önemliydi.

O yıllarda suyu elektriği olmayan bu bölge değersizdi. Ama 1 hafta kaldığımızda yüzümüze-gözümüze kan-can gelirdi.

Bugün buraları değerli.. Amerikalıların Mahallesi, top sahası, Kamber Baba her taraf apartman dolu.. Ama nefes alınacak alan yok.

Yalova’daki evim Karatepe’de. İlin nefes alınan bölgesi. Önümüze leylekler geliyor. Kirpisi, kurbağası, her çeşit kuş, yaban hayvanının dolandığı yer.. Bu sabah önümüzdeki arazide jeolog arkadaşımı gördüm. Sondaj yapmaya gelmiş. 4 katlı lise yapılacakmış. 2 kat imarlı bölgede 4 kat.. Anlaşıldı dedim kendi kendime. ‘İsviçre görüntülerine nal toplatan manzaranın sonuna geldik. Bizim buraları da değerleniyor.’ Planda olduğunu biliyordum ama bu kadar çabuk yapılacağını beklemiyordum.


Sondaj Yapılıyor

Hem dertleşmek hem de hatırını sormak için Yalova’da şehir plancılığı yapan bir arkadaşımı aradım. Ondan duyduklarım beni daha da üzdü. Umarım doğru değildir.

Daha önceki bir yazımda YALOVA’YA BAKIŞ başlığıyla bu konuya değinmiştim. http://atilganblog.blogspot.com.tr/2016/08/yalovayabakis-atlgan-yalova847km2-ile.html . O yazıda Yalova’ya Hizmet fonksiyonunun yakıştırıldığını, bunun iyi olmayacağına değinmiştim. Ama Körfez Köprüsü dolayısıyla OSB (Organize Sanayi Bölgesi) lerin getirilmesinin düşünüldüğünü, bunun ise Yalova için cinayet olacağını söylemiştim. ‘Eğer Körfez Köprüsünün Yalova’ya ”katkısı” OSB kurulmasıysa o köprüyü yıkın gitsin’ demiştim.

Öğrendim ki OSB ler geliyormuş. Üstelik en yeşil taraflarına..

Dere Köy ve Gacık Köyünü herkes bilir. Yalova’nın en yeşil, akarsulu, ormanlı bölgesidir. Boş olan alt taraflarında OSB olacakmış. Can sıkmamak için hektar ölçülerine girmeyeceğim. Teknik olarak arazinin OSB ye uygun olmama özelliklerini de yazmayacağım. O zaman bizim tarafa alınır diye korkarım çünkü. Şimdilik çiçekçi, gemi, otomobil, tekstil OSB leri gelecekmiş. 200.000 kişinin çalışacağı varsayılıyor. Onların aileleriyle birlikte 1.000.000 a yakın nüfus demektir bu. Bugün Yalova’nın nüfusu 200.000 kişi hâlbuki.

Eşimle sabah erkenden deniz kıyısına gidiyoruz. Yalova’nın denizle barışık olmamasını biz avantaj olarak kullanıyoruz. Çünkü: Kıyı sakin oluyor. Denize girdikten sonra çay bahçesinde fırından yeni çıkan simit ve kurabiyeleri yiyerek kahvaltı yapıyoruz. Akşam yemekten sonra yine sahile inip dondurma yiyoruz.

Akçay’ın, Erdek’in, Bozcaada’nın hatta Bodrum’un ilk zamanları gibi.

Bu hali biraz daha sakinleştirilerek Yavaş Şehir haline getirilebilinirdi. İstanbul’un dibinde bir Yavaş Şehir.. Müthiş olmaz mıydı? Atatürk’ün yazlık başkent olarak ilan ettiği Yalova’ya bu yakışmaz mıydı?

Bir yanda OSB ler, bir yanda Hizmet fonksiyonunun otelleri Türkiye’nin en küçük yüzölçümlü ilini bitirir. Ne diyeyim. Lanet olsun, Yalova değerleniyor.

ARİF ATILGAN TEMMUZ 2017

2 Temmuz 2017 Pazar

İSTANBUL’UN FARKEDİLMEYEN ADALARI
Arif Atılgan

Prens Adalarını kastetmiyorum. İstanbul’da toplam 10 adet ada bilinir genellikle. Büyükada, Heybeliada, Burgaz Adası, Kınalıada, Sedef Adası, Kaşık Adası, Yassıada, Sivriada, Tavşan Adası. Bir de kayıp ada olarak adlandırılan Vordonisi Adası. http://atilganblog.blogspot.com.tr/2014/07/adalarve-vordonisi-adasi-arifatlgan.html.

Bunların dışında bazı adalar vardır ki onlara her gün bakarız ama fark etmeyiz.

Fenerbahçe Adası: Herkesin, orası yarımada dediğini duyar gibiyim. Hâlbuki 1985 yılında yarımada ile anakara arasındaki ince kısım hafredilip 10 mt lik bir kanal açılmıştır. O yıldan sonra kanal üzerinden köprüyle Fenerbahçe Burnuna geçilir. Dolayısıyla Fenerbahçe artık ada konumundadır.
                               
Doğu Roma İmparatoru Jüstinyanus eşi Theodora için burada saray ve saray için iskele yaptırmış. İskele, şimdiki Galatasaray tesislerinin bulunduğu yerdeymiş. 1. Dünya Savaşı öncesi Fenerbahçe Vapur iskelesi olarak kullanılmış. Taş iskele adıyla bilinen çıkıntı Galatasaray tesisleriyle yok olmuş.


                                        Fenerbahçe Yarımadası 1946

Cumhuriyet döneminde ise yarımada piknik alanı olarak değerlendirilmiş. Bu şekilde günümüze gelmiş.

1946 yılındaki yüzölçümü yaklaşık 80.000m2 civarındayken, 2017 yılındaki yüzölçümü yaklaşık 140.000m2 civarındadır. Yani Fenerbahçe Adasına denizden 40.000m2 yi aşkın alan eklenmiştir.

                                          Fenerbahçe Adası 2017

Galatasaray Adası: İstanbul Boğazında, Kuruçeşme açıklarında 1850’li yıllardaki halinde iki sivri kayadan ibaret, neredeyse sıfır m2 dir. Abdülaziz döneminde sarayın gözde mimarı Sarkis Balyan’ın yüksek miktarda alacağı birikmiş. 1876’da Abdülhamid kendisine biriken tüm borçlar için bu adayı vermiş.

Balyan, 1881 de iki kayayı birleştirerek yaklaşık 2.400m2 alana sahip bahçe içinde ev yapar. Ada, Sarkis Bey adası olarak anılır. 1889’da öldükten sonra varisleri vergilerini ödemez. 1902’de devlet el koyar. 

                                            Galatasaray Adası 1946

Cumhuriyet döneminde kömür deposu olur. 1940’lı yıllarda varisler mahkeme açarlar ve kazanırlar. 1957 yılında adayı Galatasaray Kulübüne satarlar. Adı Galatasaray Adası olur. Önce adanın bir yanında 2.017m2, diğer yanında 1.052m2 alan denizden eklenir. Daha sonraki yıllarda da yapılan eklemelerle adanın alanı 6.900m2’ye çıkar. 4.500 m2 fazlalaşmıştır. Adadaki ilk parsel Galatasaray’ın, denizden dolan iki yanındaki parseller milli emlakindir. Yani adanın yaklaşık üçte ikisi devletindir. Havuz vs tesisler de buralarda bulunur.

                                             Galatasaray Adası 2017

Kız Kulesi Adası: 1.256m2 yüzölçümlü bir kayalıktır. M.Ö. 341’de mezar, M.Ö. 411’de Kale, M.S. 1100’de kule ve daha sonraki yıllarda gümrük, depo, karantina hastane, radar, fener gibi çok çeşitli fonksiyonlarla kullanılmıştır. 2000 yılından itibaren restoran olarak kullanılmaktadır. Bugünkü alanı 2.000m2 dir. 

                                             Kız Kulesi Adası 1970


                                              Kız Kulesi Adası 2016

Büyük Kulüp Adası: Çiftehavuzlar sahilinde, 2002 yılında Büyük Kulüp Derneği tarafından kendi üyeleri için bir ada inşa edilmiştir. Ada, denizden 20mt kadar açıktadır. Bu konuda o tarihlerde yazdığım yazıyı bu linkten okuyabilirsiniz.
 http://atilganblog.blogspot.com.tr/2013/09/buyuk-kulup-cercle-dorient-sahili.html.

                                    Büyük Kulüp Adası 1980 de Yok

2007 yılındaki bir yazışmada 700m2 olduğu yazan ada bugün kulüp üyeleri için güneşlenme terası olarak kullanılmaktadır. Uydu görüntüsünde görünen ada haritada yer almaz. Çünkü: Haritada görünmesi için yasal plana işlenmiş olması gerekir. Halbuki diğer adalar haritada da uydu görüntüsünde de görünürler. 

                                            Büyük Kulüp Adası 2017

İBB Pendik Adaları: Özel Girişimcilerin denizden kara parçası inşa ederek adalarını büyültmelerini veya sıfırdan ada inşa etmelerini İBB örnek almış herhalde. Aslında bunlara engel olması gereken kamu kurumlarından biri olan İBB, Pendik açığında 372.000m2, 125.000m2 ve 106.000m2 olmak üzere toplam 603.000m2 alanı olan üç adet ada inşa edecekmiş. Karadan bir tanesine köprüyle geçildikten sonra diğerlerine de köprülerle geçiş sağlanacakmış.

                                          İBB Pendik Adaları Planı

Tuzla Adaları: Daha önce Tuzla açıklarında bulunan bazı adalar tersane oluşumu sırasında anakarayla birleştirilmiş. Bugün Şemsiye Adası, Hayırsız Ada ve Koç ailesine ait olan İncir Adası vardır. 

                                                 Tuzla Adaları

Görüldüğü gibi İstanbul’un 10 değil 16 adet adası bulunmaktadır. Bunlardan Büyük Kulüp Adası yasal planlara işlenemediği için haritada görünmez. Yakın gelecekte Pendik’te yapılacaklarla İstanbul’un 19 adası olacaktır.

Tuzla Adalarının dışındakilerde rant sağlanması görünmektedir. Bu adalarla ilişkisi olanların başka kamusal konularda ‘ranta karşı’ mücadele davranışları ilgi çekicidir. Öte yandan ranta karşı olduğunu bildiğimiz bazı kurum yöneticilerinin bu mekânlarda çektirdikleri fotoğraflarını gururla internet ortamında paylaşmaları da ilgi çekicidir.

Toplumumuzda ‘Ben ranta karşıyım ama benim rantım hariç’ anlayışı olduğu müddetçe rant önlenmez.
ARİF ATILGAN TEMMUZ 2017 

Not: Bu yazıda Marmara Denizindeki adaları yazdım. Ancak Beykoz'un Karadeniz kıyısındaki Riva yerleşiminin açıklarında Soğan ve Eşek Adaları da var.